Beluç Kadınların Sesi: Adı ister İslam, ister monarşi olsun, kahrolsun diktatörlük!

Bu yazının orijinali Slingers Collective (Mancınık Kolektifi) web sitesinde yayımlanmıştır.

Beluç Kadınların Sesi, düzen muhalefetinin ittifak projesine ilişkin bir açıklama yayınladı. Bu proje, İslam Cumhuriyeti’ne karşı sağ kanat muhalefetten bilinen kişiler arasındaki sözde bir koalisyonu ifade ediyor. Devrik Şah’ın oğlu Rıza Pehlevi, Masih Alinejad, Hamed Esmaeilion ve Nazanin Boniadi bu kişiler arasında ve yılbaşı gecesi her biri 2023’ü İranlılar arasında birlik yılı olarak adlandıran aynı paylaşımı tweet attı. Beluç Kadınların Sesi’nin açıklamasını aşağıda okuyucularımızla paylaşıyoruz.

Çeviri: Refik Leyla

***

Belucistan haberlerde boykot ediliyor. Belucistan’da protestolar sürerken, bu süreçte bölgede mümkün olan tüm suçları işlemek için hiçbir çabadan kaçınmayan rejim de saldırı ve tutuklamaları artırdı. Aktivist olarak tanınmayan mahkûmların infazına hız verilirken, tutuklanan protestocular giderek daha fazla ölüm cezasına ya da uzun hapis cezalarına mahkûm edilmekte. Öğrencilerin ve sosyal medya aktivistlerinin tutuklanmasının yanı sıra yoksul mahallelerin işgali de zirveye ulaştı. Bunlar, geçen hafta Devrim Muhafızları’nın bir üyesinin eyalet valiliğine atanmasından bu yana yaşananların sadece küçük bir kısmı. Ancak Belucistan, ana akım muhalif medyada mütevazı bir haber payına sahip. Bu medya organları, Belucistan haberlerine ancak siyasi olarak istismar edebilecekleri ve Beluç halkının ayaklanmasını bir “ittifak projesine” dönüştürebilecekleri zaman yer veriyor. 

Günümüzde medya uzmanları, hashtag aktivistleri ve ittifak ünlüleri; Arya-mehr (Pehlevi) hanedanının gericiliğini koruma ve savunma sorumluluğunu üstlendiklerinden, Belucistan aynı anda hem kutsallaştırılıyor hem de çarpıtılıyor ve bölgedeki halk mücadeleleri sansürleniyor. Jina ayaklanmasından önce, bu medya organlarındaki tasfiyeci politikaların ve sansürün bu kadar farkında değildik ve Belucistan örneğinde bu politikaları bu kadar belirgin bir şekilde fark etmemiştik.

Ancak asıl soru, bu medya ve ittifakın arkasında hangi anlamın yattığı ve kimin için olduğudur. Hangi talepler olağanlaştırılıyor? Belucistan hakkında sansürlenen nedir ve bu sansür hangi egemen kişi ya da gruplara hizmet etmektedir? En baskın güçlerle ve hem Molla’nın hem de Şah’ın kapitalist patriyarkal yönetimiyle mücadele eden bir bölgenin en radikal sloganları neden medya tarafından temsil edilmeye ve bahsedilmeye değer görülmüyor? Ne yazık ki gösterilen, Belucistan’ın siyasi ve dini çeşitlilikten yoksun, homojenleştirilmiş sabit bir “gerçek” olarak imajıdır; medyanın dışlama ve sansür yoluyla her hafta düzeltmeye çalıştığı bir imaj. Bu dışlama; patronlar, medya sahipleri ve medyanın sesini duyurduğu kişiler tarafından çerçevesi çizilen “ittifak” ve “gelecek için alternatif sunma” politikasını ortaya koyuyor. Bugün her zamankinden daha fazla konuşmamız gereken politika bu. 

Böylesi dışlayıcı bir ortamda, en azından Belucistan’ın sanal ve bağımsız görünen medyasının, ana akım muhalefetin ırkçı ve merkezci siyasi mülahazalarının ve yabancı medyanın temsil politikasının ötesinde, Zahidan Cumalarına ait görüntü ve anlatımları yayımlaması sevindiricidir. Aksi takdirde, “Şah da olsa rehber de olsa kahrolsun zalim” gibi popüler sloganların nerede ve nasıl belgeleneceği belli olmazdı. Hiç şüphe yok ki [sağcı] ittifaklar, kendi istekleri doğrultusunda homojen bir “normal” imajı yaratmak için ellerinden gelse bu bağımsız sesleri sustururlardı. Böylesi bir ima,j Belucileri kolektif bir “biz”in parçası ve sağcı merkezcilerle birlik olmayı arzulayan bir ses olarak tasvir ederdi.

Koalisyon üyeleri ve destekçileri, Belucilerin kurumsallaşmış ve tarihsel olarak hedef alınmış tüm baskı biçimlerine gözlerini kapatmalarını tercih etmektedir. Mevcut gerilimlerden uzak, bunun yerine özlemleri, umutları ve alternatifleriyle uyumlu, tanıdık ve sindirilebilir bir görüntü sunmayı tercih ediyorlar. İnşa etmeyi amaçladıkları sahte gerçeklik budur. Beluç halkının sadece dinsel yönetimi değil her türlü monarşiyi reddeden siyasi taleplerini de görmezden geliyorlar. Bu yolda, itibarlarını Beluç halkının yaygın ve kanlı protestolarından alan diasporadaki bazı Beluç aktivistlerin bile protestocuların görüntü ve videolarını “ittifakla” desteklemesi ve Beluçların ilerici taleplerini sansürlemesi talihsiz bir durumdur. Onlar da Şeyh [dini lider] ve Şah [monarşi] karşıtı duyguları ve sloganları yayımlamıyor ve paylaşmıyorlar. Para ve medyadan güç alan ittifaka göre, Beluçların kendilerini ülke için feda etmeleri gerekiyor ki müttefikler kendilerini medyada halkın temsilcileri olarak gösterebilsinler ve ittifakın arkasındaki motivasyonun Beluçların kurtuluşu olduğunu iddia edebilsinler. Açıktır ki “Şeyhin ve şahın gericiliğine hayır” şiarı sağ muhalefet içinde itibar bulmuyor, çünkü bu muhalefet Beluç devrimcilerin kaybının hâlâ yasını tutan bir toplumun içinden çıkmıyor. Aksine, Beluçların hayatlarını kendi davaları uğruna “tüketmeyi” amaçlıyor.

Bazı güçlerin tarihi tahrif ederek ve çarpıtarak Sistan ve Belucistan’ın sorunlarını nasıl devrim sonrası döneme, yani 1979 sonrasına indirgemeye çalıştıklarını daha önceki metinlerde açıklamıştık. Sanki Beluçlara yönelik baskı sadece dini yönetimin bir ürünüymüş ve ona özgü bir durummuş gibi davranıyorlar. Onların eşitsiz ekonomik sistem, hiyerarşik patriyarkal iktidar ve etnik asimilasyonla bir sorunları yok. Bunun yerine, her şeyi İslam Cumhuriyeti’nin rolüyle sınırlandırıp soyutluyorlar ve tüm ekonomik, sosyal, kültürel ve çevresel sorunları merkezi dini hükümetin sonucu olarak görüyorlar. Bunu da Beluçların uzun süreli dışlanmasını tarihsizleştirerek ve bunun yerine süregelen dışlayıcı politikaları sadece dış politika ve ekonomik yolsuzluğa bağlayarak yapıyorlar.

Bu nedenle, yukarıda bahsi geçen güçler, “Sınır ötesi işçiliğe [ed.n. sınır hattında yük taşıyan işçiler] hayır, akaryakıt kaçakçılığına hayır, özgürlük ve eşitliğe evet” gibi sloganları kendilerine mal ederek anlamlarını ortadan kaldırıyorlar. Beluç halkının her iki rejim altında da dini, siyasi, dilsel ve etnik hakları için onlarca yıldır sürdürdüğü özgürlük mücadelesini görmezden gelmekteler. Tüm bunlarla birlikte, Belucistan’ın bir kısmı Monarşi sistemine karşı olduğunu açıkça beyan etmişken, Belucistan meseleleri üzerine çalışan uzmanların hiçbirinin Beluç halkının monarşiyi hoş karşılamadığından bahsetmemesi şaşırtıcı değildir. Bizim açımızdan bu tür politikaların anlamı; özgürlük kültürünü kontrol etmek ve silmekten, sömürgecilik karşıtı anıları ve ezilmişliğimizin tarihini silmekten başka bir şey değildir. 

Ancak dediğimiz gibi Beluç halkı sadece Şah’ın gericiliğine hayır demekle kalmadı, aynı zamanda Mollaların gericiliğini de hedef aldı. Tarihteki en kadın düşmanı hükümetlerden biri olan İslami rejim, protestocuları susturmak amacıyla dikkatleri aldatıcı bir şekilde “Beluci kadınlara yönelik baskıya” odakladı. Beluç muhalifleri ortadan kaldırmak için kadın sorunlarını bir araç olarak hedef alan iktidar rejimi, kendi çıkarları için bu kadınları mağdur etmektedir. Devlet böyle bir hedefe ulaşmak için toplumda toksik ve kirli bir atmosfer yaratarak Beluç kadınların tüm faaliyet ve söylemlerinin karalanmasını ve güvensizlikle karşılanmasını sağlamaktadır. Sonuç olarak, Beluç toplumunun kendisi, halkın kimliğine ve mücadelelerine zarar verme bahanesiyle kadınların her türlü özgürleştirici eylemini marjinalleştirmektedir.

İslami rejim, Abdülhamid İsmailzahi’yi (Zahidan’daki Makki Camii imamı) susturmak istiyor. Buna rağmen, son haftalarda Abdülhamid’in sözleri sadece gurbetteki merkezci muhaliflerin, merkez ve çevre bölgelerdeki orta sınıfın bir kısmının dikkatini çekmekle kalmadı, aynı zamanda yoksul ve boyun eğdirilmiş Beluç halkının bir kısmının da dikkatini çekti.

Abdülhamid İsmailzahi’ye yönelik eleştirilerimizi daha önceki metinlerimizde dile getirmiş ve toplumun sosyal ve siyasi bağlamını göz önünde bulundurarak açık nedenlerimizi ifade etmiştik. Bu siyasi akımı eleştiren bir grup kadın olarak görüşlerimizi açıkça ifade etmeye çalıştık ve bölgenin totaliter ve baskıcı otoriter devletine alternatif olarak Makki siyasi akımının tehlikesini işaret ettik. Bize göre hiç kimse ve hiçbir kurum kutsal değildir ve otorite kurumlarını sorgulamak ve hesap sormak özgürleştirici bir siyasettir. Ancak, en küçük grup ve çevrelerin istihbarat servisleri ve güvenlik kurumları tarafından tehdit edildiği ve baskı altına alındığı bir toplumda, Makki’nin örgütlü kurum ve araçlarının kitlesel kızgınlıktan faydalanabileceği ve durumu kendi lehine çevirebileceği gerçeğini inkâr edemeyiz.

Ancak İslam Cumhuriyeti’ni eskisinden daha fazla korkutan şey Abdülhamid ve çok sayıda destekçisi değil, Zahidan’ın adalet arayan cuma günlerinde marjinalleştirilmiş insanların sürekli varlığıdır. Yakın zamanda öldürülen ve tutuklananların çoğu toplumun en alt ekonomik katmanlarından. Çoğu yerinden edilmiş, terk edilmiş ve örgütsüz gençlerden oluşuyor ve camiyi, kapıları kendilerine açık olan tek toplanma ve adalet arama yeri olarak görüyorlar. Aynı zamanda sokakları ortak bir eylem alanı olarak geri kazanmış ve birbirlerini bulmuş durumdalar. Egemen düzene karşı çeşitli direniş biçimleri üreterek hem olağan gündelik hayatı hem de egemen sınıfın onlara bakışını rahatsız ettiler. Tutuklananların çoğunun nüfus cüzdanı yok ve ülkeden sınırdışı edilme riskiyle karşı karşıyalar. Onlar ki hayatta zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri olmayan insanlar. Şimdi böyle bir ortamda İslam Cumhuriyeti, kadın aktivistleri -toplumsal cinsiyet, dini ve etnik baskıların kesiştiği noktada yaşayan kadın aktivistleri- hedef almak istiyor. Onları protestocuların karşısına yerleştirmek ve en hassas dini duyguları manipüle ederek bir taşla iki kuş vurmak istiyor: kadınları ortadan kaldırmak ve protestocuları bastırmak. Bu senaryonun sonucunda, bir yandan kadınlar evlerine çekilmek zorunda kalacak, diğer yandan da gençlerin ve marjinalleştirilmiş insanların bir kısmı, önceki yıllarda olduğu gibi ya kendi toplumları ya da rejim tarafından inanılmaz bir hızla bastırılacaktır. Son birkaç ayın misilleme infazları da aynı amaçla ve marjinalleştirilmişlerin ve işçilerin en madun katmanlarını sindirmek için gerçekleştiriliyor.

Koalisyoncuların Beluç halkının mücadelesini boğduğu ve istismar ettiği bir dönemde bu gerici güçlere karşı mücadele etmek karmaşık ve zor bir görev. Yine de Beluç halkı mücadelesini farklı düzlemlerde sürdürüyor. Şeyh ve Şah’ın tepkilerinin kendileri için baskı, azgelişmişlik, polis devleti ve yoksulluk ve sefaletin normalleştirilmesi şeklindeki temsil edilmeyen ve sessiz tarihini hatırlattığını gösteriyorlar. Gerici güçlere karşı direnmek ve onları itibarsızlaştırmak; tarihsel anlatıları yeniden düşünmek ve gözden geçirmek, anıları geri kazanmak ve kendimizi mücadele alanında konumlandırmak dışında mümkün görünmüyor.