Bizim Lenin’imiz
Dördüncü Enternasyonal’in Kuzey Amerika seksiyonu Sosyalist İşçi Partisi’nin (SWP) teorik yayın organı Dördüncü Enternasyonal‘in Ocak 1941 tarihli, ikinci ciltteki bir numaralı sayısından çevrilmiştir.
***
Partimiz, bu ay içerisinde Lenin’i Anma toplantıları düzenliyor (Lenin, 21 Ocak 1924’te hayatını kaybetmişti). Bu toplantılar bir çeşit ritüel değildir; onları Lenin’in tamamen çağdaş programını, şu anki savaşa ve tüm savaşlara son verebilecek tek programı sunmaya adadık.
Lenin’in programını canlandırmaya yönelik bu büyük görev, Stalinistlerin “Lenin’i Anma” toplantıları kisvesinde düzenledikleri ritüelistik gösteriler sebebiyle daha da zorunluluk kazanmıştır. Belki de bu Stalinist ritüelleri tarif etmenin en iyi yolu; Lenin’in ,sosyal demokrasinin Marx’ın programına yaptıklarına ilişkin betimlemesini hatırlamaktır:
“Büyük devrimcilerin yaşamları esnasında egemen sınıflar onlara amansız bir zulüm uyguladılar ve öğretilerini en barbarca düşmanlıkla, en öfke dolu nefretle, en amansız yalan ve iftira kampanyalarıyla karşıladılar. Ölümlerinin ardından; bir yandan bu büyük devrimcileri zararsız ikonalara dönüştürmeye, onları aziz ilan etmeye ve ezilen sınıfların ‘tesellisi’ için (bir yandan onları kandırma amacı güderek) isimlerini bir haleyle çevreleyip kutsallık atfetmeye, diğer yandan da bu devrimcilerin teorilerinin gerçek devrimci özünü hadım etmeye, bayağılaştırmaya ve onların devrimci keskinliğini köreltmeye yönelik çabalara girişilmektedir. Şu anda, burjuvazi ve emek hareketi içindeki oportünistler, Marksizmi tağşiş etmek için bu çabalarda işbirliğine girmektedirler.”[1]
Benzer şekilde günümüzde, Leninizmin burjuva düşmanları Leninizmi tağşiş etme hedefinde Stalinistlerle işbirliği yapmaktadırlar. Papa’dan Profesör Sidney Hook’a kadar hepsi Stalin’in Lenin’in gerçek varisi olduğu hususunda diretmektedir ve – her ne kadar bunları düşmanlık maksadıyla söylemiş olsalar da – bu söylemleri Stalin’in ekmeğine yağ sürmektedir.
Stalinist toplantılarda ve Stalinist literatürde resmedilen bu Lenin, Kremlin’in Kızıl Meydan’da sergilediği o grotesk mumya kadar cansızdır. Lenin’in ölümünden bu yana geçen on yedi yıl içerisinde; Rus Devrimi’nin tarihi ve Lenin’in yaşam öyküsü, Stalin’in emri uyarınca yeniden ve yeniden baştan yazıldı. 1923-1926 yılları arasında bu baştan yazma işlemi Troçki’yi alçaltmak ve Stalin ve o dönemki işbirlikçileri Zinovyev, Rykov, Tomsky, Buharin, vb.’ni yüceltmek için gerçekleştirilmişti.
1929’da ise Buharin ve diğerleri de alçaltıldılar. Ardından gelen her yıl, Stalin’in yeni ihtiyaçları uyarınca yazılı kayıtlarda daha da fazla değişiklik yapılması sonucunu doğurdu. Rus Devrimi’ni gerçekleştiren kuşağın Moskova Davaları esnasında katledilmesiyle beraber; Lenin’in yaşam öyküsü, en yakın ortaklarını 1918 ve öncesinin Alman ve dünya emperyalizminin casusları olarak resmedecek şekilde yeniden anlatıldı! Stalinist Falsifikasyon Okulu’nun suçluluğunu ezelden ebede kadar ilan eden Troçki’nin ölümüyle birlikte Kremlin’in profesörleri Stalin’in tacına yeni ve daha parlak taşlar eklemeye teşvik edildiler. Çocuklarımız, böylesine fantastik bir maskaralığın nasıl böyle bir ağırbaşlılıkla yürütülebildiğini kavramakta zorlanacaklardır.
İşte bu Stalinist literatürden fırlayan Lenin!
Lenin’in Rus Devrimi’ndeki rolünü uzaktan yakından anlamış herkes için, Lenin’in Bolşevik Partisi’nin tüm işlerini nasıl yönlendirdiği açıkça bellidir. Lenin, üstlendiği önderlik rolüyle ilgili gerçekçi bir anlayışa sahipti: Detaylar, idari işler; tüm bunları başkalarına bırakırdı. Onun parlak zihni sürecin bütününü inceler ve belirli spesifik işlevlerle meşgul olanların kaçırabileceği daha geniş bir vizyon sağlardı. Politik önderlik ve idare arasında keskin bir ayrım yapardı. Lenin bu ayrımın altını Vasiyet’inde (partiye son mektubunda) Troçki’yi “işlerin salt idari yönlerine gereğinden fazla ilgi duyma eğilimi” sebebiyle azarlarken çizmişti. Bu eleştiri, aynı zamanda, onun Troçki’ye yöneltebileceği en büyük takdirdi: Lenin; Troçki’nin, aynı kendisi gibi bir politik önder olması gerektiğini vurguluyordu. Lenin’in bu derin kavramsallaştırması, önderlik teorisine yaptığı en önemli katkılardan biriydi.
Stalin, Lenin’in portresiyle yeniden oynuyor
Ancak Stalin, bu Lenin’i silmeliydi. Yalnızca Lenin’in Vasiyeti’ni partiden gizleyerek değil (bugüne kadar bu Vasiyet yayımlanmamıştır; zira bu Vasiyet, “kaba” ve “sadakatsiz” olması sebebiyle Stalin’in partinin Genel Sekreterliği’nden alınmasına dair Lenin’in önerisiyle sonlanıyordu), aynı zamanda Lenin’in Stalin’in suretinde yeni bir tablosunu çizerek: Bürokratik bir idareci olarak.
Lenin’in yaşamının bu yeniden yazımının en yakın örneklerinden biri I. Mintz tarafından yazılan, Stalinistler tarafından henüz yayımlanmış 1917 Ekim Günleri’dir. Gelin yalnızca bir örneği inceleyelim; bu küçük broşürdeki tüm yalanları analiz etmek bir kitap alır.
25-26 Ekim 1917 (eski takvimle) gecesi, Tüm Rusya Sovyetleri Kongresi Smolni’de oturumdaydı. O gecenin tartışmaları, devrimin büyük mihenk taşlarından biri olarak tarihe geçmiştir. Troçki, Menşeviklere ve Sosyal Devrimcilere karşı Bolşeviklerin sözcüsüydü, devrimin tüm büyük sorunları konu edilmişti. Lenin, aylardır kamuoyu önüne çıkmamış olmasıyla aynı sebepten kongrede değildi: Parti, karşıdevrimcilerin onu öldürmeye çalışmasından korkuyordu. Oturum esnasında patlayan silahların sesleri duyuluyordu; bunlar, Kışlık Saray’a saldırının sesleriydi. Sarayın ele geçirilmesi ve Petrograd’da devrimin zaferiyle Lenin halkın önüne çıktı ve ertesi gün Kongre’nin ikinci oturumuna katıldı. Kışlık Saray’a saldırı esnasında Lenin geceyi Smolni’de küçük bir odada, üstünkörü yapılmış paletlerde (zaman zaman Kongre’de söz almak ve Bolşeviklerin rakiplerini cevaplamak için odadan ayrılan) Troçki’yle yan yana yatarak geçirdi. Bu hikâye devrimle ilgilenen tüm öğrenciler için yeterince tanıdık olacaktır. Devlet Yayınevi bunu Moskova’da (bir kaynağı örnek vermek gerekirse) Troçki’nin 6 Nisan 1924’te yayımlanan Lenin Üzerine – Bir Biyografi Yazarına Materyaller adlı kitabında yayımladı.
Ancak Stalin, bunu silmek zorundaydı. Yoksa -tüm yardakçılarının Lenin’le birlikte devrimin ortak örgütleyicisi olarak ilan ettiği- kendisinin neden Kongre’de Bolşeviklerin sözcüsü olmadığını nasıl açıklardı? Stalin’in bir mazerete ihtiyacı vardı, bu sebeple Lenin de onunla birlikte olmalıydı. Bu bağlamda Mintz şöyle yazıyor:
“Kongrenin bu oturumunda ne Lenin ne de Stalin konuştular. Muzaffer devrimin iki örgütleyicisi o sırada son derece büyük ehemmiyet taşıyan bir işle meşguldü. Geçici Hükümet, Bolşeviklerin halka ilk hediyelerinin açlık olmasını umarak, Petrograd’a yalnızca iki günlük bir ekmek ve un stoğu bırakmıştı. Lenin ve Stalin tüm gün ve tüm gece silahlı müfrezeler örgütlemek, her birinin başına bir Bolşevik yerleştirmek ve onları un veya tahıl bulmak amacıyla şehri aramaya, istasyonları taramaya, bütün demiryolu vagonlarını açmaya göndermekle uğraştılar. Sonunda Ekim’in 26’sında devrimin önderlerinin eline rapor geçti: On günlük yetecek tahıl bulunmuştu.” (Mintz, syf. 56.)
Yani “tüm gün ve tüm gece” (gücün ele geçirilişinin söz konusu olduğu o gün ve gece) Lenin, herhangi bir küçük memurun gerçekleştirmeye yetkin olduğu bir işle meşguldü. Lakin Lenin bu idari işle uğraşmak zorundaydı, yoksa, Stalin bu hikâyede nerede olacaktı?
Lenin’in yaşamına ilişkin Stalin’in ikincil tahrifatlarından birini, bu yaşamın ağının ve dokusunun Kremlin’in yalanlarıyla nasıl anlamsızlaştırıldığını göstermek için seçtik.
Lenin’in adına
Yine de yazılı kayıtlarda yapılan bu çarpıtmalar, yapılan çarpıtmaların en az önemli olanları değildir. Lenin’in programına vurulan en korkunç darbeleri Kremlin’in günlük ukazları oluşturmaktadır. Lenin’in mirasının gaspçıları onun ezeli düşmanlarıdır, Lenin’in adını kullanarak onun doktrinine karşı işlenebilecek en kötü suçları işlemişlerdir.
“Rus Ekim Devrimi’yle Bolşevizmin en önemli ve en temel özelliği” diye ilan ediyordu Lenin, “tam olarak da kapitalizm altında en fazla ezilenlerin siyasetin içine çekilmesiydi. Bolşevizmin özü, Sovyetlerin gücünün özü buradadır: Tüm devlet iktidarının emekçilerin ve sömürülen kitlelerin ellerinde toplanmasında.”
Sovyet kamuoyunun tüm ifade araçlarını acımasızca imha edişiyle, tek pusulalı “seçimleriyle”, fabrika hapishaneleriyle, Kremlin oligarşisini ilahlaştırmasıyla karakterize edilen Stalin rejimi için ne büyük bir itham!
Lenin, kitlelerin yönetebilmesi için eğitim almaları gerektiğinin farkındaydı. Bu bağlamda 1919 Mart’ında kabul edilen Komünist Parti Programı’nda eğitime ilişkin hükümler şunlardır:
“1.) Her cinsiyetten çocuklar için 17 yaşına kadar ücretsiz ve zorunlu genel ve politeknik eğitim. (…) 4.) Tüm öğrencilere yiyecek, giyecek, ayakkabı, ders kitapları ve diğer tüm okul malzemeleri masrafları devlet tarafından karşılanmak üzere sağlanmalıdır.”
Stalin tüm bunları silip attı. Stalin’in attığı son adım, 2 Ekim 1940’ta yayımladığı ukaz ile ücretsiz eğitimi ortadan kaldırmak ve bu bağlamda okullardan ayrılan çocukları çocuk işçiliğine itmektir. Stalinistlerin bu son derece gerici hamleyi meşrulaştırma çabaları, Katolik papazların ya da ABD’deki finans kapitalistlerin eğitim karşıtı konuşmalarının sayfalarından fırlamış gibidir:
“Şu ana kadarki ücretsiz eğitim (…) ve devlet sübvansiyonlarının neredeyse tüm öğrencileri kapsayacak şekilde genişletilmesi kimi durumlarda olumsuz sonuçlar doğurmuştur. Bir çeşit ‘eşitlenme’ süreci meydana geldi. Hem yetenekli ve vazifeşinas hem de pek yetenekli olmayan ve kendini adamaya pek eğilimli olmayan öğrenciler devletten eşit şekilde sübvanse edilmekteydiler. (…) Öğrencilerimizin birçoğu, kendi çabaları olmaksızın elde ettikleri yüksek öğrenim nimetlerinin kıymetini bilememişlerdir. Dolayısıyla bu durum artık değişmiştir: Artık eğitimin ve kurumların paralı olması neticesinde, her öğrenci çalışmalarına daha büyük bir sorumluluk duygusuyla yaklaşacak ve sıkı çalışmanın gerekliliğini anlayacaktır.”
“Ücretsiz eğitim, bir raddeye kadar, velilerin ve öğrencilerin bir kısmının gözünde eğitimin değerini düşürmüştür. Bugüne kadar eğitimin ücretsiz olmasıyla birlikte pek çok ebeveyn, çocuklarının başarısızlıklarına ilişkin tüm gerçekleri itidalle ve kayıtsızlıkla karşılamışlardır. Ücretlerin uygulamaya konulması (…) bu tip velileri bile çocuklarının ne kadar iyi veya kötü çalıştıklarını kendilerine sistematik bir biçimde dert etmeye itecektir.” (Pravda, 22 Ekim, 1940)
Kremlin’in parasız eğitime karşı bu argümanını hangi Amerikalı kitlesel eğitim karşıtı gerici geliştirebilir ki?
Diğer her şeyde olduğu gibi, Kremlin’in Amerikan yanaşmaları bunu da savunmaktalar. Soviet Russia Today‘in Ocak sayısında Jessica Smith şöyle yazıyor:
“Ancak SSCB’de bir kişi, toplumun saygıdeğer bir üyesi olmak için üniversiteye gitmek zorunda değildir. Sovyet vatandaşlarının en saygıdeğer kesimleri, üstün yeteneklerini tezgâhın başında ya da bir traktörün tepesinde çalışarak öğrenen, tarlaların ve fabrikaların Stahanovist işçileridir. (…) Binlerce Sovyet işçisi üniversite eğitimlerini işlerinin başında ya da açık öğretim yoluyla almaktadırlar. Yüksek eğitim kurumlarındaki akademik açıdan en başarılı öğrencilerin, üniversiteye gitmeden önce birkaç yılını pratik çalışmada geçirmiş olanlar olduğu tecrübeyle sabittir.”
Stalin’in hiçbir suçu yoktur ki bunlar savunmasınlar. Bunu Lenin’in adına yaparlar: Bolşeviklerin temel programına 17 yaşına kadar evrensel, ücretsiz, temel ve politeknik eğitim ilkesini geçiren Lenin’in; bu ilkeyi savaşın ve iç savaşın getirdiği yıkımın ortasında programa geçiren Lenin’in adına. Lenin’in bu ilkeyi programa geçirmesinden 21 yıl sonra Stalin sonunda onu tamamen silmeyi başarmıştır. Ruhu ve içeriğinin büyük bir bölümü yıllardır silinmiş vaziyettedir.
Lenin’in metodu
“Olanı olduğu gibi söyleyin.” Lenin’in yöntemi buydu, işçilere hiçbir zaman yalan söylememek. Onlara gerçeği, tüm acı gerçeği söylemek, çünkü zafer ancak bu şekilde elde edilebilirdi. Lenin’in klasikleşmiş sözlerini hatırlamak yeterli olacaktır; bu sözler Kremlin’in Bizansvari yanılmazlık doktrinine karşı çarpıcı bir ithamdır:
“Yenilgileri kabul etmekten korkmak kabul edilemezdir. İnsan yenilgilerin deneyimlerinden ders çıkarmalı. (…) Yenilgilerin kabul edilmesinin, mevzilerin teslim edilmesi gibi, mücadelede kayıtsızlığa ve enerjinin zayıflamasına neden olduğu görüşünü kabul edecek olursak, o zaman bu tür devrimcilerin beş para etmediğini söylemek gerekir, bu sebeple dümdüz konuşmak zorundayız. Bunu yapmak yalnızca teorik gerçeklik açısından değil, pratik açıdan da hayati öneme sahiptir. Dünkü deneyimlerimiz eski metotların yanlışlığı konusunda gözlerimizi açamadıysa, bugün yeni metotlarla görevlerimizin altından nasıl kalkacağımızı öğrenmemiz mümkün değildir.”
Lenin, bir an için bile olsa, Sovyet işçilerini kandırmaz ve gerçek durumu onlardan saklamazdı. Büyük bir tehdit altındaydılar; bunun onlara söylenmesi gerekiyordu. Devrimin tek bir ülkedeki zaferi kesin bir zafer değildi ve olamazdı da; bunun onlara söylenmesi gerekiyordu. Lenin hep bu şekilde konuşurdu, örneğin, devrimin üçüncü yıldönümünde yaptığı konuşma da aynen bu şekildeydi:
“Davamızın enternasyonal bir dava olduğunu hep biliyorduk ve hiçbir zaman unutmayacağız. Bu bağlamda tüm devletlerde (en zengin ve en gelişmişleri dahil olmak üzere) devrim başarıya ulaşmadığı sürece zaferimiz ancak yarım bir zafer olarak (belki de daha az) kalacaktır.”
Lenin 1921 Temmuz’unda durumu şöyle özetliyordu:
“Bir çeşit denge durumuna ulaşmış bulunmaktayız. Her ne kadar oldukça kırılgan ve oldukça dengesiz olsa da her halükârda kapitalist bir ortamda sosyalist bir cumhuriyetin var olabileceği (elbette uzun bir süre için değil) bir denge durumu.”
“Elbette uzun bir süre için değil.” Lenin’in yöntemi buydu: Olanı olduğu gibi söylemek. Stalin’in politikası Lenin’inkinin tam tersidir. Stalin kapitalist ortama teslim olmuştur; kapitalistlerin müsamahası karşılığı bazen bir kapitalist gruba, bazen ötekine hizmet etmektedir. Lenin’in enternasyonal devrimci programının taban tabana zıttı olan bu politika, Lenin’in kavramlarına sözde atıf yaparak bile sürdürülemez. Dolayısıyla Lenin’in mirasını gasp ederken Stalin, Lenin’e tamamen yabancı sözcüklerle kendi politikasını meşrulaştırmak zorundaydı. Lenin’in kavramsallaştırması Stalin tarafından Troçkizm olarak ifşa edilmişti:
“Troçkizmin özü nedir? Troçkizmin özü şunlardan oluşmaktadır: İlk olarak Troçkizm, topraklarımızın işçi sınıfının ve köylülerinin gücünü kullanarak SSCB’de sosyalizmi inşa etme ihtimalini reddetmektedir. Bu ne anlama geliyor? Bu, yakın gelecekte muzaffer dünya devrimi yardımımıza gelmezse, dünya burjuvazisine teslim olmak zorunda kalacağımız anlamına geliyor. (…) Bu tür görüşlere sahip birinin; işçi sınıfının milyonluk kitlelerini sıkı çalışmaya, sosyalist rekabete ve kitlesel şok-tugaycılığına teşvik etmesi mümkün müdür? (…) Bu kitleleri sosyalizmi inşa edecekleri temennisinden yoksun bırakırsanız rekabetin, üretimde verimliliğin artırılmasının ve şok tugaycısı olma hevesinin tüm temellerini yok etmiş olacaksınız.” (16. Parti Kongresi’nde Stalin, 27 Temmuz, 1930, Rusça baskı, syf. 51)
Bu sözler her anlamıyla Lenin’e düşman bir dünyanın kapısını aralamaktadırlar. Lenin, olası gerçeğin işçilerin şevkini kıracağımı savunanları “hiçbir halt etmezler” olarak sertçe eleştirirdi. Görev yöneticisinin ve bürokratın sinizmi Stalin’in sözcüklerinden sızmaktadır ve bu sızmayı gizlemek mümkün değildir. Stalin işçileri yalnızca yalanlarla değil, hapishanelerle ve idam mangalarıyla da “teşvik etmektedir”. Onun dünyası; devrimin geçici tükenişiyle kendini meydana getiren, devrimin yeniden doğuşuyla birlikte yıkılacak olan bürokratik kastın dünyasıdır – dolayısıyla onun dünyası, devrime düşman olanlar dışında, eylemlerden ve düşüncelerden acizdir.
Stalinizmin ölüm sancısı
Rus Devrimi’nin Stalinist yeniden yazımında, her an daha da belirginleşen, bir delilik esintisi vardır. Tahrifatlar artık her zamankinden daha kabadırlar ve her zamankinden daha çılgınca savunulmaktadırlar. Gerçeklik ve iddialar, bir deli hastanesinin içindeki ve dışındaki dünya kadar birbirlerinden farklıdır. Buna rağmen, Stalin ve onun yanaşmaları bu kapatılamaz uçurumu kapatmaya çalışmaya devam etmektedirler. Neden? Bu anlaşılmadığı sürece ne Sovyetler Birliği’nin iç politikaları ne de GPU’nun uluslararası rolü anlaşılabilir. Bunu anlamak, Stalinizmin ölüm sancıları içerisinde olduğunu anlamaktır. GPU’nun Troçki’yi katletmesi Leninizme karşı canavarca bir intikam hamlesiydi; ancak aynı zamanda sonu gelmiş Stalinist rejimin son çaresizlik hamlelerinden biriydi.
Troçki suikastından kısa süre önce bunu şöyle açıklamıştı:
“Ekim Devrimi’nin temelleri üzerinde, tüm gücü elinde toplayan ve ulusal gelirin giderek daha büyük bir bölümünü silip süpüren yeni bir ayrıcalıklı kast gelişmiştir. (…) Stalin’in mutlakiyeti geleneksel otoritenin ‘ilahi lütfuna’ veya ‘kutsal’ ve ‘dokunulamaz’ özel mülkiyete değil; komünist eşitlik fikrine dayanmaktadır. Bu durum oligarşiyi, diktatörlüğünü her türlü rasyonel ve ikna edici argümanla meşrulaştırma imkânından mahrum bırakmaktadır. (…) Yönetici kast sistematik bir biçimde yalan söylemeye, kendisini başka göstermeye, maske takmaya ve eleştirmenleriyle muhaliflerine, onları harekete geçirenlerle taban tabana zıt güdüler atfetmeye itilmektedir. Oligarşiye karşı emekçilerin savunmasına yetişen herkes Kremlin tarafından kapitalist restorasyonun destekçisi olarak yaftalanmaktadır. Standartlaşmış bu yalan tesadüfi değildir: devrim üzerine yeminler ederken gericiliği cisimleştiren kastın nesnel konumundan kaynaklanmaktadır. (…) Yalanlar, iftiralar, zulüm, yalan suçlamalar, hukuki komediler; tüm bunlar, Sovyet toplumundaki gaspçı bürokrasiden amansızca akmaktadır.”
Lenin’in programı hala Sovyetler Birliği’nin temellerinde, kamulaştırılmış ekonomide, Sovyet halklarının kalplerinde ve zihinlerinde yaşamaktadır. Tüm yalanlarının ve suçlarının arasında Sovyet bürokrasisi, istemeden de olsa, Ekim Devrimi’ni imha edemediğini kabul etmektedir. Uluslararası alanda Lenin’in programı Troçkist hareketin programında yaşamaya devam etmektedir. Nasıl ki Kremlin’in totaliter rejimi Sovyetler Birliği sınırları içerisinde Rus Devrimi’nin kökünü kazımakta başarısız olduysa, hareketimizi dünya çapında yok etmeye yönelik tüm çaresiz girişimlerinde de başarısız olmuştur. Ölülerimizi gömdük ve Lenin’in programı uğruna mücadele etmeye daha da uzlaşmaz bir biçimde geri döndük.
Lenin’in programı insan ırkının programı olacaktır. Lenin’i anmamız bundan aşağısı olamaz.
Dipnot:
1.) Devlet ve Devrim, 1. Bölüm.