Komünist Enternasyonal ve Kızıl Sendikalar Enternasyonali üzerine tezler

Komintern’in Üçüncü Kongresi’nde 12 Temmuz 1921’de kabul edilen tezleri okuyucularımız ile paylaşıyoruz. Tezlerin ilgili bölümleri sendikal örgütlenmede bir patlamanın yaşandığı dönemde kaleme alınmıştır. Dolayısıyla tezlerin, işçi sınıfının sendikal bir atılım yaptığı dönemde hazırlandığı unutulmamalıdır. Tezlerde, başarısızlıkla sonuçlanan kızıl sendikalar kısmı ele alınmamıştır. 

***

I

Burjuvazi, işçi sınıfını yalnızca açık bir biçimde zor kullanarak değil, aynı zamanda kurnazca aldatmacalarla da esaret altında tutar. Okul, kilise, parlamento, sanat, edebiyat, günlük basın, tüm bunlar burjuvazinin elinde, işçi kitlelerini aldatmanın ve burjuva düşünceleri proletarya içerisinde yaymanın güçlü birer aracı haline gelirler. 

Egemen sınıfların işçi kitlelerine aşılamakta başarılı olduğu fikirlerden biri de, sendikal tarafsızlıktır; sendikaların siyaset dışı örgütler oldukları ve hiçbir parti bağlantılarının olmaması gerektiği fikridir. 

Son birkaç on yıl boyunca ve özellikle, emperyalist savaşın sona ermesinden bu yana, Avrupa’daki ve Amerika’daki sendikalar proletarya örgütlerinin en büyükleri durumuna geldiler, bazı ülkelerde işçi sınıfının tümünü kucakladılar. Burjuvazi, kapitalist sistemin yakın geleceğinin, sendikaların kendilerini burjuva etkilerden ne dereceye kadar kurtarabildiklerine bağlı olduğunun farkındadır. Bu nedenle, uluslararası burjuvazi ve onun sosyal demokrat çanak yalayıcıları, burjuva sosyal demokrat ideolojinin sendikalar üzerindeki nüfuzunu ne pahasına olursa olsun sürdürebilmek için çılgınca çaba harcamaktadırlar. 

Burjuvazi, açık bir şekilde işçi sendikalarını burjuva partilerini desteklemeye çağıramaz. Ama onlara hiçbir partiyi desteklememe çağrısı yapar; bununla kastettiği sendikaların komünist partiyi desteklememesi gerektiğidir.

Sendikaların tarafsız ve apolitik olması gerektiği fikrinin uzun bir tarihi geçmişi vardır. İngiltere, Almanya, Amerika ve öteki ülkelerin sendikaları, onlarca yıldır, bu fikre inanmaktadırlar.

Papazların iplerini ellerinde tuttukları Hıristiyan sendikaları, burjuva Hirsch-Duncker sendikalarının liderleri, saygıdeğer ve barışsever İngiliz sendikaları, Almanya’nın bağımsız sendikalarının üyeleri ve sendikalizmin birçok temsilcisi; bunların tümü, bu fikri kabul eder duruma gelmişlerdir. Legien, Gompers, Jouhaux ve benzerleri, yıllardır tarafsızlığı vaaz etmektedirler. 

Gerçekte sendikalar, hiçbir zaman tarafsız olmamışlardır ve isteseler de hiçbir zaman olamazlardı. Sendikal tarafsızlık, sadece işçi sınıfına zarar vermez; aynı zamanda, bu tarafsızlığın sürdürülebilmesinin olanağı da yoktur. Sermaye ile emek arasındaki mücadelede, hiçbir kitlesel işçi örgütü tarafsız kalamaz. Sendikalar, burjuva partileriyle ve proletarya partileriyle olan ilişkilerinde tarafsız kalamazlar. Burjuvazinin liderleri bunu gayet iyi bilmektedirler. Ancak, nasıl ki kitlelerin ölümden sonraki hayata inanmaları burjuvazi için temel önemdeyse, aynı kitlelerin, sendikaların apolitik örgütler olabileceklerine ve bu sendikaların, işçi sınıfının komünist partisiyle ilişkilerinde tarafsız olabileceklerine inanmaları da o derece gerekli bir şeydir. Egemenliğini sürdürmek ve işçileri ezerek artı değer elde etmek için, burjuvaziye, yalnızca papazlar, polisler, generaller ve polis ajanlar yetmez; o aynı zamanda, işçi sendikalarında tarafsızlığı ve siyasal mücadeleye katılmaktan kaçınmayı vaaz edecek sendika bürokratı ve “işçi önderlerine” de ihtiyaç duymaktadır. 

Avrupa ve Amerika’nın ileri işçileri, tarafsızlık fikrinin içyüzünü, daha henüz, emperyalist savaş patlak vermeden önce anlamaya başlamışlardı, Bu fikrin hilesi, sınıf çelişkileri derinleştikçe daha da belirgin hale geldi. Emperyalist katliam başladığında, eski sendika liderleri tarafsızlık maskelerini bir kenara bırakmak ve “kendi” burjuvazilerinin tarafında açıkça yerlerini almak zorunda kalmışlardır. 

Yıllarca sendikaların apolitik olduğunu vaaz etmiş olan sosyal demokratlar ve sendikalistler, emperyalist savaş sırasında, kendi örgütlerini burjuva partilerin canice politikalarının hizmetine sundular; daha dün sendikaların “tarafsızlığından” bahsedenler, şimdi belirli siyasi partilerin, ama işçi sınıfı partilerinin değil, burjuva partilerin gizlisi saklısı kalmamış ajanları haline geldiler. 

Şimdi artık, emperyalist savaş bitti ve aynı sosyal demokratlar ve sendikalist sendika liderleri bir kez daha sendikaların tarafsızlığı maskesi ardına gizlenmeye yelteniyorlar. Savaşın neden olduğu olağanüstü durumun sona erdiği şu günlerde, burjuvazinin bu ajanları kendilerini yeni duruma uyarlıyorlar; işçileri devrimin yolundan ayırıp, salt burjuvazinin çıkarına uyan bir yola saptırmaya çalışıyorlar. 

Ekonomi ve siyaset, kopmaz bağlarla birbirine bağlıdır. Bu bağlantı, bugünkü gibi dönemlerde özellikle sıkıdır. Siyasal yaşamın tüm önemli sorunları, yalnızca işçilerin partisini değil, aynı zamanda proleter sendikaları da ilgilendirmelidir; ve benzer şekilde, tüm önemli ekonomik sorunlar da hem sendikaları hem de işçilerin partisini ilgilendirmelidir. Emperyalist Fransız hükümeti, Ruhr havzasını işgal etmek ve Almanya’yı ezip parçalamak üzere belirli yaş gruplarını askere çağırdığında, Fransız proleter ve sendikal hareketi, bunun, sendikaları ilgilendirmeyen salt politik bir sorun olduğunu söyleyebilir mi? Devrimci bir Fransız sendikacısı, bu sorun karşısında tarafsız kalabilir mi? Ya da, başka bir örneği ele alalım: Eğer İngiltere’de, günümüzdeki kömür madencileri grevi gibi, yalnızca ekonomik bir hareket gelişirse, komünist parti, bunun yalnızca sendikal bir sorun olduğunu, kendisini ilgilendirmediğini söyleyebilir mi? Milyonlarca işsizin açlığa ve yoksulluğa karşı mücadelesinin gündemde olduğu; proletaryanın konut yetersizliğini hafifletmek için burjuvazinin evlerine el koyulması sorununun ortaya konulmasının gerektiği; proletaryanın silahlandırılması sorununun, giderek daha geniş işçi kitlelerinin gündemine, kendi pratik yaşamları sayesinde girdiği; işçilerin birbiri ardına pek çok ülkede fabrika ve sanayi tesisleri işgallerini örgütlediği böylesi bir zamanda; sendikaların siyasal mücadeleye müdahale etmemeleri ve tüm partilerle ilişkilerinde tarafsız kalmaları gerektiğini söylemek, pratikte burjuvaziye hizmet etmek demektir. 

Avrupa ve Amerika’daki siyasi partilerin tümü, kullandıkları çok çeşitli isimlere karşın, genel olarak, üç gruba ayrılabilir: 1.) burjuvazinin partileri; 2.) küçük burjuvazinin partileri (başlıcaları sosyal demokratlardır) ve 3.) proletaryanın partisi. Kendilerinin apolitik ve sözü edilen üç grup partiyle ilişkilerinde tarafsız olduğunu ilan eden sendikalar, gerçekte küçük burjuva ve burjuva partilerini desteklemektedirler. 

II

Amsterdam Uluslararası Sendikalar Federasyonu (USF), İkinci Enternasyonal’in ve İkibuçukuncu Entemasyonal’in içinde buluştukları ve el ele verdikleri bir örgüttür. Tüm uluslararası burjuvazi, bu örgüte umut ve güvenle bakmaktadır. USF’nin temel prensibi sendikaların tarafsızlığıdır. Burjuvazinin ve onun uşaklarının, sosyal demokratlar ve sağ kanat sendikalistlerin, Batı Avrupa ve Amerika’nın geniş işçi kitlelerini “sendikaların tarafsızlığı” sloganı altında toplamaya can atmaları rastlantı değildir. Politik olan İkinci Entemasyonal’in açıkça burjuvazinin saflarına geçmiş ve tamamıyla çökmüş olduğu bir anda, kendi gerçek renklerini bir kez daha tarafsızlık maskesi altında gizlemeye çalışan USF, belirli bir başarı elde etmektedir. USF, tarafsızlık bayrağı altında, burjuvazinin en rezil ve zorlu görevlerini yerine getirmektedir: İngiltere’de maden işçilerinin grevinin boğulması (bu görev, hem İkinci Entemasyonal’in başkanı hem de aynı zamanda USF’nin en tanınmış liderlerinden birisi olan, meşhur J.H. Thomas tarafından bizzat tamamlandı), işçi ücretlerinin düşürülmesi, Alman emperyalist burjuvazisinin günahlarını ödemek üzere Alman işçilerinin organize biçimde yağmalanması…


İşçi liderleri – Leipart, Grassman, Albert Thomas, Jouhaux, J.H. Thomas,Wissell, Bauer ve Robert Schmidt – aralarında bir iş bölümü yapmakta karar kılmışlardı: Bunların arasında daha önce sendika liderliği yapmış olan bazıları şimdi bakan, komiser vb. olarak burjuva hükümetlerin hizmetine girmiş bulunurken, bunlarla aynı hamurdan yoğrulmuş olan diğerleri USF’nin başını çekmekte ve kendi sendikalarında örgütlü işçilere siyasi mücadelede tarafsızlığı öğütlemektedir. 

USF, şu anda uluslararası sermayenin başlıca dayanağıdır. Sendikaların apolitikliği ve tarafsızlığı yönündeki düzmece fikirle savaşmanın zorunluluğu kavranmadan, kapitalizmin bu kalesine karşı başarılı bir biçimde mücadele yürütülemez. Uluslararası Amsterdam sarı sendikasına karşı en etkin mücadele yöntemlerinin geliştirilmesi için, en başta, tek tek her ülkede parti ve sendikalar arasındaki ilişkilerin açık ve net bir şekilde tanımlanması gerekmektedir. 

III 

Komünist parti, proletaryanın öncüsü, proletaryanın kapitalist boyunduruktan nasıl kurtulacağını kavramış ve bu nedenle komünist programı bilinçli olarak kabul eden kesimidir. 

Sendikalar, verili sanayi dalındaki tüm işçileri, sadece bilinçli komünist işçileri değil, aynı zamanda günlük yaşamlarının derslerinden öğrendikçe komünizme yavaş yavaş yaklaşan proletaryanın orta ve hatta en geri tabakasını da kapsamayı hedefleyen proleter kitle örgütleridir. Proletaryanın iktidarın zapt edilmesi mücadelesini önceleyen dönemde, bizzat bu mücadele döneminde ve iktidarın ele geçirilmesinden sonraki dönemde, sendikaların rolü, birçok bakımdan çeşitlilik göstermektedir. Ancak sendikalar her zaman için daha büyük kitlelere ulaşan, partiden daha geniş ve evrensel örgütlerdir; partiyle karşılaştırıldığında, bir dereceye kadar merkeze nazaran çevre rolünü oynarlar…. Mücadelenin her üç safhasında da sendikalar, proleter mücadelenin tüm aşamalardaki önderi olan proletaryanın öncüsünü, komünist partiyi desteklemelidirler. Bu hedefe ulaşmak için komünistler ve komünistlere sempati duyan unsurlar, sendikalar içinde komünist hücreler örgütlemelidirler; bu hücreler her bakımdan bir bütün olarak komünist partiye bağlı olacaktır…. Komünistler, kurtuluşun eski sendikaları terk ederek ve örgütsüz kalarak değil, ancak sendikaları devrimcileştirerek, reformizm ruhundan ve kalleş reformist önderlerden kurtararak ve sendikaları devrimci proletaryanın gerçek dayanağı haline dönüştürerek sağlanabileceğini proleterlere açıklamalıdırlar. 

IV 

Önümüzdeki dönemde komünistlerin başlıca görevi, tüm sendikalarda işçilerin çoğunluğunu kazanmak için, sendikalardaki mevcut gerici ruh halinin cesaretlerini kırmasına izin vermemek için, tüm karşı koymalara rağmen günlük mücadelelere en aktif katılımla sendikaları komünizme kazanmak için, ısrarla, inatla ve enerjik olarak çalışmaktır. 

Her komünist partinin gücünün en iyi ölçütü, sendikalardaki işçi kitleler üzerinde gerçekten gösterdiği etkidir. Parti, sendikalarda, onları dar kafalı bir denetime tâbi tutmaksızın belirleyici bir etki sağlamayı öğrenmelidir. Parti otoritesine bağlı olan aslında sendika değil sendika hücresidir. Parti, ancak hücrelerin sendikalar içindeki sabırlı, adanmış ve zekice çalışmaları aracılığıyla, bir bütün olarak sendikaların kolayca ve memnuniyetle parti tavsiyelerini izlediği bir durumu oluşturabilir.

Fransa’da sendikalar, şu sıralarda, sağlıklı bir mayalanma döneminden geçiyorlar. İşçi sınıfı, kendi saflarındaki krizin ardından giderek gücünü yeniden toplamaya başlıyor ve bundan böyle, sosyal reformistlerin ve sendikalistlerin ihanetini mahkum etmeyi öğreniyor. 

Fransa’daki bazı devrimci sendikalistler, politik mücadele ve proleter siyasal parti fikrine karşı hala önyargılılar. Onlar hala I906’da ünlü Amiens Şartı’nda açıklanmış haliyle tarafsızlık ilkesine sıkı sıkıya bağlıdırlar. Devrimci sendikalistlerin bir kanadı tarafından alman bu hatalı ve zaaflı tutum, hareket için potansiyel bir tehlikedir. Eğer bu kanat, sendikalarda çoğunluğu kazanırsa, nasıl hareket edeceğini bilemeyecek ve sermayenin ajanlarına, Jouhoux’lara, Dumoulins’lere, vb. karşı aciz kalacaktır. 

Devrimci sendikalistler, komünist partinin kendisi tutarlı bir politika geliştirinceye dek, kararlı bir çizgiden yoksun kalacaklardır. Fransız Komünist Partisi, devrimci sendikalistlerin politik olarak en ileri düzeyde olanlarıyla dostane bir işbirliğinin yollarını aramalıdır. Bununla beraber, partinin, iki ya da üç üyesinin bulunduğu her yerde komünist hücreler oluşturarak öncelikle kendi üyelerine dayanması esastır. Parti, tarafsızlık kavrayışına karşı acil bir ajitasyon kampanyası başlatmalıdır. O, dostça ama tavizsiz bir tutumla, devrimci sendikalizmin hatalı yönlerini anlatmalıdır. Fransız sendikal hareketini devrimcileştirebilecek ve partiyle hareket arasında sıkı bir işbirliği kurabilecek yegane yaklaşım budur. 

İtalya’daki durumun bazı özgül yönleri bulunmaktadır. Sendikaların tabandaki üyeleri devrimcidir, ne var ki İşçi Konfederasyonu’nun (Confederazione del Lavaro) liderliği, USF’ye sempati duyan su katılmamış reformistlerin ve merkezcilerin elindedir. Bu nedenle, İtalyan komünistlerinin birinci görevi, sendika liderlerinin ihanetlerini ve kararsızlıklarım sistemli ve sabırlı bir biçimde teşhir etmek için, sendikalarda günlük talepler etrafında sıkı bir mücadele örgütlemek ve bu yolla sendikaları onların kontrollerinden çekip kurtarmaktır. 

İtalyan komünistleri devrimci sendikalistlere karşı Fransız komünistlerinin uyguladığı tutumu sergilemelidirler. 

İspanya’da sendikal hareket görünüşte son derece devrimcidir, fakat açıkça tanımlanmış hiçbir hedefe sahip değildir. Komünist parti, genç ve görece zayıftır. Komünistler, sendikalarda sağlam bir tabanı güvenceye almak için mümkün olan her şeyi yapmalıdırlar. Bunun için, sendikalara aktif destek vermeli, önerilerde bulunmalı, onların içinde güçlü bir ajitasyon kampanyası yürütmeli ve mücadeleyi koordine etmenin ilk adımı olarak parti ve sendikalar arasında sıkı bağlar kurmalıdırlar.

İngiliz sendikal hareketi içinde önemli gelişmeler yaşanıyor. Sendikalar, hızla devrimci bir yönelim kazanıyorlar. Kitle hareketi gelişiyor ve eski sendika liderleri hareketten dışlanıyor. Parti, kendisini en büyük sendikalara (madencilerin sendikası, vb.) sağlam bir biçimde yerleştirmek için elinden gelen her şeyi yapmalıdır. Parti üyeleri sendikalarında aktif olmalı, komünist etkiyi yaymak için durup dinlenmeden çalışmalıdırlar. Kitlelerle daha yakın ilişkiler kurmak için her türlü çaba gösterilmelidir. 

Daha yavaş da olsa, aynı devrimci süreç Amerika’da, da yaşanmaktadır. Komünistler hiçbir koşulda gerici İşçi Federasyonu’nun saflarını terk etmemelidirler. Aksine, onları devrimcileştirme amacıyla eski sendikalarda sağlam bir yer tutmaya çalışmalıdırlar. Komünistlerin, partiye en fazla sempati duyan DSİB (Dünya Sanayi İşçileri Birliği – IWW) üyeleriyle çalışmaları yaşamsal önemdedir; ancak bu, DSİB’in siyasal tutumlarının tartışılmasını engellemez. 

Japonya’da geniş bir sendikal hareket kendiliğinden bir biçimde gelişmektedir, ama şimdiye kadar net bir önderlik ortaya çıkmış değildir. Japon komünistleri bu hareketi desteklemeli ve onun üstünde Marksist bir etki yaratmak için gayret sarf etmelidirler. 

Çekoslovakya’da, partimiz işçi sınıfının çoğunluğunun desteğine sahiptir, ancak sendikal hareket hala büyük ölçüde sosyal yurtseverlerin elindedir; üstelik, etnik çizgilerle bölünmüştür. Bu, bizden kaynaklanan kararsız politikaların ve kötü örgütlenmenin sonucudur. Parti, durumu iyileştirmek için çok büyük bir çaba sarf etmeli ve sendikal hareketin önderliğini kazanmalıdır. Sendikalarda hücrelerin oluşturulması ve her milliyetten komünistler için merkezi bir sendika organının oluşturulması, kesinlikle gereklidir. Ayrıca, politik olarak bölünmüş çeşitli sendikaları birleştirmek için her türlü çaba gösterilmelidir. 

Avusturya ve Belçika’da sosyal yurtseverler, binbir marifetle sendikalar içerisinde sıkı bir etki yaratmayı başarmışlardır. Bu iki ülkede mücadelenin cereyan ettiği temel alan sendikal harekettir ve bu nedenle komünistler, tüm dikkatlerini söz konusu çalışma alanına yöneltmelidirler. 

Norveç’te parti, işçilerin çoğunluğunun desteğini almış durumdadır; şimdi, sendikalardaki konumunu sağlamlaştırmalı ve merkezci unsurları sendika önderliğinden defetmelidir. 

İsveç’te parti, yalnızca reformizmle değil, ayrıca sosyalist hareket içindeki küçük burjuva akımlarla da mücadele etmek zorundadır. 

Almanya’da, parti, sendikaların desteğini adım adım elde etme bakımından doğru yoldadır. Sendikalardan çekilmeyi savunanlara asla taviz verilmemelidir. Bu, sosyal yurtseverlerin ekmeğine yağ sürmek olacaktır. Komünistleri sendikalardan dışlamaya yönelik tüm çabalara inatçı bir biçimde direnilmeli ve örgütlü işçilerin çoğunluğunu kazanmak için her türlü çaba sarf edilmelidir. 

Bu değerlendirmeler, bir yanda Komünist Enternasyonal, diğer yanda ise Kızıl Sendikalar Enternasyonali (KSE) arasında kurulması gereken ilişkileri belirlemektedir. 

Komünist Enternasyonal’in görevi, yalnızca kelimenin dar anlamıyla proletaryanın siyasi mücadelesini yönlendirmek değil, hangi biçime bürünürse bürünsün, bütünsel kurtuluş mücadelesini yönetmektir. Komünist Enternasyonal, çeşitli ülkelerdeki komünist partilerin merkez komitelerinin aritmetik toplamından ibaret olamaz. O, ister salt siyasi örgüt olsun, isterse sendika, kooperatif, sovyet, kültürel örgüt vb. gibi örgütler olsun, tüm proleter örgütlerin çalışmalarına ve mücadelelerine esin kaynağı olmalı, onları yüreklendirmeli ve birleştirmelidir. 

KSE, sarı Amsterdam Enternasyonali’nin aksine, hiçbir koşulda apolitik ya da tarafsız bir tutum takınamaz. İkinci, “İkibuçukuncu” ve Üçüncü Enternasyonallerle olan ilişkilerinde tarafsız olmayı isteyen herhangi bir örgüt, kaçınılmaz olarak burjuvazinin elinde bir kukla haline gelecektir. Aşağıda ana hatları verilen, Komünist Enternasyonal’in Üçüncü Dünya Kongresi’nin KSE’nin Birinci Kongresi’ne sunacağı Kızıl Sendikalar Enternasyonal Konseyi için eylem programı, pratikte yalnızca komünist partiler ve Komünist Enternasyonal tarafından savunulacaktır. Sadece bu nedenle bile, kızıl sendikalar eğer her ülkede, sendikal hareketi gerçekten devrimcileştireceklerse, sendikalara düşen devrimci görevleri dürüstçe ve kararlı bir biçimde yerine getirmek istiyorlarsa, söz konusu ülkenin komünist partisiyle el ele, yakın ilişki içinde çalışmak durumunda olacaktır ve Kızıl Sendikalar Enternasyonal Konseyi de, tüm çalışmasını Komünist Enternasyonal’in çalışmasıyla uyumlu hale getirmek zorunda kalacaktır. 

Fransa, İspanya, İtalya ve diğer bazı ülkelerdeki kimi dürüst devrimci sendikalistlerin, tarafsızlığa, “bağımsızlığa”, apolitikliğe ve partisizliğe karşı gösterdiği itibar, nesnel olarak, burjuva ideolojisine verilen bir ödünden başka bir şey değildir. Burjuvazinin tüm bağımsızlık ve tarafsızlık düşüncelerini kesinkes reddetmedikçe, kızıl sendikalar sarı Amsterdam Enternasyonali’ni bozguna uğratmayı veya kapitalizmi yıkmayı başaramayacaklardır. 

Güçlerden tasarruf edilmesi ve vurucu gücün toparlanması için ideal durum, siyasi partilerin, yanı sıra işçi sınıfı örgütlerinin diğer tüm biçimlerini de kucaklayan tek bir proletarya enternasyonalidir; ve bu şüphesiz geleceğin örgütüdür. Ancak şimdiki geçiş döneminde, farklı ülkelerdeki sendikal örgütlerin çok çeşitli oluşu nedeniyle, bir bütün olarak Komünist Enternasyonal platformu üzerinde duran, üye kabulünde Komünist Enternasyonal’e göre daha büyük bir serbestliğe sahip bağımsız bir uluslararası kızıl sendikalar birliğini yaratmak gereklidir. 

Komünist Enternasyonal’in Üçüncü Kongresi, bu çizgiler doğrultusunda örgütlenen Kızıl Sendikalar Enternasyonal Konseyi’ni tüm kalbiyle destekleme sözü verir. Komünist Enternasyonal ve KSE arasında daha sıkı ilişkiler kurmak için, Komünist Enternasyonal’in Üçüncü Kongresi şunu önerir: Komünist Enternasyonal ve Kızıl Sendikalar Enternasyonal Konseyi, birbirlerinin platformlarında karşılıklı olarak üç üyeyle daimi olarak temsil edilmelidirler. 

Komünist Enternasyonal’e göre, Kızıl Sendikaların Eylem Programı yaklaşık olarak şöyle olmalıdır:

[Söz konusu Eylem Programı’nı okumak için burayı tıklayabilirsiniz.]