Partimizin Ukrayna tutumunun teorik ve politik kökenleri

Savaş karşısında üç tarz-ı siyaset: Sosyal demokrasi, pasifizm, komünizm

Söz konusu olan savaş sorunu olduğunda, sol içinde farklılaşan üç tutumdan bahsedebiliriz: Sosyal demokrat tutum, pasifist tutum ve komünist tutum. Elbette savaşlara dönük sol tutum, tarihsel örnekler üzerinden daha fazla çeşitlendirilebilir. Ancak burada bu tutumların altında sıralanabilecekleri en genel kümeleri işlemeye çalışacağız.

Sosyal demokrat tutum, savaşlarda kendi bağımlı/yarısömürge ulus devletinin veya kendi emperyalist devletinin çıkarlarını savunan tutumdur; bu tutumun işçi sınıfı saflarında yol açtığı yıkım, özellikle 1914’te patlak veren I. Dünya Savaşı sırasında Bulgar ve Rus partileri dışındaki II. Enternasyonal partilerinin aldıkları pozisyonun sonuçlarıyla deneyimlendi. Sosyal demokrat pozisyon savaş sırasında, birbirlerine silah doğrultan ve üzerlerine asker üniforması geçirilmiş olan farklı ülkelerden işçilerin, kendi genelkurmaylarına karşı birliğini savunmaz; aksine işçi sınıfının kendi burjuvazilerinin, kapitalist dünya veya bölge pazarında kanlı bir şekilde muhafaza edip derinleştirmeye çalıştığı çıkarlarının savunucusu olması gerektiğini söyler.

Bu hain tutuma genellikle birtakım mazeretler eşlik eder. Örneğin I. Dünya Savaşı sırasında Fransız sosyal demokrasisi, Almanya’ya karşı kendi ülkesinin egemen sınıflarının daimi ordusunun savunulması gerektiğini iddia ederken, bu tutumunun mazereti olarak Fransa’da bir “cumhuriyet” rejimi ile mirasının ve Almanya’da bir monarşinin bulunduğunu söylüyordu. Dolayısıyla Fransız burjuvazisi, siyasal üstyapıda daha “ilerici” bir biçime sahip olduğu için, monarşist Alman burjuvazisine karşı desteklenmeliydi.

Ancak bu mazeretin bir benzeri Alman sosyal demokrasisi tarafından da kullanılmıştır. Alman sosyal demokrasisi de, I. Dünya Savaşı sırasında kendi ülkelerinin Avrupa gericiliğinin kalesi olan Rus Çarlığı ile savaşmasından dolayı, Alman militarizminin desteklenmesi gerektiği kanaatindeydi. Bu noktada Alman sosyal demokrasisinin kullandığı iki argüman vardı: Almanya’da bir monarşi bulunsa da, en azından genel oy hakkı vardı ve aynı zamanda ilkokul eğitimi zorunluydu…

Sol içi pasifist tutum, özellikle Fransız sosyal demokrat Jean Jaurès’nin I. Dünya Savaşı’ndaki siyasi çizgisiyle temsil edilmektedir. Bu tutum haklı veya haksız, devrimci veya karşıdevrimci olduğuna bakmaksızın, bütün savaşlara ve şiddet biçimlerine karşıdır.

Sol pasifizm Fransız emperyalizminin ordusunun sömürgelerde imza attığı katliamlara karşı tavır alır ancak Yeni Kaledonya’da Fransız birliklerini vuran gerillalara da muhalefet eder. Pasifizm, Türk devletinin Kürt halkına yönelik savaşına karşı çıkar ancak aynı zamanda, Kürt halkının kendisini zor araçlarıyla savunmasına da karşı çıkar.

Dolayısıyla pasifizmin temel sorunu, savaşların taraflarını, bu taraflar politik ve askerî olarak mutlak biçimde eşitlermiş gibi değerlendirmesidir; ezen ile ezilenin, devrimci olan ile olmayanın şiddetini ve savaşını birbirlerine eşitler. Bu akım savaşlara, dünya devriminin diyalektiğinden yaklaşmaz; bir savaş sırasında yenilecek olan bir tarafın dünya devriminin ilerleyişinde niteliksel bir sıçrama (ABD-Vietnam savaşında yaşandığı üzere) anlamına gelip gelmeyeceğini göz ardı eder. Bunun temel nedeni şiddet ile savaş kavramlarına ve olgularına, herhangi bir sınıfsal karakter taşımıyormuş gibi yaklaşmasıdır. Halbuki bu yanlıştır, zira şiddet de savaş da sınıfsal olgulardır.

Savaşlar ve komünist tutum

Savaşlara dönük komünist tutum, savaşların karakterine göre değişir. Savaşların karakterini ise savaşan ülkelerin sınıfsal ve politik nitelikleri ile bu ülkelerin küresel kapitalist hiyerarşideki konumları belirler. Kısa bir liste üzerinden, savaşan ülkelerin sosyal karakterlerinin komünist tutumu nasıl belirlediğini inceleyelim.

i.) Emperyalist — Emperyalist

İki emperyalist ülke arasındaki savaş durumunda komünist tutum, Lenin’in I. Dünya Savaşı’nda ve Troçki’nin de birtakım katkılar ve geliştirmelerle birlikte II. Dünya Savaşı’nda savunduğu üzere, devrimci bozgunculuktur; yani savaşan ülkelerin askerleri ile işçilerinin, kendi ülkelerinin yenilgileri için çalışmasıdır.

ii.) Emperyalist — Yarısömürge/bağımlı

Emperyalist bir ülkenin yarısömürge/bağımlı bir ülkeye saldırması veya onu işgal etmesi durumunda, ulusal kurtuluş hareketlerinin askerî cephesinde yer alınmasını ve emperyalist saldırganın yenilmesini savunuruz. Bu, saldırı altında olan ülkenin rejiminin, hükümetinin veya önderliğinin siyasal olarak desteklenmesi gerektiği anlamına gelmez. Politik eylem birliği değil, askerî eylem birliği söz konusudur. ABD-Vietnam, Fransa-Mali, Fransa-Cezayir savaşları bu tip durumlara örnektir.

iii.) Yarısömürge/bağımlı — Emperyalist

Yarısömürge/bağımlı bir ülkenin emperyalist bir ülkeye saldırması durumunda, yarısömürge/bağımlı ülkenin rejimine veya önderliğine herhangi bir siyasal destek sunmadan ve yoksul halka bu rejime veya önderliğe asla güvenmeme çağrısı yaparak, emperyalist ülkenin yenilgisini savunuruz. Arjantin ile İngiltere arasında Malvinas adaları için yapılan savaş bu duruma bir örnektir.

iv.) Yarısömürge/bağımlı — Yarısömürge/bağımlı

İki yarısömürge/bağımlı ülke arasındaki savaşta, komünistler, yine herhangi bir tarafın siyasal önderliğine destek açıklamaksızın, genellikle (her zaman değil) saldırgan tarafın askerî yenilgisini savunurlar. Irak-İran savaşı bu duruma bir örnektir. Ancak iki yarısömürge/bağımlı ülkenin savaşması durumunda, saldırganın karşısında olmak mutlak bir tutum değildir. Birtakım savaşlar (Hindistan-Pakistan, Azerbaycan-Ermenistan), daha özgün tutumlar gerektirebilir. Ancak şu kayda geçirilmelidir: İki yarısömürge/bağımlı ülkenin savaşında, iki ülkenin de ekonomik gelişmişlikleri ve askerî güçleri arasında belirgin bir fark mevcut ise ve saldırgan da güçlü olan devlet ise, bu durumda, büyük devletin askerî yenilgisi savunulur.

v.) Emperyalist — Bürokratik işçi devleti

Emperyalist bir ülkenin bir bürokratik işçi devletini işgal denemesinde, emperyalist ülkenin yenilgisini ve bürokratik işçi devletinin askerî zaferini savunuruz; ABD’nin Domuzlar Körfezi çıkartmasıyla Küba’ya saldırması bu duruma bir örnektir.

vi) Büyük bürokratik işçi devleti — Küçük bürokratik işçi devleti

Büyük bir bürokratik işçi devletinin küçük bir bürokratik işçi devletine saldırması veya onu işgal etmesi durumunda, büyük bürokratik işçi devletinin askerî yenilgisini ve bütün işçi devletlerinin bir sovyet sosyalist cumhuriyetleri federasyonu altında, ulusal sınırların kaldırılarak birleşmesini savunuruz. Çin-Vietnam, Vietnam-Kamboçya, SSCB-Macaristan, SSCB-Çekya bu tip durumlara birer örnektir.

vii.) Büyük bürokratik işçi devleti — Küçük kapitalist ülke

Yine bu durum da birtakım özgün tutumları gerektirebilir; ancak bürokrasinin küçük bir kapitalist devleti işgalinin sebebi, işçi devletindeki mülkiyet ilişkilerini o kapitalist ülkeye yaymak değil, tam aksine o ülkenin kaynaklarını ve işçilerini sömürüye tabi tutmak olacağı için ve dahası sosyalist mülkiyet ilişkilerinin, işçi devletlerinin askerî operasyonlarıyla değil ama her ülkenin işçi sınıfının kendi seferberlikleriyle tesis edilmesi gerektiği için, burada da saldırgan bürokrasinin askerî yenilgisi için çalışırız. Bu duruma tarihsel bir örnek SSCB-Afganistan savaşıdır.

viii.) Büyük bürokratik işçi devleti — Emperyalist devlet

İşçi devletlerindeki Stalinist bürokrasi, kongrelerinde resmen “emperyalizmle barış içinde bir arada yaşam” şeklindeki gerici öğretiyi benimsediği ve uyguladığı için, elimizde bu duruma dair somut bir örnek yok. II. Dünya Savaşı’nda Alman emperyalizminin saldırısına uğrayan SSCB’nin, kendisini savunmak için ilerleyerek Doğu Almanya’yı da ele geçirmesi, bu duruma uygun bir örnek sayılamaz; zira bu örnekte saldırgan işçi devleti değil, faşist Almanya’ydı. Ancak Troçki’nin 1930’larda kaleme aldığı yazılarda, onun, Almanya’daki Nazizm tehlikesine karşı Kızıl Ordu’nun erken bir önleyici saldırı için seferber edilmesini savunduğunu görebiliriz. Dolayısıyla büyük bürokratik işçi devletlerinin bir emperyalist devlete dönük saldırganlığında, saldırıya uğrayan emperyalist devletin askerî yenilgisi için çalışırız.

Yukarıdaki liste uzatılabilir ve başka çeşitli ülke kombinasyonlarının, savaş karşısındaki komünist tutumun ne olmasını gerektireceği tartışılabilir. Biz, Bolşevik-Leninist metodolojimizin anlaşılması için bu listenin şimdilik yeterli olduğunu düşünerek, Ukrayna-Rusya savaşında alınması gereken komünist tutum sorununa geri dönelim.

Ukrayna-Rusya savaşının karakteri ve komünistlerin tutumu

Ukrayna-Rusya savaşında doğru tutum alabilmek, bu ülkelerin sınıfsal-politik karakterleri ile küresel kapitalist hiyerarşideki konumlarının doğru bir tahliline bağlıdır. Öncelikle bu iki ülke de kapitalist karakterli devletlere sahiplerdir; dolayısıyla burada iki burjuva devlet arasındaki bir savaştan söz ediyoruz. Ukrayna, hiç şüphe yok ki, emperyalist bir ülke değil ve yarısömürge/bağımlı bir konumda (Moldova’yla beraber Avrupa’nın en yoksul ülkesi). Yine hiç şüphe yok ki, Ukrayna saldıran değil, saldırıya uğrayan taraf.

Rusya ise kapitalist bir ülke olarak, kimilerince emperyalist, kimilerince de yarısömürge/bağımlı olarak kategorize ediliyor. Ancak yukarıdaki listeye göz attığımızda, Rusya’nın bu iki ülke türünden hangisine ait olduğunun, Ukrayna-Rusya savaşında alınacak devrimci tutum konusunda belirleyici olmadığını görüyoruz.

Yukarıdaki listeye göre Ukrayna-Rusya savaşı, ikinci veya dördüncü maddelerde özetlenen durumlara bir örnek teşkil ediyor. Bu maddelerde tarif edilen savaş durumlarında komünistlerin nasıl tutum aldığını özetlemiştik: Yarısömürge/bağımlı ülkenin ulusal kurtuluşunun ve emperyalist olanın veya saldırgan büyük kapitalist devletin askerî yenilgisinin tarafında. Bu sırada elbette, saldırıya uğrayan yarısömürge/bağımlı ülkenin siyasal rejimine, hükümetine ve önderliğine (bu durumda Zelenski’ye) hiçbir destek verilemez. Dış müdahaleden veya işgalden kurtuluş için işgalcilere karşı savaşan halka, kendi yabancı sınıf önderliklerinin askerî ve siyasal önderliklerine asla güvenmemeleri gerektiği sürekli olarak hatırlatılmalıdır.

Lenin’in tutumu

Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişiminin başlamasıyla birlikte, Ukrayna’nın Rusya’ya karşı askerî olarak savunulması gerektiğini öne süren devrimci sola karşı oportünist ve sekter sektörlerden bir kampanya başlatıldı. Bu sektörlerin argümanlarını aşağıda daha detaylı bir şekilde incelemeye çalışacağız. Bu başlık altında ise, Bolşevik-Leninist tutumun Lenin’deki kaynaklarını kısaca aktaracağız.

Devrimci solun Ukrayna pozisyonuna saldıran oportünist sektörlerin başlıca argümanı şu: Emperyalizm çağındaki bütün savaşlar, şu veya bu özellikleriyle, aslında vekalet savaşlarıdır; büyük veya küçük, güçlü veya zayıf olsunlar, ülkeler arasındaki (Rusya ve Ukrayna gibi) veya ülkeler içindeki (Suriye iç savaşı gibi) savaşlarda emperyalist ülkelerin kimilerinin pozisyonlar alması, bu savaşlardaki ulusal tarafların, aslında kendi saflarında duran emperyalist devletlerin dolaysız ve organik bir uzantısı olarak savaştıklarının göstergesidir. Dolayısıyla emperyalizm çağında saf ulusal savaşlar mümkün değildir; birbirleriyle savaşan devletler emperyalist olmayabilir, ancak bu devletler zaten çeşitli emperyalist güçlerin vekilleri olarak savaşmaktadırlar.

Devrimci solun Ukrayna pozisyonuna saldıran sekter sektörlerin başlıca argümanı ise şu: Lenin’in emperyalistler arası ilk paylaşım savaşında savunduğu devrimci bozgunculuk çizgisi, emperyalist olmayan savaşlarda da (mesela emperyalist veya yayılmacı bir ülkenin yarı sömürge bir ülkeyi işgalinde de) uygulanmalıdır. Dolayısıyla Ukrayna işgalindeki doğru tutum, yalnızca Rusya’nın değil, Ukrayna’nın da yenilgisi için çalışmaktır.

Bu iki argümanın da ataları olan çeşitli sapmalara karşı Lenin 1916’da Marksizmin bir karikatürü ve emperyalist ekonomizm başlıklı bir broşür kaleme aldı. Alman sosyal demokrat grubu Internationale’nin (1) ve Rus partisinden Kievski’nin (Piatakov) emperyalist çağda ulusal savaşların mümkün olmadığını iddia eden pozisyonlarını topa tutan Lenin, devrimci bozgunculuk taktiğinin yalnızca emperyalistler arası savaşlarda uygulanabileceğini ve bir ezen devletin bir ezilen devlete saldırması durumunda alınması gereken Bolşevik tutumun, saldırganın karşısında ve “anavatan savunmasının” tarafında olacağını ifade etti.

Lenin emperyalist çağda da “ulusal savaşların” verilebileceğini ileri sürerek, bu tip savaşlarda devrimcilerin izlemesi gereken politikayı aşağıdaki gibi özetliyordu:

Gerçekten ulusal bir savaşta ‘anavatan savunması’ lafları aldatmaca değildir ve bu durumda biz bu slogana karşı çıkmayız. (…) Parti kararlarımızın bir yorumu ya da herkesçe anlaşılır bir izahı Lenin ve Zinovyev’in birlikte kaleme aldıkları Sosyalizm ve Savaş broşüründe sunulmuştur. Orada, sayfa 5’te, “sosyalistler ‘anavatan savunması için’ yürütülen savaşları, başka bir deyişle ‘savunma’ savaşları”nı ancak ‘yabancı baskısını defetmesi’ bakımından ‘meşru, ilerici ve haklı savaşlar olarak görmüşlerdir’ denmektedir. Örnek olarak da İran’ın Rusya’ya karşı savaşı ‘ve sair’ gösterilmekte ve şöyle denmektedir: ‘Bu savaşlar ilk kimin saldırdığından bağımsız olarak haklı ve savunma amaçlı savaşlardır; her sosyalist ezilen, bağımlı ve eşit olmayan devletlerin baskıcı, köle sahibi ve yağmacı ‘Büyük’ Devletler karşısında zafer kazanmasını isteyecektir.” (Lenin, Marksizmin bir karikatürü ve emperyalist ekonomizm)

Lenin’in yalnızca ezilen uluslardan değil ancak bir kategori olarak “ezilen, bağımlı ve eşit olmayan devletlerden” de söz ettiğini vurgulayalım. Dolayısıyla Lenin “ulusal bir savaşı”, “anavatan savunmasını” yalnızca devleti olmayan ezilen uluslar için değil, ancak “ezilen, bağımlı ve eşit olmayan devletler” için de meşru görüyordu. Lenin bu pozisyonunu, broşürünün başka bir noktasında daha vurgular:

Eğer bir savaşın ‘özü’ örneğin dış baskının kaldırılmasıysa (…), o zaman bu tür bir savaş ezilen devlet ya da ulus açısından ilericidir.” (Lenin, Marksizmin bir karikatürü ve emperyalist ekonomizm)

Lenin, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etme girişimine karşı izlenmesi gereken Marksist politika konusunda yine öğretici olabilecek bir başka pasajda da şöyle yazıyordu:

“Bir ezilen ulusun kendisini ezen yabancı bir devlete karşı yürüttüğü savaşta ‘anavatan savunması’ aldatmaca değildir. Sosyalistler böyle bir savaşta ‘anavatan savunması’na karşı çıkmazlar. (…) Gerçekte ulusları özgürleştirmek için yürütülen savaşları reddetmekten daha berbat bir Marksizm karikatürü olamaz. (…) Demokrasi için yürütülen bir savaşta ‘anavatan savunması’nı reddetmek, yani böyle bir savaşa katılmayı reddetmek Marksizmle ortak yanı olmayan bir saçmalıktır.” (Lenin, Marksizmin bir karikatürü ve emperyalist ekonomizm)

Lenin broşürünün devamında, savunduğu çizgiyi bizzat Ukrayna’ya uygular ve Ukrayna’da ‘anavatan’ sorununun, yani ulusal savaş sorununun hala çözülmediğini, dolayısıyla sosyalistlerin politikasının, Ukrayna’nın ulusal gelişiminin şartlarının güvence altına alınmasını öngörmesi gerektiğini kaydeder:

“Doğu Avrupa’daysa durum farklıdır. Sözgelimi Ukraynalılar ve Belaruslular söz konusu olduğu kadarıyla, buralarda ulusal hareketin henüz tamamlanmadığını, kitlelerin uyanarak anadillerine ve edebiyatlarına tamamen sahip çıkmaları sürecinin (…) bu ülkelerde hâlâ sürdüğünü ancak Marslı bir hayalperest reddedebilir. Bu bölgelerde ‘anavatan’ tarihsel açıdan henüz hükmünü kaybetmemiştir.” (Lenin, Marksizmin bir karikatürü ve emperyalist ekonomizm)

Metnimizin buraya kadar olan bölümünde, Ukrayna sorunu karşısında ortaya attığımız iki sloganın teorik-politik arka planını ortaya koyduk. Bu sloganlar şunlardı: “Rus ordusu işgalinin yenilgiye uğratılması için!” ve “Ukrayna halkının direnişini destekleyelim!” Rus ordusunun yenilgisini neden savunduğumuzu mevcut savaşın sosyal karakterinden, savaşa taraf olan ülkelerin aralarındaki niteliksel güç farkından, savaşa neden olmuş olan yayılmacı ekonomik ihtiyaçların bölge işçi sınıfını köleleştirmeyi hedeflemesinden yola çıkarak açıkladık. 

Lenin’den alıntılarla Bolşevik politikanın ezilen, bağımlı ve işgale uğrayan devletin askerî zaferinin elde edilmesi lehine tutum aldığını da gördük. Dahası Lenin, ezilen devletin halkının yanında yer alınmamasını, bu halk direnişinin bir parçası olmaya çalışmamayı da “saçmalık” olarak kategorize etti: “(…)anavatan savunması’nı reddetmek, yani böyle bir savaşa katılmayı reddetmek Marksizmle ortak yanı olmayan bir saçmalıktır.”

Ancak Ukrayna’nın Rusya’ya karşı elde edebileceği askerî zaferin, aynı zamanda içeride Ukrayna proletaryasının Ukrayna burjuvazisine karşı elde edebileceği bir politik zafer tarafından takip edilmesini sağlayabilmeliyiz. Bu da bizi, Ukrayna krizinin başlangıcından bu yana kullandığımız üçüncü sloganımıza getiriyor: “Yaşasın Ukrayna halkının kendi kaderini tayin hakkı!”

UKKTH bir demokratik slogan ve görev olarak, bugün Ukrayna sosyalist devriminin yüzleştiği ve yüzleşeceği sorunların düğüm noktasını oluşturuyor. Bu slogan demokratik bir göreve tekabül ediyor olsa da, Ukrayna oligarşisinin ve rejiminin bu demokratik sorumluluğu üstlenebilecek ve hayata geçirebilecek sosyal ve politik kapasitesi bulunmamakta. Sonuç olarak bu demokratik görevin çözümü ve hayata geçirilmesi, doğrudan doğruya Ukrayna proletaryasının siyasal sorumlulukları arasında giriyor. Ancak Ukrayna proletaryasının Ukrayna ulusunun kendi kaderini tayin hakkını elde etmesini ve bunu uygulamaya geçirmesini sağlaması için, ülkeyi hem Rus hem de Batı firmalarına peşkeş çekmiş olan ve bu nedenle siyasal yönetimde onların da çıkarlarını temsil etmek zorunda kalan, dolayısıyla dış politikası yalnızca bir bağımlılık politikası olabilen burjuva rejimden kopuş yönünde bir programı hayata geçirmelidir.

Tam da bu nedenle, Ukrayna’nın KKTH sloganı, aslında politik düzlemde mantıksal olarak, Rus işgalinin yenilgisinin ardından Ukrayna işçi sınıfının Ukrayna burjuvazisine karşı vereceği iç savaşa çağrı yapan biricik slogandır. Lenin bu durumu Piatakov’a olan bir mektubunda şöyle açıklar:

“Uluslar arasında başarıyla örgütlenmiş demokratik ilişkiler olmadan – ve dolayısıyla ayrılma özgürlüğü olmadan – bütün ulusların işçilerinin ve genel olarak emekçi kitlelerinin burjuvaziye karşı iç savaşı imkansızdır.” (Lenin, P. Kievski’ye cevap, Ağustos-Eylül 1916)

Dahası da var: Ukraynalı işçilerin ve halkın Rus şovenizminin ilhak girişimine karşı direnişinin zafere ulaşmasının ismi; yani Rus yayılmacılığına karşı ulusal ve demokratik özgürlüklerin elde edilmesi ve işgalin yenilgiye uğratılması politikasının ismi UKKTH’dir. Lenin bu ikisinin aynı olgu olduğunu büyük bir açıklıkla ifade eder:

“UKKTH bir ulusun tam bağımsızlık kazanma, tam bir ulusal özgürlük elde etme ve ilhaklara karşı çıkma mücadelesiyle aynı şeydir ve sosyalistler hangi biçimde yürütülürse yürütülsün, isterse bir ayaklanmaya ya da savaşa varsın, – sosyalist olmaktan vazgeçmedikleri takdirde – böyle bir mücadeleyi reddedemezler.” (Lenin, Marksizmin bir karikatürü ve emperyalist ekonomizm)

Dolayısıyla sınıflar mücadelesinin acil ve yakıcı ihtiyaçlarının niteliklerini belirlediği iki farklı aşamada, bu slogan iki farklı işlev yüklenmektedir: İlk aşamada bu slogan, Ukrayna halkının genelinin Rus işgalini askerî olarak yenilgiye uğratmasını ve ilhaka son vermesini öngörmektedir. İkinci aşamada ise Ukrayna halkının cephede kazandığını bankalarda kaybetmemesi için, Ukrayna’nın gerçek bir bağımsızlık yoluna girmesini; dolayısıyla da emperyalizme ve yayılmacılığa yönelik bağımlılık ilişkileri geliştiremeden sermaye birikimi yaratamayan Ukrayna burjuvazisini devirmesini öngörmektedir. UKKTH talebinin mücadelenin iki farklı aşamasında iki farklı işlev görmesi aşamacılık değildir; talebin farklılaşan rolleri sınıflar mücadelesinin ihtiyaçları sorunundan doğmaktadır. Bu iki farklı aşamanın görevleri ve hedefleri, tarihsel ve politik olarak birbirlerine zaten içkindirler.

Uluslararası akımımızın ve Türkiye partimizin, Ukrayna işgaline yönelik öne sürdüğü en temel 3 sloganın teorik-politik zemininde işte bunlar yatmaktadır. Bu zemin, görülebileceği üzere tarihsel kaynağını, Ukrayna ve Rusya işçi sınıfı hareketlerinin yaşamsal deneyimlerini eserlerinde kristalize etmiş olan Lenin’den ve Bolşeviklerden almaktadır.

Ukrayna işgalinin karakterini tahrif etmeye dönük mazeretler

Devrimci solun Ukrayna sorununda aldığı tutuma karşı getirilen revizyonist itirazların altında toplandıkları birkaç başlık mevcut. Bunları kısaca özetleyeceğiz ve sonrasında da cevaplamaya çalışacağız.

i.) Rusya, NATO’nun yayılmacılığına ve emperyalist saldırganlığa karşı bir savunma savaşı veriyor, dolayısıyla emperyalizmi Doğu Avrupa’da geriletmeye çalışıyor.

ii.) Ukrayna’yı Naziler yönetiyor; Rus işgali Nazilerin defedilmesini amaçlıyor.

iii.) Ukrayna Donetsk ve Luhansk halklarını eziyor ve onların bağımsız “halk” cumhuriyetlerini tanımıyor; bu bölgenin halklarının özgürleştirilmesi için askerî harekat şart.

Rusya’nın Ukrayna işgali “emperyalizmi” zayıflatır veya geriletir mi? Cevap evet ise, bunun anlamı, çeşitli ülke burjuvazilerinin emperyalizm karşısında ilerici bir rol oynayabilecekleri midir?

Putin önderliğindeki Kremlin’in bugün emperyalizme ve NATO’nun yayılmacılığına karşı bir savaş verdiğini, dolayısıyla da Rusya’nın bir savunma savaşı verdiğini, bu savaşın Rusya’nın zaferiyle sonuçlanması halinde Rusya’nın sınır bölgelerinde, özellikle de Doğu Avrupa’da emperyalizmin zayıflayacağını ve gerileyeceğini ileri sürenler var.

Bu yaklaşım ağızda acı bir tat bırakıyor zira Ukrayna’nın işgali sorununda ileri sürülen bu argümanlar, aslında birtakım oldukça gerici sosyopolitik ön kabullerin neticesinde hayat bulabiliyor. Bu ön kabullerden en vahimi şudur: Yeryüzü üzerindeki çeşitli ulusların burjuvazileri, emperyalizme ve NATO’nun yayılmacılığına karşı savaşarak veya bunlara muhalefet ederek, “emperyalizme” karşı ilerici bir rol üstlenebilirler. 

Bu korkunç yanılgı, mevcut dünya ekonomisinin toplumsal örgütlenme biçimi olarak emperyalizm tanımının çarpıtılmasından kaynaklanmaktadır. Rus kapitalizminin bölgesel yayılmacılığının emperyalizmi “gerilettiği” veya onu “zayıf düşürdüğü” kanaatinde olanlar emperyalizmi, yalnızca bir dış politika sistemi olarak ele almaktadır. Avrupa ülkelerinin, ABD’nin veya başka emperyalist ülkelerin Ukrayna sorunu konusunda, çerçevesini Rusya’nın çizeceği bir mutabakata varmak zorunda kalabilecek olmalarının “antiemperyalist” bir zafer olacağını düşünmeleri bundandır.

Ancak emperyalizm, son derece kısa bir özet yapmamız gerekecek olursa, aslında bir mali sermaye ihracı sistemidir. Emperyalist olmayan ülke burjuvazilerinin gerek sınai gerek mali alanlarda olsun, temel sermaye birikim kanalı, bu mali sermaye ihracının kendisidir. Rusya’nın savaşının amacı tekeller, tröstler ve monopollerle temsil edilen bu mali sermaye ihracı sisteminin ilga edilmesi değildir. Eğer öyle olsaydı, bu ezilen bir ulusun işgal edilmesi değil, devrimci bir savaş olurdu. Zira Rus oligarşisinin kendisi, Stalinist bürokratik aygıtın gözetimi ve denetimi altında, 1970’lerin sonundan başlayarak, bu mali sermaye ihracından faydalanarak palazlanmıştır. Ancak daha da önemlisi, sürekli devrim programımıza can veren şu gerçektir: Lenin’in tanımladığı şekliyle tekelci kapitalizm çağında, emperyalizme karşı ilerici roller üstlenebilecek olan bir burjuvazi yoktur; bu burjuvazinin başına ne gibi sıfatlar getirilirse getirilsin (ulusal, komprador olmayan, vs.), bu sınıf, kendi varlığının ekonomik bir sonucu olan emperyalizmi geriletmeye veya zayıf düşürmeye dönük olarak herhangi bir politika geliştirme kapasitesine sahip değildir. Tekelci kapitalizm çağında gerçekten antiemperyalist olan yalnızca bir sınıf vardır, o da işçi sınıfıdır.

Rusya’nın Ukrayna işgalinin bir “antiemperyalist” savunma savaşı olduğunu iddia eden sol akımlar, emperyalizme karşı ilerici roller üstlenebilecek olan burjuva blokların var olduğu yanılgısını üreterek, Türk ve Kürt işçi sınıflarının kafasını karıştırmak haricinde hiçbir şey yapmamaktadırlar (benzer bir tutum alan Rusya partileri de, elbette Rusya işçi sınıfının kafasını allak bullak etmektedirler). Bu karşıdevrimci tutum, kapitalist üretim ilişkileri altında antiemperyalist bir politika üretme kapasitesine sahip olan biricik sınıf olarak proletaryanın, başta Rus oligarşisi olmak üzere çeşitli ülkelerin burjuvazileriyle ortak bir “antiemperyalist” cephede bir araya gelebileceğini önermektedir. Rus işgaline soldan meşruiyet kazandırmaya çalışan bu aşağılık tutum, aslında Rusya işçi sınıfına şunu demektedir: “Kremlin elitlerinin Londra’da satın aldıkları yargıçların ve lüks emlakların parasının ödenmesi adına aç kalıyor olabilirsiniz. Greve çıktığınızda Çarlığın bayrağını taşıyan bir emniyet teşkilatının polisleri tarafından öldürülesiye dövülüyor ve hapse atılıyor da olabilirsiniz. Anayasaya aykırı bir şekilde ikinci döneminin ardından koltuğunu bırakmayarak bürokratik ayrıcalıklarına sımsıkıya sarılmış olan Putin rejimi her geçen gün demokratik hak ve özgürlüklerinizi daha fazla boğazlıyor da olabilir. Ancak şunu sakın unutmayın ki, zamanında ülkenizin doğal kaynaklarının ve üretim tesislerinin özelleştirme adı altında Batı emperyalizmine peşkeş çekilmesini sağlayarak yağlı komisyonlar biriktirmiş olan oligarşi ile onun temsilcisi olan rejim, bugün aynı Batı emperyalizmine karşı bir savunma savaşı vermekte, dolayısıyla da bu emperyalizmi geriletmeye ve zayıflatmaya çalışmaktadır. Normal şartlar altında sizin sınıf kardeşleriniz olması gereken Ukrayna işçi sınıfı ile emekçi halkı ise, sizin oligarşinizin ve rejiminizin vermekte olduğu bu antiemperyalist savunma savaşının doğasını anlayamamış, ona karşı tavır almış, böylece silme NATO’cu ve Nazi yanlısı bir küme olduğunu ispat etmiştir. Şimdi sizin yapmanız gereken, Ukraynalı emekçilerin kafasına düşen her Kremlin bombasının üzerine ‘Yaşasın Rus burjuvazisi ile proletaryasının antiemperyalist ittifakı!’ sloganını yazmaktır. Sizler, böylesine antiemperyalist kaygıları ve politikaları olan bir egemen sınıf ve rejime sahip olduğunuz için gerçekten de kutsanmışsınız! Bu ulu ittifak, yine bu ittifakın bir parçası olan Ortodoks Kilisesi tarafından da hiç şüphe yok ki bir kere daha kutsanacaktır. Artık midelerinizin gurultusunu, Rus uçaklarının Ukraynalı yoksulların üzerine bıraktığı bombaların antiemperyalist tınılı patlama sesleriyle bastırabilirsiniz.”

Emperyalizmle çıkarları uyuşmayan, dolayısıyla da emperyalizme karşı verilmesi gereken savaşın müttefiklerinden biri olması gereken bir burjuva sınıfın var olduğu iddiası, eski bir Stalinist yalandır. Kremlin 20. yüzyılda bütün Asya ve Latin Amerika partilerine bu yalanı ezberletmişti. Bu hat doğrultusunda Asya ve Latin Amerika’da Kremlin’e bağlı Komünist Partiler, kendi ülkelerindeki varlıklarını keşfetmeye çalıştıkları “komprador olmayan burjuvaziyle” ittifaklar oluşturdular. KP’lerin liberal burjuva partilerle oluşturdukları bu ittifaklar, işçilerin eylem gücünü felçleştirdi, onların seferberliklerinin engellenmesini ve durdurulması sağladı ve böylece sınıflar mücadelesinin düzen içi sınırlarda tutulmasının başlıca araçları haline geldi. II. Dünya Savaşı arifesinde ve sırasında, bu ittifak politikası “faşist olmayan burjuvaziye” doğru genişletildi: ABD Komünist Partisi’nin Demokrat Parti’den Roosevelt’le kurduğu kirli fiili ittifakın teorik temelini, bu aşamacı Menşevik-Stalinist şema oluşturuyordu. 

Rus burjuvazisi emperyalizme veya Nazizme karşı ilerici sonuçlar doğurabilecek bir politika benimseyebilir mi?

Unutmayalım, Fransa ile İngiltere’nin “demokratik” emperyalizmleri, I. Dünya Savaşı’ndan mağlup ayrılan Alman militarizmini cezalandırmak istediklerinde ve Alman militarizmi cezalandırılacağı için, bunun “ilerici” sonuçları olacağı mazeretiyle sosyal demokrasi kendi emperyalist hükümetlerinin “demokratik” politikalarını desteklemeye karar verdiğinde, sonuç Avrupa işçi sınıfının tarihindeki en büyük yıkım ve katliam oldu: Alman Nazizmi. Alman militarizmini cezalandırmak isteyen “demokratik” Fransız ve İngiliz emperyalizmlerinin Versailles Anlaşması, Almanya’da faşizmin iktidara gelişini kolaylaştıran başlıca etkenlerdendi.

Daha yakın tarihten bir örnek verelim: İslamcı aşırılıkçıları ve “terörü” cezalandırmak ve sona erdirmek için Afganistan’ı işgal eden Amerikan emperyalizminin Afganistan’a mirası Taliban iktidarı oldu. Yine Amerikan emperyalizmi, Irak halkını Saddam’dan kurtarmak için Irak’ı işgal etmişti, ancak Saddam’ın bütün genelkurmay ekibi ile Irak Baas’ı, daha sonra IŞİD adını alacak olan karşıdevrimci örgütün kurucuları arasında yer alarak, Irak halkına korkunç bir zulüm uyguladı.

Bu örnekler ile anlatmak istediğimiz şudur: Burjuvazi, kendi sosyal varlığının mantıksal sonuçları olan çeşitli gerici eğilimler, kurumlar ve durumlar karşısında ilerici bir rol üstlenemez. Alman militarizmini emperyalizmin “demokratik” Versailles Anlaşması değil, 1918 Spartakist Devrimi ilga edebilirdi. Taliban’ı ABD emperyalizmi değil, Afgan kadınları, emekçileri ve yoksul halkı yenilgiye uğratabilir. Saddam tipi diktatörlükleri ve İslamcı karşıdevrim örgütlerini emperyalist koalisyonun bombaları değil, Arap ve Kürt işçi sınıflarının birleşik eylemi tarih sahnesinden silebilir.

Benzer bir şekilde Ukrayna Nazizmi ile hesaplaşacak olan da Ukrayna proletaryasıdır. Ukrayna’dan emperyalizmi kovabilecek biricik toplumsal kesim, yine Ukrayna proletaryasıdır. Rusya’nın sözde “denazifikasyon” operasyonunun tek bir sonucu olabilir: Ukrayna Nazilerinin politik etki alanının genişlemesi, dahası Ukrayna Nazilerinin Ukraynalı ezilenlerin gözünde meşru bir siyasal odak halini alması. Rusya’nın sözde “antiemperyalist” savunma savaşının da tek bir sonucu olabilir: Rus saldırganlığı karşısında Doğu Avrupalı işçilerin ve yoksul halkın emperyalizme dönük beslediği hatalı beklentilerin ve burjuva önyargıların derinleşmesi; emperyalizmin bölgede egemenliğini konsolide etmesi için aradığı mazereti kolayca bulması.

“Terör”, “kimyasal silahlar”, “Naziler”, “biyoloji laboratuvarları”: Bu, 21. yüzyılın başlıca işgallerinden önce işgalci tarafların kullandıkları mazeretler listesinin yalnızca kısa bir özetidir. Bolşevik-Leninizm emperyalist veya yayılmacı devletlerin, neden emperyalist veya yayılmacı davranmaları gerektiklerinin mazeretlerinin kuyruğuna takılmaz; işgale uğrayan halkın askerî zaferinin koşullarını hazırlamak için çalışır.

Tam tersine, Rus şovenizminin sömürgeci dış politikası emperyalizmi konsolide ediyor

Emperyalizme karşı savaş, mantıksal olarak, emperyalizmi zayıflatmayı amaçlayan bir savaş olmalıdır. Rusya’nın Ukrayna’yı işgal denemesinin emperyalizmi zayıflattığını düşleyenlerin veya dileyenlerin, ümitsizce bir yalana bağlandıkları açık. 

Rusya’nın Ukrayna’yı işgal denemesi, aksine, emperyalizmin üzerinde konsolide olabileceği küresel bir başlık haline gelmiş ve dahası emperyalizmin, ulusal özgürlükler ve demokrasi konularında (yani emperyalizmin bocaladığı ve gerici bir karakter taşıdığı konularda), küresel işçi sınıfının karşısına bunların koruyucusu ve garantörüymüş gibi çıkmasına zemin sağlamıştır. Rusya’nın karşıdevrimci canice niyetlerini lanetlemeyen her “sosyalist”, emperyalizmin kendisini ulusal demokratik özgürlüklerin savunucusu olarak pazarlamasına imkan veren bu zeminin lehine çalışmaktadır.

Ek olarak, Rus şovenizminin yayılmacılığı, Avrupa ve Amerikan militarizmine ayrılan bütçelerin birkaç kat şişirilmesi için de, emperyalist ülkelerin halklarına karşı mazeret olarak kullanılmakta. Bugün bu ülkelerin emekçilerinin olası bir antimilitarist seferberliğe girişmesinin önüne çıkarılan emniyet supabı, Rus şovenizminin yayılmacı dış politikasıdır.

Rus Çarlığı Ukrayna’yı NATO’yu durdurmak için işgal etmemişti çünkü o sırada NATO yoktu

Rusya’nın Ukrayna işgalini, “Rusya’nın NATO’nun yayılmacılığına karşı kendini savunması” şeklinde okuyanlar ve dolayısıyla da Büyük Rus şovenizminin dış politikasına soldan meşruiyet kazandırmaya çabalayanlar, tatsız bir çelişkinin içine düşüyorlar: Öne sürdükleri argümanlar uyarınca, NATO’nun Doğu Avrupa ülkelerine yönelik yayılmacı siyaseti olmasaydı, dolayısıyla bazı Doğu Avrupa ülkeleri NATO’ya üye olmasaydı, Rusya’nın mevcut Ukrayna politikası zaten gündeme gelmezdi, dahası Rusya’nın işgali bu durumda haksız ve gayrimeşru olurdu. 

Ancak Rusya’nın Ukrayna’ya dönük tarihsel politikası, NATO’nun kuruluşundan çok daha öncelerine, hatta yüzyıllar öncesine dayanmıyor mu? NATO’nun kuruluşundan önce Rus imparatorluğunun, Çarların, Stalinist bürokrasinin Ukrayna politikası neydi? Ukraynalı ulusal kimliğinin baskılanması, Ukrayna dilinin konuşulmasının yasaklanması, Ukrayna edebiyatının ve kültürünün gelişiminin engellenmesi, Ukrayna’nın insan gücünün ve zenginliklerinin, kaynaklarının sömürülmesi, Ukraynalıların Ruslaştırılması, Ukraynalıların Rus Çarının ordularına alınarak Rus yayılmacılığının çıkarları için ölüme gönderilmesi. Şimdi bütün bu gerici ve sömürgeci tarihsel politik miras, bir anda “NATO’nun yayılmacılığı” adı altında unutuluyor veya unutuluyormuş gibi yapılıyor ve aslında NATO olmasa, Büyük Rus şovenizminin Ukrayna’nın ulusal ve demokratik gelişimine müsaade edeceği iddia ediliyor. Bu iddia gülünçtür ve ciddiye alınamaz.

Ukrayna kendisini emperyalizme karşı nasıl koruyabilir?

Rusya’nın Ukrayna’yı işgalini savunanlar, emperyalizmin Ukrayna’yla kurduğu sömürü ilişkileri noktasında çok kaygılılar. O denli kaygılılar ki, Ukraynalıları emperyalizmin vahşetinden ve NATO üyeliğinden korumak için, Ukraynalıların kafalarına Rus uçaklarından atılan bombaları alkışlıyorlar. Onlar Ukrayna’nın NATO üyeliğinin engellenmesi ve Ukrayna’nın doğal kaynakları ile insan gücünün emperyalizminin yağmasından korunması noktasında bir sınıf politikası önermiyorlar ama Rusya’nın yayılmacı ve karşıdevrimci çizgisine uyarlanmayı tercih ediyorlar.

Şaşırtıcı olmayan gerçek şu ki, Ukrayna’nın emperyalizmin bir askerî üssüne dönüşmesinden bu denli kaygı duyanlar, Rus işgalinin desteklenmesi haricinde Ukrayna’nın emperyalizmden nasıl korunabileceğine dair bir tane bile politika veya talep ileri sürmüş değil. Ukrayna halkının Rus şovenizmi tarafından boğazlanmasını destekliyor oluşlarının temel mazereti olarak, NATO’nun Ukrayna’yı kuklası gibi kullanmayı diliyor olmasını öne sürüyorlar; ancak Ukrayna’nın NATO’nun ve emperyalizmin kuklası olmaktan nasıl kurtulabileceğine dair – özellikle de Ukrayna işçi sınıfına –  hiçbir şey önermiyorlar.

Bu işbirlikçi solun Ukrayna emekçilerine antiemperyalist politika ve talep noktasında önerebildiği tek yol, gerçekten de dişlerini sıkıp Rus işgalinin acılarına katlanmaları. Bu alçak tutumun devrimci Marksizmin antiemperyalist programıyla uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. Dahası bu tutum antiemperyalist de değildir.

Gerçek antiemperyalist programın ne olduğu sorunu, yani Ukrayna’nın hakiki bir biçimde emperyalizm ile NATO’dan nasıl korunabileceği sorunu, bizi, yukarıda açıkladığımız 3 temel talebimizin ardından, dördüncü temel talebimize getirmektedir: Ukrayna’nın dış borçlarının iptal edilmesi. Bugün Rus işgali altındaki Ukrayna işçi sınıfında antiemperyalist bir bilinç ve Zelenski hükümeti karşıtı bir seferberlik dalgası yaratmak için, bu talepten daha yakıcı ve yaşamsal olan bir başka talep daha yoktur.

Gerçek antiemperyalist talep: Ukrayna’nın dış borçları iptal edilsin

İşgal işbirlikçisi sol, emperyalizmin Ukrayna’ya yönelik ilişkilenme biçimini, yalnızca NATO üzerinden ele almaya girişerek, “antiemperyalizm” adına oldukça yüzeysel ve gerici sonuçlara ulaştı. Halbuki Ukrayna’nın NATO’nun bir parçası yapılmak istenmesi, yani onun emperyalizmin askerî örgütüne dahil olması ihtimalinin tartışmaya açılması, uluslararası finans aristokrasisinin Ukrayna’ya gerçekleştirdiği mali sermaye ihracının mantıksal askerî sonuçlarından başka bir şey değil.

Bu mali sermaye ihracı, Ukrayna proletaryasının hayatında, Ukrayna’nın NATO’ya üye olma olasılığına oranla çok daha doğrudan, kalıcı ve hissedilir hasarlara neden oldu. Öncelikle bu sermaye ihracı, Ukrayna burjuvazisine akan “yardım paketleri” üzerinden, Ukrayna işçi sınıfını borçlandırdı ve onun geleceğini ipotek altına aldı. Emperyalizm bu yolla, Rus saldırganlığına karşı ulusal ve demokratik bir bilinç geliştirerek ülkenin geleceğinde ve kaderinde belirleyici bir rol üstlenebilecek olan Ukrayna proletaryasının ayağına ekonomik bir pranga vurdu.

Rus işbirlikçisi sol, kendisinin “aptalların antiemperyalizmi” şarlatanlığı uyarınca, emperyalizmi “geriletmek” için NATO’ya karşı Rusya’nın askerî harekatını desteklemeyi görevi bellerken, Ukrayna’da emperyalizmi asıl geriletecek olan geçiş talebinin, yani Ukrayna’nın dış borçlarının iptali talebinin üzerinden atladı.

Ukrayna burjuvazisi 1990’lı yıllardan beri, ama özellikle de 2014’ten bu yana IMF ile Avrupa Komisyonu’ndan, daha sonra dış borç haline gelecek olan krediler alıyor. 2015’te Ukrayna’nın dış borcu 72,3 milyar dolara fırladı(2) ve o günden beri de artmayı sürdürdü. Rus işgali patlak vermeden önce Ukrayna’da kamu harcamalarının önemli bir kısmı bu borcun ödenmesine ayrılıyordu (2021’de bütçe harcamalarının %8,5’i dış borçlara ayrılmıştı).(3)

Dolayısıyla emperyalizm, Rus işgalinin başlamasından önce, bu işgal karşısında Ukrayna’nın savunmasız duruma düşmesine neden olacak şekilde, Ukrayna’nın zenginliklerinin ve üretiminin önemli bir kısmını gasp ediyor, yani onu ekonomik olarak silahsızlandırıyordu.

İşgalin başlamasından hemen önce, 21 Şubat’ta Avrupa Komisyonu Ukrayna’ya 1,2 milyar avroluk bir “destekte” bulunacağını açıkladı. Avrupa emperyalizmi bu “destek” karşılığında “yapısal politik önlemler” talep ediyordu; yani Ukrayna’nın zenginliklerinin Avrupalı bankerler ile finans baronlarının talanına daha açık hale getirilmesini.

Ukrayna halkının Rus işgali karşısında ilk evrede oldukça savunmasız kalmasını, sermaye ihracının karşılığında ülkeyi yağmalayan emperyalizm sağladı. Ukrayna’nın imzaladığı AB ile Ortaklık Anlaşması eşitsiz bir ticaret ilişkisi tesis etti. IMF verdiği kredilerin karşılığında, sağlıktan eğitime ve barınmaya, bütün sosyal harcamaların ve hakların ilga edilmesini talep etti ve Ukrayna rejimi de bu talepleri seve seve yerine getirdi.

IMF’nin borçlandırma basınçları altında 2014’ten bu yana, kışların oldukça acımasız geçtiği Ukrayna’da gaz fiyatları 10 kat arttı. Kasım 2021’de, yine Ukrayna ile IMF arasındaki bir anlaşmayla, Ukrayna’da üretilen gazın yüksek döviz fiyatları karşılığında satılmasına karar verildi. Bu, sert bir kışın ortasında bir işgal harekatı karşısında hayatta kalmaya çalışan Ukraynalı işçi ve emekçilerin gaz faturalarını beşe katlayabilir.

Emperyalizm Ukrayna’nın dış borçlarını yeniden yapılandırdığında, bunu, onu daha fazla ve daha iyi yağmalayabilmek için yaptı. 2015 yılında emperyalistlere yapılan ödemelerin bir kısmı üç yıl ertelendi ve anaparanın da yüzde 20’si silindi. Ancak bunun karşılığında emperyalizm Ukrayna’yı adeta mandası haline getirecek olan şartları kabul ettirdi. Bundan böyle Ukrayna, kendi GSYİH’sının yüzde 3’ün üzerindeki artışının yüzde 15’ini ve yüzde 4’ün üzerindeki artışının da yüzde 40’ını emperyalizme dış borç olarak ödemek zorunda kalacak.

Bugün bir yandan Ukrayna’ya silah yardımında bulunmanın, diğer yandan ise ondan dış borç ödemelerini almayı sürdürmenin, Ukrayna’nın ulusal kurtuluş mücadelesine hiçbir olumlu katkısı yok. Ukrayna’nın askerî zaferi, ilk olarak onun kendi ekonomisinin kaynakları üzerinde tam bir egemenlik kurmasına bağlıdır. Emperyalizmin Ukrayna’ya silah yardımında bulunmasını, aslında sürmekte olanın bir NATO-Rusya savaşı olduğuna yoranlar, NATO’nun gardiyanlığını üstlendiği küresel mali oligarşiden Ukrayna’nın dış borçlarını iptal etmelerini istediğinde, Ukrayna’nın emperyalizm adına “vekâlet” savaşı vermediğini hızlıca anlayacaklardır.

Bugün, Ukrayna’ya kendi kaderini tayin hakkının tanınması, Ukrayna halkının askerî mücadelesinin desteklenmesi ve Rusya işgalinin sonlandırılması taleplerinden sonra, en önemli üçüncü talep Ukrayna’nın dış borçlarının iptal edilmesidir. Zira bu talep i.) ilk olarak emperyalizmin, Ukrayna’nın sahici bir ulusal, demokratik ve bağımsızlıkçı bir mücadele vermesi durumunda, onun yanında durmayacağını göstererek, bugün kurtuluş özlemlerini emperyalist kurumlara bağlamış olan emekçi kitleleri, bu gerici önyargılarından koparacaktır; yine bu talep ii.) ikinci olarak, Ukrayna’nın bugünkü burjuva rejimi ile onun başındaki Zelenski hükümetinin emperyalizmden kopmasını öngörür ki, bu rejim ile hükümet sınıfsal doğalarından kaynaklı olarak bunu başaramazlar, zira bu borçları alan bizzat kendileridir.

Alexander Kravchuk bu durumu aşağıdaki gibi tarif ediyor:

“Kaotik borçlanma ve sosyal harcamalar karşıtı borçlanma koşulu, total oligarşizasyonun bir sonucuydu: Zenginlerle savaşmaya isteksiz olan devlet yöneticileri, borçta derinleşmeye devam etti.”

İşgal işbirlikçisi solun Rusya’yı desteklediği ve Rusya’nın antiemperyalist bir mücadele verdiğini iddia ettiği sloganların tek bir işlevi var, o da Ukrayna işçi sınıfını düşünsel ve politik olarak emperyalizmin ve Zelenski’nin saflarına yaklaştırması. Ukrayna işçi sınıfını ve emekçi kitlelerini emperyalizmden ve kendi gerici burjuva rejiminden koparabilecek olan biricik slogan ile geçiş talebi, bugün Ukrayna’da yaşanan sefaletin emperyalizmin sorumlu olduğu kaynaklarının ilga edilmesi, yani dış borç ödemelerinin iptal edilmesidir.

Rusya kendisini emperyalizme karşı nasıl koruyabilir?

Rusya’nın emperyalizme karşı savaşma kapasitesi olan bir ülkeye dönüştürülebilmesi için, onun ilk önce emperyalizmden korunması, yani emperyalizmden kopması gerekir. Eğer Putin rejimi, emperyalizmin Doğu Avrupa’da ve Ukrayna’da kaydettiği ilerlemeden ve yaptığı yatırımlardan gerçekten çok rahatsız ise, ilk iş olarak emperyalizmin “ilerleyişini” kendi ülkesinde durdurabilir.

Bugün Gazprom’un, Rosneft’in, Sberbank’ın emperyalist finans kapitale olan borçları, kendi varlıklarının değeri kadar. Bu kurumların gerçek sahipleri Batılı kreditörler. Çoğu durumda Rus devletinin “sahip olduğu” bankalar ile firmaların yalnızca %25’i, hatta bazı durumlarda yalnızca %13’ü devlet mülkiyetinde bulunuyor. Bu devasa finansal kuruluşların geri kalanı tamamen Batı emperyalizminin elinde.

Rus imalat sanayisi ekonomideki ağırlığını kaybederken, büyümeyi sürdüren sektörler (askerî-sınai kompleks hariç) yabancı çokuluslu şirketlerin kontrolündeki sektörler. Tam da bu nedenle, aslında Ukrayna işgali, Rusya’nın gücünün veya bağımsızlığının değil, onun ekonomisinin emperyalizmle olan iç içeliğinin çelişkili bir sonucu.

Rusya Doğu Avrupa haklarını işgal operasyonlarıyla emperyalizmden korumayı hedeflemeden önce, kendi ülkesini emperyalizmden kurtarmalı. Bunun için Gazprom gibi, halkın aç kalmaması ve ısınması için ihtiyaç duyduğu kaynakları kamulaştırmakla ve bu işletmelerin emperyalizme olan borçlarını ödememekle işe başlayabilir.

Donetsk ve Luhansk: “Halk cumhuriyetleri” değil, şovenist Rus yayılmacılığının anklavları

Rus işgalini destekleyen sol, Kürt halkının Türkiye’de yaşayan kesimleri söz konusu olduğunda bu demokratik talebi unutuyor olsa da, Donetsk ve Luhansk için bol bol kendi kaderini tayin hakkı talep etmeyi ihmal etmedi. Donetsk ile Luhansk anklavları için UKKTH talebinin haklılığına ikna olan aynı sol, bu talebin Ukrayna halkı tarafından hak edildiği kanaatinde değil. Halbuki UKKTH talebi Donetsk Halk Cumhuriyeti (Donetskaya Narodnaya Respublika – DNR) ve Luhanks Halk Cumhuriyeti (Luganskaya Narodnaya Respublika – LNR) için kullanılamaz.

DNR ve LNR için UKKTH talebinin kullanımı, tarihî Filistin topraklarında yapay bir demografik zemin yaratmak için konuşlandırılan İsrailli yerleşimcilerin olduğu bölgelere kendi kaderini tayin hakkını tanımaya benzer. Hiç şüphe yok ki Siyonist soykırım ve işgal politikaları nedeniyle Filistinli Arapların kalmadığı bu bölgelerde, kendi kaderini tayin hakkı tanındığı zaman sonuç, yerleşimcilerin İsrail’de kalmak istemeleri olacaktır. Halbuki o topraklar tarihsel olarak Filistin’indir. Bu topraklarda Yahudi yerleşimcilerin kendi kaderlerini tayin hakkı yoktur ve olamaz da. Zira bu bölgeler işgalci İsrail’in anklavlarıdır, tıpkı DNR ile LNR’nin Ruslaştırılmış anklavlar olması gibi.

Kuzey İrlanda’ya kendi kaderini tayin etme hakkı tanındığında İngiltere’nin bir parçası olmaya karar verebilir. Ancak İngiliz kolonyalizminin sömürgeci ve Protestanlaştırıcı politikaları dolayısıyla, bu bölgenin İrlanda’nın ulusal birliğine karşıt olacak şekilde asimile edildiğini bildiğimiz için, Kuzey İrlanda’ya kendi kaderini tayin hakkını tanımayız, onun tarihsel İrlanda’nın bir parçası olduğunu söyleriz.

Putin de Donetsk ile Luhansk’ta, Çarlığın yürüttüğü tarihsel asimilasyon politikalarının devamcısı olan uygulamalar hayata geçirdi. 2019’da çıkan iki Rus başkanlık kararnamesi ile hem DNR ve LNR’de, hem de Ukrayna’da Rusça konuşan Ukraynalılara Rus vatandaşlığına geçme hakkı tanındı. Bu karar sonucunda 800.000’den fazla Rus pasaportu dağıtıldı. Donetsk’ten Ukrayna’ya göç ettirilen sendikacılar bu politikanın amacının bölgenin Ruslaştırılması olduğunu söylüyorlar.(4)

Bu anklavlarda okullara ve spor kulüplerine “askerlik-vatanseverlik” eğitimleri getirildi ve eğitim müfredatları da Rusya’nın müfredatı ile kaynaştırıldı. 2021 Rusya parlamentosu seçimlerinde, DNR ile LNR’nin sakinleri çevrimiçi bir şekilde veya Rusya’nın Rostov bölgesine giderek oy kullanabildi. Dahası Halya Coynash’in raporu, bölge sakinlerinin kitlesel bir şekilde Putin’in partisi Birleşik Rusya’ya kaydedildiğini gösteriyor.(5) Seçim günü Birleşik Rusya’nın milletvekillerinden biri olan Dmitry Sablin, Donetsk’e gelmiş ve “bu bölgeyle Rusya’yı birleştirecek olan” bir deneyin yapıldığını ilan etmişti.

DNR ile LNR’yi bir konfederasyon şeklinde birleştiren bir Novorossiya projesinin Büyük Rus şovenizminin taraftarlarının düşlerini süslediği inkar edilemez. Bu nedenle Rus faşizminin kızıl elması olan gerici Novorossiya özlemlerinin Rus ve Ukrayna proletaryalarının birleşik eylemiyle paramparça edilmesi yaşamsal önemde.

Ancak DNR ile LNR’nin Rus yayılmacılığının Doğu Avrupa’daki uyduları olarak işlev görmesi, yalnızca Putin’in partisinin arzusu değil; bu sömürgeci strateji Rusya’da bir “milli beka” sorunu olarak muhalefet tarafından da sahipleniliyor. Başlıca muhalefet partilerinden olan sosyal demokrat ve milliyetçi Adil Bir Rusya – Gerçek İçin’in (SRZP) önderlerinden Sergey Mironov, DNR ile LNR’nin Rusya’ya dahil edilmesini (yani ilhak edilmelerini) savunuyor.

Şubat ayında Rusya parlamentosuna DNR ile LNR’nin tanınmasına yönelik önergeyi veren parti ise, bu konuda Putin’in desteğini alan Rusya Federasyonu Komünist Partisi’ydi (KPRF). Putin KPRF’nin önergesini dikkate alarak 21 Şubat’ta bu sözde “halk cumhuriyetlerini” tanıdığını ilan etti. 24 Şubat’ta işgal harekatı başladıktan sonra, KPRF savaşı desteklediğini duyuran bir deklarasyon yayımladı (partinin Duma’daki vekillerinden yalnızca üç tanesi bu deklarasyona katılmadıklarını ve savaşı protesto ettiklerini duyurdu). KPRF klasik tipte bir Stalinist parti; yalnızca büyük Rus şovenizminin soldan destekleyicileri değiller, aynı zamanda Rus Ortodoks Kilisesi’yle yakın işbirliği içinde çalışıyorlar ve zamanında homofobik “küçüklerle geleneksel olmayan cinsel ilişkilerin teşviki” yasağı lehinde (yani “eşcinsellik propagandasının” yasaklanması yönünde) parlamentoda oy kullanmışlardı.

Donetsk ile Luhansk’ın içinde yer aldığı Donbas bölgesinin şoven Rus yayılmacılığı tarafından bir savaş aracılığıyla anklav olarak tutulmak istenmesinin sonuçları ağır oldu. 2021’e gelindiğinde, 2014’te başlayan savaş 14.000 insanın canını almıştı ve bunların 4000’i sivildi. 30.000 insan yaralandı. Savaştan önce Donbas’ın nüfusu 6.6 milyondu. Anklavların Rusya’yla bağlantılarının muhafaza edilmesi uğruna başlatılan savaşta bölgede 3,3 milyon insan (eski nüfusun yarısı) evlerini terk ederek göç etti. Bunların 1,8 milyonu Ukrayna’da kaldı; geri kalan 1,5 milyon insan ise Rusya ile Belarus’a dağıldı. Bugün Donbas bölgesi, Rus sömürgeciliğinin yerleşimci bölgeler oluşturma gayreti neticesinde terk edilmiş kasabalar ve köyler ile dolu.

DNR-LNR: Ukrayna proletaryasının mahkum edilmek istendiği rejimin prototipleri

DNR ile LNR’de Kremlin’in kurumsal mimarlığı ve diktası altında inşa edilen bürokratik rejimler, aslında Rus işgalinin başarılı olması durumunda Ukrayna proletaryasının mahkum edilmek istendiği diktatörlük şartlarının bir prototipini sunuyor. 

2014’te DNR’de askerî yetkililer “partisiz demokrasiye” geçildiğini duyurdu. İktidar “halk konseyi” adı verilen organın elinde toplandı. DNR’de yalnızca bir yasal parti var: Donetsk Halk Cumhuriyeti Komünist Partisi. Anlaşılan o ki, Putin gerici ve yayılmacı dış politikasının siyasal uydusu ve biçimi olarak Stalinizmin halklarda tiksinti yaratan eski parti isimlerini ruh çağırma seanslarında kullanmaktan çekinmiyor. DNR parlamentosu temel olarak subaylar tarafından yönetiliyor. Bu askerî-bürokratik diktatörlük sistemi, Kremlin tarafından incelikle hazırlandı.

Kremlin’in anklavlarını askerî ve ekonomik olarak güvence altına almakla sorumlu olan bu bürokratik diktatörlükler işçi sınıfının üzerinde ağır bir baskı kurarak, Putin’in kendilerine atadığı görevleri yerine getiriyorlar denebilir. Luhansk’ta kamusal bir alanda Ukrayna yanlısı fikirlerini belirttiği için 13,5 yıl hapse mahkum edilen bir yurttaştan, 2020’de Ukraynaca şarkı söyledikleri için tutuklanan üç kişiye kadar, Çarlığın tarihsel panslavist Ruslaştırma politikaları hayata geçirilmeyi sürdürüyor.(6)

Donbas bölgesi aslında bir kömür madenciliği, çelik ve kimyasal maddeler üretim merkeziydi. Ukrayna’nın geri kalan bölgeleri yeni endüstriyel alanlar üzerinden küresel kapitalizme eklemlemeye çalışırken, Donbas temel olarak çelik, kömür ve demiryolu lokomotiflerinin ihracı üzerinden pazarın bir parçası olmayı sürdürdü. 

Ancak 2014’te başlayan savaş bölgenin ekonomik altyapısını yerle bir etti. Ekonomist Vlad Mykhnenko’nun bulgularına göre 2014 ile 2017 arasında Donbas ekonomisi %61 oranında küçüldü.(7) Sınai üretim Luhansk’ta beşte dört oranında, Donetsk’te ise yarı yarıya düştü. Onlarca maden kapandı ancak sonuç olarak kayıt dışı kömür üretimi yasallaştı. Bu yıkımın amacı bölgenin ekonomik ve dolayısıyla da siyasal olarak tamamen Rusya’ya bağımlı hale getirilmesini sağlamaktı.

2017’de DNR’de bir işçinin aldığı ortalama ücret 174 dolardı; bu, 2014 öncesi verilerle karşılaştırıldığında, %62’lik bir düşüş demek. Yine 2017’de LNR’de bir işçinin aldığı ortalama ücret 229 dolardı; bu da, 2014 öncesi verilerle karşılaştırıldığında %46’lık bir düşüş anlamına geliyor.

Ekonomik altyapının yok edilmiş olması, ücretlerin düşüşünün engellenememesi ve siyasal muhalefetin yasaklanması bölge emekçilerinden tepkiyle ve eylemlerle karşılaştığında, DNR-LNR’nin Kremlin’in kuklası olan bürokratik diktatörlüklerinin cevabı, yine zorbaca yöntemlere başvurulması oluyor. Bu yöntemlerden biri olan keyfî gözaltılar, özellikle grevlere uygulanıyor.

Antratsyt’teki Komsomolskaya madeninde 119 maden işçisinin, ödenmeyen ücretleriyle ilgili olarak başlattıkları oturma eylemi, büyük bir baskıyla karşılaşmıştı. 14 kişi 5 yıla kadar hapis cezasıyla tutuklandı. Tutuklananlar daha sonra serbest bırakılmak zorunda kaldı ve ödenmeyen ücretlerin bir kısmı ödendi.

Siyasal demokrasinin ortadan kaldırıldığı, sendikalar ile grevlerin yasaklandığı, kadın ve LGBTİ+ örgütlerinin kapatıldığı, askerî-bürokratik mekanizmanın despotik bir şekilde işletildiği ve Rus Nazilerinin hükümet kadrolarına doldurulduğu bu rejimler, Ukrayna işçi sınıfının Rus işgali eliyle mahkum edilmek istendiği gerici diktatörlüğün prototipleridir.

Rus Stalinizminin “emperyalizmle barış içinde bir arada yaşam” programından bahsetmeyen, NATO’nun yayılmacılığı hakkında sussun!

Putin ile eski KGB memuru olan oligark arkadaşları, Rus rejiminin solda yer alan dostları ve jeopolitika dehaları şimdi kıyameti koparıyorlar: “Görmüyor musunuz NATO’nun bütün Doğu Avrupa’da nasıl yayılmakta olduğunu?! Görmüyor musunuz emperyalizmin bu ülkelere yaptığı yatırımları ve yığınakları?! Durum nasıl bu hale geldi peki? Çünkü emperyalizm hep saldırdı, saldırdı, saldırdı ve böylece hep ilerledi, ilerledi, ilerledi.”

Kremlin’in çevresine birikmiş olan KGB aristokrasisinin geldiği politik geleneğin, yani Rus Stalinizminin 1930’lardan başlayarak parti kongrelerinde “emperyalizmle barış içinde bir arada yaşamak” şeklinde kararlar almasının başlıca sebebinin, tam da emperyalizmin yayılmasını sağlamak olduğu ne kadar çabuk unutuldu! II. Dünya Savaşı’nın ardından emperyalizm kıta Avrupa’sından tamamen silinmiş, ulus devletler çökmüş ve ulusal kapitalizmler yıkılmış haldeyken, silahlı komünist partizanların ellerinin altında duran iktidarların Yalta-Postdam’da Churchill ile Roosevelt’e satıldığı ne kadar çabuk unutuldu!

Stalinist bürokrasi Avrupa ülkelerinin KP’lerini emperyalist talan hükümetleriyle diplomatik ilişkilerini sağlamlaştırmak ve derinleştirmek için kullandı. Bu hükümetlerin bir ricasıyla Kremlin, Avrupa’daki emekçi seferberlikleri durdurdu, sendikaları lağvetti, işçi sınıfına üretim bantlarına davet etti, devrimleri ezdi. Doğu Avrupa işçi devletleri emperyalizmle burun buruna yaşarken, bu ülkelerin işçi sınıfları Budapeşte’de, Prag’da, Polonya’da, Doğu Berlin’de bürokrasiye karşı ayaklandığında, Kremlin emperyalizm ve Katolik kilisesiyle el ele vererek işçileri kana boğdu. Kremlin’in otoritesi altında bütün KP’ler “emperyalizmle barış içinde bir arada yaşam” stratejisini benimsemeye zorlandı; bu bağlamda Fransız KP’si Fransa’nın Cezayir’i işgali sırasında kendi emperyalizmini destekledi; Büyük Britanya KP’si İngiltere’nin sömürgelerini kutsadı; ABD KP’si önce Roosevelt’in II. Dünya Savaşı politikasının arkasında, sonra da Demokrat Parti’nin arkasında hizaya girdi.

“Emperyalizmle barış içinde bir arada yaşama” politikası, 1970’lere gelindiğinde doğrudan doğruya “emperyalizmle iç içe yaşama” biçimini aldı ve Stalinist bürokratlar, parti kongrelerinde aldıkları kararlarla dış ticaret üzerindeki devlet tekelini kaldırarak emperyalist ülkelerle ticaret yapma tekelini ellerinde sağlamlaştırdılar ve işçi devletlerine sokulan dövizin kontrolü üzerinde büyük ayrıcalıklar elde ettiler. Stalinizm bürokratik işçi devletlerini lağvetme ve bu ülkelerde kapitalizmi restore etme kararı aldığında, emperyalizmle yağlı özelleştirme anlaşmaları ve yapısal reformlar üzerinde ortaklaşarak, kendi bürokratlarını yeni kapitalist sınıfın üyeleri haline getirdi. Bu bürokratlar emperyalizmle ortaklık içinde ülke kaynaklarını yağmalamaya başladılar.

Bugün, eski Stalinist gizli polisin ve partinin bürokratları ile ajanları olan Putin ve Kremlin oligarşisinin emperyalizmin yaptığı yığınaklardan ve NATO’nun genişlemesinden şikayet etmeye hakkı yok. Aynı şekilde yeryüzü üzerindeki herhangi bir Stalinist partinin veya akımın da bundan rahatsızlık hissetmeye ve şikayet etmeye hakkı yok. Emperyalizmin Avrupa’da yeniden inşa edilmesine, onun bürokratik işçi devletlerini ekonomik bir açmaza hapsetmesine, ardından da bu emperyalizmin işçi sınıfına ve onun seferberliğine karşı korunmasına hasredilmiş olan yarım yüzyıllık “emperyalizmle barış içinde bir arada yaşam” politikasının hesabı verilmeden, bu şikayetçi ruh halinin hiçbir politik değeri olmayacaktır.

Bugün emperyalizm ve onun NATO benzeri bilumum kurumunun hayatta olmasının tek bir sebebi (evet, tek bir sebebi) vardır: II. Dünya Savaşı’nın ardından Avrupa işçi sınıfına Yalta-Postdam’daki pazarlık masasında gösterilen ihanet ve bu ihanetin politik-programatik devamı olarak Rus ve Avrupa Stalinizminin benimsediği “emperyalizmle barış içinde bir arada yaşama” politikası. Hiç şüphe yok ki, bu işbirlikçi çizginin evlatları olan eski bürokratlar (ama yeni oligarklar) ve bu işbirlikçi çizginin politik mirasçısı olan akımlar ve partiler, hakiki bir antiemperyalist politikanın sahipleri ve uygulayıcıları olamazlar. 

***

Dipnotlar

1.) Bu Alman sosyal demokrat grubun Bern Yürütme Komitesi Bülteni’nin 3. sayısında (29 Şubat 1916) yayımlanan tezlerinde şöyle yazar: “Bu dizginlerinden boşanmış emperyalizm çağında artık ulusal savaşlar mümkün değildir.

2.) Bkz. https://commons.com.ua/en/formuvannya-zalezhnosti/

3.) Bkz. https://jacobinmag.com/2022/03/ukraine-cancel-foreign-debt-imf-economic-conditions

4.) Bkz. https://www.jacobinmag.com/2022/03/donbas-donetsk-luhansk-ukraine-russia-putin

5.) Bkz. https://khpg.org/en/1608809384

6.) Bkz. https://www.jacobinmag.com/2022/03/donbas-donetsk-luhansk-ukraine-russia-putin

7.) Bkz. https://www.tandfonline.com/doi/full/10.1080/09668136.2019.1684447