Marx ve Engels’te seçim politikaları ve taktikleri

Aşağıda okuyucularımızla İşçi Demokrasisi Partisi’nin 2023 Mart ayında gerçekleştirdiği Parti Meclisi’nde yapılan eğitimin ilk bölümünün metnini paylaşıyoruz.

***

Devrimci Marksist partinin inşası burjuva toplumu içinde gelişen pek çok dinamik içinde gerçekleşiyor. Sınıf mücadeleleri içinde sınıf eksenli bir inşa çabası, pek çok farklı kanallardan akan bu mücadelelerin önümüze çıkardığı gelişmelerin yarattığı ortamın içinde yürütülmek durumunda. Ortamı oluşturan öğelerin başında elbette rejimin yapısı ve özellikleri, burjuvazinin gücü ve hedefleri, işçi sınıfına genel olarak egemen olan bilinç, örgütlülük ve mücadelecilik düzeyi, orta sınıfların ekonomik ve toplumsal koşulları gibi bizim dışımızda var olan özellikler geliyor. Bunlar genel çerçeveyi oluşturuyor ve anlık veya dönemsel politik süreçler bu çerçevenin içinde gerçekleşiyor. Rejimin veya burjuvazinin yeni saldırıları, gelişen grev ve direnişler, faşist veya diğer gerici provokasyonlar, hükümet krizleri, küçük burjuva demokratik seferberlikler bunlardan bazıları. Parlamento seçimlerinin yarattığı politik hareketliliği de bu bağlam içinde görmeliyiz.

Herhangi bir ülkede gerçekleşen genel veya yerel seçimler kitlelerin politik ilgisinin uyandığı süreçler yaratıyor. Kitleler politik partileri gözlemliyor, onların programlarına ve sloganlarına kulak veriyor, kampanya mitinglerine katılıyor, liderleri ve adayları tartıyor, bunlar üzerine tartışıyor. Dolayısıyla bu süreçler sosyalistlere işçi sınıfının ve diğer emekçi katmanların eğilimlerini daha yakından anlamak için eşsiz bir fırsat yaratıyor. Ama aynı zamanda devrimci partinin kendi programını ve taleplerini/sloganlarını yayması, dahası partinin inşasında ileri adımlar atabilmesi açısından da öyle.

O halde Partimizin seçim sürecine bütün gücüyle girmesi gerekiyor. Öyle de yapmaya başladık. Bu süreçte hangi acil ve geçiş taleplerini ileri sürmeliyiz; mevcut partiler ve adaylar karşısında proletaryaya ve diğer emekçi kesimlere nasıl bir tutum almalarını önermeliyiz? Bu süreçte onlara nasıl eşlik edebiliriz? Partimizin inşası açısından hangi noktalarda odaklanmalıyız? Bunlar tartıştığımız önemli konular. 

Bu ve benzeri pek çok konuyu tartışırken referansımız elbette devrimci Marksizmin politik kuramı ve tarihsel deneyimleri. Politik partilerin oluşmaya, ulusal meclislerin ortaya çıkmaya ve genel oy hakkı mücadelelerinin yaygınlaşmaya başladığı dönemlerden itibaren işçi sınıfının seçimlerde ve parlamenter mücadelede nasıl bir tutum alması gerektiği sol hareketin başlıca konularından birisi oldu. Bunların proleter sınıf eksenli çözümü ve bu çözümlerin devrimciler için birer ilke haline getirilmesi de Marx, Engels ve Lenin’in katkılarıyla oldu. Dolayısıyla onların katkılarını bilmek ve hatırlamak önem taşıyor. 

Bu konuyu ikili bağlamda ele alacağız. Birincisi, Marx, Engels ve Lenin’in burjuva düzeninde parlamentarizme nasıl yaklaştıkları; ikincisi de, seçimlerde uyguladıkları taktikler.

Marx-Engels

Önce 19. yüzyılın ortalarına doğru Marx ve Engels’in seçimler konusuna eğilmelerini sağlayan özellikle Fransa’daki olayların gelişimini hatırlayalım. 1830’da kral olan Louis-Philippe’in monarşi rejimine karşı dönemin liberal burjuvazisi iktidarı onunla paylaşabilmek amacıyla genel oy hakkı için ısrarcı olmuş ve neticede 1846’da emekçi halkın dışlandığı ve sadece belirli bir gelir düzeyine sahip erkeklerin katıldığı seçimler sonucunda toprak sahipleri ve aristokrasiyle yakın bağları olan “ılımlı liberal” François Guizot’un başbakanlığında bir hükümetin kurulmasını sağlamıştı. Şubat 1848’de başlayan ve krallık rejimine son vererek II. Cumhuriyet’in kurulmasını sağlayan halk devriminin temel taleplerinden birisi olan genel oy hakkı ise, liberal burjuvazinin önderliğinde kurulan Geçici Hükümet tarafından, ama bu kez kadınlar dışarıda tutularak kabul edilmişti. 

1848 Şubat devriminin ardından emekçi halkın genel oy hakkı dahil genel demokratik haklarını içeren bir anayasa kabul edilir. Buna karşılık bu anayasa, burjuvazinin kutsal mülkiyet hakkını koruyup sağlama almaktadır. Nisan 1848 seçimlerinin ardından kurulan Ulusal Meclis’te taşranın muhafazakâr oylarıyla burjuva partiler çoğunluğu sağlayacak ve radikal temsilcileri derhal hükümetten uzaklaştırarak, daha sonraları Marx’ın “burjuva diktatörlüğü” olarak adlandıracağı yeni baskı ve sömürü rejimini inşa edecekti. Kitlelerin ayaklanmayı sürdürmesi üzerine burjuvazi Mayıs 1850’de genel oy hakkını ilga eder. Ve bu uygulamaları Louis Bonaparte’ın ertesi yıl bir darbeyle tüm iktidarı elinde toplamasının, 7 Kasım 1852’de de cumhuriyete son vererek imparatorluğunu ilan edebilmesinin yolunu açacaktı.

Şimdi bu noktada, Marx’ın seçimlere ve sonuçlarına ilişkin neler söylediklerine bakalım. 1848-49 devrimleri başlamadan önce yazılan Komünist Manifesto’nun dördüncü bölümünde Marx ve Engels şöyle derler: Komünistler “mutlak monarşiye, feodal ağalığa ve küçük burjuvaziye karşı, devrimci bir tutum takındığı sürece, burjuvaziyle birlikte savaşırlar.” Bu söylem daha sonraki pek çok akım ve parti tarafından bir burjuva demokratik devrimin temel ilkesi haline getirilmiştir. Demokratik devrimde iktidarın liberal burjuvaziye bırakılmasını isteyen Menşeviklerden, faşizme karşı mücadelede sözde “demokratik burjuvaziye” bel bağlayan halk cepheci Stalinistlere kadar pek çok reformist ve oportünist parti bu alıntıya başvurabilmiştir.

Ama Marx ve Engels burjuvazinin demokratik devrimdeki karşıdevrimci konumunu fark etmişlerdir ve Mart 1850’de “Merkez Komitesi’nin Komünist Birliğe Çağrısı’nda” Komünist Manifesto’daki tutumlarını değiştirirler:

“Burjuva demokrat adaylar yanında, her yerde işçi adaylar da gösterilmelidir, bu adaylar olanaklar elverdiğince Birlik üyeleri arasından oluşmalı ve mümkün olan bütün yollar kullanılarak bunların seçilmeleri için çalışılmalıdır. Bunların seçilme şanslarının hiç bulunmadığı yerlerde bile, işçiler, bağımsızlıklarını korumak, güçlerini ölçmek ve kamuoyunun önüne kendi devrimci tutumlarını ve kendi parti görüşlerini koymak için, kendi adaylarını göstermelidirler.”

Bir önemli nokta daha var: Komünistlerin kendi işçi adaylarını ileri sürmeleri gericiliğe karşı mücadelede demokratik cepheyi bölmek anlamına gelmez mi? Ustalar “Hayır” diyor. Bu konuda demokratların, örneğin, böyle yapmakla demokratik partiyi böldükleri ve gericilere kazanma olanağı sağladıkları yolundaki savlarla kendilerini ayartmalarına fırsat vermemelidirler. Bu türden sözlerin nihai amacı proletaryayı aldatmaktır.

“Proleter partinin böyle bir bağımsız eylemle kaçınılmaz olarak göstereceği ilerleme, temsili kurum içerisinde birkaç gericinin varlığının doğurabileceği sakıncadan çok daha önemlidir. Eğer demokrasi, gericiliğe daha başlangıçta kararlı ve terörcü bir biçimde karşı çıkacak olursa, gericiliğin seçimlerdeki etkisi önceden yok edilmiş olur.” (“Merkez Komitesi’nin Komünist Birliğe Çağrısı”)

Öte yandan burjuvazi, demokratik devrimlerde feodaliteye karşı emekçi kitlelerin ve köylülerin isyanını kullanabilmekte veya monarşiyi “meşruti” bir hale getirerek ya da cumhuriyet sistemi altında yeni anayasalar yapabilmektedir. Ancak bu anayasalar her zaman (genel oy hakkına dönük kısıtlamalar getirmesinin yanı sıra) burjuvazinin üretim araçları üzerindeki mülkiyetini korumaktadır. 1848-49 devrimlerinin açığa çıkardığı bu durumdan hareketle Marx ve Engels, burjuva demokratik devrimlerin genel karakterini tanımlar ve 1864’te I. Enternasyonal’in açılış konuşmasında (“Uluslararası İşçi Birliği Çağrısı”) işçi sınıfının toplumsal kurtuluş yolunda ilerleyebilmesi için siyasal iktidarı kendi ellerine alması gerektiğini vurgular: 

“Toprak beyleri ve sermaye beyleri kendi iktisadi tekellerini savunmak ve devamını sağlamak için kendi siyasal ayrıcalıklarını her zaman kullanacaklardır. Emeğin kurtuluşunu teşvik etmek bir yana, onun yoluna olası her engeli koymayı sürdüreceklerdir… Siyasal iktidarın ele geçirilmesi, bu yüzden, çalışan sınıfların en büyük görevi olmuştur.”

Bu tespit devrimci Marksizmin, demokratik sorunların ağırlıklı olarak çözüm beklediği devrimlerde iktidarın proletarya diktatörlüğünün elinde toplanması gerektiği yolundaki ilkelerinin temel çıkış noktasını oluşturmuştur.

Marx’ın, Şubat 1871 Paris Komünü ayaklanması öncesinde bu tür bir devrimci girişime, Parisli işçilerin tüm halkı henüz arkalarına alamamış olmalarından ötürü karşı çıktığını biliyoruz. Ama bir kez devrim gerçekleştiğinde ona tamamen katılır ve destekler. Devrimin iki ay sonra yenilgiye uğramasının ardından ise, Fransa’da İç Savaş kitabında Komün’e ilişkin değerlendirmesinde bir önemli ilkeye daha değinir. 

“Komün, iktidara geçen işçi sınıfının, eski devlet makinesiyle yönetmeye devam edemeyeceğini hemen kabul etmek zorunda kaldı. Daha yeni kazandığı egemenliği yeniden yitirmemek için işçi sınıfı bir yandan o zamana kadar kendisine karşı kullanılan eski baskı makinasını ortadan kaldırmak, ancak öte yandan kendi temsilci ve memurlarının her zaman ve istisnasız görevden alınabilir olduklarını ilan ederek, onlara karşı da güvenlik önlemleri almak zorundaydı.” 

Lenin’in daha sonraları “Paris komünü her şeyden önce işçi sınıfının hazır bekleyen devlet mekanizmasına el koyup onu kendi amaçları için kullanamayacağını öğretmişti” diyerek yorumladığı bu ilkeyi de not edelim.

Daha sonraları Marx ve Engels, Marx’ın ölümünden sonra da Engels, seçimlere ilişkin tutumlarında bu ilkelerden hareket ederler ve gelişmeler karşısında şu yaklaşımları geliştirirler:

“Tarafsızlık bize göre olanaksızdır. İşçi sınıfı partisi, siyasal bir parti olarak, şu anda ülkelerin çoğunda faaliyet göstermektedir ve biz tarafsızlık vaaz ederek onu mahvedecek kişiler değiliz. Pratik yaşamın deneyimi; mevcut hükümetlerin siyasal baskıları, sevsinler sevmesinler ve bu ister siyasal ister toplumsal amaçlarla olsun, işçileri siyasetle uğraşmaya zorlamaktadır. Onlara tarafsızlık vaaz etmek, onları burjuva siyasetinin kucağına atmak demektir. Proleter siyasal eylemi gündeme getirmiş olan Paris Komünü’nün hemen ardından, tarafsızlık diye bir şey hele hiç söz konusu değildir… Ama bizim siyasetimiz işçi sınıfı siyaseti olmalıdır. İşçi partisi hiçbir zaman herhangi bir burjuva partisinin kuyruğu olmamalı; kendi hedefine, kendi siyasetine sahip bağımsız bir parti oluşturmalıdır.

Şayet Bebel ve Liebknecht gibi bu kürsüden konuşabilirlerse, bütün dünya onları dinleyecektir; bu öyle ya da böyle ilkelerimiz için hatırı sayılır bir tanıtım demektir… [Fransa-Prusya savaşı] sırasında Bebel ve Liebknecht savaşa karşı bir mücadeleye girişip, olan bitenlerle ilgili olarak işçi sınıfı adına sorumluluğu reddettiklerinde, tüm Almanya sarsıldı…” (Karl Marx, Uluslararası İşçi Derneği Belçika Seksiyonları Altıncı Kongresine Hitap, Aralık 1870) 

“Fransa’da genel oy hakkı kırk yıldır elinizde; ne müthiş bir silah bulunduğunu şimdi anladın mı? Yeter ki insanlar bunu kullanmayı bilsin! Bu, devrim çağrısı yapmaktan daha yavaş ve sıkıcıdır, fakat on kere daha emindir ve üstelik, silahlı devrim çağrısı yapılacak günü mükemmel bir doğrulukla gösterir. Genel oy hakkı, işçiler tarafından akıllıca kullanılırsa, yüksek olasılıkla, yönetenleri legaliteyi yıkmaya iter; yani bizi devrim yapmak için en elverişli konuma getirir.” (Friedrich Engels, Paul Lafargue’a Mektup, Kasım 1892).