Sol Muhalefet tarihi (VII): Sağ kanat ve merkez arasındaki bloğun parçalanması ve “Üçüncü Dönem’in” başlaması
Aşağıda yayımladığımız eser, o sıralar Uluslararası Sol Muhalefet’in ABD örgütü içinde faaliyet yürütmekte olan Max Shachtman tarafından kalem alınmış olup, The Militant (Militan) gazetesinin 1932’nin Nisan ve Ağustos ayları arasındaki sayıları boyunca, parça parça yayımlanmıştır. Shachtman bu makale dizisinde, 1923’te kendisini ilan eden SSCB Sol Muhalefeti’nin 10 yıllık politik tarihininin genel hatlarını özetlemeye çalışmıştı.
Shachtman’ın eserinin birinci kısmı için buraya, ikinci kısmı için de buraya, üçüncü kısmı için buraya, dördüncü kısmı için buraya, beşinci kısmı için buraya ve altıncı kısmı için de buraya tıklayabilirsiniz.
Kaynak: Max Shachtman, Sovyetler Birliği’nde Sol Muhalefet’in İlk On Yılı, Çeviri: Mustafa Sayman, Maya Yayınevi, İstanbul 1975.
***
Sağ kanat ve merkez arasındaki bloğun parçalanması ve “Üçüncü Dönem’in” başlaması
Sol Muhalefete karşı uluslararası düzeyde yürütülen mücadele, merkezci klik ve sağ kanat tarafından ortaklaşa yürütülmekteydi. Enternasyonal’in Marksist kanadını yıkmak için harcanan çabalarda, Brandler ile Thaelmann, Jilek ile Gottwald, Sellier ile Thorez, Lovestone ile Foster, Kilboom ile Silen arasında hiçbir ayrım yoktu. Bu birlik, kendilerini “yenilmez Leninist Eski Muhafızlar” olarak ilan eden Stalin ve Buharin’in beraberlikleriyle temsil ediliyordu.
Bu, uydurma bir birlik değildi. Yönetici bloğun bu iki kesimi, dış ve iç politikada, ilkeler ve taktik sorunlarda ortak görüşler savunuyorlardı. “Troçkizme” karşı el ele vermişlerdi ve Purcell ve Çan Kay Şek’le de el ele idiler. Tek ülkede sosyalizm teorisini, “iki sınıflı işçi ve köylü partilerini” birlikte savunuyorlardı. Komintern’in 1928’deki Altıncı Kongresi’nde delegeler tarafından kabul edilen revizyonist programı ortaklaşa sundular.
Fakat 1927’nin sonunda, bu rejimi iktidara getiren gericilik dalgası, uluslararası proletaryanın saflarında bir sola kayışa yer vermek zorunda kaldı. Rusya’da 1928 “kansız Kulak ayaklanması”, işçiler üzerinde sarsıcı bir etki yaptı ve işçiler sola kayılması için liderlik üzerinde baskı yapmaya başladılar. İşte bu atmosfer içinde Stalin, yıllardan beri izlediği yolun tam tersine yönelmek zorunda kaldı. Sağ kanadın tanınmayan, ortada görünmeyen temsilcilerine karşı ihtiyatlı bir saldırı başlatarak, kısa bir süre içinde bunları destekleyicilerinden tecrit etmeyi başardı; böylece, daha sonra, 1929-30’da bu destekleyicilerle birlikte, onların gerçek liderleri olan Rykov, Buharin ve Tomsky üzerine birleşik bir saldırıya geçecekti.
Saldırının beklenmedikliği ile şaşkına dönmüş komünist kamuoyuna, üç sağ kanat lideri kapitalist restorasyonun bayraktarları olarak sunuldu. Stalin tarafından Komünist Enternasyonal’in başkanı, Sovyet hükümetinin başı ve Sovyet sendikalarının lideri, Termidorcu karşıdevrimin ajanları olarak tanıtıldı! Oysa Stalin altı yıl süreyle, partinin sol kanadına karşı en içten, “çözülmez” ittifaka işte bu “üçlü” ile girmişti.
Eğer Stalin’in sağ kanada yönelttiği suçlamalarda bir anlam vardıysa – ki vardı – merkezci klik de böylece kesin olarak yargılanmış demekti. Bolşevizmin beş yıldan beri restorasyoncularla ayırt edilemeyecek kadar birlik içinde olmasının bir özürü olabilir mİ? Gerçek devrimci bir akımın, sonradan kara gericiliğin şampiyonları olacak bir başka akımla günün yirmi dört saatinde ayrılmaz bir blok içinde olduğu tarihte ne zaman görülmüştür?
Liderliğin her iki kesiminin de dayandığı ortak bir ilkeler temeli var olduğuna göre, sağ kanadı kesip atmak için, Stalin Sol Muhalefet’in ideolojisinden birtakım parçalar çalmak zorunda kaldığına göre (Troçki’nin daha 1926’da söylediği gibi, sağ kanat, Stalin’i “TroçkizmIe” suçlamakta tereddüt etmemiştir!), Stalin’in sağa karşı açtığı kampanya, aynı zamanda merkezciliğin de kendini teşhir etmesi ve Muhalefet’in bütün mücadelesinin haklılığını gönülsüz bir biçimde kabullenmesi anlamına geliyordu.
On Beşinci Parti Kongresi’nde, büyüyen Kulak tehlikesine karşı uyarıda bulunduğu için Muhalefet’in panik yaratıcıları şeklinde suçlandığı unutulmasın. Rykov’un, “eğer Kulak bu kadar tehlikeliyse neden şimdiye kadar bize bir oyun oynamadı” sorusuyla Muhalefet’le dalga geçmesi gibi, Molotov da 1927 Aralık’ında sabırsızlık içinde, Kulak’ın yeni bir şey olmadığını, yürürlükte olanların dışında yeni bir alarma veya özel tedbirlere gerek olmadığını bağırıyordu. Sömürücü köylülerin gücünü ısrarla küçümseyen Molotov, “herkes bunun var olduğunu zaten kabul ediyor, artık bundan söz etmenin bir gereği yok” diyordu.
Bundan sadece birkaç hafta sonra, Buharin-Stalin-Molotov-Rykov’un, Troçki’nin eleştirilerinden korumaya çalıştıkları Kulak’ların bütün bu süre içinde ellerinde topladıklarını büyük bir gösteriye dökmeleriyle şiddetli bir sarsıntı geçirdi Sovyetler Birliği. Sol Muhalefet’in partiden uzaklaştırılmış olmasından cesaret bulan Kulaklar, 1928 Ocak’ında, Kongre’nin hemen ardından “kansız ayaklanma” denen isyan hareketine giriştiler. Güçlü ve kendilerinden emin, istifledikleri buğday stoklarını vermeyi reddettiler ve üstelik şu tehdidi savurdular: Sovyet hükümeti, proleter devletinin belirlediği düzeyden daha yüksek olan bizim kendi fiyat taleplerimizi kabul etmediği sürece, stoklarımızı saklayacağız ve şehirleri açlığa, işçi sınıfı merkezlerini boyun eğmeye mahkum edeceğiz!
Kulakların direnişleri öyle etkili ve korkutucu oldu ki, Sovyetler köylerdeki buğdaylara silahlı kuvvetler göndererek el koymak zorunda kaldı. “Zenginleşin” sözünde özetlenen bütün resmî felsefe, Kulakların önemsizliği hakkındaki yanlış hayaller, zamanlı uyarılarından ötürü Muhalefet’e saldırılar, şimdi gerçeklerin karşısında paramparça olmuştu. Muhalefet’e karşı açılan kampanyaya rağmen bütün bütüne yok edilememiş olan uyanık işçi sınıfının devrimci ruhu, koymuş olduğu engellere rağmen bürokratik rejimi zorlamaya girişti. Sağlam merkez-sağ blokunun parçalanmasına yol açan şey, işte bu alttan gelen baskıdır. Ülkenin içindeki ve dışındaki kapitalist unsurlara boyun eğiş çizgisine karşı bu henüz iyice açığa çıkmamış başkaldırı, dümeni sağın elinden koparıp aldı ve rotada değişiklik yapılmasını zorunlu kıldı.
Kitlelerdeki bu sola açılış üzerine Stalinist klik yeni bir gelişme dönemi, Sovyetlerdeki ve uluslararası düzeydeki ahmaklıklarının “üçüncü dönemini” açtı. Ürkmüş bürokratların dünkü oportünizmlerinden kalkıp maceracılığa koşmaları, “üçüncü dönem” diye bilinen döneme girer.
Ana hatlarıyla bu dönem, Komintern tarihinde, Altıncı Kongre’deki ilanıyla değil, daha kesin olarak Komünist Enternasyonal’in 1928 başındaki Dokuzuncu Oturumu’nda başlatılmıştır. O sıralarda Avrupa’da işçi sınıfı yükselişinin ilk belirtileri fark edilebiliyordu ama yalnızca ilk belirtileri. Komünist Partilerine verilen oylar özellikle Almanya’da artıyordu ama bu gelişmeyle birlikte sosyal demokrasinin oyları da yükselmekteydi. Ancak bazı ülkelerde, işçi sınıfı ya Çin’de olduğu gibi henüz üstesinden gelemediği yenilgilerin acısı içinde kıvranmakta ya da Fransa’da olduğu gibi geçici iktisadi gelişmenin uyuşturucu etkisi altında hareketsiz bir durumda kalmaktaydı.
Dokuzuncu Oturum’da, uluslararası işçi hareketinin kesin gelişme aşamaları belirleneceği yerde, Çin devriminin (karşıdevrim değil, devrim!) “yeni ve daha yüksek bir aşamasına” girildiği ilan edildi, gerilla maceracılığı onaylandı ve Thaelmann ile diğer Komintern sözcülerinin ağzından, bütün dünya emekçilerinin “giderek daha fazla radikalleştikleri” açıklandı. Devrimci hareketin gelişimine otomatik ve doğrusal olarak yaklaşan saçma anlayışlara karşı yapılan uyarıların ise hiçbir yararı olmadı çünkü bunlar Muhalefet tarafından dile getiriliyordu. Troçki’nin hareketin gerçek durumu üzerindeki açık tahlilleri, sunulduğu Altıncı Kongre’de suskunlukla karşılandı, üstelik toplantıdaki delegelere verilmedi bile.
1928 ortasında toplanan Altıncı Kongre, Dokuzuncu Oturum’un saçmalıklarını bir adım daha İleriye götürdü. Biçimsel olarak, merkez ve sağ (Stalin ve Buharin) arasındaki işbirliği en yüksek noktasına çıkmış gibi gözüküyordu. Gerçekte bu Kongre, gelecek dönemin temellerine, oportünist öncülerle ultrasol sonuçlardan oluşan bir karışım atmış oldu. Buysa, komünizmin o zamandan beri uğradığı bütün karışıklık ve yenilgilerin temelini meydana getirdi.
Altıncı Kongre, birçok bakımdan, Almanya’daki yenilgiden sonra 1924’te toplanan Beşinci Kongre’ye benziyordu. 1924’te yenilgilerin hiçbiri kabul edilmiyordu, tam tersine devrimin gündemde olduğu ilân edilmişti. 1928’de de aynı hata bu sefer Çin devrimiyle ilgili olarak yapıldı. Beşinci Kongre’de, Stalin “sosyal demokrasinin faşizmin en ılımlı kanadı” olduğunu keşfetmişti. 1928’de Altıncı Kongre, “sosyal faşizm” teorisinin temellerini attı. Beşinci Kongre, ulusal seksiyonlara yukarıdan atanmış “Bolşevik liderliklerin” ayaklarının altındaki toprağın kaymağa başladığı bir dönemde, “Bolşevizasyonun” ve “monolitikliğin” (yekpareliğin – çn.) zaferi kutlanmıştı. 1928’de de, “birleşik Komünist Enternasyonal” perdesi ardında en şiddetli iç mücadeleler verildi. Beşinci Kongre, bütün aşırı sol palavralarıyla, sadece sola doğru hafif bir eğilimin tohumlarını taşımıyor ama aynı zamanda sağa doğru, İngiliz-Rus Komitesi, Çan Kay Şek ittifakı, Antiemperyalist Birlik ve “Köylü Enternasyonali” dönemine doğru ağır bir dönüş getiriyordu. Altıncı Kongre de, bütün maceracı sonuçları onaylamasına karşılık, tek ülkede sosyalizmin revizyonist teorisini kutsadı ve “işçilerin ve köylülerin demokratik diktatörlüğünü” (yani Kerenski veya Kuomintang trajedisini), dünyanın dörtte üçündeki devrimin geleceğine hükmeden bir demir yasa olarak ilân etti.
Buharin’in ancak Rus partisinin On Beşinci Kongresi’nde direnmeye başladığı “sağ tehlikeye” karşı Altıncı Kongre’de açılan mücadele, platonik ve anonim bir nitelik taşıyordu. Savaşın sağ kanadın uluslararası lideri Buharin tarafından Kongre yayın organında ilân edildiği hatırlanırsa bu nitelik daha iyi görülür. Bu şekilde yönetici blokun biçimsel birliği korunmuş ve içerdeki keskin mücadele gizlenmiş oluyordu.
Stalin’in, Buharin ve şürekasının kuyusunu kazacak ve “Buharin Kongresi’nin” yanıbaşında kendi gayrıresmi kongresini toplayacak kadar ileri gittiği zaman bile, Rus parti liderliği içinde anlaşmazlık olduğu hakkındaki her söylentiyi “Troçkist yalanlar” olarak değerlendirmesi çok anlamlıdır. Stalin, Kongre’nin Gençler Konseyi’ne bizzat sunduğu özel bir raporda, Rus Politbürosu içindeki ayrılıklarla ilgili bütün söylentileri inkâr etti. Politbüro, hatta Merkez Komitesi içinde sağ kanatçıların veya sağ görüşlere sahip kişilerin bulunduğunu özellikle inkâr etti ve bu iddialarını ispatlayabilmek için, kendisinin ve Politbüro’daki bütün diğer üyelerin imzaladığı şu kararı çıkarttı:
“Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin aşağıda imzaları bulunan Politbüro üyeleri, Kongre Gençler Konseyi huzurunda SBKP Merkez Komitesi Politbüro’sunun üyeleri arasında görüş ayrılıkları olduğuna dair ortalıkta dolaşan söylentileri şiddetle protesto ettiklerini açıklarlar.”
Toplanmış olan delegelerin, Stalin ve Buharin’in Komünist Enternasyonal’i böyle insafsız ve gülünç bir şekilde ortaklaşa aldatışlarını çok sakin ve onaylarcasına izlediklerini belirtmeye gerek yoktur.
Bu çözümsüz durum uzun sürmedi. Çok kısa bir süre içinde, Altıncı Kongre’nin önde gelen sözcülerinin hemen hepsi, ya örgütsel olarak ezildiler, ihraç edildiler, ya da aşağılık bir teslimiyetle ihraç edilmekten kurtuldular. Tıpkı Beşinci Kongre liderlerinin iktidar koltuklarında çok kısa bir süre kalmış oldukları gibi, Altıncı Kongre “Bolşevikleri” de hızla aynı akıbete uğradılar. Kongre’nin politik lideri, programın sunucusu ve Komintern’in başkanı olan Buharin, birkaç ay sonra Sovyetler Birliği’ndeki kapitalist restorasyoncu akımın lideri olarak damgalandı. Lovestone, Gitlow ve Wolfe, Amerikan burjuvazisinin organları olarak sessizce ihraç edildiler. Troçki’yi Chamberlain’in ajanı diye suçlamasıyla sempati toplamış olan Roy, kendini aynı suçlamanın karşısında buldu. Çekoslovakya’da Jilek, İsveç’te Kilboom, Almanya’da Brandler (az daha Ewert), Fransa’da Sellier ve şürekası ve daha bir yığın insan Komintern’den ya atıldı ya da çekildi.
Sağ kanat bağının koparılması, 1929’daki Onuncu Oturum’da saçmalığın doruğuna, “üçüncü dönemin” en uç noktalarına çıkılmasına olanak verdi. Onuncu Oturum, Stalin ve Molotov’un kendi adlarına yaptıkları birkaç yenilikle birlikte, Altıncı Kongre’nin iyiden iyiye anlamsızlaşmış bir hali oldu. Bu “üçüncü dönemin”, başlangıçta Thaelman-Neumann delegasyonu tarafından oportünistçe bir düşünce olmakla suçlanan üçüncü dönemin en harika kongresiydi.
Savunucularının açıklamasına göre, “üçüncü dönemin” ayırıcı özelliği, bütün ülkelerde eş zamanlı olarak kitlelerdeki radikalleşmenin artmasıydı. Dördüncü bir dönem olamaz, diyordu Molotov, çünkü üçüncü dönem devrimle sonuçlanacaktı. “Bugün geniş kitlelerdeki politik duyarlılık artışı” diye ekliyordu Lozovsky, devrim öncesine özgü bir işarettir.” Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi üyesi Moireva şu açıklamayı yapıyordu : “Bence, son Polonya olayları kadar Mayıs olaylarında da bizim Temmuz günlerini hatırlatan bir dizi unsur var. Komünist Partilerinin, işçi sınıfının en ileri kesimlerinin çıkışlarını sınırlamak zorunda kalışları bile, hızla yaklaşan devrimci durumun bir belirtisidir.” Bu dengesiz sözler, ancak “bizim Temmuz günlerinin” Rusya’daki Ekim ayaklanmasının dolaysız habercisi olduğu hatırlandığında aydınlığa kavuşabilir. Bütün bu fantezilerin resmi komünist dünyaya sarsılmaz inançlar olarak sunulmasından bu yana üç yıldan fazla bir süre geçtiği de unutulmamalıdır!
Dünyanın hemen her ülkesinde kitle radikalleşmelerinin aralıksız arttığı, Fransa’nın büyük bir tantanayla devrim listesinin başına yerleştirildiği bu “üçüncü dönemde”, Komintern’in şimdiye kadar yakasını kurtaramadığı “sosyal faşizm teorisi” ortaya atıldı. Stalin’in 1924’te keşfettiği bu sihirli formül ile Manuilsky “sosyal demokrasinin kapitalist devlet ile bütünleşmesi salt tepede olan bir bütünleşme değildir. Kaynaşma yukardan aşağıya kadar bütün hat boyunca olmuştur” diye açıklamada bulunuyordu şimdi. Manuilsky, Lenin’in hatasını düzelterek, Noskeback’in daha 1928’de bir sosyal faşist olduğunu ilân ediyordu
1918’de sosyal demokrasinin niteliğini iyi anlayamadığı için Macar devrimini yenilgiye uğratan büyün stratejist Bela Kun, şimdi on yıl sonra daha da kötü bir yorum getirerek hatalarını telafi etmeye çalışıyordu:
“Sosyal faşizm, İtalya’dan daha ileri bir toplumsal gelişme düzeyinde bulunan ülkelerdeki faşist gelişmelerdir. (…) Bu aşamada sosyal reformizm ölür ve bir kısmı sosyal demagojik unsurlara bir kısmı da faşizmin kitle çılgınlığı unsurlarına dönüşür.”
Manuilsky, buradan birleşik cephe politikasıyla ilgili olarak, “bunu hiçbir zaman her zaman ve herkes için bir formül olarak düşünmedik. (…) Bugün biz daha güçlüyüz ve işçi sınıfının çoğunluğunu kazanmak için verdiğimiz mücadelede daha etkin yöntemlere yöneliyoruz” sonucunu çıkarıyordu. Daha alt kademelerdeki memurların meseleye neler katmış olabilecekleri, bu birkaç alıntıdan sonra daha iyi tahmin edilebilir.
“Üçüncü dönemin” açılmasına neden olarak gösterilen ve yürütülmesi sırasında izlenen politika baştan sona yanlıştı. Ancak bu, Komintern’in çizgisinde 180 derecelik bir dönüş yapmasının köklü bir nedeni olmadığı anlamına gelmez; tikeler zincirinden boşanmış, kendine ait bir programı olmayan merkezcilik, olayların ve eleştirilerin itmesiyle sola kaydırılmıştı. Gerçek bir temeli olmadığından, sahte bir itibara dayanması gerekiyordu. Prestijin devamım sağlamak için de, yani sola doğru attığı perendeyi açıklayabilmek amacıyla, gelecekteki çizgisine yöneltilebilecek bir eleştiriye meydan vermeden yaptığı değişikliği haklı çıkarabilmek amacıyla “üçüncü dönem” ilân edildi.
Bu dönemin açılmasıyla, merkezciler Çan Kay Şek ve Purcell ile yaptıkları tepeden inme “birleşik cepheler” kadar hiçbir cephe oluşturmamayı da haklı çıkarabileceklerdi. Her ikisi de zekice bir teori ile açıklanıyordu: İsteğe göre “dönemler” açılması. Bu çok kullanışlı dogmaya göre, “ikinci dönemde” Bolşevizmin asıl amacı İngiliz emperyalizmine karşı “Sovyetler Birliği’ni savunmak” için mücadeleleri karşılığında grev kırıcılarla bir birleşik cephe kurmaktı. “Üçüncü dönemde” ise, Purcell’den fabrikadaki işçiye kadar bütün sosyal demokratlar faşist olmuşlardı ve bundan ötürü komünistlerin bunlarla hiçbir ilgisi olamazdı.
“Üçüncü dönem”, merkezciliğin çöküntü ve iflas yolundaki bir kilometre taşıydı ve artıkları yolu tıkamaya devam ettiği sürece bugün de öyledir. İlan edilişinden bu yana geçen üç yılı aşkın süre, 1923’ten 1928’e kadar birikenlere eklenen bir dizi yeni yenilgilere tanık olmuştur.
Almanya’da yükselen faşizmin, “sosyal faşizm” dogması sayesinde sosyal demokrat işçilerle birleşik cephe kurmaları yasaklanmış olan komünistlerin hiçbir etkili direnişiyle karşılaşmadan ilerlemesi bu dönemde olmuştur. İspanya’daki ayaklanma ise, Molotov’un Fransa’yı devrim listesinin başına koyan müthiş öngörüsü ile yönünü şaşırmış Komintern’i habersiz yakaladı, içinde bulunduğu uyuşukluktan sarsılarak uyandırıldığında da, sekter politikası ile, birleşik cephe taktiğini reddetmesi ile, İspanyol Komünist Partisi’ni güçsüz düşürdü.
Birleşik Devletler’de ise bunalımın sarsıntılarıyla ortaya çıkan ve şimdiye kadar görülmemiş bir ölçüye varan devrimci mücadele fırsatları, komünizme doğru yönelen yüzbinlerce işçiyi partiden iten taktiklerin uygulanması yüzünden arka arkaya kaçırıldı. İngiltere, Fransa, Çekoslovakya, Fransa – tek kelimeyle bütün önemli ülkelerde – “üçüncü dönem” teori ve pratiği komünist hareketi çökertti, kafaları bulandırdı, kolları felce uğrattı ve hareketi kitlelerden tecrit etti. Eğer uluslararası sosyal demokrasi bugün hâlâ dikkate alınmasını gerektiren büyüklükte bir güçse, eğer saflarında hâlâ milyonlarca işçiyi tutabiliyorsa, bunu Stalinizmin ahmaklığına borçludur büyük ölçüde.
Kitlelerde, burjuvazinin saldırılarına direnmek için birleşik cephe oluşturma isteği, komünist partileri tarafından, “alttan gelen bir birleşik cephe” veya “kızıl birleşik cephe”, yani komünist olmayan işçilerin komünist liderliği kabul etmek zorunda bırakılmaları gibi bürokratik bir taleple geri püskürtüldü. Komünist işçiler gibi sosyalist işçilerin de faşizme duyduğu nefret, Stalinistlerce seferber edilmedi. Tersine içi boş “sosyal faşizm” gevezelikleri ile, Prusya’daki sözde “kızıl” referandumda Hitler çeteleriyle ittifaka girilmesi ile, sosyalist işçiler itildi. Kapitalist saldırılara karşı sosyalist işçilerin başlatmak istedikleri direniş, sendikaları parçalama ve küçük komünist sendika tekkeleri kurma şeklindeki sekter politika ile iyiden iyiye zayıflatıldı.
Muhalefetin önceden haber verdiği gibi, Komintern’in politik alanda olduğu kadar sendikalarda da kitlelerden tecrit oluşu, resmi komünizmin saflarında şimdiye kadar görülmemiş bir ideolojik ve moral yozlaşma ile birlikte yürüdü. Bu durumun gerek Sovyetler Birliği içinde gerekse dışında büyük bir çöküntüye uğramaksızın uzun bir süre devam etmesi beklenemezdi.
Sovyetler Birliği içinde bu yozlaşmanın biriken etkileri, Thermidor ve Bonapartizm tehlikelerini gündeme getirdi. Komünist Enternasyonal ise bütün bütüne güçsüzleşme ve yok olma tehdidiyle karşı karşıya kaldı.
18. yüzyılın Büyük Fransız Devrimi bugünün işçi sınıfı için çok zengin derslerle doludur. Rus devriminin yıkılmamasının bir teminatı olduğunu ancak bir papaz söyleyebilir. Devrimci, devrimin muhafızı olacaktır; devrimin üzerindeki tehlikeleri ve bunlarla nasıl savaşılacağını bildiği takdirde, uyanıklığı daha da keskinleşecektir.
Fransız devrimi iki yenilgi dönemi geçirmişti: Thermidorcu gericilik ve Bonapartist diktatörlük. Thermidor’un dokuzunda (27 Temmuz 1794) Robespierre, Saint Just, Couthon, Lebas gibi devrimci Jakobenler — “Fransız devriminin Jakobenleri —, sağ kanat Jakobenler, kaypaklar ve kralcı gericilik tarafından devirilmişlerdi. 21 Jakoben’in kafasını koparan giyotin artık gericilik adına çalışıyordu. Thermidorcu dönem, birkaç yıl sonra Napolyon Bonapart’ın iktidara gelmesiyle uç noktasına ulaşıyordu.
Thermidor gericiliğini mümkün kılan şey o zamanın devrimci partisinde — Jakoben kulüplerinde — beliren yozlaşma oldu; bu durum, halkın bazı kesimlerinde beliren “barış ve sükun” özlemi ve en çok da politikacıların devrimci mücadele vermekten yorgun düşmeleri ve sağa kaymaları ile kolaylaştırıldı. Aynı şekilde, postu kurtarmak için devrimci kılıklara giren ve devrimci nutuklar atan kralcıların ve gericilerin baskıları ile hız kazandı. Devrimcilerin arasındaki zayıf unsurlar gerici sınıftan gelen toplumsal baskılara boyun eğdiler.
Thermidorcu darbe, açık karşıdevrim değildi. Tersine eski amaçların adına ve hemen hiç değiştirilmeyen eski sloganlarla yürütüldü. Sol kanat Jakobenleri, Thermidorcular tarafından “Pitt’in ajanları” olmakla suçlandı (Rusya’da Muhalefet’in “Chamberlain’in ajanı” olmakla suçlanması gibi). Sadece “birkaç tecrit olmuş kişi”, anayurdu bölmeyi amaçlıyan “kötü niyetli aristokratlar” olarak mahkûm edildiler. Karşıdevrimci Bonapartist diktatörlüğün kıvılcımını bilmeden alevlendiren sağ kanat Jakobenleri, öldürdükleri, hapsettikleri ve sürgüne yolladıkları insanlara “karşıdevrimci” diye kara çaldılar.
Bugünkü Bolşevik Parti, Ekim 1917’de iktidarı alan parti değildir. Bu parti bir toplumsal ve politik gericilik döneminden geçmiştir. Doktrinin temelleri yıkılmış, çarpıtılmış ve çürütülmüştür. Safları, bir parti için şart olan ayırt edicilik ve bağımsızlık yok oluncaya kadar, hiç ayrım gözetilmeksizin, yüzbinlerce işçi ve köylü ile doldurulmuştur. Temel işlevleri, onun üzerine çıkan ve onun yerini alan zorba bir bürokratik cihaz tarafından elinden alınmıştır. Devrimci kanadı, Sol Muhalefet’in Thermidorcu bir tarzda ihraç edilmesiyle, şiddetle koparılıp atılmıştır.
Proletaryanın diktatörlüğü devrimci tarzda yürütmesi için şart olan öncü partisinin sistematik biçimde ezilmesi, Sovyetler Birliği’nde yalnız Thermidor tehlikesini değil ama belli bir noktada Bonapartizm tehlikesini de artırmaktadır. Karşıdevrimin zaferine götüren yolda, Bonapartizm ve Thermidor, sınıf kökenleri farklı olan değişik aşamalar değillerdir. Bonapartizm, Büyük Fransız Devrimi’nde Dokuz Thermidor’u Direktuvar sessizce ve kolayca izlemişti. Ancak, bu oluşumun kaçınılmazlığı, karşıdevrimin kesinliği kadar düşük bir ihtimaldi; iki aşamanın iç içe girmesi, yeni bir toplumsal dönemin şartlarında birinin ya da diğerinin öne çıkması — bunlar ve birçok başka ihtimaller, çok akla yatkındır. Rus partisi içindeki sağ kanat, gücünü daha çok saflardan, yani daha açıkçası partiden değil, sınıflardan almaktaydı. Sağ kanat parti düzeyinde o kadar kolay yok edilemezdi çünkü çıkarlarını temsil ettiği sınıfların, Kulakların ve bunlara bağlı Nepman’ların desteğini istemeye hazırdı. Stalinist merkezin sağ kanat üçlüsüne karşı zaferi, Sol Muhalefet’e karşı mücadele yıllarında beslenen ve azgınlaşan Thermidorcu güçlerin, karanlık ve geri köy çıkarlarının ilerleyişini şimdilik durdurmuştur. Ne var ki, bu zafer ötekisi daha ciddi olan karşıdevrim tehlikesinin yok edilmesi ile sonuçlanmamıştır.
Sovyetler Birliği’nde sağ ve sol kanatların her ikisinin de belirgin sınıf güçlerini temsil etmelerine karşılık, aynı şey merkezci cihaz için söylenemez. Klasik küçük burjuva çizgisi, bir sola bir sağa yönelen, bunalımın yoğunlaşması ile kısalan ve sıklaşan yalpalamalarla dolu bir grafik gösterir. Kah sağ kanada karşı açılan kampanyada olduğu gibi ülkenin proleter çekirdeğine, kah sola karşı mücadele ederken yaptığı gibi gerici güçlere dayanır. Üzerinde hareket edeceği sağlam bir sınıf temeli bulamaz kendine; Stalin kliğinin böyle bir temele en yaklaşmış olduğu dönem, “orta köylülüğü” yücelttiği dönem olmuştur. Oysa bu kesim de, sağlam bir sınıf temeli görevi yapmak şöyle dursun, kendisi de dayanacak bir sınıf arayan kaypak bir toplumsal tabakadır.
Ama Stalin kiliği, gücünü parti bürokrasisinden alıyordu: Kendisi, parti bürokrasisi idi. Partinin şekilsiz, şişirilmiş bir kitle haline geldiği bozulma sürecinde, aynı zamanda kendisini partinin üstüne ulaşılmayacak bir düzeye yükseltmiş ve bürokratik bir kast haline getirmişti. Geniş ve yaygın parti kitleleri, onu değiştirmek veya kendi kitle çıkarlarını temsil etmesini sağlamak için bu kasta ulaşamazdı. Öte yandan cihaz da, partiyi boğazladıktan sonra kendi içindeki hayatı da tatil etmek zorundadır. “Zorundadır” diyorum, çünkü parti, kendisine karşı bir güç yaratabileceği korkusuyla, saflarında herhangi bir tartışmaya izin veremez. Sonuçta tüm bürokratik sistem, herkesin adına gittikçe azalan sayıda kişilerin karar verip konuştuğu bir ortama karşı durulmaz bir biçimde sürüklenmektedir; bugün bu kişilerin sayısı birdir ve adı da Stalin’dir.
Bir sınıf temelinden yoksun olan bu cihazın temel amacı, kendini koruyabilmek ve sürdürebilmektir. Bütün zikzakları, bütün politikaları öncelikle bu hedefe yöneliktir. Her memurun yapmak zorunda bırakıldığı iğrenç, Bizansvari Stalin övgüleri, ordunun ve özellikle GPU’nun, Sekretarya’nın daha rahat kullanacağı bir araç haline getirilmesi — genel olarak işçi demokrasisinin ve özel olarak da parti demokrasisinin, yani proletarya diktatörlüğünün temel garantilerinin baskı altında tutulmasıyla birlikte — Sovyetler Birliği’nin içinde bulunduğu dönemin belirtileridir. Bütün bunlar, “ülkedeki Bonapartist rejimin önşartlarını” oluşturmaktadır.
Çeşitli sınıfları ve toplumsal tabakaları umutsuzca birbirlerine yamamaya çalışan cihaz, bunların hiçbirini tatmin edememektedir. Bu olguda, nüfusun bütün kesimlerinin ve hepsinden önce de köylülüğün artan hoşnutsuzluklarının, Sovyet iktidarının yani proletarya diktatörlüğünün temellerini dinamitleme tehlikesi yatmaktadır. Eğer bunalım açığa çıkar ve proletaryanın ve onun partisinin kararlı ve zafere yönelen bir biçimde hareket edemeyeceklerini gösterirse, işte o zaman karşıdevrim belki de Bonapartist biçimini, yani “sınıfların üstüne yükselen” ve birbirine hasım güçlerin arasında gidip gelen, şimdilik silahlı kuvvetlerin gücüne ve bürokratik cihazın sınanmış birliğine dayanan çelikten adam veya adamlar biçimini alacaktır. İşte Stalinist klik bu açıdan Bonapartist tehlikenin potansiyel kaynağı olarak görünmektedir.
Yüzeysel bir tahlil, bugün Sovyetler Birliği’nde “Kulakların yok edilişi” denen bir gelişimin varlığı nedeniyle Thermidorcu ihtimal gibi Bonapartist ihtimalden de söz edilemeyeceğini ileri sürebilir. Eğer durum gerçekten böyleyse, elbette tehlikenin ortadan kalktığı kabul edilecektir. Ancak, dikkatli bir inceleme “yok edilmiş Kulak’ın” hâlâ önemli bir güç olduğunu ortaya çıkarmaktadır. Bu açıdan daha da tehlikelisi, Kulakların bugünkü eylemleri ve gelişimlerinin sadece yöneticiler tarafından kurulmuş kollektif çiftliklerin arkasına saklanması değil ama aynı zamanda Kulak’taki bu gelişimin, kentle köy, işçi ile köylü arasındaki ilişkilerin Stalin bürokrasisinin bütün politikasının kaçınılmaz bir sonucu olarak kopmasından da hız almasıdır.
Bonapartizm üzerine klasik eserinde Marx, “Fransız çiftçileri, ne parlamentoda ne de konvansiyonlarda, kendi sınıf çıkarlarını kendi adlarına savunamazlar. Kendilerini temsil edemezler, onların kendisi temsil edilmek durumundadır. Onların temsilcileri, aynı zamanda onları yukarıdan koruyan, onlara yağmur ve güneş ihsan eden bir efendi olarak, onların üstündeki bir otorite olarak, sınırsız bir iktidar gücü olarak ortaya çıkmak zorundadır. Aynı şekilde, kiracı çiftçinin politik etkisi en yüksek ifadesini, ortak çıkarları kendi otokratik amaçlarına tabi kılan bir yürütme gücünde bulur.” der.
Böyle bir yürütme gücü, partinin ve Sovyetlerin bürokratik cihazında mevcuttur. Bunun tam anlamıyla bir Bonapartist yönetim cihazı olarak gelişebilmesi için önce proletarya diktatörlüğünün gericilik tarafından değiştirilemediği için yıkılmasına yol açacak bir iç savaşın kanlarına boğulması gerekmektedir. Bu yıkılış önlenebilir ama yalnız partinin restorasyonu ile, ezilmesi bütün iç çelişkilerin yoğunlaşmasına ve karşıdevrimci etkenlerin meydana çıkmasına yol açan partinin onarılması ile önlenebilir. İşte Muhalefet’in gücünü ve eylemlerini adamış olduğu şey, bu onarımı gerçekleştirmek, buna ulaşılacak günü yakınlaştırmaktır.
Uluslararası Sol Muhalefet
Uluslararası Sol Muhalefet bütün önemli ülkelerde kurulmuştur. Bugün biçimsel olarak, bir seçim sonucu değil zorunluluk sonucu olarak, resmi Komünist Partilerinin dışındadır. Ancak her yerde safları, büyük bir kısmı Leninizmin temellerini savundukları için partilerinden ihraç edilmiş komünist militanlardan oluşmaktadır.
Komünist Enternasyonal’in bunalımı onu üç ayrı kampa bölmüştür: Sağ kanat muhalefeti (Brandler, Lovestone, Roy); Stalin’in bürokratik merkezci kliği; Bolşevik-Leninistlerin Sol Muhalefet grubu. Aralarındaki çeşitli görüş ayrılıklarına rağmen ilk ikisini birleştiren temel görüş, tek ülkede sosyalizmin gerici, milliyetçi teorisidir. Bu bizi birleşik sağ kanat ve merkezcilerden ayıran temel çizgidir. Bu teorinin karşısında Sol Muhalefet, Marksist sürekli devrim anlayışını, yani, tek ülkede başlayan ve ancak uluslararası düzeye yayılmasıyla beslenebilecek dünya devriminin kesintisiz gelişimini savunmaktadır.
Sol Muhalefet, burjuva demokrasisinin en önemli savunucusu olan uluslararası sosyal demokrasinin uzlaşmaz düşmanıydı ve halen de öyledir. Sağ kanat ise, komünist hareketten sosyal demokrasiye geçişin köprüsüdür. Amerika’da, Almanya’da, Çekoslovakya’da sağ muhalefetin tümü ya da bazı kesimleri sosyal demokrat kampa geçmiş durumdadırlar. Bundan geri kalanların ayrı bir varlık olabilmek için ne sağlam bir temeli, ne de hakkı vardır. Sağ kanat, sosyal demokrasi ve temelde hiçbir ayrılığı olmadığı Stalinizm arasında sürekli olarak yalpalayıp durmaktadır. Merkezci klik ise, sosyal demokrasiyi “soldan” desteklemektedir. Bir dönemde oportünizmiyle, bir dönemde de aşırı solculuğu ile, sosyal demokrat liderlerin milyonlarca işçi üzerindeki kontrollerinin devam etmesini kolaylaştırmıştır.
Sol Muhalefet, mücadelesinin her döneminde ayrı bir grup olarak, varlıklarının ilk günlerinden beri Rus devrimi ve Komünist Enternasyonal’de çalışmış olan sözcüleri ile temel ilkeleri savunmuştur. Marx, Engels, Lenin ve Troçki tarafından teorik olarak konulmuş ve yüzlerce mücadele içinde sınanmış olan bu ilkeler, dünya proletaryasının kendisini ve tüm insanlığı kurtarma doğrultusundaki tarihsel savaşında kullanacağı başlıca silahlardır. Bu ilkeler Sovyetler Birliği ve Komünist Enternasyonal içindeki yönetici rejim tarafından tahrip edilmiş, çarpıtılmış ve çiğnenmiştir. Böylece, komünist hareketin ve dolayısıyla işçi sınıfının anayurdu Sovyet Cumhuriyeti’ni tehlikeye atan ve devrimci hareketi en ağır bunalımlar içine düşüren yenilgilere uğramasına neden olunmuştur.
Sol Muhalefet, komünist hareketin yeniden canlandırılması mücadelesinde, işçi sınıfının bugünü ve geleceği için savaşmaktadır.
Ocak 1933