Ukrayna sorunu ve devrimci Marksist tutum

Rusya’nın işgaliyle birlikte tüm vahametiyle dünya kamuoyunun gündemine oturan Ukrayna sorunu, dünya politikasında ve ağırlıklı olarak sol kesimlerde yeniden bir turnusol işlevi görmeye başladı. Her ne kadar yüzyıllardan beri ezilmeye ve sömürülmeye tabi olan bir halk söz konusuysa da, diplomasinin ağır topları ve ekranların bilgiç yorumcuları kadar,  kendilerini solun kanaat önderleri olarak kabul eden sözde uzmanlar ve yarı Marksistler de sorunu karşılıklı “hangisi haklı?” yarışmasına indirgemekte beis görmüyorlar. Tabii araya sıkıştırılan Kiev metrosu ve barışsever protesto görüntüleri eşliğinde.

Bir kısım liberal ve pasifist yorumcu, ekranlara yansıtılan Rus füzeleri ve tanklarının neden olduğu tahribat ve ölüm görüntülerinin eşliğinde, savaşın nedenini Putin’in deliliğe yaklaşan otokratlığına ve yayılmacı emellerine bağlıyor. Biden’ın önderliğindeki Batı/NATO ittifakının açıkladığı ekonomik ve diplomatik yaptırımların da gerçekte bir işgal olan bu tek taraflı savaşı durdurmaya yeterli olmayacağını söylüyorlar. Pek de haksız olmayan bu tespitler gene de yüzeysel açıklamalar olmanın ötesine geçmiyor. Bu iddiaların sahipleri Batı emperyalizminin Ukrayna emekçi halkını sürükledikleri savunmasız durumun neden kaçınılmaz bir savaş ortamı yarattığını elbette açıklamaktan kaçınıyorlar.

Ukrayna işgalini Putin’in çılgınlığına değil de zekası ve öngörüsüne bağlayanlar ise, Rusya’nın emperyalist NATO tarafından çevrelenme girişimine haklı bir tepki gösterdiğini düşünüyorlar. Rusya’daki oligarşik rejimin yayılmacı hedeflerini ikincil bir sorun olarak gören bu “sol” kesim, “baş düşman” teorisinden hareketle Rusya’nın ABD emperyalizmi karşısında “kendisini savunmasının” haklı bir girişim olduğunu iddia ediyor. Asıl meselenin Rusya’nın NATO’nun kendisini tehdit etmesine karşı bir askerî barajla emperyalizmin bu tehdidine dur demesi olduğuna ve Putin’in “emperyalist çakallara diz çöktürmesi” savlarına kadar varan bu tespitlerin savunucuları da gene liberallerin körlüğüne benzer biçimde, ama bu kez tersinden, Rusya oligarşisinin ve rejiminin sınıf karakterine gözlerini kapatıyorlar. Onlar için de Marksist sınıf tahlillerinden ziyade burjuva devletlerin diplomatik ve askerî stratejileri belirleyici oluyor.

Devrimci Marksist yaklaşım

Devletlerin ve uluslararası ittifakların karakteri elbette önemli. Bu karakterizasyondan hareketle de enternasyonalist Marksistler ülkeler arasındaki çatışmalarda aldıkları/almaları gereken tutumlara ve izlenmesi gereken politikalara ilişkin pek çok örnekler vermişler ve deneyimler edinmişlerdir.

Bunların başında emperyalist ülkeler arasındaki savaşlar geliyor. Emperyalist çağın en önemli uluslararası çatışmasında, I. Dünya Savaşı sırasında, başta Lenin, Troçki ve Rosa Lüksemburg olmak üzere enternasyonalist devrimci önderler, kendi ülkelerinin burjuva hükümetlerini destekleyen sosyal demokrat partilerin bu şoven tutumundan koparak, cephelere sürülen asker üniforması giydirilmiş işçileri ve köylüleri silahlarını kendi generallerine ve hükümetlerine çevirmeye çağırmışlardı. Ve asıl politika, emperyalist savaşı emperyalist ülkelerin içinde iç savaşa ve sosyalist devrime dönüştürmek doğrultusundaydı. 1917’deki büyük Rus Devrimi’ni hazırlayan da bu politika olmuştu.

Montrö Antlaşması’nın nasıl uygulanması gerektiği konusunda kafası karışık Türk hükümeti şu anda Ukrayna’da süren çatışmaların bir savaş olup olmadığı konusunu inceleye dursun, her iki tarafça da (Rusya ve Ukrayna) ilan edilmemiş bir savaş hali yaşanmakta; tek farkla ki, çatışmalar Rus birliklerinin herhangi bir uyarıya gerek duymadan Ukrayna topraklarına girmesiyle başladı. Açık bir işgal harekatı söz konusu. Daha açık söyleyelim: Karşı karşıya olduğumuz durum, emperyalist bir ülkenin (Rusya) yarı sömürge bir ülkeyi (Ukrayna) işgalidir. Bu noktada, devrimci enternasyonalistlerin tutumu, rejiminden bağımsız olarak yarı sömürge/bağımlı ülkeyi emperyalist saldırganlık karşısında desteklemektir. Bu ilkeden ayrılanlar Marksist literatürde açıkça karşıdevrimci olarak tanımlanır.

Buna karşı Rusya’nın emperyalist değil, kendisinin de yarı sömürge/bağımlı bir ülke olduğu tezi ileri sürülebilir. Ama bu da alınacak tutumu değiştirmez. Enternasyonalist devrimciler yarı sömürge/bağımlı ülkeler arasındaki çatışmalarda her zaman saldırganın karşısında konumlanırlar. Ukrayna’da saldırgan olan da, ister emperyalist ister yarı sömürge olarak kabul edilsin, Rusya’dır.

ABD/AB/NATO faktörü

Ukrayna halkının kendi kaderini tayin hakkını elde edebilmek için her türlü boyunduruğa karşı verdiği mücadeleleri göz ardı edebilmek için bu ülke üzerinden emperyalistler arasındaki bir savaşın sürmekte olduğunu iddia edenler ise, Ukrayna hükümetinin Batı yanlısı olduğu gerçeğinden hareketle Ukrayna’da gerçekte bir NATO-Rusya çatışmasının yaşandığını söylüyorlar. Oysa Ukrayna topraklarında ne NATO birlikleri veya üsleri var ne de ABD başkanı Biden Ukrayna topraklarında Rusya ile bir sıcak savaşa gireceklerini iddia ediyor. Tam tersine, Batılı emperyalist hükümetler Rusya’ya karşı ekonomik yaptırımlarla yetineceklerini duyuruyorlar ve Ukrayna devlet başkanı Zelenski, üzerinde asker üniforması ve yüzünde hüzünlü bir ifadeyle çektiği video kayıtlarında Batı’nın kendilerini yalnız bırakmış olduğundan şikayet ediyor. 

Bir an için Batı emperyalizminin bu savaşta Ukrayna ordusunu kullanmakta olduğunu ve emperyalist savaşı onun aracılığıyla başlattığını veya böyle bir savaşa maruz kaldığını düşünelim. Devasa bir güce sahip olan Rus birlikleri karşısında neredeyse sadece etten bir duvar örmekle yetinmek zorunda kalan Ukrayna silahlı kuvvetlerinin kaçınılmaz yenilgisine Batılı emperyalist ülkelerin nasıl izin vereceklerini düşünebiliriz? Hangi emperyalist güç, tüm askerî imkanlarını kullanmadan yenilgiyi kabullenebilir? 

Dahası var: Ukrayna işgalini bir emperyalist savaş olarak ilan eden sözde Marksistler, neden tarafların askerlerine, silahlarını kendi hükümetlerine çevirmeleri çağırısında bulunmuyorlar? Rus birliklerine karşı ve bizzat Rusya’nın içinde bu ajitasyon elbette gerekli, ama ülkelerini emperyalist işgale karşı savunmaya çağırılan Ukrayna askerlerini kendi hükümetlerine karşı ayaklanmaya çağırmak şu an mümkün ya da doğru mu? Bunu, bizzat Ukrayna ordusunu darbeye davet eden Putin zaten yapıyor. Ukrayna askerini kendi hükümetini devirmeye çağırmak, ancak burjuva hükümetin ve Ukrayna silahlı kuvvetlerinin emperyalist işgalciyle işbirliğine girmesi noktasında mümkün ve gereklidir. Ukrayna’daki devrimci ajitasyonun ana sloganı, ülkenin bağımsızlığının ve egemenliğinin ancak bir işçi-emekçi hükümeti altında gerçekten korunabileceğidir. Batılı emperyalistlerden medet uman Zelenski hükümetini ya Rus işgalciler ya da kendi kaderini tayin etmek isteyen Ukrayna emekçi halkı devirecektir.

Ukrayna’nın bağımsızlığı

Ukrayna’nın egemenliğinin Rusya tarafından tahrip edilmesini, “antiemperyalist” Putin’in ABD/AB/NATO emperyalizmine indirdiği darbe olarak gören ve böylece büyük Rus şovenizminin sözcülüğünü üstlenen oportünistler, her yerde olduğu gibi Ukrayna halkının kendi kaderini belirleme mücadelesinde de ABD emperyalizminin niyetlerini ön plana çıkararak bir halkın iradesi ve bağımsızlığı karşısında konumlanıyorlar.

Ukraynalıların gerçekte Rus olduğunu iddia eden, Lenin’i Ukrayna’ya kendi kaderini tayin hakkı tanımakla suçlayan, tıpkı Stalin gibi Ukrayna’yı Büyük Rusya’nın ekonomik ve idari bir birimi olarak gören, başkanı Yahudi kökenli Ukrayna hükümetini Nazi olmakla suçlayan Putin’in bu görüşlerini belki Slavofiller kabullenebilirler; ama kendine Marksist diyenlerce sırf “anti ABD” tezlerini savunabilmek için gerçeklerin sumen altı edilmesi, işte bu kabul edilemez. Böylelerinin enternasyonalist devrimci kampta yerleri yoktur.

Ukrayna halkı, önce Rus Çarlığı, UKKTH’nin tanındığı kısa bir Leninist-Troçkist aradan sonra ise Stalinist bürokrasi ve şimdi de Rus emperyalizmi ve yayılmacılığı tarafından ezilen ve sömürülen bir halktır. Bütün bu baskılar karşısında bölünmüş, bağımsızlığını kendisini çevreleyen büyük güçler arasındaki dengelerde aramıştır. Karşımızda, Ekim Devrimi’nin ilk yıllarında Çarlığı yıkan Rus devrimine ve Bolşevik partiye umut bağlamış, ama partinin ve Sovyet devletinin Stalinizm kaynaklı milliyetçi yozlaşmasıyla baskılar artınca Hitler Almanyası’na doğru itilmiş, bu nedenle Stalin tarafından ağır biçimde cezalandırılmış, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla zahiri bir bağımsızlık elde etmesine rağmen Rus oligarkları tarafından yönetilmiş ve sömürülmüş, bir ayaklanmayla iktidarı devirdikten sonra da kendi kaderini ancak Batı ile işbirliği içinde tayin edebileceği umuduna kapılmış bir halk var.

Son gelinen noktada, eğer üzerindeki büyük Rusya şovenizminin baskıları olmasaydı, Ukrayna halkının Batı emperyalizminden bir beklentisi olabilir miydi? Rusyalı ve Ukraynalı komünist partiler Ukrayna’nın tam bağımsızlığını ve egemenliğini tanıdıklarını ve bunun ancak bu ülkelerde kurulacak işçi-emekçi hükümetleri aracılığıyla gerçekleşebileceğini savunsalardı, Ukraynalı emekçiler emperyalizm yerine Rus proletaryası ile ittifakı yeğlemezler miydi? ABD emperyalizmine bu tip bağımlı ülkelerde alan açan da işte tam bu devrimci önderlik boşluğudur. Kendini Marksist olarak tanımlayanlar, Zelenski’yi yüzde 70’i aşan bir oy oranıyla iktidara taşıyan Ukrayna halkını Batı yanlısı olmakla suçlamak yerine, önce o halkın kendi kaderini tayin hakkının savunuculuğunu üstlenmelidirler.

Son söz: Ukrayna’da, Ukraynalıların bağımsızlığını destekler görünen ABD emperyalizmi ile “antiemperyalist” Rusya arasında bir savaş gören ve yarattıkları bu ideolojik kirli bulut altında Ukrayna’nın kendi kaderini tayin hakkını savunmaktan kaçınanlar, bu bakış açılarını Irak ve Suriye’ye taşıdıklarında Kürt halkı karşısında nasıl bir oportünist cephede yer alacaklarını düşünmeliler; zira Ukrayna’daki pozisyonlarının Kürdistan’daki mantıksal sonuçlarını tahmin etmek güç olmayacaktır.