Ukrayna’nın bağımsızlığı ve sekter şaşkınlar

Aşağıda okuyucularımızla, Lev Troçki’nin Socialist Appeal‘ın (Sosyalist Çağrı), III. cildinin 70. sayısında, 15 Eylül 1939 tarihinde yayımlanan bir makalesini paylaşıyoruz. Makalenin ikinci kısmı, yine Socialist Appeal‘ın III. cildinin 71. sayısında, 18 Eylül 1939 tarihinde yayımlanmıştır. Makalenin yazımı, Troçki tarafından 30 Temmuz 1939’da tamamlanmıştı. Troçki’nin metni Türkçe’ye ilk kez çeviriliyor.

Bu metni Fourth International (Dördüncü Enternasyonal) dergisi aşağıdaki sunuşla birlikte yayımlamıştı:

Lev Troçki’nin Dördüncü Enternasyonal’in Kasım sayısında yeniden yayınladığımız Ukrayna sorunu adlı makalesi, Mayıs 1939’da ilk yayımlandığında devrimci çevrelerde yaygın ilgi ve tartışma uyandırmıştı. Bununla birlikte, Troçki’nin Ukrayna için bağımsızlık sloganına karşı tek açık muhalefet küçük sekter Oehler grubundan geldi. Bu grubun siyasi önemsizliğine rağmen, Troçki bu durumu politik pozisyonunu daha da netleştirme fırsatı olarak gördü. İlk olarak 15 ve 17 Eylül 1939’da Socialist Reference’da (Sosyalist Referans) yayımlanan yanıtı, ulusal sorunun Marksist analizine kalıcı bir katkı olarak tarihe geçti. Bu yazı, Büyük Rus Sovyet bürokrasisi ile Doğu Avrupa ülkeleri arasındaki güncel ilişkilere de önemli ölçüde ışık tutuyor.

DE‘nin bahsini ettiği ve yine Troçki’nin kaleme almış olduğu Ukrayna sorunu başlıklı makale de, trockist.net tarafından yayımlandı.

Çeviri: Sena Aydın

Kaynak: https://www.marxists.org/archive/trotsky/1939/07/ukraine.htm

***

Amerika’da yayımlanan, Dördüncü Enternasyonal’in masasından düşen kırıntılarla beslenen ve buna en kara nankörlükle karşılık veren küçük, sekter yayınlardan birinde, Ukrayna sorununa ayrılmış bir makaleye rastladım. Ne kafa karışıklığı! Tabii ki sekter olan yazar, bağımsız bir Sovyet Ukrayna sloganına karşı çıkıyor. Kendisi, dünya devrimi ve sosyalizmden yana olduğunu söylüyor, hem de “baştan aşağı.” Bizi, SSCB’nin çıkarlarını görmezden gelmekle ve sürekli devrim kavramından uzaklaşmakla suçluyor. Bizi merkezciler olarak suçluyor. Eleştirmen çok sert, neredeyse amansız. Ama ne yazık ki hiçbir şey anlamamış (bu küçük yayının adının Marksist olması oldukça ironik kalıyor). Ama onun sınırları belirli ve neredeyse klasik varsayımlara dayalı anlama konusundaki yetersizliği, bize sorunu daha iyi ve tam olarak açıklığa kavuşturmamızı sağlayabilecek bir fırsat sunuyor.

Eleştirmenimiz hareket noktası olarak şu konumu alıyor: “Sovyet Ukrayna’daki işçiler Stalinizmi devirir ve gerçek bir işçi devletini yeniden kurarlarsa, Sovyetler Birliği’nin geri kalanından ayrılacaklar mı? Hayır.”; vesaire vesaire. “İşçiler Stalinizmi devirirse”… O zaman ne yapacağımızı daha net görebileceğiz. Ama önce Stalinizm devrilmeli. Ve bunu başarmak için Ukrayna’daki ayrılıkçı eğilimlerin büyümesine gözlerimizi kapamamalı; aksine onlara doğru bir siyasi ifade kazandırmalıyız.

Hazır formüller somut görevleri çözmez

Yazar, “Sovyetler Birliği’ne sırtımızı dönmemek,” diyor ve devam ediyor, “ancak onun yeniden doğuşu ve dünya devriminin güçlü bir kalesi olarak yeniden kurulması — işte Marksizmin yolu budur.” Burada spekülasyonlarla dolu bilgeliğimiz, kitlelerin ve söz konusu durumda ulusal olarak ezilen kitlelerin gerçek gelişme eğiliminin yerine geçiriliyor ve mümkün olan en iyi gelişme yolu olarak sunuluyor. Bu yöntemi kullanarak, ancak çok daha mantıksal bir yaklaşımla, “Bizim görevimiz yozlaşmış bir Sovyetler Birliği’ni savunmak değil, tüm dünyayı bir Dünya Sovyetler Birliği’ne dönüştürecek muzaffer dünya devrimini gerçekleştirmektir” denebilir. Ortalık bu tür aforizmalarla doludur.

Eleştirmen, bağımsız bir Ukrayna’nın kaderinin dünya proleter devrimine ayrılmaz bir şekilde bağlı olduğu yönündeki ifademi birkaç kez tekrarlıyor. Ancak kendisi, bir Markist için ABC olan bu genel perspektiften, edilgenliği ve ulusal nihilizmi kollamanın tarifini çıkarmayı başarıyor. Proleter devrimin dünya çapındaki zaferi, çoklu hareketlerin, kampanyaların ve savaşların nihai ürünüdür ve tüm sorunları otomatik olarak çözmenin hazır bir önkoşulu değildir. Ukrayna sorununun verili somut koşullar ışığında doğrudan ve cesur bir şekilde ortaya konulması, küçük burjuva ve köylü kitlelerinin proletarya etrafında toplanmasını kolaylaştıracak yegâne yoldur — tıpkı 1917’de Rusya’da olduğu gibi.

Kabul edelim, yazarımız Rusya’da Ekim’den önce gerçekleşenin bir burjuva devrim olduğu, oysa bugün sosyalist devrimin zaten arkamızda olduğunu söyleyerek itiraz edebilir. Bu durumda 1917’de ilerici olabilecek bir talep, günümüzde gerici kalır. Fakat tam da bürokratların ve sekterlerin ruhuna uygun böylesi bir akıl yürütme baştan sona yanlıştır.

Sosyalist amaçlara iç içe geçmiş demokratik görevler

Ulusal kendi kaderini tayin hakkı, elbette ki demokratik bir ilkedir; sosyalist bir ilke değildir. Ama gerçek demokratik ilkeler, çağımızda yalnızca devrimci proletarya tarafından desteklenmekte ve gerçekleştirilmektedir; tam da bu nedenle sosyalist görevlerle iç içedirler. Bolşevik partinin Rusya’da ezilen ulusların kendi kaderini tayin hakkı için verdiği kararlı mücadele, proletaryanın iktidarı fethini aşırı derecede kolaylaştırmıştır. Proleter devrim, adeta demokratik sorunları, her şeyden önce de tarım sorununu ve ulusal sorunu emmiş ve Rus Devrimi’ne birleşik bir karakter kazandırmıştı. Proletarya zaten sosyalist görevleri üstleniyordu; ancak köylülüğü ve demokratik görevlerini çözmekle meşgul olan ezilen ulusları (ki onlar da ağırlıklı olarak köylülerden oluşuyordu) bu düzeye hemen yükseltemezdi.

Böylece, ulusal alanda olduğu kadar tarımsal alanda da tarihsel olarak kaçınılmaz tavizler ortaya çıktı. Büyük ölçekli tarımın ekonomik avantajlarına rağmen, Sovyet hükümeti büyük tarım arazilerini bölmek zorunda kaldı. Hükümet ancak yıllar sonra kolektif tarıma geçebildi ve bu onu bir anda o kadar ileri sıçrattı ki, bundan birkaç yıl sonra kendisini, kolektif çiftlikleri yutma eğiliminde olan özel toprak mülkiyetleri üzerinden köylülere tavizler vermek zorunda buldu. Bu çelişkili sürecin sonraki aşamaları henüz çözülmedi.

Stalin Ukraynalı kitlelerini ikna etti mi?

Uzlaşma ihtiyacı, daha doğrusu bir dizi uzlaşmaya duyulan ihtiyaç, yolları tarım devriminin yollarından daha düz olmayan ulusal sorun alanında da benzer şekilde ortaya çıkıyor. Sovyet Cumhuriyeti’nin federe yapısı, planlı ekonominin merkeziyetçi gereksinimleri ile geçmişte ezilen ulusların gelişiminin merkeziyetçi olmayan gereksinimleri arasında bir uzlaşmayı temsil eder. Bir uzlaşma olan federasyon ilkesi üzerine bir işçi devletini inşa eden Bolşevik parti, anayasasına ulusların tam ayrılma hakkını dahil etmiştir ve böylece partinin ulusal sorunu hiçbir şekilde kesin olarak çözülmüş olarak görmediğini ortaya koymuştur.

Eleştirel makalenin yazarı, parti liderlerinin “kitleleri Federe Sovyet Cumhuriyeti çerçevesinde kalmaya ikna etmeyi” umduğunu iddia ediyor. Bu, eğer “ikna etmek” kelimesi mantıksal argümanlar anlamında değil, ekonomik, politik ve kültürel işbirliği deneyimlerinden geçmek anlamında alınırsa doğrudur. Merkeziyetçilik lehine soyut ajitasyon kendi başına büyük bir ağırlık taşımamaktadır. Daha önce de söylendiği gibi, federasyon merkeziyetçilikten zaruri bir geri çekilişti. Şunu da eklemek gerekir ki, federasyonun yapısı hiçbir şekilde önceden kesin ve değişmez olarak ortaya koyulmamıştı. Nesnel koşullara bağlı olarak, bir federasyon daha fazla merkeziyetçiliğe doğru veya tam tersine, ulusal bileşenlerinden daha fazla bağımsızlığa doğru gelişebilir. Siyasi olarak mesele, çeşitli milliyetlerin tek bir devlet çatısı altında bir arada yaşamasının “genel olarak” avantajlı olup olmaması değildir; daha ziyade mesele, belirli bir milliyetin kendi deneyimi ışığında belirli bir devlete bağlı kalmayı avantajlı bulup bulmadığı meselesidir.

Başka bir deyişle: Verili koşullarda iki eğilimden hangisi bir uzlaşma rejimi olan federasyonda öne çıkar — merkezkaç mı yoksa merkezcil eğilim mi? Ya da daha somut olarak ifade etmek gerekirse: Stalin ve onun Ukrayna satrapları, Ukraynalı kitleleri Moskova’nın merkeziyetçiliğinin Ukrayna’nın bağımsızlığına kıyasla üstünlüğüne ikna etmeyi başardılar mı, yoksa başarısız mı oldular? Bu soru belirleyici bir öneme sahiptir. Yine de yazarımız böyle bir sorunun var olabileceğini aklına dahi getirmiyor.

Ukraynalılar ayrılık istiyor mu?

Ukrayna halkının geniş kitleleri SSCB’den ayrılmak mı istiyor? Ukrayna halkı, SSCB’nin diğer tüm halkları gibi, iradesini ifade etme fırsatından yoksun olduğu için, ilk bakışta bu soruyu cevaplamak zor görünebilir. Ancak totaliter rejimin doğuşu ve özellikle Ukrayna’da giderek daha vahşi bir şekilde yoğunlaşması, Ukraynalı kitlelerin gerçek iradesinin Sovyet bürokrasisine uzlaşmaz bir şekilde düşman olduğunun kanıtıdır. Bu düşmanlığın birincil kaynaklarından birinin Ukrayna bağımsızlığının bastırılması olduğuna dair kanıt eksikliği yoktur. Ukrayna’daki milliyetçi eğilimler 1917-19’da şiddetle patlak verdi. Borotba partisi bu eğilimleri sol kanatta dile getirdi. Ukrayna’da Leninist politikanın başarısının en önemli göstergesi, Ukrayna Bolşevik partisinin Borotbistlerin örgütlenmesiyle kaynaşmasıydı.

Ancak sonraki on yıl içinde, liderleri zulme maruz kalan Borotba grubuyla gerçek bir kopuş meydana geldi. Safkan bir Stalinist olan eski Bolşevik Skrypnik, iddia edildiği üzere milliyetçi eğilimleri aşırı sahiplenmesi nedeniyle 1933’te intihara sürüklendi. Bu intiharın asıl “organizatörü,” bunun üzerine Ukrayna’da merkeziyetçi politikanın temsilcisi olarak kalan Stalinist elçi Postyshev’di. Ancak şu anda Postyshev’in kendisi gözden düştü. Bu gerçekler son derece semptomatiktir çünkü milliyetçi muhalefetin bürokrasiye baskı konusunda ne kadar yoğun bir güç olduğunu ortaya koyarlar. Tasfiyeler ve baskılar hiçbir yerde Ukrayna’da olduğu kadar vahşi ve kitlesel bir nitelik kazanmadı.

Yurtdışındaki Ukraynalıların önemli tutumları

Sovyetler Birliği dışındaki Ukraynalı demokratik unsurların Sovyetler Birliği’nden keskin bir şekilde uzaklaşması muazzam bir siyasi öneme sahiptir. Ukrayna sorunu bu yılın başlarında ağırlaştığında komünist sesler hiç duyulmadı; ama Ukraynalı din adamlarının ve Nasyonal-Sosyalistlerin sesleri yeterince yüksekti. Bu, proleter öncünün Ukrayna ulusal hareketinin elinden kayıp gitmesine izin verdiği ve bu hareketin ayrılıkçılık yolunda çok ilerlediği anlamına geliyor. Son olarak, Kuzey Amerika kıtasındaki Ukraynalı göçmenlerin ruh halleri de oldukça belirleyicidir. Örneğin, Komünist Parti’nin çoğunluğunu Ukraynalıların oluşturduğu Kanada’da, hareketin önde gelen bir katılımcısının beni bilgilendirmesine göre, 1933 yılında, Ukraynalı işçi ve çiftçiler komünizmden belirgin bir biçimde koparak ya pasifliğe ya da çeşitli tonlardaki milliyetçiliğe savrulmaya başlamıştır. Bu belirtiler ve gerçekler bir bütün olarak ele alınması, Ukraynalı kitleler arasında ayrılıkçı eğilimlerin artan gücünü tartışılmaz bir şekilde doğrulamaktadır.

Bütün problemin altında yatan temel gerçek budur. Ekim Devrimi’nin ulusal ilişkiler alanında attığı dev adıma rağmen, geri bir ülkedeki izole proleter devrimi, ulusal sorunu, özellikle de özünde uluslararası karaktere sahip Ukrayna sorununu çözmekten acizdir. Bonapartist bürokrasi tarafından taçlandırılan Termidorcu gericilik, emekçi kitleleri ulusal alanda da çok gerilere fırlatmıştır. Ukrayna halkının büyük kitleleri, ulusal kaderlerinden memnun değiller ve onu kökten değiştirmek istiyorlar. Devrimci siyasetçinin, bürokrat ve sekter siyasetçinin aksine, çıkış noktası olarak alması gereken bu gerçektir.

Stalinistlerinki gibi sekter argümanlar

Eleştirmenimiz politik düşünebilme kapasitesine sahip olsaydı, Stalinistlerin bağımsız bir Ukrayna sloganına karşı savlarını pek zorlanmadan tahmin edebilirdi: “Sovyetler Birliği’nin savunma konumunu olumsuzlar”, “devrimci kitlelerin birliğini bozar”, “devrimin değil, emperyalizmin çıkarlarına hizmet eder.” Başka bir deyişle, Stalinistler yazarımızın üç argümanını da tekrar edeceklerdi. Gelecekte de kesinlikle bunu yapacaklar.

Kremlin bürokrasisi Sovyet kadınına şöyle diyor: Ülkemizde sosyalizm olduğuna göre mutlu olmalısın ve kürtajdan vazgeçmelisin (ya da cezasını çekmelisin). Ukraynalılara da şöyle diyor: Sosyalist devrim ulusal sorunu çözdüğüne göre, SSCB’de mutlu olmak ve tüm ayrılık düşüncelerinden vazgeçmek (veya idam mangasıyla yüzleşmek) sizin görevinizdir.

Peki bir devrimci kadına ne der? “Çocuk isteyip istemediğinize kendiniz karar vereceksiniz. Kürtaj hakkınızı Kremlin polisine karşı savunacağım.” Ukrayna halkına ise şöyle der: “Benim için önemli olan, Kremlin polisinin ‘sosyalist’ safsataları değil, sizin ulusal kaderinize karşı tavrınızdır; bağımsızlık mücadelenizi tüm gücümle destekleyeceğim!”

Sekterler ise sık sık olduğu gibi kendilerini, ulusların sosyalist birliğinin, onların bölünmüşlüklerine karşı üstün olduğu üzerine kısır spekülasyonlarla statükoyu, yani polis şiddetini örtbas ederek, polisin yanında yer alırken bulurlar. Elbette, gönüllü ve eşitlikçi bir sosyalist federasyonla karşılaştırıldığında, Ukrayna’nın ayrılması bir sıkıntıdır; ancak Ukrayna halkının bürokratik olarak boğulmasına kıyasla, tartışılmaz bir değere sahiptir. Daha sıkı ve dürüst bir şekilde bir araya gelmek için bazen önce ayrılmak gerekir. Lenin sık sık Norveçli ve İsveçli işçiler arasındaki ilişkilerin, İsveç ve Norveç’in zorunlu birleşmesinin önüne geçildikten sonra geliştiğini ve yakınlaştığını dile getirirdi.

Bağımsız Ukrayna şeklindeki devrimci slogan

İdeal normlardan değil, gerçeklerden yola çıkarak hareket etmeliyiz. SSCB’deki Termidor gericiliği, bir dizi devrimin yenilgisi, Avrupa haritasını kendi tarzında çizen faşizmin zaferleri ve Ukrayna sorunu da dahil olmak üzere tüm alanlara gerçekler üzerinden yaklaşmalıyız. Yenilgilerin sonucu olarak yaratılan yeni durumu görmezden gelseydik, olağanüstü bir şey olmamış gibi davransaydık ve tatsız gerçeklerin karşısına tanıdık soyutlamalar koysaydık, o zaman az çok yakın gelecekteki geri kalan intikam fırsatlarını pekâlâ gericiliğe de teslim edebilirdik.

Yazarımız bağımsız Ukrayna sloganını şöyle yorumluyor: “Önce Sovyet Ukrayna, Sovyetler Birliği’nin geri kalanından kurtarılmalı, sonra proleter devrimini ve Ukrayna’nın geri kalanının birleşmesini sağlayacağız.” Ama önce bir devrim olmadan bir ayrılık nasıl olabilir? Bir kısır döngüye yakalanan yazar, bağımsız bir Ukrayna sloganını Troçki’nin “hatalı mantığı” ile birlikte umutsuzca gözden düşürüyor. Gerçekte bu tuhaf mantık – “önce” ve “sonra” – skolastik düşüncenin sadece çarpıcı bir örneğidir. Talihsiz eleştirmenimizin, tarihsel süreçlerin “önce” ve “sonra” olarak ortaya çıkan süreçler değil, birbirine paralel ilerleyebilen, birbirini etkileyen, birbirini hızlandırabilen ya da geciktirebilen süreçler olduğu konusuna hiçbir fikri yok ve de devrimci politikanın görevinin tam da bu ilerici süreçlerin karşılıklı eylemini ve tepkisini hızlandırmaktan ibaret olduğu konusunda da bir fikri yok. Bağımsız Ukrayna sloganı, doğrudan Moskova bürokrasisini hedef alıyor ve proleter öncünün köylü kitlelerini kendisiyle bir araya getirmesini sağlıyor. Öte yandan, aynı slogan, proletarya partisine Polonya, Romanya ve Macaristan’daki ulusal Ukrayna hareketinde öncü bir rol oynama fırsatı sunuyor. Bu siyasi süreçlerin her ikisi de devrimci hareketi ileriye taşıyacak ve proleter öncünün özgül ağırlığını artıracaktır.

***

[İkinci kısım]

Batı Ukrayna (Polonya) işçi ve köylülerinin, halihazırda kurulmuş olan Sovyetler Birliği’ne katılmak istemedikleri ve bu gerçeğin bağımsız bir Ukrayna lehine ek bir argüman olduğu konusundaki ifadem, bilge yazarımız tarafından Batı Ukrayna (Polonya) işçi ve köylülerinin zaten isteseler de Sovyetler Birliği’ne katılamayacakları çünkü bunun ancak “Batı Ukrayna’daki (belli ki Polonya’dan bahsediyor) proleter devrimden sonra” gerçekleşebileceği iddiasıyla savuşturuluyor. Başka bir deyişle: Bugün Ukrayna’nın ayrılması imkansızdır ve devrim zafer kazandıktan sonra da bu gerici bir hareket olacaktır. Eski ve tanıdık bir nakarat!

Luxemburg, Bukarin, Piatakov ve diğerleri, aynı argümanı ulusların kendi kaderini tayin etme programına karşı kullandılar: “Kapitalizm altında bu ütopiktir; sosyalizm altında da gerici” dediler. Bu argüman özünde yanlıştır çünkü toplumsal devrim çağını ve görevlerini görmezden gelir. Kuşkusuz, emperyalizmin egemenliği altında, küçük ve orta ölçekli ulusların gerçek, istikrarlı ve güvenilir bir bağımsızlığı imkansızdır. Tam gelişmiş sosyalizmde, yani devletin aşamalı olarak sönmesiyle birlikte, ulusal sınırlar sorununun ortadan kalkacağı da aynı derecede doğrudur. Ancak bu iki an arasında — yani günümüz ile tam sosyalizm arasında — programımızı gerçekleştirmeye hazırlandığımız on yıllar vardır. Bağımsız Sovyet Ukrayna sloganı, bu geçiş döneminde kitleleri harekete geçirmek ve onları eğitmek için büyük önem taşımaktadır.

Sekterlerin görmezden geldikleri

Sekterler, sınıf mücadelesinin en dolambaçlı ve karmaşık ama aynı zamanda son derece önemli biçimlerinden biri olan ulusal mücadelenin, gelecekteki dünya devrimine çıplak göndermelerle askıya alınamayacağı gerçeğini basitçe görmezden geliyor. Batı Ukrayna’nın sırtlarını SSCB’ye dönmüş ve uluslararası proletaryanın desteğini ve önderliğine mazhar olmamış küçük burjuva ve hatta işçi sınıfı kitleleri, gerici demagojinin kurbanı oluyorlar. Benzer süreçler kuşkusuz Sovyet Ukrayna’sında da yaşanıyor, ancak bunları açığa çıkarmak çok daha zor. Proleter öncü tarafından zamanında ileri sürülen bağımsız Ukrayna sloganı, küçük burjuvazinin kaçınılmaz tabakalaşmasına yol açacak ve alt katmanlarının proletarya ile ittifak kurmasını kolaylaştıracaktır. Proleter devrimini hazırlamak ancak böyle mümkündür.

Yolumuz nasıl açılır?

Yazarımız, “eğer işçiler, Batı Ukrayna’da başarılı bir devrim gerçekleştirirlerse” diyor ve devam ediyor, “stratejimiz, Sovyet Ukrayna’sının ayrılmasını ve batı kesimine katılmasını talep etmek mi olmalı? Tam tersine.” Bu iddia, “stratejimizin” en dibine gömülüyor. Yine aynı melodiyi duyuyoruz: “İşçiler başarırsa…” Sekterler, zaten başarılmış olduğu varsayılan muzaffer bir devrime dayalı mantıksal bir çıkarımla tatmin oluyorlar. Ama bir devrimci için sorunun özü, tam da devrime giden yolun nasıl açılacağı, kitleler için devrime yaklaşmanın nasıl daha kolay hale getirileceği, devrimin nasıl yakınlaştırılacağı, onun zaferinin nasıl sağlanacağıdır. Muzaffer devrimi “işçiler başarırsa” elbette ki her şey yoluna girecektir. Ancak şu anda muzaffer bir devrim yok; bunun yerine muzaffer bir gericilik var.

Gericilikten devrime olan köprüyü bulmak, işte görev budur. Zaten tüm geçiş talepleri programımızın anlamı budur (Kapitalizmin Can Çekişmesi ve Dördüncü Enternasyonal’in Görevleri). Farklı tonlara sahip sekterlerin bunun anlamını anlayamaması şaşırtıcı değil. Onlar soyutlamalar aracılığıyla dünyaya bakarlar — emperyalizmin soyutlaması ve sosyalist devrimin soyutlaması. Gerçek emperyalizmden gerçek devrime geçiş sorunu, kitlelerin verili bir tarihsel durumda iktidarın fethi için nasıl seferber edileceği sorunu, bu kısır bilgeler için yedi mühürle mühürlenmiş bir kitap olarak kalır.

Yüzeysel akıl yürütme

Korkunç suçlamaları gelişigüzel bir şekilde üst üste yığan eleştirmenimiz, bağımsız Ukrayna sloganının emperyalistlerin (!) ve Stalinistlerin (!!) çıkarlarına hizmet ettiğini çünkü bu sloganın “Sovyetler Birliği’nin savunusunu tamamen geçersiz kıldığını” ilan ediyor. “Stalinistlerin çıkarlarının” neden burada bahis konusu olduğunu anlamak mümkün değil. Ama bunu bir kenara koyup SSCB’nin savunulması sorunuyla yetinelim. Bu savunma, ancak ve ancak Ukrayna yalnızca bürokrasiye değil, aynı zamanda SSCB’ye de düşman olsaydı bağımsız bir Ukrayna tarafından tehdit edilebilirdi. Bununla birlikte, (açıkça yanlış olan) bu öncülden yola çıktık diyelim, bu durumda bir sosyalist, düşman bir Ukrayna’nın SSCB çerçevesinde tutulmasını nasıl talep edebilir? Yoksa bu soru yalnızca ulusal devrim dönemini mi kapsıyor?

Yine de eleştirmenimiz görülen o ki Bonapartist bürokrasiye karşı bir politik devrimin kaçınılmazlığını kabul ediyor. Bu arada bu devrim; her devrim gibi, kuşkusuz savunma açısından belli bir tehlike arz edecektir. Peki ne yapmalı? Eleştirmenimiz sorun üzerine gerçekten düşünmüş olsaydı, böyle bir tehlikenin, kaçınılması mümkün olmayan, kaçınılmaz bir tarihsel risk olduğunu çünkü Bonapartist bürokrasinin yönetimi altında SSCB’nin ölüme mahkûm olduğunu söylerdi. Aynı akıl yürütme, politik devrimin tek bir parçasından başka bir şeyi temsil etmeyen devrimci ulusal ayaklanma için de aynı şekilde ve tamamen geçerlidir.

Bağımsızlık ve plan

Bağımsızlığa karşı en ciddi argümanın eleştirmenimizin aklına bile gelmemesi dikkat çekicidir. Sovyet Ukrayna ekonomisi [ekonomik] planlamanın temel parçasıdır. Ukrayna’nın ayrılması, planı bozmak ve üretici güçleri zayıflatmakla tehdit eder. Ancak bu argüman da belirleyici değildir. Ekonomik bir plan, kutsalların kutsalı değildir. Federasyon içindeki ulusal kesimler, birleşik plana rağmen zıt yönlere çekiliyorlarsa, plan onları tatmin etmiyor demektir. Plan, insanların eseridir. Yeni sınırlara göre yeniden yapılandırılabilir. Plan Ukrayna için avantajlı olduğu sürece, gerekli askerî ittifakı gerçekleştirebileceği gibi, Sovyetler Birliği ile gerekli ekonomik anlaşmaya nasıl varılacağını da kendisi isteyecek ve bilecektir.

Ayrıca bürokrasinin yağmacı ve keyfi yönetiminin, mevcut ekonomik planın önemli bir parçası olduğunu ve Ukrayna’dan ağır bir bedel talep ettiğini unutmak kabul edilebilir değildir. Plan, her şeyden önce bu açıdan büyük ölçüde revize edilmelidir. Kök salan yönetici kast, ülke ekonomisini, ordusunu ve kültürünü sistematik olarak yok ediyor; nüfusu bir çiçek gibi kurutuyor ve bir felakete zemin hazırlıyor. Devrimin mirası ancak bir altüst edilmeyle kurtarılabilir. Proleter öncünün diğer sorunların yanı sıra ulusal sorun üzerindeki politikası ne kadar cesur ve kararlı olursa, devrimci altüst olma bir o kadar başarılı ve bedeli de bir o a kadar az olur.

Eleştirmenin ideal değişkeni

Bağımsız Ukrayna sloganı, Ukrayna’nın sonsuza kadar izole kalacağı anlamına gelmez; bu, sadece Sovyetler Birliği’nin diğer bölümleri ve batı komşularıyla olan ilişkileri sorununu kendisinin, kendi özgür iradesiyle yeniden belirleyeceği anlamına gelir. Eleştirmenimiz için en uygun olan ideal bir değişkeni ele alalım. Devrim, Sovyetler Birliği’nin her yerinde aynı anda gerçekleşiyor. Bürokratik ahtapot boğuldu ve kenara çekildi. Sovyetlerin Kurucu Kongresi gündemde.

Ukrayna, SSCB ile ilişkilerini yeniden belirleme arzusunu ifade ediyor. Eleştirmenimiz bile, umalım ki, ona bu hakkı vermeye hazır olacaktır. Ama diğer Sovyet cumhuriyetleriyle ilişkilerini özgürce belirlemek için, evet ya da hayır deme hakkına sahip olmak için, Ukrayna, en azından bu kurucu dönem boyunca, tam hareket özgürlüğünü geri kazanmalıdır. Bunun devlet bağımsızlığından başka adı yoktur.

Şimdi, devrimin aynı zamanda Polonya’yı da kucakladığını varsayalım. Ve Romanya ve Macaristan’ı da. Ukrayna halkının tüm kesimleri özgürleşir ve Sovyet Ukrayna’sına katılmak için müzakereye girer. Aynı zamanda tüm bu halklar, birleşik bir Ukrayna ile Sovyetler Birliği, Sovyet Polonyası vb. arasındaki karşılıklı ilişkiler sorunu üzerinde söz sahibi olma arzusunu dile getirir. Tüm bu sorular üzerine karar vermek için Birleşik Ukrayna Kurucu Kongresi’ni toplamanın gerekli olacağı aşikardır. Ama bir “Kurucu” Kongre, kendi iç rejimini ve uluslararası konumunu yeniden belirlemeye hazırlanan bağımsız bir devletin Kongresi’nden başka bir şey ifade etmez.

Birliğe giden yol

Dünya devriminin zaferi durumunda, birliğe yönelik eğilimlerin derhal muazzam bir güç kazanacağını ve tüm Sovyet cumhuriyetlerinin uygun bağ ve işbirliği biçimlerini bulacağını varsaymak için her neden var. Bu amaca ancak eski zorunlu bağların ve dolayısıyla eski sınırların tamamen yok edilmesi koşuluyla ulaşılacaktır ve sadece söz konusu taraflardan her birinin tamamen bağımsız olması şartıyla. Bu süreci hızlandırmak ve kolaylaştırmak, gelecekte halkların gerçek kardeşliğini mümkün kılmak için, Büyük Rusya’nın ileri işçileri, Ukrayna ayrılıkçılığının nedenlerini ve bunun arkasındaki gizli gücü ve tarihsel haklılığı şimdi bile anlamalıdır ve otokratik bürokrasiye ve emperyalizme karşı ortak bir mücadelede bağımsız bir Sovyet Ukrayna sloganını tüm güçleriyle ve hiçbir çekince ortaya koymaksızın desteklemeye hazır olduklarını Ukrayna halkına ilan etmelidirler.

Küçük burjuva Ukraynalı milliyetçiler, bağımsız bir Ukrayna sloganını doğru buluyorlar. Ama bu sloganın proleter devrimle ilişkisine karşı çıkıyorlar. Sovyet Ukrayna değil, bağımsız demokratik bir Ukrayna istiyorlar. Bu sorunun ayrıntılı bir analizine burada girmeye gerek yok, çünkü bu sadece Ukrayna’ya değil daha ziyade, birçok kez analiz ettiğimiz üzere çağımızın genel değerlendirmesine değiniyor. Sadece en önemli yönlerini ana hatlarıyla belirteceğiz.

Demokrasi, metropol merkezlerde bile yozlaşıyor ve yok oluyor. Yalnızca en zengin sömürge imparatorlukları ya da özellikle ayrıcalıklı burjuva ülkeleri bugünlerde bir demokrasi rejimini hâlâ sürdürebilmektedir ve oralarda bile demokrasi açıkçası zayıflamakta. Nispeten yoksul ve geri kalmış Ukrayna’nın bir demokrasi rejimi kurabileceğini ve sürdürebileceğini ummak için en ufak bir temel yok. Zaten Ukrayna’nın bağımsızlığı, emperyalist bir ortamda uzun ömürlü olmayacaktır. Çekoslovakya bu konuda oldukça anlamlı bir örnektir. Emperyalizmin yasaları hüküm sürdüğü sürece, küçük ve orta ölçekli ulusların kaderi istikrarsız ve güvenilmez olmaya devam edecektir. Emperyalizm ancak proleter devrimle devrilebilir.

Ukrayna ulusunun ana bölümü, günümüz Sovyet Ukrayna’sı tarafından temsil edilmektedir. Sanayinin gelişmesiyle orada güçlü ve tamamen Ukraynalı bir proletarya yaratılmıştır. Gelecekteki tüm mücadelelerinde Ukrayna halkının öncüleri olmaya kadir olanlar onlardır. Ukrayna proletaryası kendisini bürokrasinin pençelerinden kurtarmak istiyor. Demokratik Ukrayna sloganı tarihsel olarak geride kalmıştır. Bu slogan olsa olsa burjuva aydınlarını teselli etmeye yarar ama kitleleri birleştirmeyecektir. Ve kitleler olmadan, Ukrayna’nın kurtuluşu ve birleşmesi imkansızdır.

Merkezcilik suçlaması

Şiddetli eleştirmenimiz her fırsatta bize “merkezcilik” terimini fırlatıyor. Ona göre, makalesinin tamamı “merkezciliğimizin” bariz örneğini ortaya çıkarmak için yazılmıştır. Ancak, “merkezciliğin” bağımsız bir Sovyet Ukrayna sloganının tam olarak neresinde durduğunu göstermek için tek bir girişimde bile bulunmuyor. Elbette ki bu kolay bir iş değil.

Merkezcilik, özünde oportünist olan ve biçim olarak devrimci görünmeye çalışan politikaya verilen addır. Oportünizm, egemen sınıfa ve rejimine, devlet sınırları da dahil olmak üzere halihazırda var olan duruma pasif bir uyumdan ibarettir. Merkezcilik, oportünizmin bu temel özelliğini tamamen paylaşır ancak kendisini tatminsiz işçilere uyarlarken radikal yorumların arkasına gizlenir.

Bu bilimsel tanımdan yola çıkarsak, talihsiz eleştirmenimizin konumunun kısmen de tamamen de merkezci olduğu görülecektir. O, ulusları parçalara ayıran belirli (rasyonel ve devrimci siyaset açısından bakıldığında aslında rastlantısal) sınırları sanki bu sınırlar değişmez şeylermişçesine bir başlangıç noktası olarak almaktadır. Ona göre yaşayan bir gerçek değil bir şamanın sihri olan dünya devrimi, hareket noktası olarak bu sınırları tartışmasız olarak kabul etmelidir.

Yazar ya gericilik kanallarına ya da devrim kanallarına akabilecek merkezkaç milliyetçi eğilimlerle ise hiç ilgilenmiyor. Çünkü bunlar “önce” ve “sonra” modeli üzerine inşa ettiği tembel idari maketiyle örtüşmüyorlar. Bürokratik baskılara karşı ulusal bağımsızlık mücadelesinden kaçınıyor ve sosyalist birliğin üstünlükleri üzerine spekülasyonlara sığınıyor. Başka bir deyişle, onun politikası —diğer insanların politikası üzerine skolastik yorumları ne kadar politika olarak kabul edilebilirse—merkezciliğin en kötü özelliklerini taşıyor.

Sekter, kendisinden korkan bir oportünisttir. Sekterlikte, oportünizm (merkezcilik) narin bir tomurcuk gibi ilk aşamalarında açılmamış olarak kalır. Şu an o tomurcuk açılıyor, bazen üçte biri kadarı, bazen yarısı, bazen de daha fazla. Bu olduğu zaman, sekterlik ve merkezciliğin (Vereecken), sekterlik ve düşük dereceli oportünizmin (Sneevliet) kendine özgü bileşimini karşımızda buluyoruz. Ancak bazen de tomurcuk açılmadan kuruyup gider (Oehler). Yanılmıyorsam, Oehler The Marxist’in (Marksist) editörüdür.

30 Temmuz 1939