2020 yaklaşırken: Yeni yüzyılın sınıf mücadeleleri ve sosyalizmin yükselişi

2019’un son ayına  girmek üzereyiz. 2020’yle beraber İsa’nın doğumundan bu yana insanlığın içine girdiği üçüncü bin yılın ilk çeyreğinin sonlanmasına bir adım daha yaklaşacağız. Yeni yüzyılın ilk yirmi senesi arkasında, devrimci Marksist hareketin üzerine etraflıca düşünmesi ve dersler çıkarması gereken birçok ders bıraktı. Dünya proletaryası, bu derslerin işaret ettiği ilkelerin programatik derlenişine politik olarak yanıt verebilecek ve bu yanıtı işçi sınıfının bağrında inşa etme kapasitesi taşıyabilecek olan bir odağın var edilmesine yakıcı bir biçimde ihtiyaç hissetmeye devam ediyor. 

Dünya solunun ezici bir çoğunluğunun, 1924-1925 dönemecinde Stalinist bürokrasinin muhafazakar ve milliyetçi dışavurumlarının cenderesi altında aşamacı, sınıf işbirlikçi ve reformist refleksler kazanarak hızla sağa savrulmuş olması, ardından İkinci Paylaşım Savaşı’nın ertesinde aynı solun programlarından proletarya diktatörlüğü maddesini kaldırmaya başlaması ve son olarak 1991’deki dağılmadan sonra yapısal bir krize giren uluslararası sınıf bilincinin bu gerileyişinden faydalanarak arsız sosyal-demokratlara veya yeni reformistlere evrimleşmiş olmaları, yeni yüzyılın daha önceki hiçbir çağda karşılaşılmayan çapta ve büyüklükte devrimci seferberliklere ev sahipliği yapıyor olmasıyla birleşik bir küme oluşturuyor. 

Troçkizm 21. yüzyılın, tamamlanmamış 20. yüzyılın doğrudan doğruya organik ve politik bir devamı olduğunun; 20. yüzyılın sosyal demokrat, sendikalist, Stalinist, Maoist, Titocu veya Castrocu programları altında nihai çözümlerine ulaştırılamayan bütün toplumsal ve siyasal sorunların, yarım bırakılmış bütün devrimci gündemlerin bu yüzyılda olağanca heybetleriyle kitlelerin karşısına dikildiğinin bilincinde. 

Son süreçte isyan eden ülkelerin bir listesini burada yapmaya lüzum yok. Bu tablonun açık ve net olarak gösterdiği en biricik gerçeklik, kitlelerin, insalık tarihinde eşi benzeri olmayan bir sosyal eşitsizliğin ve bu eşitsizliği var eden kapitalist üretim-bölüşüm ilişkilerinin karşısına, kelimenin gerçek anlamıyla çıplak elleriyle çıkmış oldukları ve neoliberal barbarlıkla yüzleşirlerken bir sosyalist programla silahlanmaya acil olarak gereksinim duyduklarıdır. 

Çok değil, yaklaşık 30 sene önce insanlık tarihinin son momentine ulaştığını; ancak bu momentin – Hegel’in iddiasının aksine – Prusya bürokrasisi veya sosyalizm değil, liberal demokrasi olduğunu ilan eden, tarihin teleolojik bir sonunun yaşanmakta olduğunu duyuran Francis Fukuyama, 2018’in Ekim ayında “Karl Marx’ın söylediği birtakım şeylerin doğru çıktığını” ve “sosyalizmin geri gelmesinin gerekli olduğunu” dile getirdi. (1)

İngiltere’de Jeremy Corbyn önderliğindeki reformist ve sınıf işbirlikçi İşçi Partisi, yaklaşan seçimler için bir kamulaştırma programı açıkladığında, anketler ada egemen bloklarını tedirgin edici sonuçlarla bezendi: İngiltere halkının %83’ü suyun, %77’si elektriğin, yine %77’si gazın ve %76’sı da demiryollarının kamulaştırılması gerektiğine inanıyor. (2)

ABD’de durum daha “vahim”. Komünizmin Kurbanlarını Anma Kuruluşu’nun 2020’deki seçimlerde oluşacak tabloya dair bir öngörüde bulunabilmek için gerçekleştirdiği anketlerin neticesinde, 23 ile 38 yaş arasındaki demografik kesimin %70’inin bir sosyaliste oy verme eğiliminde olduğunu; %36’sının komünizmi ideal bir toplumsal örgütlenme olarak gördüğünü; %22’sinin özel mülkiyetin yok edilmesi gerektiğini düşündüğünü; %45’inin üniversite eğitiminin parasız olması gerektiğini savunduğunu ve %27’sinin de dünyaya birincil tehdit olarak Trump’ı gördüğünü ortaya çıkardı. (3)

ABD’de uzun süredir yükselme trendinde olan sosyalist fikirler Donald Trump’ı tedirgin etmiş olacak ki, kendisi 9 ay önce yaptığı bir konuşma sırasında kürsüden, ulusal kanalların kameralarına doğru “ABD asla sosyalist bir ülke olmayacak!” diyerek haykırdı. The Daily Beast gazetesinin Trump’ın yakın danışman çevresinden aktardığı bir habere göre, başkanı 2020 seçimlerinde en korkutan olgu, ABD’li kitlelerin “bedava şeylere” (eğitim, sağlık ve benzeri), yani sosyalizmin taleplerine dönük olarak gösterdikleri ilgi. (4) Trump’ın kaygısı haksız değil; Gallup anket verileri 18 ile 34 yaş arasındaki seçmenlerin %58’inin ABD’nin sosyalist olması gerektiğini düşündüğünü gösteriyor. (5)

Avrupa’ya dönecek olursak; 2012’den 2018’e dek Almanya’da Federal Anayasayı Koruma Dairesi başkanlığı yapan, Alman İstihbarat Topluluğu’nda görev alan, Alman faşizminin yeni dönem kamu figürlerinden Hans-Georg Maaßen da sosyalizme dönük histerik bir alarm görevi üstlenmeye kalkıştı. Kendisi geçtiğimiz günlerde “sosyalizm tehlikesinin hafife alındığını” deklare etti. 

Milyarder bir iş adamı, hedge fon yöneticisi ve yatırım şirketi sahibi Ray Dalio, bu senenin Kasım ayının başında yaptığı bir söyleşide, “dünyanın çılgına döndüğünü ve sistemin çökmüş olduğunu” ve “gelir dağılımı arasındaki uçurum kapanmazsa şiddetli bir devrimle karşılanacağını” duyurdu. (6) Dalio politikacılara yaptığı çağrıda hızlı bir biçimde önlemler alınması gerektiğini, yoksa herkesin birbirini öldüreceğini kaydetti.

Bütün bu parçalı örneklerin işaret ettiği eğilim, uluslararası sınıflar mücadelesinin 21. yüzyılda yaşadığı şiddetlenme ve derinleşme eğiliminin, artan oranlarda dünya işçi sınıfını politize ettiği ve emperyalizmi kaygılandırdığıdır.  

Uluslararası bir dalga olarak, kapitalizmin doğurduğu toplumsal eşitsizliğin maddi sonuçlarından bunalan yığınların ayaklanması, sosyalizm isminin ayağa kalkmaya başlayarak üstündeki tozu silkelemesi bir tepki olarak demokratik cevaplarla ve parlamenter çözüm arayışlarıyla karşılaşmayacak, karşılaşmıyor. Kapitalist devletler ve despotikleşme eğilimindeki neoliberal rejimler, her yerde ve her anda kitlelerin karşısına anayasal metinlerle değil, polisiye ve askerî aparatların yoğun şiddetiyle çıkıyor.

Devrimci seferberlikler karşısında solun kendi içinde yaşanan ayrışmalar ise vahim bir manzaraya işaret ediyor. Solun özellikle Arap devrimci süreçlerine dönük olarak gösterdiği refleks, ayaklanan yığınların nesnel olarak devrimci bir karakter taşıyan sosyal mücadelelerine sınıf bilinçli bir perspektif üzerinden yaklaşmak veya müdahale etmek değil, bu yığınların hatalı bilinç durumlarının bir engel olarak mutlaklaştırılması ve kitlelerin mücadelelerinin, baş gösteren yabancı sınıf sapmalarını bahane ederek, kriminalize edilmesiydi. Nesnel devrimci gelişimlere bu tip bir sekterizmle, hastalıklı komploculukla veya ultimatomcu sağcılıkla yaklaşanların, 21. yüzyılın yeni devrimleri ve devrimci ayaklanmalarını iktidara taşıyabilecek politik kapasiteye sahip olmadıkları açıktır.

Yükselen sınıflar mücadelesinin kendi mantıksal programatik sonuçlarına ulaşabilmesinin; yani proletarya diktatörlüğü perspektifinin iktidarı fethedebilmesinin koşulları, bunu yapabilecek olan bir siyasal önderliğin yaratımında yatmaktadır. Ancak böylesine bir önderliğin yaratımı gökyüzünden düşmez ve 21. yüzyılın yeni devrimlerinin oluşturduğu dalgaya, metodik bir bağışıklık sahibi olmaksızın teslim olunmasının neticesinde var edilemez. Bu önderliğin somut bir devrimci alternatif olarak bina edilmesi, onun programatik oluşumunun geçtiğimiz yüzyılın tarihsel ve siyasal dersleriyle yoğrulmasını gerekli kılar. İçinde proleter ve yarı-proleter kitleleri iktidara taşıyacak olan ilkesel belirlenimlerin olduğu bu derslerin teorik omurgasını, aşağıdaki maddeler oluşturmaktadır:

  • Marx ve Engels tarafından 19. yüzyılda kapsamlı bir biçimde ortaya konan bilimsel sosyalizm öğretisinin metodolojik temellerinin ve özellikle dönemin sol içi diğer oportünist akımlarının karşısında konumlanan politik ilkelerinin benimsenmesi
  • 20. yüzyılın başında Lenin’in geliştirdiği bir konsept olarak savaşçı öncü işçi partisi kategorisinin var edilmesinin yaşamsal bir zorunluluk olarak ele alınması
  • Yine Lenin’le beraber Troçki, Gramsci, Luxemburg, Liebknecht gibilerinin oluşturduğu Zimmerwald buluşmasının, 1914’te Birinci Paylaşım Savaşı’nın ertesinde şaha kalkan sosyal demokrasinin sağ kanadına dönük verdiği mücadelenin teorik sonuçlarını sahiplenmek
  • Yüzyıl başında Troçki’nin tarihsel bir gelişim yasası olarak keşfettiği ve programlaştırdığı, sömürge, yarı-sömürge ve bağımlı kapitalist ülkelerdeki devrimlerin demokratik ve sosyalist görevlerinin iç içe geçmişliğini vurgulayan ve böylece ulusal-yerel burjuvaziye veya burjuva sektörlerine herhangi bir ilericilik payesinin atfedilmesini engelleyen sürekli devrim perspektifinin pusula olarak sahiplenilmesi
  • Üçüncü Enternasyonal’in ilk dört kongresinde çerçevesi çizilen, çeşitli konularda komünizmin yaklaşımını özetleyen politik ilkelerin programın kurucu unsurları olarak benimsenmesi
  • Önce Troçki’nin önderliğindeki Rus Sol Muhalefetinin, sonra Uluslarası Sol Muhalefet’in, ertesinde de Dördüncü Enternasyonal’in Stalinizm’in ve Stalinist bürokrasinin işçi sınıfına karşı işlediği politik günahların derslerini teorikleştiren geleneğinin ve dünya Troçkist hareketinin, tarihin bu en revizyonist ve hain akımına karşı verdiği kahramanca mücadelenin devrimci Marksist sonuçlarının bayrak edinilmesi
  • 1938 ile 1953 arasında Dördüncü Enternasyonal kongrelerinin, konferanslarının ve yer altı sekreterlik buluşmalarının ortaya koyduğu ve 20. yüzyıl kapitalizminin, yeni emperyalist güç olarak ABD’nin konumunun, sömürge ve yarı-sömürge devrimlerinin niteliğinin, sosyalist devrimin önündeki öznel ve nesnel engellerin neler olduğunun, işçi demokrasisi programının ve Doğu Avrupa’daki tampon işçi devletlerinin karakterinin aydınlatıldığı siyasal metinlerin sahiplenilmesi
  • 1953 ile 1963 arasında hayatını sürdüren Uluslararası Komite’nin Pablocu revizyonizme karşı ayrı ayrı bütün ülkelerde bağımsız Troçkist işçi partilerinin inşa edilmesini savunan ortodoks yaklaşımının sahiplenilmesi
  • Nahuel Moreno önderliğindeki hareketin 20. yüzyılın ikinci yarısında, Mandelci yeni öncü teorisine karşı Leninist partinin temel ilkelerini muhafaza eden, Lambertizm’in Mitterand hükümetine uyarlanma politikasına karşı sınıf işbirlikçi sol hükümetlere dönük ortodoks Troçkist hattı ileri taşıyan, Geçiş Programı’nın güncellenmesini içeren ve Amerikan SWP’sinin federatif Enternasyonal anlayışına karşı en temel noktalarında demokratik merkeziyetçi yapıyı savunan bir proleter enternasyonalizmini yeniden üreten ve koruyan yönteminin içselleştirilmesi. 

Ancak bu dünya tarihsel olayların sonuçlarının teorik ve politik meyvelerini eylem programında kristalize ederek kendini bu militan materyalist perspektifle silahlandıran bir parti, yeni devrimci dalganın ve yükselen sosyalizm kültürünün nihai zaferini garanti edebilir. Bu ilkesel zeminin metodik olarak karşısında konumlanan herhangi bir akım veya önderlik, kendi niyetlerinin gerçek karakterinden bağımsız olarak, devrimci yükselişin şu veya bu noktasında devrimci olmayan veya karşıdevrimci bir rol üstlenecektir. 

21. yüzyıl kendi içinde iki mantıksal sonuca ulaşabilir: Ya kapitalist barbarlık doğayı ve insanın üretici kültürünü yok edici toplumsal var oluşunun derinleşmesiyle insanlığı ve biyolojik yaşam örtüsünü bir felaketle sonuçlanacak olan mevcut gidişatın esiri yapmayı sürdürecektir, ya da dünya işçilerini ve yoksullarını merkezine çeken bir sosyalist kurtuluş ve inşa programı, merkezî ve bilimsel bir ekonomik planlama gibi insanlık tarihinin en rasyonal ve özgürleştirici keşiflerini yeni toplumsal işleyişin anahtar noktaları kılarak, tarihin yeni bir sayfasının açılışını örgütleyecektir. 

Sorunun bu biçimde ortaya konması, okuyucuyu ikna etmek uğruna potansiyel olarak hazırda bekleyen bir kıyamet senaryosunun abartılması değildir. İnsan bilincinin inkara eğilimli doğasına rağmen, kapitalizmin üç yüzyıllık egemenliği, insanlığı bir uçurumun kenarına dek gerçekten de taşımıştır. Bu açık gerçeğin bilinciyle görevlerinin büyüklüğünün siyasal olarak farkında olmayan ve bundan dolayı devrimci gerçekçilikten koparak, bugünün göstermelik ve hareketçi başarıları uğruna yarının inşasını tehlikeye atan anlayışların iflas üzerine iflas yaşayacağı açıktır. 

Yüzyılımızın derinleştirdiği tarihsel krizlere bu çerçeve dahilinde yaklaşıldığında, Troçkist programın yeni devrimci süreçler içindeki rolünün vurgulanması, anlamsız bir nostalji veya sekterizm olarak anlaşılmaktan çıkacak ve zorunlu bir Ekimci önşart olarak hak ettiği tarihsel anlam içinde objektif bir şekilde değerlendirilecektir. 

Yeni yıl yaklaşırken ve hiç şüphe yok ki bu yeni yılla beraber dünya sınıflar mücadelesinin yeni bir yükselişi ve radikalize oluşu bizleri beklerken, 21. yüzyılın yalnızca ilk yirmi senesine sığmayı başaran onlarca devrimi, karşıdevrimi, seferberliği ve ayaklanmayı, iç savaşı, savaşı ve ekonomik krizi düşünmekte fayda var. 

20. yüzyılı kana boyayan olguların, bu yüzyılın sınıf dinamiklerinin çatışmalı doğasının nihayetine erdirelememiş olmasından dolayı yaşandığını anlayamayıp 21. yüzyılı ondan kopuk olarak ele alanlar; bu yüzyılın Mars’a gitmesi planlanan Tesla arabaları eşliğinde vuku bulacak olan bir refah ve teknolojik devinim çağı olduğunu/olacağını düşleyenler, bu hülyalarının çağdaş kapitalizmin zorba hükmü altında parçalanmasına tanık olacaklar. Yine de hiç şüphe yok ki, 21. yüzyıl, takip etmiş olduğu kardeşi gibi, bir devrimler yüzyılı olacak. Bizleri bekleyen ve hatta bizleri şimdiden hazırlıksız bir biçimde kıskıvrak yakalamış olan bu büyük kalkışmalar momentine ne oranda programatik yön verebileceğimiz, onu ne oranda siyasal olarak anlayabileceğimize ve geliştirebileceğimize bağlı.

Tarihsel bir açıdan ele alındığında, bir egemen sınıf olarak burjuvazinin devrilmesi, insanlık için daha önce bu denli büyük bir olumlu olanaklar silsilesinin kapısının aralanması anlamına gelmiyordu. Ve yine tarihsel bağlamda ele alındığında, dünyaya yapışmış bir parazit olarak burjuvazinin devrilmesinin başarılamaması, daha önce hiç bu denli felaketlere yok açabilecek olan bir yok oluş sürecinin kapısının aralanması olarak okunamıyordu. Artık bu ikisi de gündemde. Ve bu yol ayrımını göremeyip onu inkar edenler veya yol ayrımının farkına varıp gerekli bilimsel çözüm araçlarını üretemeyenler, yol ayrımının kendisi tarafından yok edilmeye mahkumlar. İnsanlığın kendisini ve geleceğini, kapitalizmin veya herhangi bir sınıflı toplum varyantının kısıtlayıcı ve sömürücü kıskaçları altında kalmadan gerçekleştirmesinin politik eylem programı olarak Troçkizm, 2020’ye bu bilinçle girmeli ve yeni yüzyıla bu perspektifle hazırlanmalıdır.

Dipnotlar:

1.)  Bkz. Francis Fukuyama interview: “Socialism ought to come back”: https://www.newstatesman.com/culture/observations/2018/10/francis-fukuyama-interview-socialism-ought-come-back

2.)  Bkz. Jeremy Corbyn’s nationalisation plans are music to ears of public: https://www.theguardian.com/business/2017/oct/01/jeremy-corbyn-nationalisation-plans-voters-tired-free-markets?CMP=share_btn_fb&fbclid=IwAR1cP23X5ArYO5w_hthHROSwsT0GdVswzhe1AL_fDceQTCCVg-2Zd8NF_hE

3.)  Bkz. More than a third of millennials polled approve of communism: https://www.marketwatch.com/story/for-millennials-socialism-and-communism-are-hot-capitalism-is-not-2019-10-28?fbclid=IwAR1ByH9y6_2hGSgalVngQGBlLWIS-_dBKudm-mv_-nqvssLCK8mtAvXh2S4

4.)  Bkz. Trump is secretly worried the kids love socialism: https://www.vanityfair.com/news/2019/09/donald-trump-socialism-2020

5.)  Agy.

6.)  Bkz. Ray Dalio: tackle inequality or face a violent revolution: https://www.ft.com/content/66fd4626-ffe4-11e9-b7bc-f3fa4e77dd47