Ahlak ve devrim

Bu metin Lev Troçki tarafından yazılan Onların Ahlakı, Bizim Ahlakımız adlı eserin Özne Yayınları tarafından yapılan çevirisine bağlı kalınarak trockist.net‘e taşınmıştır. Troçki aşağıdaki metni 1938 senesinde kaleme almıştı.

***

Liberaller ve radikaller arasında olayların yorumlanmasının materyalist yöntemlerini sindirmiş olanlar ve kendisini Marksist sayanlar var; ama bu onların burjuva gazeteci, öğretim üyesi veya politikacı olarak kalmasını engellemiyor. Bir Bolşeviği, materyalist yöntem olmaksızın ahlakta da başka bir şeyde de anlamak elbette ki mümkün değil. Materyalist yöntem Bolşevikliğe sadece olayları yorumlamada değil, proletaryanın devrimci partisini kurmada da yarıyor; bu görev burjuvaziye ve burjuva ahlakına karşı ancak tam bağımsızlık içindeyken yerine getirilebilecek bir görevdir. Oysa burjuva konvoyu ABD’de William Green’den, İspanya’da Garcia Olivier’den geçerek, Fransa’da Leon Blum ve Maurice Thorez’e kadar, resmi işçi hareketine bütünüyle hakim. İçinde bulunduğumuz dönemin gerici karakteri, en derinlemesine ifadesini bu gerçeklikte buluyor.

Devrimci Marksist, burjuva kamuoyu ve onun proletaryanın koynundaki casuslarıyla ahlaki bakımdan köprüleri atmadıkça tarihi görevini elinde tutamaz. Buradaki kopuş, gösterilerde “Hitler istifa! Franco istifa!” diye bağıran insanlarınkinden daha farklı çapta bir ahlaki cesaret gerektirir. Demokrasinin laf cambazlarını, salon kahinlerini, politika koridorlarının kahramanlarını ölesiye korkutan şey, küçük burjuvazinin ve dahası yüksek burjuvazinin muhafazakar ahlakından Bolşeviklerin işte tam da bu kararlı, derinine düşünülmüş, geri dönülmez kopuşudur. Bolşeviklerin “ahlakdışıcılığından” yana yakıla ağlamaları bu yüzdendir.

Onların, burjuva ahlakını “genel olarak” ahlakla özdeşleştirme biçimi, şüphesiz en iyi olarak küçük burjuvazinin aşırı solunda, daha açıkçası Londra’nın Uluslararası Sosyalist Büro’sunun merkezci partileriyle doğrulanıyor. Proletarya devriminin programını “kabul eden” bu organizasyonla görüş ayrılıklarımız ilk bakışta ikincil ayrılıklar gibi görünüyor. Aslında devrimci programa evet demelerinin hiçbir değeri yok, çünkü bu onları bir şeye zorunlu kılmıyor. Merkeziyetçiler proleter devrimi Kantçıların koşulsuz buyruğu kabul ettikleri gibi, yani günlük yaşama uygulanması olanaksız kutsal bir ilke olarak “kabul ediyorlar”. İşin siyasi uygulamasındaysa, bunlar, devrimin amansız düşmanları olan reformistlerle ve Stalinistlerle bize karşı birleşiyorlar. Düşünceleri yalan dolan ve riya dolu. Genel bir kural olarak eğer göz alıcı suçlara kadar yükselemiyorlarsa bu onların sürekli siyasetin arka planında kalmalarındandır: Bunlar yankesici, tarihin yankesicileri; işçi hareketini yeni bir ahlakla donatmaya çağrıldıklarını sanmalarının nedeni de bu biraz önce söylediğim şey.

Bu “öncü” hayır derneğinin aşırı solunda, siyasi hiçbir önemi olmayan, Alman göçmenlerden oluşan küçük bir grup var. Neuer Weg dergisini yayımlıyorlar. Biraz eğilip, Bolşevik ahlakdışıcılığının bu “devrimci” muhaliflerine kulak kabartalım. Neuer Weg, tam da cinaslı bir övgü tonuyla Bolşeviklerin ikiyüzlü olmamalarıyla diğer partilerden ayrıldığını yazıyor: Bolşevikler diğerlerinin sessiz yaptıkları şeyi yüksek sesle yapıyor ve örneğin, “amaç aracı haklı kılar” ilkesini uyguluyorlar. Neuer Weg‘a göre bu “burjuva” ilkesi “sağlıklı bir sosyalist hareketle” bağdaşamaz. “Yalan ve daha kötü şeyler mücadelenin –Lenin hep tersini düşünmüşse de– izni verilmiş araçları değillerdir”. Buradaki hep Lenin’in bu yanılgıdan vazgeçecek zamanı olmadı anlamına geliyor, çünkü “Yeni Yol’un” (Neuer Weg) keşfinden önce öldü.  

“Yalan ve daha kötü şeyler” ifadesindeki ikinci öge besbelli şiddeti, insan öldürmeyi vs. ifade ediyor çünkü başka her şey aynı kefede olsa da şiddet yalandan daha kötüdür ve birini öldürme şiddetin uç biçimidir. Böylece biz de yalanın, şiddetin ve birini öldürmenin “sağlıklı bir hareket” ile bağdaşmadığı sonucuna varıyoruz. Peki devrim ne olacak? İç savaş, savaşların en acımasızıdır ve üçüncü kişilere şiddet uygulanması olmaksızın düşünülemez. Modern savaş teknikleri de hesaba katılırsa yaşlıların ve çocukların da ölmesi kaçınılmazdır. Yoksa İspanya’yı mı hatırlamalıyız? Cumhuriyetçi İspanya’nın “dostlarının” bize verebilecekleri tek cevap, iç savaşın faşizme kölelikten yeğ olduğudur. Tamamen doğru olan bu cevap, amacın (demokrasi veya sosyalizm) şiddet ve adam öldürme gibi araçları bazı durumlarda meşru kıldığını ifade ediyor sadece. Yalandan bahsetmeye hiç de ihtiyaç yok! Makinenin yağlamasız olamayacağı gibi, yalansız bir savaş da düşünülemez. Barcelona hükümetinin gazetecileri ve halkı pek çok kez bile bile yanıltmasının tek nedeni Cortes’leri faşist bombalarına karşı korumaktı. Başka bir şey yapılabilir miydi? Amacı isteyen (Franco’ya karşı galip gelmek) bunun yolunu da (iç savaş ve yanı sıra belki korkunç olaylar ve öldürmeler) istemek zorundadır.

Bununla birlikte yalanı ve şiddeti “kendisinde” mahkum etmeyecek miyiz? Kuşkusuz evet, ama bunları doğuran sınıflı toplumla birlikte. Toplumsal çelişkilerin (antagonizm) olmadığı toplum, elbette ki yalansız ve şiddetsiz olur. Ama bu topluma ancak şiddet yöntemleriyle köprü kurabiliriz. Devrimin kendisi de sınıflı toplumun ürünüdür ve o toplumun izlerini taşır. “Ebedi hakikatlere” göre doğaldır ki devrim “ahlakdışıdır”. Bu da bize idealist ahlakın karşıdevrimci olduğunu, yani sömürücülerin hizmetinde olduğunu belletiyor sadece. Belki de filozof kestirmeden gidip “Ama iç savaş acı bir istisnadır, barış zamanı sosyalist bir hareket yalansız ve şiddetsiz yaşamak zorundadır” diyecektir. Bu yalnızca acınası bir kaçamak. Sınıfların barışçı mücadelesiyle devrim arasında aşılmaz sınırlar yoktur. Her grev, iç savaşın bütün ögelerinin tohumunu barındırır, iki karşı parti de kararlılıkları ve zenginlikleri hakkında birbirlerinde karşılıklı olarak abartılı bir fikir uyandırmaya çalışır. Kapitalistler, gazeteleri, casusları ve muhbirleri yoluyla, grevcilerin moralini bozmaya ve onları yıldırmaya çalışır. İknanın sonuçsuz kaldığı görülünce grev gözcüleri kuvvete başvurmak zorunda kalır. “Yalanın ve daha kötü şeylerin” sınıflar mücadelesinin daha cenin halinden itibaren nasıl ayrılmaz bir parçası olduğu böylece görülüyor. Geriye, buna bir de gerçek ve yalan kavramlarının toplumsal çelişkilerden doğduğunu eklemek kalıyor.