7 Ekim’de Filistinli direniş güçlerinin El Aksa Tufanı başladığından bu yana, siyasal yelpazenin her noktasından farklı akımlar ile oluşumlar, Filistin sorununa dair kendi politik program ve yöntemleri çerçevesinden cevaplar üretmeye çalışıyor.
Yelpazenin en sağında Siyonizm ve bazı emperyalizmler var. Bunlar bütün Filistin’in işgal edilmesini, bütün Filistinlilerin sistematik bir etnik temizlik sonucunda fiziksel olarak imha edilmesini ve tek devlet olarak İsrail’in kurulmasını savunuyor.
Onun soluna doğru gelindiğinde “iki devletli çözümü”, yani 1967 “sınırlarını” savunanlar var. Bu küme biraz daha geniş: Türkiye solunun ezici bir çoğunluğu, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), Erdoğan iktidarı, Putin ve hatta bazı emperyalizmler dahi bu kümenin içinde. Türkiye solunun öne çıkan kitlesel partileri, neden Filistin sorunu karşısında “demokratik” emperyalizm ve AKP ile aynı kampta, bu onların düşünmesi gereken vahim bir durum.
Bu kampın biraz daha solunda “Sosyalist Filistin” programını savunanlar var. İlk okunduğunda akla yatkın ve doğru olan yol gibi geliyor ama aslında Filistin ulusal kurtuluş mücadelesinin desteklenmesini ve tarihsel-politik meşruiyetini, bağımsız ve birleşik bir Filistin’in değil, sadece “sosyalist” bir Filistin’in kurulması şartına bağladığı için, aslında oldukça sekter ve hatta ultimatomcu bir tutum olarak karşımıza çıkıyor. Bu ultimatomculuk, Filistinlilerin acil ve tarihsel ihtiyaçları ile sorumlulukları arasındaki siyasal köprüyü kurmayı başaramadığı için, nihai olarak bir sağ sapma biçimini alıyor.
Onun solunda ise bizim devrimci Marksist tutum olarak adlandırdığımız pozisyon var: İki devletli çözümü reddeden, Siyonist İsrail devletinin yıkılması gerektiğini söyleyen ve sınıfsal karakteri açısında burjuva dahi olacak olsa bağımsız, birleşik, laik ve ırkçı olmayan, Arapların ve Yahudilerin altında eşit yurttaşlar olarak yaşayacakları, nehirden denize tek bir Filistin devletinin kurulmasını savunan pozisyon.
Bu devrimci tutumun ifade ettiği kampın da solu var: Sol komünizm. Onlar hem Filistin devletine, hem de İsrail devletine eşit derecede karşılar. İkisinin de yıkılmasını istiyorlar. İkisine de eşit derecede karşı olduklarını söylüyorlar. Bu sol sapma öylesine idealist soyutlamalar üzerinden yükseliyor ki, pratikteki karşılığı kof bir liberal anarşzim olmasının önüne geçemiyor.
Saymış olduğumuz bu beş kampın haricinde, altıncı bir kamp daha var: Filistin için demokratik konfederalizm modelini savunanlar. Peki bu öneri nerede konumlanıyor? En sağda saydığımız Siyonizm ile onun hemen solunda yer alan sözde “iki devletli çözümü” savunanlar arasında. Çünkü demokratik konfederalizm sözde “iki devletli çözümün” öngördüğü ikinci devletin, yani sahte bir mini Filistin devletinin kurulmasını dahi savunmuyor. O, Filistin’in, Apartheid içindeki bir “demokratik federasyon” olmasını öngörüyor; yani Filistin’in bir devlet değil, “demokratik özerkliğe” sahip olan bir yerel yönetim organı olmasını savunuyor.
HEDEP eş genel başkanı Tülay Hatimoğulları, Mezopotamya Ajansı’nda yayımlanan 18 Ekim tarihli röportajında, kendisine Filistin sorununa dair ne önerdiği sorulduğunda, aşağıdaki gibi konuşuyor:
“Esasen bölgenin analizini yaptığımız zaman, karşımıza bir kere şu çıkıyor; son birkaç yüzyıldır emperyalist güçlerin Ortadoğu ve Afrika üzerinde yürüttükleri politika böl-parçala-yönet politikasıdır. Ve bunu sürekli olarak dinler, mezhepler ve etnik kimlikler üzerinden yapmışlar. Şimdi bölgenin bu sorunları çözmesi aynı zamanda emperyalist sömürgeci anlayışa da güçlü bir cevap olacaktır. Bugün Sayın Öcalan’ın geliştirdiği demokratik konfederalizm seçeneği, bu bahsi geçen yaşanmışlıklar için tek reçetedir. Bugün herkesin kendi dilini, kendi inancını ve ibadetini özgürce yapabildiği, kimsenin ötekini hor görmediği bir coğrafyayı yaratmak çok mu zor? Bakın ben bir sosyalist olarak açık yüreklilikle söylüyorum, burjuva demokrasisi bu konuda epey yol almıştır. Bugün İsviçre’ye baktığımızda, birçok kanton var ve birkaç dil konuşuluyor. Ortak resmi bir dil var. Bölündü mü İsviçre? Baktığımız zaman bir burjuva devlet yapılanması ve oldukça da güçlü bir yerde duruyor. Dolayısıyla demokratik konfederalizmin bu topraklarda kök salmasıyla ancak bu sorunlar aşılabilinir. Bu bakımdan da özetle bu reçeteyi hayata geçirmek çok önemli.” (Erişim tarihi: 23.10.2023)
Hatimoğulları benzer bir soruya benzer bir cevabı, 20 Ekim’de Gazete Duvar’da yayımlanan röportajında da vermişti:
“Ortadoğu’da kanayan iki yara Kürt sorunu ve Filistin sorunu. Bu iki sorunun çözülmesi bölgeyi rahatlatır. Asıl çözüm de konfederal bir modeldir, demokratik konfederalizmdir.” (Erişim tarihi: 23.10.2023)
Hatimoğulları bir siyasi anlayışın temsilcisi ve Filistin’le ilgili sorulan sorulara, bu siyasi anlayışın çerçevesinden yanıtlar üretiyor. Ancak yine de bazı okuyucularımız onun bu konuda ifade ettiklerinin şahsi görüşleri olduğunu, temsil ettiği akımın görüşlerini ifade etmediğini düşünebilirler. Bu nedenle Halkların Demokratik Kongresi’nin 18 Ekim’de İsrail Başkonsolosluk’u önünde gerçekleştirdiği basın açıklamasından da bir alıntı yapma ihtiyacı hissediyoruz:
“Bizler, Türkiyeli demokrasi güçleri olarak, Filistin’den Kürdistan’a tüm Ortadoğu’nun, ulusların ve halkların eşit ve özgür birlikteliğinin demokratik konfederal evi olmasına inanıyor ve destekliyoruz.” (Erişim tarihi: 23.10.2023)
Hatimoğulları, ilk aktardığımız alıntısında, Filistin için demokratik konfederalizm modelini, yanlış bir tanımlama ve analoji üzerinden savunuyor. Demokratik konfederalizm modelinin kabul edilmesinin potansiyel bir olasılık olduğunun bir göstergesi olarak, “burjuva demokrasisinin bu konuda epey yol aldığını”, yani burjuva demokratik rejimin siyasal haklar ve özgürlüklerin kabul edilmesi ve uygulanması noktasında, politik kapasite olarak geliştiğini ileri sürüyor.
Burada, siyasal sonuçları itibariyle trajik olarak adlandırabileceğimiz iki devasa yanlışın olduğu kanaatindeyiz: i.) Burjuva demokratik rejimler, 2008 ekonomik krizinden bu yana, dünyanın hiçbir yerinde siyasal bir gelişim göstermediler ancak aksine İngiltere’deki grev yasaklarından, Fransa’daki polis devletinin inşasından, ABD’deki 6 Ocak Kongre baskınından ve kürtaj dahil birçok demokratik hakka saldırılmasından da anlaşılacağı üzere, birçok merkezde tarihsel bir geri çekilme ve çözülüş yaşadılar. Ve bundan daha da kaygılandırıcı olan ikinci yanlış ise şu: ii.) İsrail bir burjuva demokrasisi değil ama yurttaşlığın ve sosyal ve demokratik haklarının kullanımının ırksal tanımlamalara ve etnik kökene bağlı olduğu işgalci bir Apartheid rejimi.
Bu nedenle İsrail ve İsviçre analojisi, oldukça hatalı bir nitelik taşıyor. Zira bu hatanın, Hatimoğulları’nın da konuşması sırasında vardığı mantıksal bir sonucu var: Filistin ile İsviçre kantonlarının aynı siyasal kategoride, birlikte ve tarihsel-sosyal olarak birbirlerine eşdeğerlermiş gibi ele alınması. Bu analojinin bir hata olduğunu belirtmemiz bu yüzdendi: Filistin bir kanton değildir, zor yoluyla vatansızlaştırılmış bir halkın, kendisine dönmek için ölümüne bir mücadele verdiği topraklarının ismidir. Filistin bir yerel yönetim organı, bir mahalle meclisi veya belediye de değildir: Toprağından koparılmış bir ulusun tarihsel yurdudur.
Kürt siyasal hareketi, demokratik konfederalizm ismi verilen projesini ve bu projenin politik, ekonomik, idari, kültürel yönlerini, 20 Mart 2005’te bir belgeyle (Koma Civakên Kurdistan Sözleşmesi) dünyaya duyurdu. Bu belgede, söz konusu demokratik konfederal modele dair şu saptamalar yapılıyordu:
“(…) kendi kaderini tayin etme hakkı, milliyetçi temelde devlet kurmak değil, siyasi sınırları sorun yapmadan ve sınırları esas almadan kendi demokrasisini kurma hareketidir. İran’da, Türkiye’de, Suriye’de ve hatta Irak’ta oluşacak bir Kürt yapılanmasında tüm Kürtler bir araya gelerek kendi federasyonlarını, birleşerek de üst konfederalizmi oluştururlar.” (Madde 6)
“ (…) asıl karar yetkisi köy, mahalle ve şehir meclis ve delegelerinindir. Dolayısıyla halkın ve tabanın kararı geçerlidir.” (Madde 7)
“(…) bir devlet sistemi değil, halkın devlet olmayan demokratik sistemidir.” (Madde 7)
“(…) üç hukuk geçerli olacaktır: AB hukuku, üniter devlet hukuku, demokratik konfederal hukuk. Üniter devletler olan İran, Irak, Türkiye ve Suriye Kürt halkının konfederal hukukunu tanıdıkça Kürt halkı da onlarınkini tanıyacak ve bu temelde uzlaşıya gidebilecektir.” (Madde 7)
Demokratik konfederalizmin, bizim açımızdan öne çıkan ve eleştirilmesi gereken ve uygulandığı taktirde Filistin halkını, soykırımın ve işgalin karşısında siyasal mücadele ve savunma araçları ile yöntemlerinden mahrum bırakacak olan birkaç yönü mevcut. Bu yönlerin hepsi, yukarıda alıntılamış olduğumuz belgede sade bir şekilde anlatılıyor. Biz bunların, Siyonist İsrail’in soykırımcı Apartheid rejimi karşısında, Filistin halkını siyasal ve hatta askerî olarak silahsızlandıracağı görüşündeyiz. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
1.) Demokratik konfederalizm, bir ulus-devlet projesinin karşıtı olarak öne sürülse de, öne sürüldüğü ülkelerdeki (Türkiye, İran, Suriye, Irak, “İsrail”) ulus-devletlerin sınırlarına itiraz geliştirmeme, bunları kabullenme üzerine kuruluyor (yukarıdaki alıntıda bulunan “siyasi sınırları sorun yapmadan ve sınırları esas almadan” ibaresine dikkat çekmek istiyoruz). Dolayısıyla Filistin için demokratik konfederalizm önerisinin doğrudan doğruya en vahim ilk sonucu şudur: İsrail’in bugüne kadar işgal ettiği toprakların işgal altında kalmasının kabul edilmesi; özetle “İsrail’in” “siyasi sınırlarının sorun yapılmaması”.
2.) İkinci olarak itiraz ettiğimiz nokta, demokratik konfederalizmin aslında ulusların kaderlerini kendilerinin tayin hakkını (UKKTH) reddetmesidir. Demokratik konfederalizm UKKTH karşıtı bu tutumunu, “devlet kurmaya” karşı olduğunu söyleyerek ifade ediyor. Bunun mantıksal sonucu açık ancak yine de ifade edelim: Sözde “iki devletli çözüm” formülasyonuna göre bile Filistin devletinin kurulmasına karşı çıkmak. Bu bağlamda demokratik konfederalizmde “asıl kararların köy, mahalle ve şehir meclislerinde” alındığı söyleniyor. Bunun siyasal anlamının ne olduğunu, aşağıda, üçüncü maddede açıklamaya çabalayalım.
3.) Irk kökenli bir ayrımcılık sistemi olan Siyonizmin iktidarı altında yerel yönetim organları (“köy, mahalle ve şehir meclisleri”) aracılığıyla Filistin sorununun çözülebileceğini varsaymak, aslında şu siyasal programa dayanıyor: Siyonizmle barış içinde bir arada yaşam. Bu programın tarihsel dayanağını, Rus Stalinizminin kongrelerinde karar altına aldığı “emperyalizmle barış içinde bir arada yaşam” şeklinde ifade edilen yönelim oluşturmaktadır. Stalinizmin bu varsayımına göre emperyalizm ile işçi devletleri aynı küresel ekonominin çatısı altında, birisi bir diğerini yok etmeden veya yok etmeye çalışmadan, barış içinde, yan yana var olabilirlerdi. Bu varsayım feci bir şekilde yanlışlandı. Zira işçi devletleri ile emperyalist devletler, küresel çapta ikili iktidar organları olarak, var olmalarının getirdiği zorunlu bir çatışma ve çelişki içindeydiler. İsrail’de, yani işgal altındaki Filistin’de ise, Siyonist olmayan her siyasal organ ve kurum, bir ikili iktidar organıdır. Siyonizm, Nazizmin bir türü olduğu için, siyasal karakteri itibariyle Siyonist olmayan kurumlar ve organlar ile yan yana var olabilecek demokratik kapasiteye sahip değildir. Dolayısıyla Filistinli “köy, mahalle ve şehir meclislerinin”, Siyonist işgal devletinin altında oluşturulucak bir “demokratik federasyon” çerçevesinde toplumsal bir işlev kazanması mümkün değildir. Filistinli siyasal ve sosyal temsil organları, Siyonist devlet yapılanması ve hukuku çerçevesinde bir “demokratik federasyon” altında tanınamazlar; tersine, kendilerini gerçekleştirebilmek için bu devlet yapılanmasını ve hukuku ilga etmek için mücadele etmek zorundadırlar. Ve zaten Siyonist devlet bir kere ilga edildiğinde, demokratik konfederalizme ne gerek kalacaktır ki?
4.) Demokratik konfederalizm, Siyonist devletin sınıfsal karakteri bir yana, ancak onun siyasal karakterini bile sorgulamamayı ve onu kabul etmeyi öngörmektedir. Bu, “üniter devlet hukukunun”, yani işgalci İsrail’in sözde hukukunun tanınacağının ifade edildiği maddede açıkça belirtilmektedir. Bu “üniter devletin hukukuna” göre, 6 Temmuz 2003’te çıkan bir yasayla Arapların vatandaş olması ve vatandaşlık haklarına sahip olması yasaktır; geçmişte “İsrail” “vatandaşlığı” almış olan Filistinlilerin, Gazze’deki veya Batı Şeria’daki Filistinliler ile evlenmesi de yasaktır (yani Filistinli ailelerin birleşmesi yasaktır); dahası, etnik kökeni itibariyle Yahudi olmayan birisinin vatandaş olması bir hayli zordur. Yine bu “üniter devletin hukukuna” göre Filistinlilerin, işgal altındaki Filistin’e girmeleri ve işgal altındaki Filistin’de bulunan mülkleri (mesela havaalanlarını) kullanmaları yasaktır. Bu “üniter devlet hukukuna” göre, işlerinde çalışmak için “İsrail’e” günübirlik geçen Filistinlilerin geceyi orada geçirmeleri özel izinlere bağlıdır ve bir hayli zordur. Bu “üniter devlet hukukuna” göre Gazze ile Batı Şeria arasında ticaret yapılırken İsrail’e ithalat ve ihracat vergisi ödenmelidir ve ticari mallar İsrail kamyonlarıyla taşınmalıdır. Bu “üniter devlet hukukuna” göre Filistin direniş örgütlerinden herhangi birisinin takipçisi veya destekçisi olan bir Filistinli sadece hapse atılmaz, ancak onun evi de yıkılır ve o yıkılan evin yerine, bir faşist yerleşimcinin kendi evini inşa etme hakkı vardır. Dolayısıyla demokratik konfederalist modelin, sistematik ırkçılığın resmî devlet politikası ve öğretisi olan bir işgalci yapılanmanın kapsamında hayata geçirilmesi öngörülmektedir. Bu devlet politikası ile öğretisinin hukuksal ifadelerinin “geçerli olacağı” söylenmektedir. Buradan da İsrail rejiminin Apartheid karakterinin bütün sonuçlarıyla devam edeceği sonucu çıkacaktır.
Elbette Filistin için demokratik konfederalizm modelini öneren mücadele dostlarımızın siyasal bağlamda niyetlerinin, Siyonizme teslim olmak olduğunu düşünmüyoruz. Ancak tarihte niyetler ile siyasal programlar birçok kez çelişir ve çatışırlar. Ve çatışanlar niyet ile program olunca, kazanan daima program olur. Dolayısıyla eleştirilerimiz niyetlere yönelik değil, programa dairdir.
Demokratik konfederalizm, aynı zamanda halkların kendi aralarında ve devletler ile halkların ilişkilerinde etnik ve dinî kökenli ayrımcalıkları kabul etmeyen ve bu tip ayrımcalıkların olmadığı bir siyasal rejim olarak tanımlanıyor. Ancak bir Apartheid devleti, tanımı gereği tam da bu etnik ve dinî kökenli ayrımcılıklara dayanır; eğer öyle olmasaydı, ona zaten Apartheid denmezdi.
Bu nedenle Filistin sorununa dair (ve aslında Kürt sorununa da dair) bizim önerimiz, demokratik konfederalizmin uygulanmasına ihtiyaç kalınmayacak bir politikanın (yani UKKTH’nin) ve bir toplum durumunun, bir toplumsal örgütlenme biçiminin (bağımsız ve birleşik Filistin’in) yaratılmasıdır. Kısacası önerimiz, demokratik konfederalizmin önerilmesine neden olan ve kökenleri sınıflı toplumun ve kapitalist üretim ilişkileri ile baskı rejimlerinin varlığında yatan maddi şartların ortadan kaldırılmasıdır.