Yazar: Jose Castillo
İlk defa İşçilerin Uluslararası Birliği – Dördüncü Enternasyonal’in yayın organı Correspondencia Internacional‘in (Uluslararası Haberleşme) 50. sayısında, Ağustos-Ekim 2022’de yayımlanmıştır.
***
Gıda ve akaryakıt fiyatları yükseliyor. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Avrupa Birliği (AB) ekonomik durgunluğa giriyor. Çin piyasaları cansız. ABD Federal Rezervi ve Avrupa Merkez Bankası tarafından ekonomik uyum programları başlatılıyor. Krizi ağırlaşan kapitalist ekonomiden elde edilen veriler bunlar.
Putin’in Ukrayna’yı işgalinden sonra, ekonomik kriz yeni bir biçim aldı: Stagflasyon. Genellikle karşıt olarak ortaya çıkan iki olgunun bir arada görülmesine verilen isim bu: Durgunluk, iş kayıpları, üretimdeki düşüş ile enflasyon, ücret ve emekli maaşlarını çökerten fiyatlardaki genel artış.
Kapitalist-emperyalist ekonomi, 1960’ların sonlarında ve 1970’lerin başında açığa çıkan uzun süreli kronik krizinden geçmeye devam ediyor. Bu yarım yüzyıl boyunca, her biri kendine özgü özelliklere sahip çok sayıda akut kriz meydana geldi. 2007-2008’de başlayan kriz, ancak 1929’daki Büyük Buhran’la karşılaştırılabilecek bir düzeye gelerek yarım yüzyılın en ciddi krizi halini aldı. O zamandan beri kapitalist-emperyalist ekonomi hiçbir zaman tam anlamıyla toparlanamadı ve burjuva ekonomisti Larry Summers’ın “uzun süreli ekonomik durgunluk” olarak tanımladığı duruma girdi. 2020 pandemisi, yukarıdakilerin hepsinin üzerine eklendi ve gezegendeki tüm ekonomik ve sosyal göstergelerde benzeri görülmemiş bir düşüşe neden olan çok sert bir darbe oldu. Kapitalizm, kendi “normalliğinin” bazı asgari tonlarını (her zaman bu üst üste bindirilmiş krizler çerçevesinde) yeniden kazanmaya başladığı sıralarda ise, Putin’in Ukrayna’ya karşı başlattığı savaş emperyalist kapitalizmin işleyişine yeni bir darbe vurdu.
Çin’in güçlü ekonomik büyümesinin bazı ülkelerin tarımsal hammaddeleri veya yakıtları yüksek fiyatlara satarak krizin en kötü etkilerinden kurtulmasına izin verdiği 2008-2009 döneminin aksine, bu kez Asya devi bile etkilerden kurtulamadı. Nisan ve Haziran arasında Çin yalnızca %0,4 oranında büyüdü ve bu da gazeteci Peter Goodman’ın “dünya ekonomisinin akciğerlerini kaybettiğini” ifade etmesine neden oldu (New York Times, 17 Temmuz 2022). Çin, son aylardaki salgınlar dahil olmak üzere pandemi tedbirleri konusunda en katı ülkelerden biri olduğu için aldığı kapanma önlemlerinin sonuçlarıyla cebelleşiyor. Fakat aynı zamanda, dünya ekonomisinin bir parçası olarak, genelleşmiş krizden kaçamıyor.
Yeni normal: Enflasyon
Son 40 yılda benzeri görülmemiş bir şekilde, ABD ve Avrupa Birliği, buralarda başlayıp tüm bağımlı ve yarı sömürge ülkeleri farklı şekillerde etkileyerek gezegenin her tarafına yayılan enflasyonist bir olguya öncülük ediyor. ABD’de yıllık enflasyon %9,1’e yükseldi. Öte yandan Avrupa Birliği’nde ortalama enflasyonun %8,6 olduğu tahmin edilirken, Rusya doğalgaz arzını keserse durumun daha da kötüye gidebileceği uyarısında bulunuluyor. Aynı zamanda iki ana emperyalist ekonomik bölgede de durgunluk aşamasına girileceği yönünde öngörüler var.
Bu enflasyonist yükselişin kökenindeki unsurlardan biri şüphesiz savaştır. Fiyatları belirleyen şey, bir yandan petrol ve doğalgazdaki, diğer yandan da bazı gıda hammaddelerindeki artış. Bunların ilk ikisi doğrudan Rusya’ya ve gıda ile ilgili olanlar da dünyanın önde gelen tedarikçilerinden biri olan Ukrayna’ya bağlı. Ancak pandeminin şiddetlendirdiği krizin yaygın bir şekilde kontrol edilememesi ve uluslararası şirketlerin yüksek kârlarını sürdürmek için yaptıkları spekülasyonlar sonucunda enflasyon 2021’de halihazırda yükseliyordu.
Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği bu seviyede fiyat artışlarına alışkın değil. 1980’lerden bu yana, devalüasyonlar ve büyük para birimleri arasında kur hareketliliği görülmesine rağmen, fiyatlarda yaygın bir artış yaşamadılar. Gıda ve akaryakıt başta olmak üzere mevcut fiyat artışları, ücret ve emekli maaşlarının alım gücünde şiddetli bir düşüşe sebep olmakta ve bu durum işçileri sarsıcı bir şekilde etkilemektedir.
Ancak bunlar, kapitalist-emperyalist ekonominin bu yarım asırlık kronik krizinde ilk defa yaşanmıyor. 1970’lerde, Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) tarafından o dönemde kararlaştırılan petrol fiyatlarındaki artıştan sonra da bu durumu yaşamıştık. Şimdi de olduğu gibi enflasyon, ekonomik durgunlukla birleşmişti ve “stagflasyon” kelimesi sözlüklere girmişti. O dönemde ekonomiyi istikrara kavuşturma girişiminin Ronald Reagan ve Margaret Thatcher’ın programları aracılığıyla sermayenin emeğe karşı gerçek bir karşıdevriminin başlatılmasıyla nasıl ortaya konduğunu hatırlayalım. Buna ek olarak emperyalist ülkelerin, ABD ve Avrupa ülkelerinin merkez bankalarında bulunan paraların referans faiz oranlarında güçlü artışlar yaparak yarı sömürge ve bağımlı ülkelerdeki tüm spekülatif sermayeyi “emme” girişimi de eklenmişti. Spekülatif sermaye hızla emperyalist ülkelere yöneldi, dünyanın geri kalanını finansmansız bıraktı ve 1982’deki dış borç krizine neden oldu. Sözde borç krizleri işte o zaman doğdu. Bu ülkelere spekülatif olarak ödünç verilen milyarlarca doların geri ödenmesi talep edildi. Böylece IMF tarafından izlenen uyum planları başladı. Astronomik yükselişleriyle dünya çapında enflasyonun başlamasını tetikleyen petrol fiyatları nihayet çöktü, ama aynı zamanda yarı sömürge ülkelerin sattığı hammaddelerin fiyatları da aynı düşüşten nasibini alarak bu ülkelerdeki krizi derinleştirdi. Emperyalist ülkeler de kendi açılarından krizden çıkamadılar, yalnızca merkez ülkelerin borsalarına odaklanan ve birkaç yıl sonra patlayan yeni spekülatif baloncuklar yarattılar (1987’de ABD ve 1989’da Japonya).
Faiz artırımları ve uyum politikaları
Stagflasyon olgusunun yeniden ortaya çıkması, benzer durumların gelişmesine kapı aralıyor. Yakıt ve gıda fiyatlarında görülen artış, çoğu pandemi ile başlayan güçlü durgunluktan bile çıkmamış olan ekonomilerde enflasyonu körüklüyor.
Emperyalist hükümetler, referans faiz oranlarındaki artışlar yaparak enflasyonla “mücadele” etmeye başlıyorlar. Esas amaçları ekonomiyi soğutmak, kredileri daha pahalı hale getirmek ve fiyatları düşürmek. Ancak bu daha da büyük bir durgunluğa sebep olacak. Bu durumu da bugün dolaşımda olan sermayenin gelirleriyle ya da sırayla şiddetli uyum programları uygulamak zorunda kalan yarı sömürge ve bağımlı ülkelerin borçlarıyla telafi etmeyi umuyorlar.
Bugün Amerika Birleşik Devletleri referans faiz oranını artırırken, Avrupa Merkez Bankası hala aynı yönde ilerleyip ilerlemeyeceği konusunda tereddütte. Bunun esas sebebiyse Avro bölgesinin birçok farklı ülkeyi kapsaması ve faiz artırımının Yunanistan ve diğer güney Avrupa ülkelerini tekrar borç krizine sokma ihtimali. Bu arada spekülatif sermaye, Avrupa Birliği’nden ABD’ye yöneliyor ve halihazırda dolar ile başa baş giden Avro’nun keskin bir devalüasyona uğramasına sebep oluyor (yılın başında 1 € = 1.13 ABD Doları idi). Bütün bunlar Avrupa Birliği’nde enflasyonu ve ekonomik durgunluğu daha da körüklüyor.
Emperyalist politikalar, enflasyonist olgunun ortaya çıkmasıyla her zamankinden daha fazla krizin bedelini işçi sınıfına ve dünya halkına ödetmekte. Hükümetler açıkça, çekingen uyum planları ile enflasyonu azaltmak için kumar oynuyorlar. İşçi sınıfı ve ezilen sektörler, tıpkı daha önce yaptıkları gibi bir kez daha, bu planlarla ve hükümetleriyle hesaplaşmak için meydanlara çıkacaklar.
Putin’in Ukrayna’yı işgali, işgal üzerine ABD ve Avrupa’nın ekonomik yaptırımlarıyla ortaya çıkan siyasi kriz ve doğalgaz sevkiyatlarını kısıtlayan Rus karşı hamlesi benzeri görülmedik bir enerji krizine yol açtı. Doğalgaz söz konusu olduğunda mesele, Avrupa’nın arzının kapatılması üzerine. Avrupa’nın doğalgazının önemli bir kısmı doğrudan Rusya’dan, Kuzey Akım doğalgaz boru hattı üzerinden geliyor. Sıvılaştırılmış doğalgaz taşıyan tankerlerin kullanımını zorunlu kılan herhangi bir alternatif, sonsuz derecede daha pahalıya gelecektir. Bu durum doğalgaz fiyatlarında çok yüksek bir artışa neden oluyor.
Petrol fiyatları ise on yıllardır oldukça değişken ve büyük tekellerin manevralarına ve OPEC’in politikalarına tamamen bağımlı bir halde. Böylece, Suudi Arabistan’dan Aramco, ABD şirketleri Chevron ve Exxon Mobil, Rus Rofnet ve Lukoil, İngiliz Royal Dutch Shell, Fransız Total, Çin merkezli Sinopec ve ayrıca İran, Kuveyt ve Abu Dabi’nin ulusal petrol şirketleri, üretimi ham petrol fiyatlarında yapay artışlara neden olacak şekilde sınırlandırarak sürekli spekülasyon yapıyor. Rusya gibi büyük bir oyuncunun piyasadan çıkışı fiyatlarda güçlü bir yükselişe neden oldu. Rus ambargosu mevcut rezervlerle dengelenebilir, ancak bu, yüksek kârlarını en yüksek fiyatlar sayesinde sürdüren çokuluslu şirketlerin çıkarlarına aykırı olacaktır.
Enerji krizi: Doğalgaz ve petrol
Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği bu krizden farklı şekillerde etkileniyor. Her ikisi de enflasyonun sonuçlarına maruz kalsa da Yankilerin kendi üretimlerine başvurma olasılıkları var. Bunu becerebilirlerse sorunları fiyatların nasıl düşürüleceği olur. Avrupa Birliği ise gelecek kış için ihtiyaç duyduğu doğalgazı elde edememe riski altında. Başta Almanya, İtalya ve Avusturya olmak üzere bazı ülkeler hayati bir şekilde Rus gazına bağımlı durumda. Kriz öyle bir boyuta ulaştı ki, Fransız hükümeti elektrik devi EDF’nin kamulaştırılmasını çoktan ilan etti. Yüksek borçlu bu özel grup mevcut krize herhangi bir yatırımla karşılık veremiyordu. Almanya ise, kömürle çalışan santrallerini yeniden açıyor ve önceki yıllardaki “ekolojik” politikasına tamamen aykırı olarak nükleer santrallerin yeniden açılması ihtimalini dışlamıyor.
Biden hükümetinin politikası benzin fiyatlarını iki şekilde düşürmeyi hedefliyor. Biden, bir yandan Suudi Arabistan’ı üretimini artırmaya ikna etmeye çalışıyor; öte yandan da, enflasyonu düşürmek için yapılan faiz oranlarındaki artışın neden olduğu durgunluğun, yerel talebi azaltacağına ve böylece benzin fiyatını geçici olarak düşüreceğine inanıyor. Biden, ilk yol için Suudi Arabistan’a ziyarette bulundu ve seçim kampanyasında o hükümetin zulümleri hakkında ettiği lafları halının altına süpürdü. Yankilerin emperyalist politikalarına klasik bir örnek. Suudi hükümeti Yanki’nin çıkarları uğruna kârını azaltmaya pek istekli olmadığı için yalnızca vaatler alabildi ve Amerikan durgunluğu yoluyla benzin fiyatlarında düşüşe neden olması hedeflenen diğer yöntemdeyse, çok geçici başarılar elde etti, Haziran ayının son iki haftasında fiyatlar biraz düştü. Ancak bu yöntem sürdürülemez. Bunun maliyeti, yalnızca ABD’yi değil, Avrupa Birliği’ni ve akabinde dünyanın geri kalanını kapsayan çok güçlü bir küresel durgunluk olur. Böyle bir durumun gelişme ihtimali var, ancak bu durumda petrol fiyatındaki olası düşüşün pek bir önemi kalmayacaktır. Kısacası, bugün yüksek yakıt fiyatlarının krizin tezahürlerinden biri olması yarınki olası fiyat düşüşlerinin krizin sonu demek olduğu anlamına gelmez. Fiyatların oynaklığı her zaman, çokuluslu şirketlerin ve hükümetlerin çıkarlarına uygun olarak, işçiler ve ezilen halklar için kötü haber anlamına gelir.