Sol Muhalefet tarihi (III): “Tek ülkede sosyalizm” teorisi

Aşağıda yayımladığımız eser, o sıralar Uluslararası Sol Muhalefet’in ABD örgütü içinde faaliyet yürütmekte olan Max Shachtman tarafından kalem alınmış olup, The Militant (Militan) gazetesinin 1932’nin Nisan ve Ağustos ayları arasındaki sayıları boyunca, parça parça yayımlanmıştır. Shachtman bu makale dizisinde, 1923’te kendisini ilan eden SSCB Sol Muhalefeti’nin 10 yıllık politik tarihininin genel hatlarını özetlemeye çalışmıştı.

Shachtman’ın eserinin birinci kısmı için buraya, ikinci kısmı için buraya, dördüncü kısmı için buraya ve beşinci kısmı için de buraya tıklayabilirsiniz.

Kaynak: Max Shachtman, Sovyetler Birliği’nde Sol Muhalefet’in İlk On Yılı, Çeviri: Mustafa Sayman, Maya Yayınevi, İstanbul 1975.

***

“Tek ülkede sosyalizm” teorisi

Bulgaristan’da Eylül 1923 ayaklanmasının yenilgisi ile Almanya’daki Ekim gerilemesi ve bunların hemen ardından da Estonya’daki Reval ayaklanmasının ezilmesi, çok uzaklara erişen sonuçlarla yüklü yeni bir gelişme dönemi açtı. Almanya’daki geri çekiliş, burjuvaziye aradığı ve ihtiyaç duyduğu soluklanma ve dinlenme fırsatını verdi. Birkaç ay sonra zayıf düşmüş Alman burjuvazisi Dawes planı ile yapılan altın aşısı sayesinde yeniden canlanıyordu. İngiltere’de MacDonald İşçi Partisi hükümeti ilk olarak iktidara geldi. Fransa’da liberal Herriot hükümeti kuruldu ve Almanya’ya karşı yeni bir “Ruhr saldırısı” hemen önümüzdeki bir tehlike olmaktan çıkıp politik arka plana karıştı.

Almanya’daki uğursuz geri çekilişin korkunç sonuçları arasında daha o zamandan şunlar fark edilebiliyordu: Savaş ertesindeki büyük devrimci dalga kesinlikle alçalmıştı. Avrupa’da bir burjuva demokratik pasifizm dönemi açılmaktaydı. En azından Orta Avrupa’da komünist hareket, karşılaşılan yenilgilerden ötürü zayıflamıştı; oysa aynı yenilgiler sosyal demokrasinin yeniden hayata kavuşmasını sağlıyordu.

Dönemin bu belirtilerinden hiçbiri Komintern liderliği tarafından fark edilmemişti. Bunlar, Enternasyonal’in politikasını yeni duruma göre yürütmesini öneren Troçki tarafından gösterildiğinde ise, kendisine tasfiyeci diye saldırıldı. Komintern’in 1924’teki Beşinci Kongresi’ne kadar, Stalin, Zinovyev, Buharin ve diğer Troçki düşmanları, devrimci durumun gündemde bulunduğunu, Ekim yenilgisinin sadece geçici bir olay olduğunu ve Muhalefet’in devrime inanmadığını ileri sürdüler!

Haftalar aylara dönüştükçe, bu safça tahlilin güçsüzlüğü belli oldu. Devrimci dalganın gerçekten geri çekilmiş olduğu görüldü. Muhalefet’i “tasfiyecilikle” suçlayanlarda, Batı Avrupa devriminin çok çok ileriye ertelendiği yolunda bir inanç belirdi. Bürokratlara göre artık yapılacak tek şey, şimdiye kadar kazanılmış olanı (Rusya’yı) sağlamlaştırmak ve gündemin iyiden iyiye sonuna düşen Batı Avrupa devrimi üzerinde enerji harcamaktan vazgeçmekti.

“Tek ülkede sosyalizm” teorisi, işte bu şartlar altında ve partinin sağ ve merkez bürokrasisinin içinde bulunduğu bu kötümser ruh hali ile geliştirildi. Sol Muhalefet’i, komünist hareket içindeki sağ kanat ve merkezci klikten ayıran temel sorunlarla ilgili olan bu teoriye göre, proletarya daha ileri ülkelerde iktidarı ele geçirmeyi başaramamış olsa da, tek bir ülkede, Sovyetler Birliği’nde sınıfsız bir sosyalist toplum kurmak mümkündü.

Teorinin formülasyonu, yazarlarının ancak dünya devrimine inançları yıkıldığında bunu yapabileceklerini göstermektedir. Avrupa’da bir veya birkaç ülkede işçilerin iktidarı ellerine almadan Rusya’nın sınıfsız bir toplum kurmayı başarabileceğini düşünmek mümkün değildir.

Kızıl İşçi Sendikaları Enternasyonali’nin başkanı Lozovsky, Avrupa’nın yeniden istikrara kavuştuğu bu dönemin on yıllarca süreceğini yazarken, yandaşlarının kafalarında olanları aktarıyordu (bu, Dawes Planı’ndan bir süre sonra, Stalinistlerin bile, güvenilmez bir kapitalist dengelenmenin geliştiğinin farkına varmak sorunda kaldıkları bir zamanda yazılmış bir yazıydı). Eğer durum bu idiyse, savaşlar ve proleter devrimler döneminde yaşadığımız yolundaki Leninist görüş artık geçerli değildi. Ne olursa olsun, devrim çok uzaklardaydı. O halde özellikle “içeride yapılacak” birçok iş varken ve bunun da ötesinde, “kendi başımıza bir sosyalist toplum kurmak için bütün gerekli önşartlara sahipsek”, Rusya’nın dışında olmayacak devrimler için çaba harcamanın faydası neydi?

Ütopyacı sosyalistler ve milliyetçiler, tek ülkede sosyalizm teorisini bundan daha önce ileri sürmüşlerdir. Bugün Almanya’da, dünya ekonomisi ile bağlarını yavaş yavaş koparan “bağımsız” bir ulusal ekonomi (“otarşi” adı veriliyor buna) teorisi, Hitler faşistlerinin gerici idealidir.

Bu düşünce, komünist hareket içinde 1924’e kadar hiç işitilmiş değildi. Marx ve Engels bütün yazılarında ulusal sosyalizm fikrini özellikle eleştirmişlerdi. Tek ülkede sosyalizmin kurulabilmesi olasılığının ilk kez “Lenin tarafından 1915’de formüle edildiğini” söylerken Stalin bile bilimsel sosyalizmin iki kurucusunun bu düşünceyi benimsemediklerini itiraf etmek zorunda kalmıştı (ileride görüleceği gibi, Lenin’e atfedilen referanslar da temelsizdir.)

Bolşevik Parti’nin 1917 devriminde uyguladığı programda, bu teoriye ilişkin tek bir satır bile yer almamaktadır. Buharin ve parti Merkez Komitesi’nin gözetimi altında 1921 yılında oluşturulan Rus Genç Komünistler Birliği programında Rusya’nın “sosyalizme, ancak gelişme dönemine şimdilerde girilen dünya proleter devrimi ile ulaşabileceği” belirtilmektedir. Komintern’in 1922’deki Dördüncü Kongresi’nde, Buharin ve Thalheimer tarafından sunulan uluslararası bir program taslağında tek ülkede sosyalizmin kurulabileceğine dair tek bir kelime yoktur. Aynı kongrede Rus devrimi üzerine ittifakla kabul edilen karar, “bütün ülkelerin proleterlerine, proleter devrimin tek bir ülke içinde muzaffer olamayacağını, zaferi uluslararası düzeyde, dünya devrimi olarak kazanması gerektiği” hatırlatılmaktadır.

Daha sonraları ulusal sosyalizmin peygamberlerinden biri olan Buharin 1919’da, “üretici güçlerin büyük gelişim dönemi (sosyalist toplumun kurulması bile değil! – M. S.) ancak proletaryanın birkaç büyük ülkede zafere ulaşması ile başlayabilir” diye yazıyordu. Lenin şöyle diyordu:

“Birçok yazımızda, bütün konuşmalarımızda ve bütün basınımızda, Rusya’da olup bitenlerin gelişmiş kapitalist ülkelerdeki durumla aynı olmadığını, Rusya’da sanayi işçilerinin azınlığı, küçük üreticilerin ise çoğunluğu oluşturduğunu söylemişizdir. Böylesi bir ülkede sosyal devrim, şu iki şartın gerçekleşmesi halinde başarıya ulaşabilir: Birincisi, gelişmiş bir veya birkaç ülkede sosyal devrim gerçekleştiği takdirde. (…) İkincisi, devlet iktidarını elinde tutan proletarya ile köylülüğün çoğunluğu arasında bir anlaşma gerçekleştirilebilirse. Öteki ülkelerdeki devrim gerçekleşmezse, Rusya’daki sosyal devrimi ancak köylülük ile bir anlaşmanın kurtarabileceğini biliyoruz.”

Ulusal sosyalizm teorisini ilk formüle eden Stalin’in kendisi, Leninizmin Sorunlan adlı kitabının ilk baskısında, “sosyalizmin ana amacına – sosyalist üretimin örgütlenmesine – henüz ulaşılmadı. Birçok gelişmiş ülke proletaryasının ortak çabası olmadan bu amaca ulaşılabilir mi, tek ülkede sosyalizmin nihai zaferine ulaşılabilir mi? Hayır, bu imkansızdır. (…) Sosyalizmin nihai zaferi için, sosyalist inşanın örgütlenmesi için, tek bir ülkenin, özellikle de Rusya gibi bir köylü ülkesinin çabaları yetersiz kalır. Bunun için birçok gelişmiş ülke proletaryasının çabaları gereklidir.” diyordu.

Aynı yıl, aynı kitabın ikinci baskısındadır ki, Stalin bu açık ve belirgin sonucu ters yüz etti ve daha sonraları ulusal bir kutsal söz haline getirilen formülünü çekingen bir tarzda ileri sürdü: “Zafere ulaşmış proletarya, tek ülkede iktidarını sağlamlaştırdıktan ve köylülüğü kazandıktan sonra sosyalist toplumu kurabilir ve kurmalıdır.” Bugüne kadar söylenenler, gericilik ortamında doğan ve yenilgici bir zihniyetle oluşturulan bu teorinin kökenleri ve gelişmesi hakkında yaptığımız değerlendirmeleri çürütemez. Sol Muhalefet, Sovyetler Birliği’nde sosyalist toplumun kurulabilmesi için, daha gelişmiş bir veya birkaç ülkede proleter devriminin yardımına gerek olduğunu ileri sürüyordu. Stalin ve Buharin’le birlikte Komintern ise, diğer ülkelerdeki işçilerin “devlet yardımı” olmaksızın da sosyalist toplumun kurulabileceğini iddia ediyordu – yeter ki yabancı burjuvaziden askeri bir istila gelmesin! Ve şimdi de bu istilayı önlemek, Sovyetler Birliği için sınır muhafızlığı yapmak Komünist Partilerinin temel görevi haline gelmiştir. Bunu belirtmek önemlidir. Daha önceleri, çeşitli partilerin ana amacı, kendi ülkelerinde devrimi gerçekleştirmek; Rusya’daki sosyalizm de dahil olmak üzere dünya sosyalizminin zaferinin en yüksek garantisi olan bu zafere ulaşmaktı. Şimdi ise Komünist Partileri Sovyetler Birliği’nin “dostları” durumuna indirgenmiştir.

Bu teorik tartışmanın “pratik” önemini abartmak mümkün değildir. Sosyalizm bir günde kurulmaz. Burjuva devletinin yıkılmasının hemen arkasından “özgür toplumun” kurulabileceğine ancak küçük burjuvalar inanır. Marksistler bilirler ki, Lenin’in dediği gibi, “örgütlenme yolu uzun bir yoldur ve sosyalist inşa görevi, uzun, inatçı çabalar ve yeterince sahip olmadığımız gerçek bilgi gerektirir. Daha gelişmiş olacak olan bundan sonraki kuşak bile sosyalizme tam geçişi göremeyecektir.” Eğer Stalin gibi, bu yolun, öteki ülkelerdeki işçiler kendi burjuvazilerini devirmeksizin, “tek başına” alınabileceği iddia edilirse, o zaman dünya proleter devrimi belirsiz bir geleceğe – en azından kafalarda – terk edilmiş olur.

Muhalefet ise şunlara inanıyor ve ilan ediyordu: Batı’daki proleter devrimi, Rusya’da sınıfların ortadan kaldırılması ve sosyalist toplumun kurulmasından daha fazla gerçekleşme şansına sahiptir. Eğer bu olmazsa, Rusya’daki proleter devrimi yıkılır!

Bu basit gerçek, “Rus devrimi hakkında inançsızlığın” ya da “karamsarlığın” zerresine sahip olmayan Lenin tarafından binlerce defa tekrarlanmıştı. “Biz” diye yazmıştı, “yalnızca tek bir devlet içinde değil, ama bir devletler sistemi içinde yaşıyoruz ve Sovyet devletinin emperyalist devletlerle uzunca bir süre yan yana yaşaması düşülemez.” Bu düşünce, gerçek bir Marksist enternasyonalizmin belgesi olarak literatüre geçmiştir.

Bu enternasyonalizm neydi? Bu enternasyonalizm, dünya işçilerini lafta kalan bir zincir ile bağlayarak, zayıf, duygusal ulusal eklemler yaratmak değildir. Bu, doğrudan doğruya dünya ekonomisinin gelişiminden doğar. Kapitalizmin emperyalist aşaması, dünya ölçüsünde yaygınlaşması, kapitalizmin bekası için ithalat ve ihracatın hayati önemi, dünyanın her yanına kollarını uzatan tekeller, ülkelerin birbirlerine karşılıklı bağımlılıkları – bunlar, dünya ekonomisinin bazı çizgileridir.

Sosyalist devrim açısından kapitalizm, sadece şu veya bu, küçük veya büyük, geri veya ileri bir ülkede olgunlaşmış değildir. Kapitalizm, sosyalizm için dünya ölçüsünde olgunlaşmıştır. Bu olgu, yaşayan bir enternasyonalizm için değil, ama aynı zamanda eski toplumun proletarya tarafından değiştirilmesi için de temel hazırlamıştır.

Fakat, eğer her ülke kendi proletaryasının çabaları ve kaynakları ile bağımsız bir sosyalist toplum kurabilirse, o zaman enternasyonalizm bayram gösterilerinde tekrarlanan salt duygusal bir kelime haline gelir. Eğer bu, geri Rusya’da gerçekleştirilebilirse, muhakkak ki daha ileri Almanya’da, Fransa’da, İngiltere’de ve hiç kuşkusuz Amerika’da da yapılabilir. O zaman komünistlerin yüksek düzeyde merkezileşmiş uluslararası eylem birliğine neden ihtiyaçları olsun?

Dahası var, şimdiye kadar var olan toplumların ve özellikle modern kapitalist toplumun gelişimi, dünya ölçüsünde ilişkileri ve bağımlılıkları artırıcı yönde olmuştur. Kapitalizmin en yüksek evresine ulaşması, en büyük ekonomik boyutlarına erişmesi, kendi kabuğuna çekilmekle değil, ulusal sınırlarından dünya ekonomisine sıçramakla ve çözülmez bir biçimde buna bağlanmakla gerçekleşmiştir. Birleşik Devletler’in veya Fransa’nın veya Hindistan’ın ekonomisi, sadece dünya ekonomisinin “ulusal” ifadeleridir. En geri kültür, teknik ve yaşama standartlarına sahip ülkeler, dünya ekonomisinde en küçük rol oynayanlardır; en ileri teknik düzeye ulaşanlarsa en geniş role sahip olanlardır.

Sosyalizm, kapitalizmin en gelişkin çağında bile ulaştığı düzeyden daha yüksek bir gelişme, kültür, teknik ve yaşama şartları yaratır. Sosyalizm, yalnızca sınıfların yok edilmesi değil, ama aynı zamanda kentle köy arasındaki, işçi ile köylü arasındaki ayrılığın ortadan kaldırılması, tarımın sanayi aracılığıyla feshedilmesidir. Ama bu aynı zamanda, sosyalist toplumun daha yüksek ekonomik ve teknik düzeylere erişmesi gerektiği anlamına gelir.

Tek ülkede sosyalizm teorisi (sözcüsünün de açıkça belirttiği gibi), bunun Sovyetler Birliği’ni dünyanın geri kalan parçasından tamamen bağımsızlaştırarak gerçekleştirilebileceği demektir. Ama bu ancak kapitalist evrim yolunun tersine doğru yürümekle “gerçekleştirilebilir.” Bu gerici ütopik düşüncenin tersine, Marksistler sosyalizme giden yolun yalnız gelecekteki dünya ekonomisinde değil, ama şimdi bile, kapitalist dünya pazarı şartları altında da dünya ekonomisine giderek artan oranda katılmayı gerektirdiğini açıklarlar. Çünkü bu kapitalist dünya ekonomisi, Lenin’in belirttiği gibi. “bağlı olduğumuz ve kaçamayacağımız” bir olgudur.

Muhalefet, Stalinist teoriye karşı Marx ve Engels’in klasik formülünü yeniden ileri sürdü: Devrimde süreklilik. İlk olarak, bilimsel sosyalizmin kurucuları tarafından ilerici burjuvazinin iktidara gelerek “düzen” kurmayı ve devrimci gelişmeyi durdurmayı amaçladığı bir dönemde proletaryanın çıkarlarını ifade etmek için ortaya atılan bu formül, birinci Rus devrimi sırasında Troçki tarafından biçimlendirildi. Ona göre, Rusya’da yaklaşan devrim, Çarlık mutlakıyetini devirdikten sonra burjuva demokratik aşamada kalamazdı, kesintisiz bir şekilde proletaryanın diktatörlüğünü kuracağı sosyalist aşamaya geçmek zorunda kalacaktı. Ama bu noktada da kalamayacaktı çünkü tek bir ülkede, özellikle de tarımın ağırlıkta olduğu bir ülkede sosyalist diktatörlüğün karşılaşacağı çelişkiler ancak uluslararası düzeyde çözülebilecekti. Böyle olduğu için, proletarya kendisini ulasal olarak tecrit edilmiş sosyalist bir cumhuriyet şeklindeki ütopik hedefle sınırlandırmak yerine, sürekli devrim bayrağını yükseltecekti; yani bir ülkedeki proletarya diktatörlüğünün varlığının sürdürülmesi, proleter devriminin dünya ölçüsünde, ya da en azından Avrupa’nın birkaç gelişmiş kapitalist ülkesine yayılmasına bağlıydı.

Ama Batı’da proleter devrimleri her şeye rağmen yardıma yetişemezse ne yapılacaktır? Sovyetler Birliği’ndeki iktidar geriye teslim mi edilecektir? Stalinistler bu soruyu kasıtlı soruyorlar. Cevap elbette hayırdır! Ulusal sosyalizm ütopyasına hiçbir zaman inanmamış olan Lenin ve Troçki altı yıl boyunca proletarya diktatörlüğünün başında bulunmuşlar ve “iktidardan vazgeçmek” gibi bir öneri de getirmemişlerdir. Onların yapmış oldukları ve şimdi de Sol Muhalefet’in önerdiği şey, proletaryanın fethettiği ilk kalede iktidarı korumaktır. Bu kalede, bir yandan diğer ülkelerdeki işçilerin yardımı beklenirken, öte yandan da ülkedeki sosyalist unsurlar kapitalist unsurlara karşı güçlendirilmelidir. “İki manivelanın” proletaryanın emrine verilmesi demektir bu: Uluslararası devrimin uzun manivelası ile ülkede sosyalist ekonominin temellerinin atılması ve güçlendirilmesinin kısa manivelası.

Bu sav, Avrupa, Asya ve Amerika’daki devrimin kaderi ne olursa olsun tek başına Rusya’da bir sonraki beş yılın sonunda “sosyalizmin kurulmuş olacağı” şeklindeki şatafatlı hayalle Rusya’daki işçi ve köylülerin aldatılacağı demek değildir. Çünkü Lenin ve Sol Muhalefet, tek ülkede sosyalizmin kuruluşuna başlanması ile bu kuruluşun tamamlanmasını asla birbirlerine karıştırmamışlardır. İlk işçi devletinin tecrit olması ile ortaya çıkan sorunların son tahlilde karşıt toplumsal güçlerin mücadelesi ile belirleneceğini çok iyi anlamışlardır. Bu nedenle, “tek ülkede sosyalizm” mitine ilk karşı çıkanlar, hızlandırılmış bir sanayileşme ile Sovyet ekonomisinin gittikçe genişleyen kolektifleştirmesini de ilk olarak öneren insanlar oldu. Onların, Sovyet devleti ve Komintern’in hatalı taktik tavsiyeler veya komünist partilerin politikasını Sovyet diplomasisinin değişebilen ihtiyaçlarına tabi kılmak yoluyla dünya devriminin ilerlemesini engellemekten alıkoyma mücadeleleri ile Sovyetler Birliği’nde sosyalist ekonominin kuruluşuna başlanması mücadeleleri arasında hiçbir çelişki yoktu. Tam tersine, yukarıda belirttiğimiz gibi, bunlar aynı temel stratejinin iki yönü, “iki mavivelası” idi. Gerek Sovyetler Birliği içinde, gerekse dışarıda sosyalist ve kapitalist güçler arasında bir çatışmanın kaçınılmaz olduğunu anladığı için Sol Muhalefet hem Sovyetler Birliği içinde hem de uluslararası düzeyde proleter güçlerin özgül ağırlığını artırarak bu çatışma için en elverişli şartları yaratmaya çalıştı.

En sonunda 1928’de Komintern’in temel programına alınan bu yıkıcı “tek ülkede sosyalizm teorisi”, hem Sovyetler Birliği içindeki hem de dışarıdaki devrimci harekete büyük zararlar getirmiştir. Bu teori, 1924 yılından beri komünist hareketin gömüldüğü ahmaklıklar, uğradığı yenilgiler, yıkımlar ve geri çekilmeler zincirini doğurmuştur. Bu teorinin anlamını açığa çıkaran olayların başında 1926 İngiltere Genel Grevi gelir.