Devrim kavramı üzerine

Yazar: Bektaş Deneri

***

İyi, kötü, üzüntü, sevinç gibi kavramlar ilk elden insani kategoriler olarak ele alınabilir. Tarihte çoğu kez bu kategoriler açısından insani olan ve politik olan birbirine denk düşmüştür. Öte yandan yaşanan gelişmeleri anlamlandırabilmek için salt insani kavramsallaştırmanın ötesine geçmek, çubuğu politik düzeye kırmak gerek. Bu kısa metinde de niyetimiz yaşananları daha politik bir düzeyde, mesafelenerek ele almak.

Suriye Devrimi’nin güncel durumu sosyalist hareket içerisinde belli kafa karışıklıkları doğurdu. Mevcut duruma dair siyasetsizlik ve ehven-i şer tutumu öne çıkıyor. Bu kafa karışıklığının bir dizi tarihsel ve politik-programatik gerekçesi var. Ancak burada bu gerekçelerden ziyade devrim kavramı üzerinde duracağız.

Sosyal devrim ve politik devrim ayrımı

Kavramı irdelerken bir ayrıma gitmenin faydalı olacağı kanaatindeyiz.

Sosyal devrimden kastedilen toplumsal altyapıda, yani üretim ilişkilerinde köklü dönüşümler yapan devrimlerdir. Bu devrimler ilgili devletin sınıf karakterini de radikal biçimde değiştirir. Ekim Devrimi, burjuvaziyi mülksüzleştirmesi ve bir işçi devleti kurması açısından bir sosyal devrimdir. Öte yandan sosyal ilişkileri değiştirmeyen ancak politik düzeyde rejimi yıkan devrimleri politik devrim olarak ele alıyoruz. 20. yüzyıl boyunca gördüğümüz pek çok devrimi bu kategoride ele alıyoruz. Elbette her iki devrim biçimi arasında bir bıçak keskinliğinde ayrımlar yoktur, iç içe geçen görevler ve kazanımlar söz konusudur. Moreno’nun “eşikteki devrimler”[1] olarak ifade ettiği süreçler, egemen sınıfın belli bir oranda mülksüzleştirildiği, ancak sosyal bir devrimin tam anlamıyla yaşanmadığı bu iç içe geçme durumuna örnek verilebilir. Politik devrimler kendiliğinden olabileceği gibi burjuva, küçük burjuva, hatta karşıdevrimci önderlikler eliyle (ve onlara rağmen) gerçekleşebilir.

Bu açıdan Suriye Devrimi olarak ifade ettiğimiz sürecin 2010 yılında Tunus’ta başlayan seferberlikle ilgili olduğunu söylemeliyiz. 2010 yılında başlayan bu süreci Kuzey Afrika ve Ortadoğu Devrimleri olarak ifade etmeyi doğru buluyoruz. Rojava’da Kürt halkının kazanımları dahil, bölgedeki bütün devrimci gelişmelerin buna koşut olarak geliştiğini düşünüyoruz. Bu süreçte yaşananlar geniş anlamda bir politik devrim sürecidir. Bu devrim sürecinde ilgili rejimlerin bir kısmı yıkılmış, bir kısmı direnmiş, bir kısmında emperyalizmin müdahaleleri ile kazanımlar yok edilmiştir. Esad hanedanlığının sona ermesi de bu devrimci sürecin bir parçasıdır.

Devrim anı ve devrim süreci

Yukarıdaki kısa değerlendirmeden anlaşılacağı üzre devrim bir “anı” değil, bir süreci ifade eder. Her devrimde iktidarın alındığı bir “an” bulabiliriz, ancak süreci bütünlüklü göremezsek bir devrim ile bir darbe arasındaki farkı da ayırt edemeyiz. Elbette eski rejimin somutlaştığı bir yer (saray, meclis gibi) ya da bir kişi (kral, çar, şah, başkan gibi) yıkılınca devrime bir “an” atfederiz. Devrim, bütün süreciyle politikanın en keskin olduğu dönemi ifade eder. Bu açıdan radikal değişimler yaratır, daha ileri ya da daha geri toplumsal formasyonlara kapı aralar. İktidarın ele geçirilmesi devrimci süreç içerisinde niteliksel bir sıçramayı ifade eder. Bunun yanında iktidarın fethi devrimin sonu ya da bitişi değil; devrimin ara bir iç görevidir. Süreç burada sona ermez, eski egemenler ve müstakbel egemenler arasında mücadele sürer. Devrimci bir önderliğin olmadığı durumda kitlelerin istemleri çarpık ve gerici programların galebe çalmasıyla kristalize olur.

Fakat yine de devrim kavramı ileri-geri ikiliği ile kavranamaz. Bunun yanında devrim kavramı sürecin sonunda varılan yere göre değerlendirilemez. Devrimler bir garantörün el vermesiyle değil sürekli seferberliklerle ilerletilebilir. Öyle olsa idi 20. yüzyıl boyunca yaşanan ulusal bağımsızlıkçı devrimlerin hiçbirini savunmamak gerekirdi. Zira bunların hemen hepsi sömürgeci emperyalistlerden kopmalarına karşın kendi içlerinde diktatörlükler, Bonapartist rejimler ve yeni hanedanlıklar bina etti. Söz konusu devrimlerin mutlak surette zafere ulaşamaması (sosyal bir devrim gerçekleştirememesi), devrimci önderlik yoksunluğundan kaynaklandığı gibi emperyalist tahakkümle ezilen halklar arasındaki çelişkinin yerel burjuva ve toprak sahipleri eliyle çarpık bir biçimde yeniden inşa edilmesinden de kaynaklanmaktaydı. Afrika kıtasının sömürgecilikten kurtulma süreci, burada ifade edilen durum açısından çarpıcı örnekler barındırmaktadır.

Devrimin çelişkisi: Karşıdevrimci güçler

Sadece sosyalist bir partinin önderlik edeceği ve sadece işçi sınıfının katılacağı devrimler bekleyenler yanılmaktadır. Tarihte böyle bir devrim yaşanmadığı gibi, bundan sonra da yaşanmayacak. Her devrim içinde farklı sınıfları, bu sınıfların farklı kesimlerini ve onların temsilcilerini barındırır. Devrim, bu yüzden, sürekli bir çatışmanın ve mücadelenin yürüdüğü alandır. Devrime giden süreçteki ittifaklar ve kazanımlar devrim boyunca ve sonrasında dağılabilir, ortadan kalkabilir, yerine yenileri kurulabilir. Aksi halde Lenin, neden Kornilov Darbesi’ne karşı Kerenski’yi müdafaa etsindi? Yoksa Lenin Kerenski’yi değil de devrimi mi müdafaa ediyordu?

Karşıdevrim riski her devrimci süreçte mevcuttur. Eski rejimin yıkılmasıyla açığa çıkan boşlukta emperyalist devletlerin, gerici, faşist ya da karşıdevrimci güçlerin iktidarı alması ve bu iktidarı zamanla sağlamlaştırması gayet olasıdır.

Suriye’de devrim olduğunu ifade etmek Suriye halkının ve onun geleceğinin kurtulduğu anlamına gelmiyor. Aksine, emekçi halkın önünde çok daha büyük görevlerin bulunduğuna işaret ediyor. Her devrimci süreçte olduğu gibi karşıdevrim devrimle iç içe gelişiyor. Suriye’de 2011’de başlayan halk isyanı, önce bir diktatörün (Esad), sonrasında bölgesel güçlerin ve emperyalist merkezlerin (ABD, Rusya, İran, Türkiye) ve nihayetinde İslamcı örgütlerin devrimci sürecin kazanımlarını budamasıyla devam etti. Öyle ise, tarihe kuşbakışı bakıp değerlendirme yapmıyor isek, somut durumda görevleri tarif etmeliyiz. Bir devrim içerisinde somut durumlar farklıdır, bir karşıdevrimde farklı. Bugüne kadar Suriyeli devrimcilerin görevi silahlarını Esad’a doğrultmaktı, bugün ise Suriye’nin özgür ve eşit bir ülke olarak yeniden inşasıdır. Bu görev mevcut tabloda önderliği elinde tutan HTŞ gibi örgütlere karşı mücadele etmek anlamına gelecektir.

Son söz: Kimi destekleyeceğiz?

Eğer bir taraftar gözü ile tribünden takım tutacaksak, isteyen istediğini desteklemekte özgür. Ancak enternasyonalist politika bize başka bir yöntem öneriyor. Devrimci önderlik inşasını ulusal dar görüşlülükten sıyrılarak uluslararası bir alanda ve uluslararası bir biçimde anlamak gerekir. Bu da dünyadaki gelişmeler karşısında taraftar olmayı (zayıf olan emperyalisti desteklemek, ehven-i şer diktatörlükleri savunmak gibi) değil, müdahil olmayı gerektiriyor. Bu yüzden Suriye’de bir tane kalmış bile olsa o devrimci ile nasıl bir politika geliştireceğimizi tartışacağız. Devrimi bir süreç olarak ele aldığımız için, HTŞ ya da benzeri önderliklerin, devrimi boğma girişimleri karşısında nasıl politikalar geliştirilebileceğini arayacağız. Aksi halde Suriye halkını ABD’nin, Rusya’nın, Türkiye’nin ya da İsrail’in politikaları karşısında ezilmesini “biz söylemiştik!” diyerek seyredeceğiz.

Politik önderliği kazanmak bir mücadele ile mümkün. Bu mücadele içerisinde Suriye’de Esad hanedanını desteklemek de bir seçenek! Diğer seçenek ise önce Esad, sonra radikal dinci gruplar tarafından tasfiye edilen Suriyeli devrimcilerle bir çıkış inşa etmek. Bu yüzden enternasyonalistler Esad’ın ardından ağıt yakmak yerine Suriyeli devrimcilerle birlikte, devrimin dinci gruplar tarafından çalınmasına karşı mücadele etmeyi sürdürecek.

 

 

 


[1] bkz. Nahuel Moreno, Devrimci Marksizm ve 20. Yüzyıl Dersleri, Enternasyonal Yayıncılık. Eşikteki devrimler ya da Şubat devrimleri gibi kavramsallaştırmalarla Moreno Çin, Küba, Vietnam gibi devrimci süreçleri ifade etmektedir.