“Bana umut veren şey, tam olarak bu umutsuz durumdur…“
– K. Marx
Moskova’nın merkezinde Lesnaya Caddesi 55 numarada bir meyve toptancısı… Adı “Kalandadze Kafkas meyveleri”. Sovyetler Birliği’nin son günlerinde hâlâ varlığını sürdüren bu tarihi dükkanın gıcırtılı ahşap merdivenleri, insanın içini ürperten karanlık bir depoya açılırdı. Giriş kapısı renkli bir Kafkas halısı ile gizlenmiş bu arka depo, yıllar boyunca Bolşeviklerin etkili yerel basım merkezlerinden biri olmuştu.
Elektrikle aydınlatılarak bir basımevine dönüştürülen bu mekanda Amerikan malı bir baskı makinası kullanılıyor, basılmış materyaller “Kafkas meyveleri” kutuları içinde dağıtılmak üzere dışarı çıkartılıyordu. Moskova’daki Çarlık gizli servisi Ohrana’nın genel merkezinin tam karşısındaki bu depoda basılan Marksist dergi ve işyeri bültenleri yıllar boyunca devrimci ateşi tutuşturan kıvılcımlara dönüşeceklerdir.
Çarlık Rusyası, geniş ve çeşitlilik gösteren bir coğrafyaya ve çok kimlikli bir topluma hükmetmekteydi. Otokrasi olarak adlandırılan bir baskıcı rejim ile yönetilmekte ve bu rejim gücünü üç temel olgudan almaktaydı; ekonominin geriliği, burjuvazinin zayıflığı ve bölgedeki rakip güçlerle sürdürülen askerîleşmiş rekabet koşulları.
Özellikle tarımda kullanılan ilkel teknikler, kırdaki muazzam yoksulluk ve zayıf alt yapı nedeniyle, bu devasa imparatorluğu ayakta ve bir arada tutmak için gerekli kaynaklar, ancak ve ancak olağanüstü acımasız bir rejim tarafından biriktirilebilirdi. Hiç kuşku yok ki, Çarlık rejimini ateşleyen yakıt, köylülerin kanıydı.
Öte yandan, en ufak bir demokratik alana yaşam hakkı tanımayan bu baskıcı rejim, durağan bir kent hayatı, kültürel gerilik, dinî taassupla toplumu kuşatıyordu. Rus devriminin ilk isyancı kuşakları, bu gerilik düzlemi ile en ileri sanayi hamlesinin sonucu olan yeni üniversiteler, yabancı eserler, yeni bilimsel keşifler ve tekniklerin patlamalı bileşiminden doğacaklardı.
Romanovlar hanedanının son temsilcisi, 2. Nikolay’a gelince; Troçki’ye göre o önyargı ve batıl itikatlara gömülmüş, duygusuz ve zayıf karakterli bir kişilikten ibaretti. 20. yüzyılın başında, hâlâ Ortaçağ’daki ataları gibi askerî birliklerini elindeki dini tasvirleri sallayarak selamlayan ve mukaddes elmalardan yiyen bu zat, eşiyle beraber Rasputin adlı bir üfürükçünün kuklası durumundaydı.
Yabancılar Rusya’nın ihtiyaç duyduğu sermayenin 1890’da üçte birini, 1900 yılının başında ise yaklaşık yarısını temin etmekteydiler. Bu yabancı sermaye akışı, temelde ülkenin demiryolu hamlesinin inşası ve diğer ağır sanayi kollarının -başta demir çelik, makina endüstrisi ve kömür olmak üzere- finansmanını güvence altına almaktaydı. Yeni gelişen Rus sanayisinin çeperi tümüyle, sonradan büyük Rus devrimcisi Troçki tarafından geliştirilecek “eşitsiz ve bileşik gelişme” yasası tarafından biçimlendirilmişti desek yanılmış olmayız.
Rus halkının beşte dördü topraktan geçiniyor olabilirdi ama aynı zamanda gecikmiş ve esas olarak bir dizi kentte yoğunlaşmış Rus ağır sanayisi de döneminin en ileri örneklerini oluşturuyordu. Dahası, geçen yüzyılın başında 1.000’den fazla işçi çalıştırtılan dev işletmelerin oranı ABD’de %18 iken, Rusya’da bu oran %41 civarındaydı.
Ülkede serpilen yeni sanayi, esas olarak üç merkezde yoğunlaşmıştı: Metal, silah ve makina sanayisi temelli St. Petersburg; kimyasal, maden ve tekstil yoğunluklu Moskova; demir-çelik endüstrisi ve kömür ağırlıklı Ukrayna’daki Donbass. Bu listeye hiç kuşkusuz yeni bir endüstriyel güç olarak parlayan petrol sanayisine dayalı Kafkasya Bakü bölgesini de eklemeliyiz.
Rusya’nın maça 2-0 geriden başlayan “sanayi devrimi” baş döndürücü bir hız kazandıkça, “eşitsiz ve bileşik gelişme” yasasının acımasız kuralları kendini iyiden iyiye belli etmeye başlıyordu; otokratik Çarlık rejimi bir “büyük güç” olmanın gerekleriyle kendi ekonomik, politik ve kültürel geriliğinden kaynaklı sınırlarını zorlarken, her defasında ekonomik, kültürel ve toplumsal az gelişmişliğinin acımasız duvarlarına çarpmaktaydı.
Rusya’da kitlesel bir devrimci partinin ilksel hazırlıkları, dağınık duran ve gevşek bölgesel birlikler olarak kurulan yerel işçi çevreleri üzerinden şekillenmişti. Ülke sathında dağınık durumdaki ilk devrimci Marksist çevreler, merkezî bir örgütlenmenin kolları olarak değil, ayrı ayrı, toplumsal mücadeleler içinde geliştiler. 1883 yılında St. Petersburg’da Plehanov önderliğinde kurulan “Emeğin Kurtuluşu” grubundan, 1898 yılında bir araya gelen delegelerce kurulan bir çatı örgüt olacak Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi’ne (RSDİP) ve bu parti içinden 1902 yılına dek farklı bir eğilim olarak belirginleşerek ayrışacak “Bolşevizme” doğrusal bir çizgi izlenmedi.
Lenin’in Iskra gazetesi bağlamında yürüttüğü ünlü tartışma, bu nedenle bir kırılma noktasına işaret etmektedir. Rus devrimi tarihindeki ünlü Menşevik/Bolşevik ayrımıyla sonuçlanan bu tartışma aynı zamanda Leninist parti anlayışının özünü oluşturur. Bu öneri, isçi sınıfı içinde Çarlık’a karşı ayaklanmaya kendini adamış bir devrimciler ağı inşası önerisidir ve dönemin uluslararası eğilimlerini yansıtan diğer reformist sosyalist ve sosyal demokrat kesimlerden dikkatle ayrıştırılmıştır.
Kuşkusuz, 1902’de açığa çıkan ve ancak 1917 yılında bütünüyle yapılanmış hale gelecek özgün bir deneyim olarak Bolşevik Parti, bir önceki çağın, dünya proletaryasının elli yıllık yükselişinin ve zaferlerinin bir sonucuydu. Açıkça emsali olan sosyal demokrat partilerin birikimleriyle yoğrulmuştu hamuru, ama devrimler çağının zayıf halkası Rusya’nın özgünlükleriydi asıl onu farklı şekillendiren.
Bu partiyi ve militanlarını büyük devrimler ve devrimci seferberlikler biçimlendirmişti. İkinci Enternasyonal’in -sonradan sınıf işbirlikçilik batağına sürüklenecek olsa da– devasa kitle etkisine sahip partileri; Avrupa ve ABD’deki kitlesel sendikalaşma deneyimleri; özellikle Rusya, İspanya ve Almanya’da yükselen radikal bir işçi sınıfı kültürünün varlığı; telgraf ve demiryolu sistemleri; Rus-Japon savaşının yıkımı; 1905 Devrimi’nin beklenmedik sarsıntısı ve 1917 Şubat Devrimi olmaksızın, bu kesinlikle emsallerinden köklü bir biçimde ayrı parti modelini yorumlayabilmek olanaksız olur.
Bu partinin tarihine yönelik bütünlüklü bir bakış, karşımıza farklı tarihsel uğraklarda, farklı ihtiyaçlara yanıt geliştirme arayışıyla sürekli biçim değiştiren, dinamik bir örgütsel yapıyı ve özel ve adanmış bir devrimci tipini öne çıkarır.
En zorlu koşullar altında bile, farklı görüşlerin ve eğilimlerin ortaya konduğu, temsilcilerin seçildiği gibi geri çağrılabildiği, üyelerine özgüven ve inisiyatif veren bir tür parti modelidir bu. Üyeleri yalnızca partinin politik yönelişine ve iç disiplinine mutlak olarak bağlanmayı isteyenlerden oluşur.
Yayın
Bolşevizme uzanan izlek, uzun bir evrimin, Rusya koşullarının özgünlüklerinin ama esas olarak uluslararası devrimci bir işçi hareketinin Rusya’daki bir izdüşümünün sonucuydu. Devrimci yayın konusu ise, Rusya koşullarında, RSDİP içindeki birçok akımdan Bolşevikleri farklılaştıracak bir araca dönüşecekti.
Zira, pek çok aracı eşgüdümlü olarak kullansa da Bolşevik parti modelinin dağınık mücadeleleri, erişilmez gözüken coğrafyaları, farklı dinamikleri bütünleştirmeye odaklı bir temel aygıtı vardı: Gazete…
Gazete yalıtılmış kalan mücadeleler arasında bir iletişim ağı kurmaya, mücadeleleri birleştirmeye, dahası en geri düzeydeki ücret mücadelelerinden başlayarak, toplumsal mücadeledeki tüm eğilimleri algılanabilir kılmaya odaklıydı.
İşyerlerinden gelen haberler, grev ve mücadele istatistikleri, kadınların mücadeleleri, kitlelerdeki bilinç sıçramalarını temsil edebilecek en ufak bir bilgi kırıntısı bu yayının temel enerji kaynağıydı. İşyeri sorunları bizzat işçiler tarafından kaleme alınıyor, deneyimli bir kadro, metnin oluşum sürecine eşlik ediyordu. Bu yöntem hem işçinin politikleştirilmesine katkı sunuyor hem de devrimcinin işçi sınıfının gerçekliğine tanık olmasını sağlıyordu.
Hedef, işçi sınıfının öncülerini yeni kavramlarla, araçlarla, taleplerle sürekli besleyerek, onları radikalleştirmek, birbirlerine eklemlemek ve kapitalizmden kopuş doğrultusunda örgütlemekti.
Peki Rus Çarlığı’nın yasal alana fırsat tanımayan baskı koşulları düşünüldüğünde yayın şebekesi nasıl çalışıyordu? Az sayıda devrimcinin hatıratından ve Rus gizli servisi Okhrana’nın raporlarından manzarayı resmetmek mümkün: Merkez yayın organı yurtdışında basılıyor ve daha sonra ülke içinde diğer broşür vb. materyallerle birlikte teksir makinalarıyla çoğaltılıyordu. Ardından gizli bölge birimlerince desteler halinde militanlara paylaştırılıyor, hedef fabrika, işyerleri ve sokaklarda 3 dakikayı aşmayacak sürelerde dağıtılıyordu.
Dağıtıcıların yanı sıra bir dizi gözlemci de dağıtıma eşlik etmekteydi. Bu gözlemciler, dağıtılan materyale halkın tepkisini değerlendirmekte ve üst birimlere bilinç evrimiyle ilgili değerlendirmelerde kullanılacak veriler iletmekle yükümlüydüler.
Merkez yayın organı ve devrimci materyaller, başlangıçta Polonya’da dönemin Rus-Alman sınırından, daha ilerde ise Rus–Finlandiya sınırından sokulsa da çalışmanın gelişmesi Mısır’dan Osmanlı topraklarına uzanan karmaşık bir dağıtım ağı üzerinden ülke içine yayın sokulması sürecini beraberinde getirdi. Yayın bir kez sınırdan sokulunca, özel tasarlanmış nakliye kutuları, gizli bölmeleri olan bavullar hatta fotoğraf çerçeveleri içinde gramajı düşük kağıtlar kullanılarak Rus sanayi şehirlerindeki birimlere ulaştırılmaya çalışılıyordu.
Bolşevikler sanılanın aksine yeni bir yayın politikası keşfetmemişlerdi. Yaptıkları, Alman partisinden esinlendikleri modeli devrimci bir inşa doğrultusunda Rusya’daki otokrasi koşullarına uyarlamaktan ibaretti. 1917 yılında Bolşevik parti toplumun kılcal damarlarına dokunan yüzlerce dergi ve yerel gazeteden oluşan bir yeraltı şebekesi ile toplumla iletişim halindeydi.
“Yeni dönemin ‘Yeni İnsanlara’ gereksinimi vardı ve bu insanlar ortaya çıkmaya başlamışlardı bile. İç sürtüşmelerle yıpranmış ve düşünceler üzerine kafa patlatmalarla eylemsiz duruma gelmiş, felç olmuş liberal idealistlerin yerini, sinirleri güçlü, düş güçleri sağlıklı gerçek insanlar almaktaydı…” (Nikolay Dobrolyubov)
Devrimciler: “Komitet”
Riskli bir işti Rus Çarlığı’nda devrimci olmak; açık örgütlenmelere inatçı Okhrana muhbirleri sızıyor, kaçak yaşamak, kılık değiştirmek hayatın sıradan parçalarına dönüşüyordu. Komitet adı verilen birimler siyasal faaliyetin temeliydi. Dikkat ve yapılan işe yoğunlaşma bir zorunluluktu, zira amatörce bir hata toplu tutuklamalara yol açabiliyordu.
Bolşeviklerin geliştirdiği parti modeli, esas olarak işçi sınıfının en yoksul kesimlerine hitap etmekteydi. Yine de toplumun her kesiminden insan katılıyordu bu partinin saflarına. Devlet desteği ile kurulmuş hayli gelişkin bir metal fabrikasından bir işçi, Fransız kökenli bir fabrikatörün eşi, Polonyalı bir toprak sahibinin oğlu, İsveç kökenli Yahudi bir oymacı ve bir ayakkabıcı ailesinin çocuğu… (Sırasıyla Nikolay Podvoiski, Inessa Armand, Feliks Edmundoviç Dzerjinski, Yakov Sverdlov.)
Kararlılıkları ve tüm enerjilerini tek bir hedefe yoğunlaştırmak en belirgin özellikleriydi. Mücadelenin çetin oluşu, çelikten bir sinir yapısına sahip olmayı gerektiriyordu. Başladıkları işi bitirmeleri ve disiplinleriyle tanınıyorlardı. Rusyalıdırlar, lakin sürgün edildikleri yere yabancılaştıklarına şahit olunmamıştır. Sürgüne gitmeyenine, yolu hapise düşmeyenine rastlanmamıştır.
Var sayılanın aksine hayata karşı son derece iyimser oldukları gibi bireysel yanları gelişkindir bu erkek ve kadınların. Pek çok tanıklıkla altı çizili neşeleri de çok sayıda kaynaktan beslenir. Çoğu ağır görevlerin altından kendi başlarına kalkmakta uzmandırlar. Çoğu durumda başka şansları da yoktur zira. Var sayılanın aksine, olağanüstü şartların biçimlendirdiği son derece sıradan kadınlardan ve erkeklerden söz ediyoruz aslında.
Bolşevik Parti neden yaşamsal bir işlev görmüştü?
Ekim Devrimi iki bakımdan bir istisnaydı. Zira hem kapitalizmi mülksüzleştirmeyi başarmış, hem de Bolşevik parti gibi programatik açıdan devrimci ve açıkça enternasyonalist bir parti tarafından yönetilmişti.
Sonrasında çok sayıda devrim yaşansa da tarihte bu iki faktörün bileşimiyle oluşmuş devrimci ve enternasyonalist bir zemine hiçbir zaman ulaşılamadı.
Çağdaşlarından farklı olarak, sınıf mücadelesi ve devrimin, bu çağda dünya ölçeğinde bir gerçeklik kazanmış olduğuna inanan tipte bir partiydi bu. Bu partinin taraftarları açısından bu çağda tüm olaylar, ulusal değil uluslararası ölçekte ve dünya devrimi ya da karşıdevrimi diyalektiği içinde kavranmaktaydı.
Bu parti son derece özgün koşulların bir ürünüydü. Zira yasal faaliyetin ya imkansız ya da şiddetle bastırılan kesintili bir karakter taşıdığı Çarlık Rusyası’nda biçimlendi. Daha ilginci ülkedeki siyasal atmosfer reformist bir politikaya da yaşam alanı bırakmıyordu. Lenin’in, çelik bir disipline sahip gizli örgütü, bu şartlar altında kitlelerle sıkı bağların geliştirilmesi için tasarlanmıştı.
Çarlık rejiminden gerçekten kurtulabilmenin yegane yolu işçiler ve köylülerin gerçekleştireceği bir devrimci seçenekti. Bolşevik parti bu nedenlerle başından itibaren üst düzeyde merkezîleşmiş bir savaş örgütü, profesyonel devrimcilerden oluşan bir devrimci işçi partisi olarak şekillendi ve emsallerinden ayrıştı.
Şartlar zorludur dedik. Yüz yıl önce Rusya’da üniversiteye gidebilenler nüfusun çok küçük bir azınlığıdır. Rus işçilerinin çoğunluğu okuma-yazma bilmez. Üstelik aşırı derecede dindardırlar. Hâkim Ortodoks inancın yanı sıra birçok farklı cemaate bölünmüş, çok parçalı bir durumdadırlar. Milliyetçilik, Yahudi düşmanlığı ve cinsiyetçilik kuşatması altındadırlar.
Bu şartlar altında Bolşevik parti başından enternasyonalist olmaya yazgılı gibidir. Bir halklar hapishanesi olarak anılan baskıcı Rus Çarlığı’ndan tüm milletler adeta temsil halindedir partide: Ruslar, Gürcüler, Litvanyalılar, Fransızlar, Ermeniler, Polonyalılar, Ukraynalılar, ama en çok Yahudiler bulunur… Radek, Sverdlov, Piatnitsky, Joffe, Troçki, Uritskiy, Zinovyev ilk akla gelen Yahudi kökenlilerdir.
Bu partinin önderliği açısından 1917 yılında gerçekleşecek “Kızıl Ekim”, yani Rus devrimi, dünya sosyalist devriminin bir ilk aşamasıydı. Bu nedenle onlar için temel sorun, -İkinci Enternasyonal’in yaşatmış olduğu ihanetin ardından– dünyadaki tüm enternasyonalistleri bir araya getirecek uluslararası bir devrimci önderliğin inşasıydı. Kendilerini de böyle bir inşanın açıkça bir tarafı olarak görüyorlardı.
Bu içgörü olmaksızın ne Üçüncü Enternasyonal’in kurulması ne de uluslararası sosyalist devrimi ilerletmek mümkün olamazdı.