İUB-DE Uluslararası Sekreterliği: “Ukrayna işgali kapitalizmin krizini derinleştiriyor”

Dünya durumu üzerine deklarasyon

Ukrayna işgali kapitalizmin krizini derinleştiriyor

1) Putin’in Ukrayna’yı işgali kapitalist emperyalist sistemin krizinde ve çöküşünde bir sıçrama yaratıyor

Beş aydır sürmekte olan Ukrayna’daki savaş, kapitalizmin küresel krizinin vahametinin altını çiziyor. Gezegenin her köşesinde enflasyon, küresel resesyon riski, enerji ve gıda fiyatlarında artış, toplumsal eşitsizliğin derinleşmesi, silahlanmaya daha fazla harcama, küresel ısınmanın ilerlemesi ve halkların yeni isyanları söz konusu… Bu durum, emperyalizmin, IMF’nin ve hükümetlerin işçi sınıfının omuzlarına yüklemeye çalışacağı ve küresel sınıf mücadelesinde devasa sonuçlara yol açacak olan bir krizdir.

Birleşik Devletler ve Avrupa emperyalizmlerinin sözcüleri, bu çöküşün tamamen Putin’in Ukrayna’yı işgalinden kaynaklandığını iddia ederek, onu meşrulaştırmak istiyor. Hiç şüphe yok ki Ukrayna’nın işgali önemli bir faktör; ancak gerçekte bu savaş Covid-19 pandemisiyle kötüleşen 2007 krizi neticesinde zaten ızdırap çekmekte olan dünya ekonomisinin ve bütün bir kapitalist emperyalist sistemin küresel krizinin yol açtığı yangına körükle gitmekten başka bir şey yapmadı.

Şu an yaşanmakta olan, İUB-DE’nin 2020’nin ortasında yapmış olduğu ve bizlerin “kapitalizmin tarihteki en kötü krizini” yaşadığımızı ilan eden tanımlamayı doğrulamaktadır. O sırada şu noktaya parmak basmıştık:

“Covid-19, 2007’de başlayan kapitalist iktisadi krizin sıçrayışa geçmesine neden olmuştur. Somut olarak, bunun yeni ve derin bir krize neden olduğunu düşünüyoruz; bu yüzden kapitalizmin tarihinde yaşanan en ciddi krizle baş başa olduğumuzu öne sürüyoruz. […] Bu daha önceki krizle aynı şey değil, onun üzerine bir sıçrayış. Hem burjuvazi hem de kitleler için kapitalizmde daha önce görülmemiş bir krize neden oldu. Kapitalizm ve buna bağlı olarak insanlık için devasa bir değişimi beraberinde getiriyor.” (“İUB-DE VII. Dünya Kongresi: Koronavirüs krizinde dünya durumuna dair güncelleme”, Ağustos 2020)

Putin’in Ukrayna’yı işgali bu ağır kriz, devasa ekonomik geri çekiliş ve pastanın paylaşımı noktasındaki burjuvazi içi çatışmalar bağlamında açıklanabilir. Rusya derin bir ekonomik kötüleşmeden muzdarip. Putin emekçi halka karşı kemer sıkma önlemleri almak ve içeride baskıyı arttırmak zorunda kaldı; bütün bunlar büyük bir politik yıpranmaya neden oldu. Eylül 2021’deki seçimlerde Putin’in oyları düştü. Bu sırada Belarus ile Kazakistan’daki halk ayaklanmalarını bastırmak durumunda kaldı. Putin’in Ukrayna’yı işgali, kendi politik gerileyişini durdurmaya, Rus halkını hatalı “anavatanın savunulması” sloganı altında birleştirmeye ve diğer emperyalist güçlerle alan tartışmalarına girmeye çabalayan umutsuz bir politik-askerî manevradır. Ukrayna’daki savaş krizin bir ifadesidir ve karşılığında bu krizi, politik, ekonomik ve toplumsal sonuçları bakımından derinleştirmektedir.

2) Kapitalist dünya ekonomisinin krizi derinleşiyor

Kapitalist dünya ekonomisi yeni bir sarsıntı yaşıyor. Tüm veriler, emperyalist örgütlerin işaret ettiği varsayılan büyüme ve toparlanma göstergelerinde yeni bir düşüşe işaret ediyor. Birçok burjuva analizcisi daha şimdiden Avrupa ile Birleşik Devletler’de olası bir resesyondan söz ediyorlar. Kötümserlik yayılıyor. JPMorgan Chase’in başında bulunan, dünyanın en güçlü bankerlerinden Jamie Dimon şöyle diyor: “Ekonomik sorunlar geçici değil. Durum çok daha fazla kötüleşebilir.” (El País, 9 Temmuz 2022)

Veriler, patronların bu kötümserliğinin nedenini açıklıyor. Enerji ve gıda fiyatları dramatik bir biçimde yükseldi. Senenin sonuna doğru Avrupa bölgesi resesyona girebilir. Dünya enflasyonu hızla yükseliyor; şimdiden 34 yılın en yüksek seviyesine gelerek rekor kırdı. Savaş bir faktör olabilir, ancak bu durumun temel sebebi değil. “Savaş açıkça gıda ve enerji fiyatlarını etkiledi çünkü Rusya bu ürünlerin güçlü bir ihracatçısı; ancak enflasyon, savaşın başlamasından önce yükselmeye başladı, dolayısıyla bu çatışma enflasyonun artışının temel nedeni değil.” (Ricardo Arriazu, Clarín, Arjantin, 22 Mayıs 2022) Birleşik Devletler’de %9,1 ile (son 40 yılın en yüksek oranı) enflasyon rekoru kırıldı. Avro bölgesinde yıllık bazda alışılmadık bir şekilde %8,6’ya ulaştı. Enflasyon Türkiye’de %73,5, Arjantin’de %80 ve Zimbabwe’de %130 düzeyinde.

Kriz bir yandan kötüleşirken, özellikle yarı sömürgelerde dış borcun artmayı sürdürüyor olması üzerinden emperyalist yağma derinleşiyor. Tahminlere göre “2021’de %7,8 artarak 65,4 trilyon ABD dolarına yükselen dünya kamu borcu, bu yıl %9,5 artarak, rekor bir düzeye, 71,6 trilyon ABD dolarına ulaşacak.”(Europa Press, La Nacion, Arjantin, 5 Mayıs 2022)

Tırmanan enflasyon ve yokluğa sürüklenen milyarlarca emekçi ailesi büyük enerji, gıda ve banka tekellerine devasa kârlar sağlıyorlar.

OECD’nin baş ekonomisti olan Laurence Boone şöyle yazıyor: “Dünyada Rus petrolüne uygulanan ambargoyu tamamen dengelemek için yeterli miktarda olan ama kullanılmayan petrol var. Bu petrol, Körfez ülkeleri tarafından bırakılsa veya OPEC tarafından bırakılsa, fiyat artışına sebep olunmayacaktı.”(El País‘den, La Nacion, 12 Haziran 2022) Başka bir deyişle, üretimi manipüle eden ve müthiş kârlarını desteklemek için fiyatlar üzerinde spekülasyon yapanlar çokuluslu petrol şirketleridir.

Bütün bunlar, bütün dünyada kitlelerin yaşam standartlarında yeni ve baş döndürücü bir düşüşe neden oluyor.

Açlık büyümeyi sürdürüyor. 2021’de dünyada açlıktan muzdarip olan 828 milyon insan vardı; bu, 2020’deki sayıdan 46 milyon, 2019’daki sayıdan ise 150 milyon daha fazla. Dünyada yaklaşık 2.3 milyar insan (dünya nüfusunun %29,3’ü) 2021’de orta veya yüksek şiddetli gıda güvensizliği altında yaşadı; bu, Covid-19 pandemisinin patlak vermesinden önceki verilerle karşılaştırıldığında, 350 milyonluk artış anlamına geliyor. (BM Raporu, Temmuz 2022) Tahminlere göre 2022’de “en az 276 milyon insan akut gıda güvensizliği ile karşı karşıya, (…) 43 ülkeden 40 milyon insan kıtlığın kıyısında. (…) Benzeri görülmemiş bir krizin içindeyiz.” (BM Raporu, New York Times’dan alıntılayan Clarín, 21 Mayıs 2022)

Buna, savaşlardan ve açlıktan dolayı yaşanan göçmen krizini de eklemeliyiz. Ukrayna’yı 7 milyon insan terk etti. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne göre (UNHCR) 2021’de Afrika’dan gelen üç binden fazla göçmen deniz yoluyla Avrupa’ya ulaşmaya çalışırken hayatını kaybetti. İspanyol Devleti’nin polis vahşeti, Fas’ta, Melilla’da en az 37 genç göçmenin ölümüne neden oldu. Mayıs ayında ABD-Meksika sınırında 239.000’den fazla göçmen gözaltına alındı, ki bu rekor bir sayı.

Kapitalist ekonomik krizin kendi içinde bir çözümü yok; bu kriz kronik ve etkileri de giderek kötüleşecek. Emperyalizm ve kapitalist hükümetler krizden çıkmak için yeni aşırı sömürü planlarını dayatmaya çalışıyor, bu da sınıf mücadelesinin şiddetlenmesini beraberinde getiriyor.

3) Dünyada yeni bir mücadele dalgası

İşçi sınıfı ve ezilen sektörler bu kapitalist saldırıya, mesela Sri Lanka ve Ekvador’da olduğu üzere, işçi grevleri ve halk ayaklanmalarıyla cevap veriyor.

Bu yeni bir küresel mücadele dalgasıdır. 2019’da mücadelelerde, pik noktası Şili’deki Piñera karşıtı devrimci seferberlikler olacak şekilde, büyük bir yükseliş yaşandı. Şili’deki devrimci seferberliğin öncesinde Ekvador’daki mücadeleler, Fransa’daki “sarı yelekliler” seferberliği, Birleşik Devletler’deki uzun General Motors grevi, Lübnan halk ayaklanması ve 8 Mart’taki dünya greviyle beraber kadın hareketine bağlı yeşil dalganın mücadeleleri yaşanmıştı. Bugünkü dalganın yeni olan tarafı ise, ona, iklim adaleti için seferber olan gençliğin mücadelesinin eklenmiş olmasıdır.  2020 senesinde, Covid-19 pandemisi, protestoları yavaşlatan bir bekleme dönemini beraberinde getirmişti ancak bu ara dönem, George Floyd’un katledilmesiyle beraber Birleşik Devletler’de Trump’a karşı patlak veren ırkçılık karşıtı ayaklanmayla sona erdi. 2019’daki mücadeleler dalgasının seviyesine ulaşamamış olsa da, başka seferberlikler de yaşandı. Bunların arasından, ikisi de 2021’de gerçekleşen Kolombiya ayaklanması ile Küba’daki 11 Temmuz seferberliğini kayda geçirmek gerekir.

Bu yeni dalga Haziran 2022’de açıldı. Bu dalga, dış borç ödemelerinin durdurulmasını sağlayan Mayıs ayındaki ilk Sri Lanka ayaklanması tarafından öngörülmüştü. Temmuz ayında, yine Sri Lanka’da yüz binlerce insanın sokağı doldurduğu ve başkanlık sarayını ele geçirdiği bir halk ayaklanması neticesinde başkan ülkeden kaçtı ve istifa etti.

Ekvador’da yakıt fiyatlarındaki artışa karşı bir yerli ayaklanması yaşandı ve bu ayaklanma, fiyatlarda indirimi sağlayarak kısmi bir zafer kazandı. Latin Amerika kıtasında ise Panama’daki grev ve yürüyüşler, Şili’deki bakır madencilerinin grevi, Brezilya’da ücretler için yapılan grevler ve Arjantin’in iç bölgelerindeki öğretmen seferberlikleri bu dalgaya eklendi.

Avrupa’da ise enerji fiyatları, on yıllardır eşi görülmemiş bir şekilde, doğalgaz desteğinde yapılacak olan kesintilerin duyurulmasıyla birlikte yükseldi. Bu da beraberinde ücret artışları talep eden bir grev dalgasını tetikledi.

Belçika’da bir genel grev yaşandı. Demiryolu işçilerinin bir günü aşan iş durdurmaları Birleşik Krallık’ta neredeyse bir genel greve doğru evriliyordu. Norveç ile Fransa’da petrol tankerlerinde (Total) gerçekleşen grevler, çeşitli ülkelerdeki havacılık işçilerinin grevleri ve devlet, sağlık ve eğitim çalışanlarının grevleri yine bu dalga kapsamında yaşandı.

Aynı zamanda İran’da da, öğretmenlerin devasa mücadelesinin başı çektiği grevler yaşandı. Libya’da mevcut iki hükümeti kasvetli toplumsal durumdan sorumlu tutan göstericiler, Trablus’taki parlamento binasını ateşe verdi. Özbekistan’da, başarısızlık ile sonuçlanan bir anayasal reform denemesine karşı kitlesel protestolar yaşandı.

Anlaşılan o ki, dünyada yeni toplumsal meydan okumalara ve daha derin bir kutuplaşmaya doğru ilerliyoruz.

4) Emperyalizmin siyasal krizi ve “dünya düzensizliği” yoğunlaşıyor

Burjuvazi içi ve emperyalistler arası çatışmanın yeni bir boyuta sıçramasında ifadesini bulan kapitalist emperyalist sistemin siyasal krizinin derinliği, kendisini Putin’in Ukrayna’da başlattığı savaşla gösteriyor. Örneğin, bu emperyalistler, işgali durdurması için Rusya’yla, müzakere edilmiş bir anlaşmaya varamıyorlar ve geçen beş ayın ardından, işgale bir son da veremiyorlar.

Rusya gibi Brezilya büyüklüğünde bir ekonomiye sahip küçük bir emperyalizm, Afganistan’daki başarısızlık ve yenilgiden sonra darbe alan ABD’nin siyasi-askerî zayıflığını bildiği için Ukrayna’ya doğru ilerlemeye cesaret edebiliyor.

Bu, ABD emperyalizminin (o her ne kadar ekonomik ve askeri gücü sayesinde dominant güç olmayı sürdürüyor olsa da), kapitalizmin küresel krizi tarafından gerilediğini doğrulamaktadır. Dünyanın jandarması olarak Birleşik Devletler, dünyayı “düzene sokmak” uğruna on yıllarını harcadı. Ancak Bush’un Irak’ı başarısız işgalinin (2003) ve onu takip eden Obama yönetimi altında yaşanan 2007 krizinin giderek kötüleşmesinin ardından, ortaya çıkan sonuç “dünya düzensizliği” oldu. Savaşın sürmesi, ekonomik krizin derinleşmesi ve yeni mücadele dalgası bunu doğrulamakta.

Putin’in küstah eylemleri, niyetlendiğinin, yani NATO’nun ve Birleşik Devletler-Avrupa Birliği birliğinin zayıflatılmasının tam tersine yol açtı. Haziran’da Madrid’de yapılan NATO zirvesi, yeni üyelerin (Finlandiya ve İsveç) alımı olasılığıyla NATO’nun güçlendiğini gösterdi. Avrupa’da, özellikle de Almanya’da emperyalist silahlanma yarışı büyüyor. NATO ve onun genişlemesiyle beraber Batı emperyalizmi, Ukrayna’daki savaşı, Doğu Avrupa’nın yarı sömürgeleştirilmesini güçlendirmek ve  gelecekteki isyanlar ile devrimlere karşı hareket edecek olan önleyici bir baskıcı aygıtı sağlamlaştırmak için kullanıyor. Ancak NATO’nun bu güçlenmesi görecelidir; çünkü Afganistan’daki gibi siyasi-askerî yenilgiler, kendisi üzerinde bir yük oluşturmaya devam etmektedir. Tam da bu yüzden Birleşik Devletler ve Avrupa Birliği, Ukrayna’ya herhangi bir doğrudan askeri müdahale olasılığını engellemeye ve savaşın kendi sınırlarını terk etmesini sağlamaya çalışıyor. Onların nihai hedefi, Ukrayna halkının pahasına, Putin’le barış müzakerelerini daha iyi koşullarda yapmaya çabalamak.

Öte yandan, Putin’in işgalini kınamayan ancak hem ekonomik hem de siyasi olarak küresel krizden de muaf olmayan bir konumda bulunan Çin mevcut. Çin ekonomisi artık iki haneli sayılarla büyümüyor, yabancı yatırımlar düşüyor, tasarruf sahiplerinin protestoları büyüyor ve dünya tüketimindeki düşüş onu da etkileyecek. Bunun anlamı şu ki, burjuvazi içi sürtüşmeler artacak, özellikle de Birleşik Devletler’le olan sürtüşme. Buna paralel olarak, Çin Komünist Partisi diktatörlüğü, Tayvan’ı, ülke içinde bir “milliyetçi halkçı” ajitasyon kullanarak ve onu, ABD ile müzakerelerde bir şantaj silahı olarak masaya sürerek, geri alma hedefini güdüyor; bu, başka bir gizli kriz faktörünü temsil ediyor ve yeni sürtüşmeler öngörüyor.

Bu sırada çevresel yıkım sürmekte. Enerji krizi dolayısıyla kömür kullanımı yeniden canlandı. Örneğin Almanya ve Avusturya, yalnızca son çare olarak mevcut olan rezerv kömür santrallerinden şu anda yararlanabileceklerine karar verdiler. Bu, Almanya’da kömür üretimini genişletecek ve bu süreçte de karbondioksit üretimini artıracak olan bir kriter değişikliğidir.

Kapitalist emperyalist sistemin krizi, hükümetleri, yeni bölgesel savaşlara yol açabilecek olası istenmeyen ve kendi kontrolleri dışındaki durumlar ile karşı karşıya bırakıyor. Ukrayna’daki mevcut savaşın uzaması ihtimali de dışlanamaz. Nükleer silahların kullanımı da dahil olmak üzere, üçüncü dünya savaşı riski sürecek. Bunlar, dünyanın sömürülenlerini etkileyen ve etkileyecek olan savaşlardır. Yine bunlar, emperyalizmin ve kapitalizmin derinleşen çöküşünün ortaya koyduğu tehlikelerin bir parçasıdır. Bu nedenle devrimci sosyalistler olarak başlıca ikilemin “sosyalizm ya da felaket” olmayı sürdürdüğünü söylüyoruz. Bu stratejik mücadele bağlamında, İUB-DE olarak biz, her türlü emperyalist silahlanmaya tamamen karşıyız, NATO’nun lağvedilmesinden ve onun dünyadaki üslerinin kapatılmasından yanayız. Bu çerçevede Putin’in Ukrayna’dan çıkmasını, Ukrayna direnişine destek verilmesini, NATO’ya hayır denmesini savunuyoruz.

5) Hükümetlerin ve kapitalist rejimlerin erozyona uğrama ve krizde olma eğilimi devam ediyor

Kapitalist sistemin eşi benzeri görülmemiş krizi ve emekçiler ile halka karşı gerçekleştirilen saldırıların yoğunlaşması, halkların memnuniyetsizliğini ve seferberliklerini güçlendiriyor. Bütün bunlar, kapitalist hükümetlerin yıpranmasını, parçalanmasını ve krizini, aynı zamanda patronların liderlerinin ve partilerinin de itibarsızlaşmayı sürdürmesini körüklüyor.

Bu eğilim mevcut küresel durum altında da sürmekte. Bunun örnekleri bol. Daha önce de bahsettiğimiz üzere, Sri Lanka, bir hükümetin bir halk ayaklanması tarafından devrilmesinin en yüksek ifadesi olmayı sürdürüyor. Boris Johnson’ın istifası yalnızca cinsel taciz skandalı nedeniyle değil, aynı zamanda Birleşik Krallık’ta 1980’lerden bu yana yaşanan en güçlü ekonomik ve sosyal krizlerden biri sonucunda yaşandı: yükselen enflasyon, toplu taşıma, eğitim ve sağlık işçileri ile yargı sistemi çalışanlarının gerçekleştirdiği son 30 yılın en büyük grevi, gösteriler ve sefalet ücretleri ile emek haklarına saldırıları reddeden diğer eylemler.

Bu durumdan nasibini alan bir diğer emperyalist hükümet ise Fransa’daki Emmanuel Macron hükümetidir. Haziran ayında yapılan genel seçimlerin ikinci turunda ağır bir yenilgi aldı. Macron’un ittifakı, Ulusal Meclis’te elinde tuttuğu salt çoğunluğu koruyamadı. Onun iktidarının aşınması, “sarı yeleklilerin” seferberliklerinin ve demiryollarının ve işçi sınıfının diğer sektörlerinin tekrarlayan grevlerinin bir neticesidir. İtalya’da Mario Draghi büyük beklentilerle göreve geldiği ancak şimdi toplumsal kriz tarafından sorgulanan hükümetten istifa etti. İspanya Devleti’nde, KP (Komünist Parti) bakanlarına sahip tek NATO hükümeti olan PSOE-IU/Podemos hükümeti, uyguladığı işçi karşıtı, baskıcı ve monarşik politikayla, kendi iç gerilimlerinin nasıl arttığına tanıklık ediyor. Amerika Birleşik Devletleri’nde, Biden’ın oy oranları, beklenmedik enflasyonun etkileri nedeniyle kamuoyu yoklamalarında düşmeyi sürdürüyor. Bu yıpranma dalgası hem aşırı sağ, hem de merkez sol hükümetleri etkiliyor. Brezilya’da, gelecek seçimleri kaybedecek olan sağcı Bolsonaro’nun halk tarafından reddi güçleniyor. Peru’da Pedro Castillo’nun yeni merkez sol hükümeti krizden krize hayatta kalıyor ve çoktan kendisine oy veren insanlarda artakalmış olan beklentileri yok etti bile. Arjantin’de Alberto Fernandez’in hükümeti, halkın kendisine sırt çevirmesinden muzdarip çünkü bu hükümet, IMF ile üzerinde anlaştığı bir kemer sıkma paketini uygulamaya başladı. Latin Amerika’da, liberal sağ hükümetlerin yıpranması ve halk isyanları, Şili (Boric) ve Kolombiya’da (Petro) reformist sol ittifaklar için eşi görülmemiş seçim zaferlerine yol açtı. Ancak, mevcut ekonomik krizin batağına saplanmış ve kapitalizmden kopuşu öngören önemli dönüşümleri önermeyen bu yeni reformist eğilim, hızlı bir yıpranmaya ve halk tabanında kriz yaşamaya mahkûm olacaktır.

Geleneksel politikacıların ve patronların partilerinin reddedilmesi, İspanya’da Vox, Arjantin’de Javier Milei, Fransa’da Le Pen, Portekiz’de Chega, daha önce de Brezilya’da Bolsonaro veya Amerika Birleşik Devletleri’nde Trump’ta olduğu gibi neofaşist aşırı sağa yönelik seçimsel ifadeleri olan bir kutuplaşmaya da yol açtı. Aşırı sağın bu farklı ifadeleri ilerlemeler ve gerilemeler yaşasa ve bazıları henüz başlangıç ​​aşamasında olsa da, bunlar hâlâ işçiler için bir uyarı işareti olma özelliklerini korumaktadır. Daha kapsamlı bir toplumsal kutuplaşma ve kitlelerin seferberliklerinin büyümesiyle karşı karşıya kalınması sonucunda, kendi gerici planlarını daha sert baskı politikalarıyla dayatmaya cüret eden burjuva sektörler tehlikeli bir biçimde ortaya çıkıyor. Devrimci sosyalistler olarak bu aşırı gerici oluşumların diriltilmesine yönelik bütün denemelere karşı sürekli olarak mücadele etmeli ve bu çabaları reddetmeliyiz.

Mevcut eğilim, burjuva hükümetlerin ve rejimlerin krizlerinin yeni ifadelerinin ortaya çıkmasına ve onların seferberliklerle yıkılmasına yol açmakta. Devrimci önderlik krizi sorunu, işçi sınıfının ve dünya halklarının en zayıf halkası olmayı sürdürüyor. İUB-DE olarak eski aparatlara karşı yeni önderliklerin inşası için mücadele vererek seferberlik süreçlerine katılmaya; eylem birliği ve sınıf bağımsızlığı programı temelinde devrimcilerin birliği taktikleriyle devrimci sosyalist partilerin inşa edilmesine yönelik çağrıda bulunuyoruz.

6) Kapitalist krizin faturasını işçiler ödemesin

Emperyalist kapitalizmin ekonomik krizi gezegenin bütün köşelerini vuruyor. Bu kriz işçi sınıfından ve sömürülenlerden milyonlarca insanı sistematik olarak düşük ücretlere, işsizliğe, yalıtılmışlığa ve göçe sürüklüyor.

Emperyalizm ile çokuluslu şirketleri, IMF ve kapitalist hükümetler kendilerinin sebep olduğu bu krizin yükünü sömürülen kitlelerin omuzlarına yüklemek istiyor. Sri Lanka ile Ekvador’daki ayaklanmalar, Avrupa işçi sınıfının grevleri ve diğerleriyle beraber Latin Amerika’daki kitlesel grevler ile protestolar, bizlere, kapitalist saldırıyı yenilgiye uğratmanın yolunu gösteriyor.

İUB-DE olarak biz, dünya halklarının bu ayaklanmalarını ve mücadelelerini destekliyor ve bu ayaklanmalar ile mücadeleleri yükseltme çağrısı yapıyoruz. Sosyalizmin yolunu açacak şekilde emperyalist kapitalist sistemin sonunu getirelim diyoruz. “krizin bedelini işçiler ödemesin, kapitalistler ödesin” sloganıyla kitleleri seferber edecek olan ve en geniş antikapitalist eylem birliğine dayanan bir uluslararası hareketin oluşturulması için bir program öneriyoruz. Diğer sloganların yanı sıra; dış borçların ödenmemesi, kamu hizmetlerine zam yapılmaması, aylık enflasyona endeksli bir biçimde ücretlerde artış, enerji şirketlerinin işçi kontrolünde kamulaştırılması, büyük şirketler ve bankalara yüksek vergiler getirilmesi ve işçilerin ve halkın acil ekonomik planının hazırlanması gibi sloganları içeren bir program öneriyoruz.

İUB-DE Uluslararası Sekreterliği, 19 Temmuz 2022