Ukrayna tartışmasında Bolşevik tutum
Aşağıda okuyucularımızla, İşçi Demokrasisi Partisi’nin 1 Mart’ta Twitter’da sohbet odasında gerçekleştirdiği “Ukrayna sorunu ve devrimci Marksist tutum” başlıklı etkinlikte, yoldaş Muhittin Karkın’ın yaptığı konuşmanın yazılı halini paylaşıyoruz.
***
Merhaba arkadaşlar, dostlar, herkese hoş geldiniz diyorum.
Günlerden beri Ukrayna’da sürmekte olan çatışmaların, savaşın yarattığı yıkımı, yol açtığı insani felaketleri izliyoruz. Tabii insan bu görüntüler karşısında sarsılıyor. Belli ki her iki taraftan da ağır kayıplar var. Bir tarafta üzerlerine asker kıyafeti giydirilmiş on binlerce Rus emekçisi; öte tarafta gene aynı şekilde Ukraynalı erkekler, kadınlar. Bu sıcak çatışmaların karşısında, fiziken onun dışında olanlar olarak da bizler tutum almak, tavır belirlemek durumunda kalıyoruz. Elde silah cephede değiliz diye belki şu an hayıflananlarımız vardır, ama önce cepheyi ya da cepheleri bir tarif etmemiz gerekiyor. Ben de bunun üzerine konuşmak istiyorum.
Önce şuradan başlamak istiyorum: Ukrayna’da bugün söz konusu olan bir sınır çatışması değil, ya da bölgesel ani geçici bir askerî anlaşmazlık değil. Rus askerî birlikleri, belli ki önceden planlanmış bir biçimde Ukrayna topraklarına girdi, kentleri kuşattı, bazılarını ele geçirdi. Ukrayna birlikleri de buna karşı günlerdir direnmeye çalışıyor. Yani söz konusu olan iki devlet arasında sürmekte olan bir savaş. Adını koyalım, bu bir savaş.
Şimdi, biliyorsunuz ulusların ya da devletlerin arasındaki savaşların karakterizasyonuna ilişkin olarak Marksistlerin bazı tanımlamaları vardır. Emperyalist savaş, ulusal kurtuluş savaşı, devrimci savaş gibi.
Önce emperyalist savaş tanımından başlayalım. Çünkü hem Türkiye’de hem de dünya solunda Ukrayna’daki durumu bir emperyalist savaş olarak tanımlayanlar var. Bunlara göre iki emperyalist güç, yani ABD ve Avrupa Birliği, Ukrayna üzerinden Rus emperyalizmi ile savaş halinde. Ben bu iki gücün de emperyalist olduğunu düşünüyorum. Ama her ne kadar Ukrayna yönetimi Batı yanlısı olsa da, ABD’nin veya onun maşası NATO’nun Ukrayna topraklarında ne üssü, ne askeri var. Zaten biliyorsunuz ABD başkanı Biden da Ukrayna’da Rusya ile silahlı bir çatışmaya girmeyeceklerini ilan etmişti.
Dolayısıyla karşı karşıya olduğumuz savaş bir emperyalist savaş değil. Bu tespit neden önemli? Çünkü bir emperyalist savaş durumunda, yani emperyalist güçlerin birbirlerine karşı bir boğazlaşmaya girmeleri durumunda, devrimci enternasyonalist tutum, bu savaşa karşı olmak ve ama daha da önemlisi, çatışan ulusların askerlerine silahlarını kendi emperyalist hükümetlerine ve generallerine çevirmelerini söylemek olur. Bunu, devrimci bir iç savaşa yol açması amacıyla yaparız.
Ama az önce dediğim gibi bu bir emperyalist savaş değil. Öyle olsaydı, yani Ukrayna ordusunu emperyalizmin bir askerî gücü olarak kabul etseydik, o zaman sadece Rus askerlerine değil, Ukraynalılar’a da “bırakın Rus askerlerine karşı direnmeyi, silahlarınızı kendi hükümetinize çevirin” dememiz lazımdı. Ama bir ülke halkını, kendi topraklarını işgalcilere karşı savunmaktan vazgeçmesi çağrısında bulunamayız. Bu yanlış olur, devrimci bir tutum olmaz.
Bunun ajitasyonuna ne zaman girişiriz? Saldırıya uğrayan hükümet ayak sürüdüğünde, emperyalist, işgalci ülkeyle, emperyalist burjuvaziyle işbirliğine girdiği an. Ve bunu da işgale karşı mücadeleyi güçlendirmek amacıyla yaparız. Deriz ki, “işgalcilere karşı en tutarlı ve sağlam mücadeleyi bir işçi-emekçi hükümeti verebilir.” Ama şu anda Ukrayna’da durum bu aşamada değil. Direnen güçler henüz kendi hükümetlerine güvenmekte. Bu anlamda silahlı direnişin yanında olmalıyız. Ve tabii süreci dikkatle izlemeliyiz.
Tabii bu arada Ukrayna’daki savaşın niteliğine ilişkin tespitimi de söylemiş oldum böylece. Bizce Ukrayna’daki durum Rusya’nın bu ülkeye yönelik başlattığı bir emperyalist işgal. Bu işgale karşı Ukrayna hükümeti ve ordusu direniyor. Böyle bir durumda devrimci enternasyonalistlerin tutumu ve görevi, rejiminin karakterinden bağımsız olarak, altını çizerek tekrarlıyorum, rejimin karakterinden bağımsız olarak, işgalin karşısında olmak ve saldırıya uğrayan halkın yanında olmaktır, o halkın direnişine katkıda bulunmaktır.
Mesela bir örnek vereyim. 1982’de emperyalist İngiltere Malvinas adalarını işgal ettiğinde Arjantin’de faşist cunta iktidardaydı ama tüm enternasyonalist devrimciler emperyalistlerin karşısında ve Arjantin halkının yanında yer aldılar. Ha bu arada, “Arjantin hükümeti faşist, İngiltere oraya demokrasi götürüyor” diyenler olmadı mı? Oldu tabii, ama biz her zaman emperyalist işgallerin karşısında yer alırız ve mücadele ederiz. ABD’nin işgali sırasında da Saddam iktidarda diye Irak’ı desteklemekten kendimizi alıkoymadık.
Denebilir ki “efendim Rusya emperyalist değil ki…” Olsun, bu durumu değiştirmez. Zira iki yarı sömürge veya bağımlı ülke arasındaki bir savaşta da bizler saldırganın, yayılmacının karşısında yer alırız. Örneğin 1980’de ABD’nin kışkırtmasıyla İran’a saldıran Irak karşısında da tutumumuz buydu. İran’da mollaların iktidarda olmasına rağmen.
Pekiyi karşı karşıya olduğumuz bir devrimci savaş mı? Tam böyle ifade edilmemekle birlikte buna yaklaşan tespitler de var sol hareket içinde. Diyorlar ki, “Ukrayna’da faşistler, Naziler iktidarda, bunlar emperyalizm taraftarı, NATO’ya bağlanmak istiyorlar; dolayısıyla Putin haklı, onların devrilmesi lazım, bu yüzden de işgal olumludur.” Bunu Türkiye’de kimlerin savunduğu malumunuzdur ama daha ilginci Rusya Komünist Partisi’nin bu görüşte olması. Züganov geçenlerde Ukrayna operasyonunun gerekli olduğunu söyledi. Tıpkı I. Dünya Savaşı sırasında sosyal demokratların kendi emperyalist burjuva hükümetlerini desteklemesi gibi. Ya da bazı “komünist” partilerin, ezilen bir ulusun kendi kaderini tayin hakkını reddetmesi gibi. Bunların komünist olduğunu kabul edemeyiz. Rusya Komünist Partisi açıkça Büyük Rus şovenizmini desteklemekte. Kabul edilemez bir durum bu. Stalinistler ile Putincilerin aynı noktada buluşmaları ne kadar manidar değil mi? Onları birleştiren, Büyük Rus şovenizmi.
Rusya’nın Ukrayna işgalini devrimci bir savaş olarak kabul edemeyiz. Ukrayna’daki iktidara yönelik eleştirileri de bir kenara bırakalım. Zaten hemen hepsi saçma uydurmalar. Nazi yanlısı partiler küçük bir azınlık. Devlet başkanı Nazilerin sevmediği bir Yahudi. Bu savları bir kenara bırakalım. Ama birincisi, demin dediğim gibi, devrimci enternasyonalistler emperyalist saldırıya, işgale uğrayan bir ülkeyi o ülkenin rejiminden bağımsız olarak savunurlar ve emperyalizmin, yayılmacılığın karşısında yer alırlar. Bizim tutumumuz budur.
İkincisi, bir devrimci savaş ancak devrimci bir hükümet tarafından devrimin korunması veya yaygınlaştırılması amacıyla yapılan savaştır. Geçmişten bariz bir örnek vereyim: Jakobenlerin, daha sonra da Napolyon’un burjuva demokratik devrimi yaygınlaştırmaya yönelik olarak feodal Avrupa devletlerine karşı yürüttüğü savaşlar devrimci savaşlardı. Ya da Vietnemlıların kendi ülkelerini, bağımsızlıklarını ABD emperyalizmine karşı savunurken verdikleri savaş, bir devrimci savaştı. Bunlar devrimci savaşlardı. Ama şimdi bir de Putin’in hükümetini düşünün: Oligarkların iktidarda olduğu baskıcı Bonapartist bir rejim. Böyle bir hükümetin devrimci bir savaş vermesi mümkün mü?
Şimdi daha da hassas ve önemli bir noktaya değinmek istiyorum: Ukrayna’nın kendi kaderini tayin hakkı. Ukrayna krizinde çok önemli bir sorun olan bu nokta, nedense sol hareket içinde fazla önemsenmiyor. Rusya mı, ABD/NATO mu derken bu yaşamsal nokta ya gözden kaçırılıyor ya da geri plana itiliyor. Oysa bugün Ukrayna’daki temel sorun, Büyük Rus şovenizminin bugün Putin tarafından yeniden canlandırılarak Ukraynalıların üzerine yıkılmış olması.
Biliyorsunuz Ukrayna halkı yüzyıllar boyunca Rus çarlığı tarafından, Büyük Rus şovenizmi tarafından ezilmiş bir halk. Tüm doğal ve insan kaynakları Çarlık rejimi tarafından sömürülmüş. 20 yüzyılın başlarında Ukrayna milliyetçiliği canlanmaya başlamış. Halklar hapishanesi olarak tanımlanan Rus Çarlığı’na karşı ulusların kendi kaderlerini tayin etmeleri hakkı sosyalist harekete Lenin tarafından işlenmiş. Lenin demokratik nitelikli devrimin ayrılmaz bir parçası olarak görüyordu ulusal sorunu. Troçki de uluslara özgürlüğün ancak Rusya’da gerçekleşecek bir proletarya diktatörlüğü tarafından sağlanabileceğini söylüyordu. Nitekim 1917 Ekim Devrimi’nden sonra açılan özgürlük döneminde Ukrayna kendi kaderini tayin hakkını elde edebildi. Ve Lenin ve Troçki bunu, parti içindeki merkeziyetçi bürokratik kesimin direncine karşı başardılar. Biliyorsunuz bugün Putin, Ukrayna ulusu gibi bir şeyin olmadığını, onun Lenin tarafından icat edildiğini söylüyor.
Ama Lenin ve Troçki’nin boşalttığı bu halklar hapishanesi, daha sonraları Stalin döneminde tekrar doldurulmaya başlandı. Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı anayasadan çıkarılmadı ama pratikte fiilen ilga edildi. Devlet bürokrasisinin çıkarlarını güvence altına almak amacıyla “idari ihtiyaçlar” bahanesiyle ezilen ulusların en meşru istekleri, küçük burjuva milliyetçiliğinin bir tezahürü olarak ilan edildi. Ukrayna, Gürcistan gibi ülkeler Büyük Rusya’nın idari ve ekonomik birimleri haline dönüştürüldü. Büyük Rus şovenizmi tüm ağırlığıyla bu ulusların üzerinde uygulandı.
Bu noktada ezilen ulusların liderlikleri, Stalinist bürokratik baskıdan kurtulabilmek amacıyla, kurtuluşlarını yanlış yerlerde aramaya başladılar. Örneğin Ukrayna’da Nazilerle işbirliği eğilimi belirdi. Stalin’e karşı Hitler’den medet umuldu. Tabii sonradan Stalin tarafından ağır biçimde cezalandırıldılar. Ama eğer Stalinist bürokrasinin bu baskıları, Büyük Rus şovenizmi politikaları olmasaydı, Moskova yönetimi Ukrayna halkına kendi kaderini belirlemede destek olsaydı, neden Ukraynalılar kendilerini bir başka kasabın kollarına atsınlardı ki? Troçki Ukrayna sorununa çok dikkat etmiştir; “Sovyet Ukrayna’sının Stalinist bürokrasi tarafından tecavüze uğraması olmasaydı, Hitlerci bir Ukrayna politikası olmazdı” diyordu.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra da benzer bir gelişme yaşandı. Ukrayna kağıt üzerinde bağımsızlığını elde etti. Ama iktidar Rus ve Rusya yanlısı eski parti bürokratlarının ve oligarkların elinde kaldı. Sonra kitleler bunlara karşı ayaklanmaya başladı. Ama tarihsel bir gerçek vardı ki o da, Ukrayna halkının kendi kaderini tayin edebilmesinin tek yolunun bir işçi-emekçi hükümeti kurmasından geçtiği gerçeğiydi. Ne var ki bunu örgütleyebilecek devrimci bir önderlik yoktu. Ukrayna ve Rusya Federasyonu komünist partileri kendi burjuva rejimleriyle iç içe geçmiş durumdaydılar ve Büyük Rus şovenizminin destekçileriydiler. Dolayısıyla meydanı liberaller, Batı emperyalizmi yanlıları, hatta kısmen faşistler doldurmaya başladı. Mücadeleler önderlik boşluğu tanımıyor. Devrimcilerin yalpaladığı yerde alanı karşıdevrimciler dolduruyor.
Bu koşullarda Putin’in şovenist baskıları karşısında Ukrayna Batı’ya doğru yöneldi. Ve tabii ABD ve AB emperyalizmleri bölgedeki uluslararası önderlik boşluğunu doldurmaya başladılar. O halde soru şu: Ukrayna’yı Batı emperyalizmine teslim olmadan Rus yayılmacılığı ve şovenizmi karşısında nasıl koruyabiliriz? Nasıl destekleyebiliriz?
Eğer bunun ancak Ukrayna’da gerçekleşecek bir işçi-emekçi hükümeti aracılığıyla mümkün olduğunu söylüyorsak, o zaman en temel görev Ukrayna’da devrimci proleter partiyi, Bolşevik-Leninist partiyi inşa etmektir. Bu, devasa ve enternasyonalist bir görevdir. Ama bir noktayı unutmamak kaydıyla: Ukrayna halkının kendi kaderini tayin hakkını desteklemeyen hiçbir ulusal Ukrayna partisi veya bir Enternasyonal partinin orada inşası mümkün değildir. Zira kaderini tayin sorunu Ukrayna’nın temel meselesidir bugün. Ve unutmamak gerekir ki bağımsız bir Ukrayna’nın kaderi dünya proleter devrimine ayrılmaz bir şekilde bağlıdır.
Tabii biz buradan gidip Ukrayna’da parti inşa edemeyiz. Biz sadece ona destek verebiliriz. Hem de tüm imkanlarla. Bu imkanların ayrıntılanmasına tabii bu sohbetin çerçevesinde giremem. Ama Ukrayna dışındaki tüm enternasyonalist devrimcilerin görevi Ukrayna halkının işgale karşı direnişini ve kendi kaderini belirleme mücadelesini desteklemek olmalıdır. Ukrayna Bolşevik partisinin inşasına bu yolla yardımcı olunabilir.
Bu görevi elbette Ukrayna işçilerini ve emekçilerini Batı emperyalizminden ve NATO’dan umut beslemelerine karşı uyararak sürdürmeliyiz. Kurtuluşun Batı emperyalizminde değil, kendi iktidarlarında olduğunu vurgulamalıyız. Ukrayna’nın gerçek bağımsızlığının Rus ve Ukrayna proleterlerinin birleşik mücadelesiyle elde edilebileceğini unutmamalıyız.
Son bir noktaya daha değinerek bitirmek istiyorum: “Savaşa hayır”, “savaşa son” gibi sloganlar savaşın karakterini dikkate almayan barışçıl, sorunun özünü gizleyen sloganlardır. Eğer söz konusu olan bir emperyalist savaş olsaydı bu sloganları atar ama mutlaka onu “silahlarınızı kendi emperyalist hükümetlerinize çevirin” ile tamamlardık. Ama şimdi Ukraynalı direnişçilere “savaşa son verin” diyemeyiz. Tam tersine sloganlarımız “Ukrayna’da Rus işgaline hayır!”, “Yaşasın Ukrayna’nın kendi kaderini tayin hakkı” ve tabii “Rus askerleri, Ukrayna emekçileri sizin kardeşlerinizdir, silahlarınızı Putin’e çevirin” olmalı.
Bunları da söyledikten sonra beni dinlediğiniz için sizlere teşekkür ediyorum. Söz diğer arkadaşlarımda.