İşçilerin Örgütlü Eylem Komitesi: 100 günlük kadın, yaşam, özgürlük hareketinin kazanımları

Aşağıda okuyucularımızla, İran’da faaliyet yürüten İşçilerin Örgütlü Eylem Komitesi’nin 3 Ocak’ta yayımladığı ve “100 günlük kadın, yaşam, özgürlük hareketinin kazanımları” başlığını taşıyan deklarasyonunun Türkçe çevirisi paylaşıyoruz.

***

İslam Cumhuriyeti’nin binlerce protestocunun toplu infazlarına, tehcirlerine, kaçırılmalarına ve hapsedilmelerine güvenerek “provokasyonların sona erdiği” ve “olayların bittiği”ne yönelik yaptığı çağrılar bugünlerde, yaşanan yüz günün gerçekçi bir değerlendirmesine ihtiyaç olduğunu gösteriyor. Böylelikle İran toplumunun çehresini değiştiren bu hareketin insani bedellerini bir boşlukta değil, önemli nesnel kazanımlarıyla bağlantılı olarak anlamamız mümkün hale gelir.

Mücadelenin inişli çıkışlı olduğunu, hareketin sadece zirvede değil, düşüş momentinde dahi sürekliliğini sağlayarak devam ettiğinde zaferin mümkün olduğunu hatırlayalım. Baskı cephesinin suni olarak “yenilgi” yarattığı bu ortamda, mücadeleyle fethettiğimiz önemli kaleleri tanımadıkça ve bu kaleleri korumadıkça bu zafer mümkün olmayacaktır. Bu metinde, yüz günün kazanımlarını gözden geçirmeyi amaçlıyoruz.

1.) Kadın sorununun öncelikler arasında yeniden gündeme gelmesi: Son kırk yılda kadın mücadeleleri ya bireysel ve dağınık bir biçim aldı ya da üniversite ve STK aktivizmi biçimlerinde gerçekleşti. Şimdi, son yüzyılda ilk kez, kadın mücadeleleri yalnızca bir kitle ve hareket biçimine bürünmekle kalmadı, aynı zamanda tam teşekküllü bir siyasi ayaklanmanın itici gücü ve toplanma noktası rolünü de üstlendi. Kadın hareketi taleplerini rejimin devrilmesinin gerekliliğine bağlamış ve protestoları ile toplumun diğer ezilen kesimlerini çatısı altına almıştır. Bu, Aralık 2017 ve Kasım 2019 ile bu hareketi karşılaştırırken karartılmaması veya unutulmaması gereken bir göstergedir.

2.) Olumsuz sloganlardan olumlu bir gelecek imajına geçiş: “İslam Cumhuriyeti’ne ölüm” veya “Diktatöre ölüm” son yıllarda siyasi halk ayaklanmalarının baskın sloganı oldu. İlk kez bu hareket sırasında, “İslam Cumhuriyeti’ne ölüm” sloganının niteliğini öncekilerden farklılaştıran ve ona ilerici bir tanım veren çeşitli sloganlar atıldı. “Kadın, yaşam, özgürlük”, “Rehber de olsa, şah da olsa zalime ölüm”, “Monarşi yok, liderlik yok, demokrasi ve eşitlik”, “Kürtler, Beluciler, Azeriler, özgürlük ve eşitlik” vb. Bu sloganlar ana akım medya tarafından elbette çokça boykot edildi, sansürlendi veya çarptırıldı.

3.) Gerici unsurların arındırılması: Hiçbir toplumsal ve siyasi hareket asla homojen ve rafine değildir, ilerici ve gerici unsurlar her protesto ve harekette her zaman yan yana etkindir. Bununla birlikte, son harekette ilerici güçlerin faaliyeti ve katılımı o kadar güçlüydü ki, büyük ölçüde gerici, milliyetçi veya ırkçı sloganların ortaya çıkmasına veya yayılmasına izin vermedi. Kadınların, öğrencilerin ve ulusal azınlıkların (özellikle Kürdistan) rolü, bu yüz gün içinde ilerici sloganların yayılmasında ve bu gerici unsurların etkisine karşı koymada merkezi rol oynadı. Elbette bu ilerici seslerin bu hareket içerisinde yer almasının, toplumun çoğunluğunun inançlarının bir genellemesi olarak ele alınamayacağı açıktır. Gerici inançların toplumdan gerçek anlamda kazınması için henüz gidilecek çok yol var ve devrimin kendisi bile bunun gerçekleşmesi için yeterli bir koşul değil. Ancak bu hareketin ortaya çıkması bu yoldan geçişi eşi görülmemiş derecede kolaylaştırdı.

4.) Milliyetçiliğin geri çekilmesi: Ulusal azınlıkların ve onların birlik ve beraberliğinin bu hareketteki öne çıkan rolü, yalnızca hâkim milliyetçiliği (Pers) değil, bu bölgelerin ezilen ve yerel milliyetçiliğini de geri püskürttü. Bu dayanışmanın zirvesini Azerbaycan halkının Kürdistan halkına “Azerbaycan uyanıyor, Kürdistan’ı destekliyor” veya “Yaşasın Kürdistan, Biji Azerbaycan” sloganlarıyla verdiği destekte gördük. Bu dayanışmanın ortaya çıkması, İslam Cumhuriyeti’nin bunca yıldır Kürt ve Türk halkları arasında yarattığı ve beslendiği farklılıkların ortadan kaldırılması temelinde büyük bir başarıdır. Özellikle Erdoğan’ın (Türk milliyetçiliğinin temsilcilerinden biri olarak) bölgedeki Kürtlere sınır ötesi operasyon başlattığı bir dönemde. Ayrıca “Beluç yalnız değildir, Kürt onun destekçisidir” gibi sloganlar ve bunun Belucistan’da “Kürt yalnız değildir, Beluç onun destekçisidir” veya “Kürtler ve Beluciler kardeştir” şeklinde tekrarlanması ve benzeri olaylar, daha önce coğrafi-politik uzaklık nedeniyle diğer ulusal azınlıkların komşuluk ve dayanışmasından uzak olan Belucistan’ın bu dayanışmaya erişmesini sağlamıştır.

5.) İlerici Belucistan’ın ortaya çıkışı: İlerici Beluci aktivistlerin müdahaleleri, on yıllar sonra yeni bir Belucistan imajının çizilmesine neden oldu. İslam Cumhuriyeti’nin medya kuruluşlarında her zaman uyuşturucunun ve İslami köktendinciliğin merkezi olarak gösterilen Belucistan, bu yıl Makki Camii’nin ortasına kadar “Jin, Jiyan, Azadi” sloganını taşıdı. “Kendi kaderini tayin ve anadilde eğitim hakkı” diyerek infazlara karşı haykırdı. Kürtler ve Türkler dahil olmak üzere ulusal azınlıklarla dayanışma ilan etti, “monarşi” ve “velayet”i aynı anda reddetti, ezilen dini azınlıkların ve ateistlerin yanında yer aldı [1]. Aynı zamanda, aktif Beluci feministler kendi bağımsız örgütlenmelerini [2] kurdular, gerici güçlerle siyasi işbirliğine boyun eğmediler, aşiret ataerkisinden ve mollaların etkisinden korkmadılar ve Mevlevi Abdülhamid gibi Belucistan’daki köktendinci güçler ile kadın hakları ve laiklik savunucuları arasındaki çıkar çatışmalarına vurgu yaptılar.

6.) Örgütlü çekirdeklerin ve komitelerin doğuşu: Halk hareketlerinin özelliği, mücadelenin yoğunlaştığı anlarda arkadaşlık, aile, komşuluk, eğitim veya iş ilişkileri aracılığıyla binlerce organik, kendiliğinden ve örgütlü siyasi bir ağ oluşturmalarıdır. Bu deneyim Ocak 2016’dan bu yana birçok kez filizlenmiş olsa da son hareketi önceki benzer örneklerden ayıran şey, bu protestoların uzun vadeli doğası sonucunda bu örgütlenmelerin yaşamlarının baskı ikliminde daha istikrarlı ve deneyimli hale gelmesidir. Özellikle de son protestolar sadece sokaklarla sınırlı kalmadı, üniversiteler ve okulları da denklemin içine çekti.

7.) “Umutsuz kuşak” analizinin gerilemesi: Son zamanlardaki halk ayaklanmalarının ana gücü, 70’lerin ve 80’lerin gençliği oldu. Yeni kuşağa, eski kuşaklar şüphe ve “felsefi umutsuzluk” ile baktılar ve onları hafife aldılar. Okullardaki ve üniversitelerdeki yeni radikalizm, bu türden pek çok umutsuz nesil analizine bir son verdi. Öte yandan, bu akımın doğuşu, tüm yaşamı ekonomik açıdan kötü koşullarda geçen bir kuşağa hâkim olan nihilizm ve umutsuzluk atmosferini, değişim ve geleceği inşa etme umuduna da çevirmiştir.

8.) Yeni nesil için sıkıştırılmış tarih dersi: Hiçbir şeyin olmadığı onlarca yıl vardır ve on yıllar kadar süren aylar vardır! Bu, mevcut durumumuzun açıklamasıdır. Toplumsal hareketlerde, onlarca yıllık tarihsel deneyimler tozlu kütüphanelerden sokak zeminine taşınır ve seferberlik, bu dersleri aktivistlerine yoğun ve deneysel bir şekilde birkaç hafta içinde öğretir. Bu açıdan bakıldığında, yeni neslin, özellikle de gençlerin, zorbalık ve baskı koşullarında siyasi mücadelede uygulamalı eğitiminde son hareketin oynadığı önemli rol küçümsenmemelidir. Atomize edilmiş bir yaşam ve bireysel faydacılık çağında “kolektifliğin gücünü”, anlamını ve grup yararının ve iyiliğinin önemini öğrenen bir neslin yaşam yolu ve toplum anlayışı sonsuza dek değişecektir. Ekmek, iş, internete erişim, kıyafet seçimi ve benzeri en sıradan haklarına ulaşmanın yolunun bir devrimden başka bir şey olmadığını anlayan bir nesil. İktidardaki güçlerle yaratılacak en ufak bir reform, diyalog veya uzlaşma yanılsamasının bile kendisi için imkânsız ve ölümcül olacağının farkındadır. Mücadelesini sürdürmek için yeni örgütlenme ve gizlenme yöntemleri uyguluyor ve bilincinde statükoya alternatifler bulmaya odaklanıyor. Çocukluğunu ülkenin en kötü ekonomik krizlerinden birinin ortasında geçiren ve sahip olamadıklarına başkaldıran bir nesil, toplumun tabakalaşmasını ve sınıfsal çıkar çatışmasını düşünürken sokağın, okulun, üniversitenin hatta hapishanenin herkes için aynı şey olmadığını görüp öğreniyor. Ve sonunda mücadelenin inişli çıkışlı olduğunu ve kalıcılaşması için örgütlenmenin zorunlu olduğunu öğreniyor. Bunlar birçoğumuzun gençlik yıllarımızda deneyimlemediği ve eğer deneyimleseydi, bugün sahip olduğumuz farkındalığa ulaşmada bizi oldukça ileride kılmış olacak olan dersler.

9.) Siyasi grevlerin üzerindeki kilidin kırılması: Bu harekette, 1979’den beri ilk kez, hükümetin baskısını durdurmak amacıyla birkaç siyasi işçi grevinin ortaya çıktığını gördük. Öğretmenlerin ve petrol sektörü işçilerinin sembolik siyasi grevi iki önemli örnekti. Tahran’daki Akbar Abad kamyon şoförlerinin, İsfahan’daki Shapur Sanayi Bölgesi işçilerinin ve sağlık sektöründeki asistanların grevleri kendi türünde emsalsizdi. Tüm bu yıllar boyunca sokak ayaklanması ile siyasi işçi grevleri arasındaki bağlantının noksanlığından endişe duyanlar için bu, yayılmasa da, küçük bir ölçekte kalmış olsa da, dünyada ne olması gerektiğine dair bir model sergileyebilen en ender ve en önemli anlardan biriydi.

10.) Genel grevin öneminin yaygınlaştırılması: On yıllar boyunca genel grevin önemi ve hatta fikri, solcu ve Marksist güçlerin literatürüne özeldi ve sol çevrelerin ötesinde duyulmamıştı. 2017 ayaklanmasında olduğu gibi “genel grev” sloganı dahi kabul edilmemişti. Ancak son ayaklanma sırasında halk, ülke çapındaki grevlerin sokak protestolarının tamamlayıcısı olarak önemini kavradı ve bunu sloganlarının ve çağrılarının merkezine aldı. Ana akım medyanın ve sağcı muhalefetin çarpıtmasının bir ürünü olarak ülke çapında grev kavramının çarpık ve genellikle işçi sınıfı dışı bir anlayışı da popüler hale getirdiğini belirtmeliyiz. Ancak bu, ulusal grevin hükümeti felç etmedeki rolünün kamuoyu tarafından ele alınmasının önemini ortadan kaldırmaz.

11.) Sokak eylemlerinde merkezi olmayan taktiklerin kullanılması: Şimdiye kadar, toplumsal ayaklanmalar genellikle bir veya iki hafta gibi kısa bir ömre sahip olmuştu. Ancak mahalle odaklı protesto tarzının doğuşu, protesto alevlerinin son üç aydır ülkede benzeri görülmemiş bir istikrar ve sürekliliğe sahip olmasını sağlayan özelliklerden biri.

12.) İnternete bağımlı olmadan örgütlenme: Bu tarz mahalle odaklı ve ademi merkeziyetçi protestolar, güvenlik açıklarını minimize etmesinin yanı sıra, şiddetli internet kesintisi koşullarında bile sebatla ve ısrarla örgütlenebilmeyi mümkün kıldı. Çağrıların, açıklamaların ve devrimci mesajların dağıtımının sokak siyaseti tarzına geri dönüşü, sosyal medya yığınında kaybolduğu geçmiş örneklerin aksine tamamen görünür olmalarında etkili oldu.

13.) Doktorlar Birliği’nin protestolara katılımı: Doktorların protestolara katılımı ve son harekette tıp asistanlarının grevi, ender ve benzeri görülmemiş olaylar arasındaydı. Ambulansların ordu tarafından kullanılmasını, yaralıların hastaneden kaçırılmasını, adli tabibin ölüm nedenlerini manipüle etmesi ve gizlemesini protesto etmek için ülkenin birçok büyük şehrinde doktorlar mevcut sağlık sistemine karşı seri olarak bir araya geldi. Protestolara katılan sağlık personellerinin fişlenmesi ve tutuklanmasına rağmen sağlık emekçilerinin protestolara aktif katılımı organize olduklarının bir göstergesi.

14.) Yeraltı sağlık hizmeti ağları oluşturulması: Önceki ayaklanmalardan farklı olarak, bu kez farklı şehirlerden doktorların yaralıları tedavi etmek için toplu ve gönüllü faaliyetlerine dair çok sayıda rapor var. Bazen sosyal medya üzerinden bazen de fiziki olarak güvenilir aracıları kullanan bu doktorlar, yaralıların gizli tedavisi için ağlar kurdu. Bazı gönüllü doktorlar ve hemşireler üzerinde güvenlik açığı ve baskıların oluşmasına rağmen, bu deneyim, sağlık emekçilerinin hükümetin protestocuları tedavi hakkından mahrum bırakma girişimine karşı organize direnişinin ilk uygulamasıydı.

15.) Protesto sanatında yeni bir bölümün başlangıcı: Bu, sanat ve edebiyatın gücünü ve yaratıcı kapasitesini artıran toplumsal hareketlerin özelliğidir. Geniş ve benzeri görülmemiş bir yaratıcılığı serbest bırakırlar. Bu dönemde sadece okullar ve üniversiteler değil, tüm kamusal alanlar (metro, otobüs, cadde, park, vb.) bu tür sanatların (devrimci müzikten grafitiye, afiş ve posterlere, tiyatro, sanat eserleri ve performanslara kadar) ortaya çıktığı ve yaratıldığı yerlerdi.

16.) Kendini savunma ve olası her türlü yolla karşı koyma hakkına yönelik yaygın inanç: Aralık 2017 ve Kasım 2019’daki ayaklanmalarla kıyaslarsak, bu sokak ayaklanmasında halkın kolluk güçlerine karşı koyma düzeyi oldukça yüksek. Geçmiş ayaklanmalarla bugünküne şekil veren toplumsal yapı aynı değil. 1990’larda ve 2000’lerde orta sınıfın protestolarında şiddet içermeyen mücadele baskın inançken, şimdi “meşru müdafaa” hakkı yalnızca toplumun en yoksun bırakılan sınıfları için değil, aynı zamanda orta sınıf için de sorgusuz sualsiz kabul ediliyor. Bunun da ötesinde, baskıcı güçlere karşı koyma, saldırma ilkesi sokak mücadelesinde yaygın bir inanış haline geldi. Öyle ki, kişisel kıyafetleriyle sokakta dolaşan Besiç üyeleri tanındığı anda, genç ve yaşlı protestocular artık onlara merhamet göstermiyor. Kolluk güçleriyle fiziksel olarak yüzleşmenin gerekliliğine dair yaygın inanç, kitlesel seferberliklerde protestocuların canlarını yitirdiği, yayınlanmış anlatılarda birçok kez doğrulanmıştır. Öyle ki, “meşru müdafaa hakkını” açıklamak için konuşmak, İslam Cumhuriyeti’nde seçimleri boykot etmek kadar yaygın hale geldi! İddia edebiliriz ki hareket ilerlerse kitlelerin silahlı mücadele aşamasına geçmesinin önünde “zihinsel bir engel” kalmaz. Geriye kalan tek eksik halkı baskı güçleri karşısında eli boş bırakan nesnel ve lojistik engeller. Bu açıdan bakıldığında bu hareket, Aralık 2017 ve Kasım 2019’daki ayaklanmalarının radikalizminin devamıdır. ️

17.) “Devrim” kavramını karşıdevrimci cepheden geri almak: “Devrimci” ve “devrim” kavramlarının bu ayaklanmanın doğasına ve bakış açısına atıfta bulunularak kullanılması bu hareket sırasında yaygınlaştı ve yeniden halkın ağzına düştü. Bu kavramlar onlarca yıldır birçok cepheden saldırıya uğrayan ve çarpıtılan kavramlar. Hem Humeyni hem de Hizbullah karşıdevrimcileri, bu kelimelere el koyarak kendilerini resmi devlet literatüründe “devrimci” olarak nitelendirerek bu sözlere kınanacak ve irticai bir anlam yüklediler. Aşağıdan herhangi bir değişikliğe kökten karşı çıkan, tek amaçları içeride ve dışarıda iktidar güçleriyle darbe ve çıkar çatışması olan, “1979 devriminin başarısızlığını” her zaman “devrim” gerçeğiyle eş tutan monarşistler da öyle. Farah Pehlevi’nin yorumunda, “devrim” “fitne” ile eşanlamlı ele alınıyordu. Son olarak, “devrim” kavramına geri dönüş, ulusal ve uluslararası arenadaki sol ve sağ kanat reformistlerin, devrimler çağının sonunu ilan eden otuz yıllık propagandasına büyük bir hayır niteliğinde. Şu an devrim kavramına ilişkin genel anlayışın tam anlamıyla çarpık olmadığını iddia etmesek de “bu artık bir protesto değil, bir devrimin başlangıcıdır” gibi sloganlar, nihayetinde bu kavramın gerici cephelerden yeniden ele geçirilmesinde ve yeniden tanımlanmasında önemli rol oynadı.

18.) “Kötü ordu, iyi ordu” yanlış ikiliğinin teşhir olması: Bu hareket sırasında, “kötü ordu, iyi ordu” yanlış ikiliği yeniden açığa çıktı. Rıza Pehlevi, İran’ın gelecekteki güçler paylaşımında rol edinmek, pastadan pay alabilmek için yıllarca ana strateji olarak askeri güçlere (özellikle orduya) yatırım yapmıştı. Bu strateji uyarınca, yıllarca kralcı muhalefet tarafından İslam Cumhuriyeti Ordusu’nun muazzam bir propagandasına ve aklanma faaliyetlerine tanık olduk. Bu strateji, gerici niteliği ne olursa olsun, abartılı ve güncel olmayan siyasi yanılsamalara dayanmaktadır. Çünkü ne İslam Cumhuriyeti’nin içinde, ne de dışında güçler dengesi, Pehlevi lehine ordunun askeri gücüne güvenen ve yabancı hükümetler destekli böyle bir darbe planlamasının hayata geçirilebileceği bir durumda değildir. Dolayısıyla geriye “Rıza” ve “boş hayalleri” kalıyor. Bu nedenle Pehlevi kampı iç bölünmeler ve silahlı kuvvetlerin düşüşü, ordu ile Devrim Muhafızları arasındaki fark, orduya ültimatom, vb. sahte haberlerle manevra alanı yaratmaya çalışıyor. Aralık 2017 ve Kasım 2019’daki ayaklanmaların kısa ömrü bu gibi sahte haberlerin devreye girmesinin yolunu açmış olsa da bu kez halkın üç aylık tüm protestolarının bastırılmasına ordunun İslam Cumhuriyeti’ne sağlam desteği ve aktif, doğrudan katılımı bu yanılsamalara büyük ölçüde son verdi. 

19.) Bağımsız medyanın önemli rolü: Aralık 2017’den bu yana, herhangi bir devletle ilişkisi olmayan, ülke içinde pek çok sessiz insanın platformu haline gelen, ülke içinden veya dışından pek çok bağımsız ve ilerici medyanın ve insanın, sınırlı finansal kaynaklarla filizlenmesine tanık olduk. Son yüz gün, bu medyanın birçoğunun faaliyetlerinin önemini fiilen gösterdi. Ana akım medyadaki tekel, sansür ve boykota karşı halkın ilerici sloganlarına sahip çıkmak, daha geniş bir kitleyle sokak, üniversite ve okul arasındaki bağı kurmak, onların doğrudan sözcüsü olmak ve insan hakları örgütlerinin arabuluculuk ve bürokrasisini devre dışı bırakarak halkın ve mahkumların sesini duyurmak… Hepsi onların başarısıdır.

20.) Farklı cinsel yönelimlerin görünürlüğü: İran toplumunun tarihinde ilk kez, cinsel ve toplumsal cinsiyete dayalı ezilen grupların sesleri kitlesel sokak protestoları aracılığıyla duyuldu. Şimdiye kadar tüm cinsel yönelimlerin, bağımsız sokak protestolarındaki varlığı, deneyimleri ve talepleriyle ilgili pankartlar, bayraklar ve sloganları hakkında birçok raporlar yayımlandı.

21.) “Reform da devrim yolundan geçer” yaygın bir inanış haline geldi: Bu hareketin radikalizmi, bu kadın düşmanı iktidarın başındakileri o kadar korkuttu ki, sadece birkaç gün sonra onları Ahlak Polisi devriyelerinin arabalarını sokaklardan kaldırmaya zorladı. Hükümetin reformcuları, bu asgari vaadi bile yerine getiremeden, yalnızca orta sınıf saflarından oy satın almak için yıllarca “Ahlak Polisi devriyelerinin kaldırılması” anahtar kelimesini kullanmışlardı. Bu hareket, şimdiye kadar sadece Ahlak Polisi devriyesini dağıtmayı başarmakla kalmadı, aynı zamanda sokaklarda başörtüsü olmadan dolaşmayı yaygın bir şekilde normalleştirdi ve başörtüsünü açan kadınlara güvenlik sağladı. Halkın ‘Ahlak Polisinin kaldırıldığı’ haberlerine, ‘sohbet ve tartışma toplantıları’, ‘özgür tribünler’ ve benzeri gibi demagojik taktiklere kayıtsız kalması şu genel inanışın ürünüdür: “En temel haklar bile yukarıdan güç pazarlığı, imza kampanyaları, lobicilik faaliyetleri ve seçimle değil aşağıdan devrimci bir hareketle ve sokaktan gelen radikalizmle elde edilebilir.”

22.) Yasaları aşağıdan uygulamak: Son hareket, iktidardaki gerici yasaları ayaklar altına almak ve bunun yerine halkın gücüne güvenerek yasaları aşağıdan uygulamak için bir alan yarattı. Bu deneyimden kaynaklanan özgüven, hareket geçici olarak geri çekilse bile kırılmaz. Kanunun aşağıdan bu şekilde uygulanmasına ilişkin örnekler arasında şunlar sayılabilir: Halka açık yerlerde zorunlu başörtüsünün kaldırılması, üniversitelerde cinsiyet ayrımcılığının kaldırılması, ülke içinden bir dizi yönetmenin başörtüsüz filmler çekmek için doğrudan harekete geçmesi ve bazı yazar ve çevirmenlerin sansürsüz ve Kültür Bakanlığı’nın düzenleyici kısıtlamalarını umursamaksızın kitaplar yayımlaması.

23.) Bazı kemer sıkma planlarının geçici olarak askıya alınması: Burada, hükümetin deniz aşırı militarizasyonunun ve jeopolitik emellerinin maliyetini ve “JCPOA 2″yi reddetmesinin faturasını toplumun alt sınıflarının payını keserek telafi etme niyetinde olduğunu daha önce açıklamıştık. Ancak, özellikle bu sonbahardan itibaren gerçekleşmesi beklenen sübvansiyonların kaldırılması yollu yağma projesinin devamı mevcut ayaklanmanın başlamasıyla geçici olarak durduruldu. İktidar bunun ayaklanmayı tırmandıracağı korkusuyla geri adım attı. Bu kesinti planlarının en önemlisi enerji sektöründeki sübvansiyonların kaldırılması, kotaların düşürülmesi ve özellikle benzin fiyatlarının artırılmasıydı. Ancak, hareket devam edip ilerlemedikçe, bu geniş çaplı yoksullaştırma planlarının askıya alınacağının herhangi bir garantisi yok.

24.) Uluslararası dayanışmanın önemi: Hükümetin Filistin meselesini onlarca yıldır kötüye kullanması, İsrail’in saldırganlığı, bölgedeki ABD militarizmi (oysa İslam Cumhuriyeti, ABD’nin Afganistan ve Irak’a yönelik askeri saldırı projesinin ana suç ortaklarından biriydi) ve iktidarın bölgesel yayılmacılığını örtbas etmek için İslami ideolojiyi kullanması ülke içinde bir tür gerici milliyetçiliğe yol açmıştı. 2000’lerde ortaya çıkan “Gazze değil, Lübnan değil, İran için canımı veririm” gibi sloganlar, böyle bir atmosferin ürünüydü. Ancak son on yılda Suriye, Lübnan ve Irak gibi bölge ülkelerinde, İslam Cumhuriyeti’nin baskıcı rolünün ve çıplak militarizminin giderek daha net bir şekilde görünür hale gelmesiyle bu milliyetçi atmosfer büyük ölçüde kırıldı. Ve bölgenin mazlum halklarıyla empati lehine değişti. Sağcı muhalefet, İran’daki [3] mücadeleyi “ulusal mücadele” olarak vurgulamaya çalışırken, Afganistan’dan Lübnan’a, Tunus’a, Türkiye’ye ve Rojava’ya kadar başta kadınlar olmak üzere insanların dayanışma ve empati dalgası İran’a doğru akmaya başladı. Bu da zulme karşı mücadelenin uluslararası niteliğini içerideki insanlar için açıklığa kavuşturmuş ve bunu kuralcı, teorik ve soyut bir meseleden, nesnel ve pratik bir gerçekliğe dönüştürmüştür.

25.) Yurtdışındaki göçmenlerin kapsamlı seferberliği: Bu hareket, yurtdışında mülteci veya siyasi aktivist olan pek çok İranlıyı daha önce görülmemiş bir şekilde harekete geçirmeyi başardı. Bu gri kesimlerin çoğu bir tür kayıtsızlık ve siyasi pasiflik sürecinden geçiyordu. Ancak ülke içerisindeki ayaklanmanın yarattığı atmosfer, benzeri görülmemiş bir birliğe yol açtı. On binlerce kişinin katıldığı büyük toplantılar, yürüyüşler ve büyükelçiliklerin, konsoloslukların, İslam Cumhuriyeti’nin temsilciliklerinin önlerinde gösteriler ve rejimin destekçilerine karşı eylemler organize edildi. Bazı muhalif güçler, hareketin “liderliğini” üstlenmek veya diğer siyasi projeleri için “birlik” vurgusuna başvurarak böylesi bir nüfusun seferberliğinden yararlanmaya çalışsalar da yine de bu çoklu sesleri susturmayı veya hepsini kendi bayrakları ve sloganları altında birleştirmeyi başaramadılar. Bu yeni radikalleşmiş nüfusun çoğunun aktif katılımı, bu insanları ilerici alternatifler sunan örgütlere çekmek için büyük bir fırsat. Ancak ilerici güçlerin sekter yaklaşımları ve ellerini kirletmemeye dönük duruşları bu fırsatı kaçırmak sonucunu doğurabilir.

26.) Monarşistlerin bilfiil skandalı: Bu hareketin sürmesinin kazanımlarından biri de monarşistlerin gerici, kadın düşmanı, homofobik, ırkçı ve totaliter doğasının teşhir edilmesiydi. Daha düne kadar mücadelenin “kadınlar tarafından erkekleştirilmemesi” gerektiğini söyleyen ve “feminizmi” “sol küreselleşme”nin temel direklerinden biri olarak görenler, bir gecede, bu hareketin başlamasıyla birlikte kadın haklarını savunma jesti yaptılar. Ama bu kadarına da dayanamadılar ve iki hafta içinde “Erkek, vatan, kalkınma” sloganı şeklinde dışa vuran bir manifesto üreterek bu hareketi çarpıtmaya çalıştılar. Farah Pehlevi’nin “Kadın, yaşam, özgürlük” sloganını gerici bir şekilde yorumlaması, lümpen edebiyatını ve saldırgan sözlerle lekelenmiş sloganları teşvik etmesi, “bölücü” kod adıyla Kürtleri ve Belucileri yurtdışındaki toplantılardan kovması veya altı renkli LGBTİA+ bayrağını indirmesi örnekleri gibi… Yurtdışında yaşayıp siyasal aktivist olmayan veya ülkedeki ayaklanmanın tarihsel hafızasına ve güncel doğrudan bilgisine sahip olmayan birçok İranlı bu güçlerin doğasını bilfiil gördü. Ve onlarla birlikte nereye adım atarlarsa atsınlar karşılarına baskı ve gericilik sütunları çıkacağını deneyimledi. 

İşçilerin Örgütlü Eylem Komitesi, 3 Ocak 2022

***

Dipnotlar:

[1] Referans, 30 Aralık 2022’de Zahidan’da gerçekleşen eylemde (Cuma namazından sonraki sokak gösterilerinde) Beluci protestoculardan birinin elindeki pankartınadır. Bu pankartta şu yazılıydı: “Ben bir Müslümanım, bir Zerdüştüm, bir Bahaiyim, bir Hristiyanım, bir Yahudiyim, ateistim, agnostiğim… Dinime ve inancıma saygı duyulmalı!”

[2] Bu grubun sayfası, sosyal ağlarda “Desgoharan” veya “Beloch Women’s Call” başlığı altında aktiftir.

[3] Bu “milli” vurgusunun çelişkili doğasında, bu güçlerin her zaman “dışarıya” ve yabancı hükümetlere bakmaları ve herhangi bir değişiklik için sınırların ötesinde lobi yapmaya çalışmaları yatmaktadır.