Troçki ve Kızıl Ordu – (John G. Wright)
Yazar: John G. Wright
Çeviri: Cemre Sava
ABD’li devrimci Marksist John G. Wright’ın Ekim 1941’de kaleme aldığı bu metin, marxists.org sitesindeki İngilizce orijinalinden ilk defa Türkçeye çevrilmiştir.
John G. Wright (1901-1956): Rus asıllı Yahudi Troçkist, çevirmen ve yazar. Gerçek adı Joseph “Usick” Vanzler. Troçki’nin eserlerinin İngilizce çevirilerini yapmıştır. Bugün Özbekistan’ın bir parçası olan Semerkand’da doğdu. Çocukluğunda Rusça, Fransızca, Latince ve Antik Yunanca öğrendi. I. Dünya Savaşı’nda ailesi ABD’ye göç etti ve Harvard Üniversitesi’nde kimya okudu. Üniversite eğitimini tamamlayamamış olsa da bugün doğum kontrol yöntemi olarak kullanılmaya devam edilen belirli bir spermisit jeli üretti ve bunun ticaretiyle hayatını kazanmaya başladı. Edith Rose Konikow ile evlendi; Edith’in babası doğum kontrolü aktivistlerinden ve ABD Komünist Partisi’nin kurucularından Dr. Antoinette Konikow’du. Eşinden etkilenen Vanzler, Kuzey Amerika’daki Troçkist hareketin o sıralardaki ismi olan Amerika Komünist Birliği’ne katıldı. Rusça’dan İngilizce’ye çeviriler gerçekleştirdi. 1938’de Dördüncü Enternasyonal’in ABD seksiyonu olan Sosyalist İşçi Partisi’nin kurucuları arasında yer aldı. 1938’den 1956’daki ölümüne kadar partinin Ulusal Komitesi’nin bir üyesiydi. Vanzler’in Militant ile The New International’da yayımlanmış yüzlerce makalesi bulunmaktadır.
***
Kızıl Ordu ve Sovyet kitleleri, 1918-1920 İç Savaşı’nın eski Batı savaş alanlarında şimdi modern zamanların ikinci devrimci savaşını sürdürüyorlar. Bu muazzam mücadelenin ilk aşamaları, devrimci savaşı Kremlin’in bürokratik deli gömleğine sokmak için ellerinden gelen her şeyi yapan Stalin ve onun müfrezelerinden oluşan liderliğinde gerçekleşiyor. Ancak bu, Nazi-Sovyet çatışmasının sınıfsal doğasını değiştirmez ve değiştiremez. Rus devrimi şimdi, dünya emperyalizmine ve dünya karşıdevrimine karşı askerî mücadelesinin ikinci büyük bölümünü tarih sayfalarına yazıyor.
Sadece tarihin dilini okuyamayanlar, tüm dünyada ezilenlerin kalbinde yeni bir umut yakan Sovyet savaşçılarının kahramanlığının ve fethedilemeyen ruhunun anlamını anlayamayacaklardır. Ekim’in en büyük zaferleri hala yaşıyor! Ve devrimin en önemli kazanımlarından biri Kızıl Ordu’nun inşasıydı.
Kızıl Ordu her zaman Bolşevizm’in büyük önderleri Lenin ve Troçki’nin isimleriyle birlikte anıldı ve her zaman böyle kalacaktır. Sadece ordunun örgütlenmesi ve geliştirilmesi konusundaki önderliği değil, bizzat bu ordunun kurulması girişimi de Lev Troçki’ye aittir. Bu yönde atılan her belirleyici adımın yorulmaz ilham kaynağıydı. Evrensel zorunlu askerî eğitimi başlatan kararname, Troçki’nin bu organa verdiği rapor temelinde, Sovyetlerin Tüm Rusya Merkez İcra Komitesi tarafından 22 Nisan 1918’de kabul edildi. Mart 1918’de Yüksek Askerî Şura’nın kurulmasından sonraki iki hafta içinde Troçki başkanlığa atandı. Bu organ, Eylül ayında Devrimci Askerî Konsey olarak değiştiğinde başkanlığı sürdürdü.
Troçki’nin adı Kızıl Ordu’nun oluşumu ve ömrüyle ayrılmaz bir şekilde bağlı olduğu için, [Kızıl Ordu – çv] tarihi bastırılmış ya da tahrif edilmiştir. İnşasının büyük dersleri ayaklar altında çiğnendi; Sovyet iktidarının hayatındaki rolü tamamen gizlendi. Marksizm’den hiçbir şey anlamayanlar Kızıl Ordu sorununu tamamen askerî terimlere indirgemekte özgürdür. Bizim için ise SSCB’nin askerî başarıları ayrılmaz bir şekilde sınıf güçleri ve sınıf politikaları ile bağlantılıdır. Kızıl Ordu, Bolşevizmin en büyük siyasi kazanımlarından birini temsil ediyor.
Kızıl Ordu’nun toplumsal rolü
Her ordu gibi, Kızıl Ordu da devletten ayrı ve farklı bir şey değildir; aksine, Sovyet devletinin özünde yer alan yeni ve emsalsiz bir siyasi güç biçimini temsil eder. Kızıl Ordu’nun temel organı olmadan işçi devleti birkaç aydan fazla dayanamazdı. Stalinist yönetim yılları boyunca da ayakta kalamazdı. Bir kere daha, bu tamamen askerî anlamda anlaşılmamalıdır. İşçi devletinin yaşamında ordu, sömürücü bir azınlığın yönettiği bir sınıf toplumunda askerî güçlerin oynadığı rolden niteliksel olarak farklı bir rol oynamaktadır. Burjuva orduları çıplak bir zor ve baskı aracı olarak hizmet eder. Burjuvazinin ideal askeri, düşünmeyen, tartışmayan, itaatkar bir otomattır. Kızıl Ordu ve kızıl asker için ise durum tam tersidir. Lenin’in yaşamı boyunca ve ölümünün ardından uzun bir süre, Kızıl Ordu’nun siyasi ve kültürel bir kurum olarak Bolşevik Parti’den hemen sonra geldiğini belirtmek yeterli. Onun saflarında gençliğin ve ülkenin en taze kesimleri sadece askerî değil, siyasi ve kültürel eğitim de aldı. Dahası, Kızıl Ordu pratikte başından beri ülkenin üretken tesisleriyle bütünleşmiştir. Kızıl askerler, eğitimlerinin bir kısmını savunma ile en yakından bağlantılı olan sanayi işletmelerinde ve dolayısıyla teknolojik olarak en gelişmiş tesislerde aldılar.
Bu nedenle ordunun aracılığıyla yaratılan muazzam kültürel değişim, çok sayıda köylü katmanı kırsal yaşamın barbarlığından kurtardı. Nitekim bu, büyük ölçüde sanayileşmenin gelecekteki başarıları için zemin hazırlamıştır. Ve karşılığında bunlar da ordunun askerî gücünü pekiştirmede rol oynamıştır.
Kremlin elbette Kızıl Ordu’nun kahramanca direnişine dayanan itibarını gasp etmeye çalışıyor, ancak Stalin bunu başaramayacaktır.
Biz Troçkistler, kızıl askerlerin bugünkü kahramanca direnişini doğrudan Rus Ekimi ve İç Savaş ile ilişkilendiriyoruz. Sovyet direnişinin gücünden şaşkına dönenler, yalnızca devrimin aşılmaz engelleri aşabilecek güçleri serbest bıraktığının farkında değildirler. Bu, bugün savaş alanlarında açıkça gösterilmektedir. En açık şekilde ise 1918’de proleter devriminin ilk muzaffer ordusunun örgütlenmesinde gösterilmiştir.
Troçki Kızıl Ordu’yu nasıl kurdu?
Kızıl Ordu’yu inşa etme görevi aslında neleri içeriyordu? Sovyet iktidarının başlıca siyasi görevlerinin askerî terimlere çevrilmesini içeriyordu. Troçki’nin işaret ettiği gibi:
“İlke ile ilgili soruların çoğuyla ve onu takip eden yıllarda Sovyetlerin inşa çalışmalarıyla ilgili zorluklarla öncelikle ve en yoğun biçimde askerî alanda karşılaşıldı.”
İşte tam da bu nedenle Lenin, yaşamı boyunca Sovyetler Birliği’nin gelişimindeki her önemli aşamada ordudaki deneyimlere sürekli değindi. Lenin’in kendi değerlendirmesi şöyleydi:
“Kızıl Ordu’nun örgütlenmesinde, işçiler ve köylülerin tüm sömürücülere karşı ittifakı içinde proleter önderliğin tutarlılığı ve sağlamlığı zekice gerçekleştirildi.”
Ordu, tıpkı Sovyetler gibi, gücünü kitlelerin tam güven ve desteğinden aldı. Troçki, 1918’de cepheye yaptığı ilk yolculuk sırasında Lenin’e yazdığı bir mektupta şunları söyledi:
“Uzun bir savaşa uygun bir örgüt inşa ediyorum. Bu savaşı kitleselleştirmek gerekiyor. İşçilere bunun onların savaşı olduğunun hissettirilmesi gerekiyor. ”
O günlerin deneyimini anımsayan Troçki, otobiyografisinde şunları yazar:
“Kitlelerin ön saflarındakiler durumun ölümcül tehlikesini fark etmek zorundaydı. Başarının ilk şartı hiçbir şeyi gizlememekti, her şeyden önce zayıflığımızı; kitleleri önemsemediğimizden değil, her şeyi gerçek adıyla ifade etmek için.”
Kızıl komuta, ordunun ve ülkenin önünde katı gerçeği açığa vurmaktan asla çekinmedi. Bu tutumun tipik bir örneği, Petrograd’ın Yudeniç’e karşı savunması sırasında 18 Ekim 1919’da verilen emirdi. Troçki’nin talimatları şu yöndeydi: “Gerçeklik acı bir korku verdiğinde sert muharebeler hakkında sahte raporlar gönderilmeyecek. Yalanlar ihanet olarak cezalandırılacak. Askerî çalışma hataları kabul eder, fakat yalanları, aldatmayı ve kendini aldatmayı kabul etmez.” Bunun aksine, kitlelere güvenmeyen ve onlardan büyük korku duyan Stalinist rejim, devrimin her zaman ihanet olarak cezalandırmaya çalıştığı yalanlara başvurmaktadır.
Devrim, yalanı çürüttü, çünkü asıl görev kitleleri sosyalizm için eğitmek ve hazırlamaktı.
“Bizim için,” diye yazdı Troçki, “sosyalizmde eğitimin görevleri, mücadelenin görevleriyle bütünleşiyordu. Ateş altındayken zihne yerleşen idealler orada güvenle ve sonsuza dek kalır”.
İç Savaş’ın potasında, milyonlarca kişi enternasyonalizm ve işçi devletine bağlılıkla aşılandı. Bu gelenek o kadar güçlüydü ki, sonraki yıllarda, Sovyetler Birliği’nin Stalinist yozlaşmasının başlamasından sonra bile, diğer milyonların eğitiminde devam etmesi zorunluydu. Örneğin, Kızıl Ordu’nun resmi organı olan Kızıl Yıldız‘ın editörü Landa, 1934’te Kızıl Ordu üzerine bir broşür yazdı (birçok dile tercüme edildi), Stalin’in kendisini şu gerçeğin otoritesi olarak gösterdi:
“Kızıl Ordu’nun gücü, doğumunun ilk günlerinden itibaren enternasyonalizm ruhuyla yetiştirilmesinde yatmaktadır.”
Troçki, 2 Mart 1919’da Komintern’in Birinci Dünya Kongresi’nin ilk oturumunda, Kızıl Ordu hakkındaki raporunu sunarken delegelere şöyle seslendi:
“Sizi temin ederim, bu ordunun özünü oluşturan komünist işçiler kendilerini sadece Rus Sosyalist Cumhuriyeti’nin muhafızları olarak değil, aynı zamanda Üçüncü Enternasyonal’in Kızıl Ordusu olarak hissediyorlar.”
15 yıl sonra Stalin, ki bu arada enternasyonalizme ihanet etmişti, hala kendini sahte bir bağlılık göstermeye mecbur hisetti, çünkü bu gelenek her şeyden önce orduda çok derinden kökleşmişti.
Ordunun etkisi de kendi saflarıyla sınırlı değildi. Komsomollerin – Rus Genç Komünistler Birliği – başlıca işlevlerinden biri ordu ve filoyu kurmakla bağlantılı olarak çalışmaktı. Gençler ve silahlı kuvvetler arasındaki bu yakın bağlantı, kuşkusuz, Komsomollerin politik olmayan bir organizasyona dönüştüğü 1936’da gençliğin Kremlin tarafından siyasetten uzaklaştırılmasının nedenlerinden biriydi.
Ayrıca, düzenli orduya, bölgesel milisler ve benzer eğitimleri öteki milyonlar arasında yayan Ossoaviakhim (Savunmada ve Havacılık-Kimyasal Yapılarda Yardımlaşma Derneği) gibi sivil toplum örgütleri de eklendi.
Aslen Kızıl Ordu’nun da çimentosunu oluşturan sınıf mücadelesinin bu çimentosu, bugün, Stalinizm’in yarattığı tüm yıkıma rağmen safları bir arada tutan şeydir.
Kızıl Ordu komutanlığı sorunu
Ordu, devrim tarafından tümüyle yeniden yapılandırılan ilk karmaşık sosyal mekanizmaydı. Derhal ve acil bir şekilde ortaya çıkan sorun ise idari personelle ilgili sorunlardı, örneğin komuta sorunuydu, ki onsuz bu karmaşık mekanizma hayata geçirilemezdi. Eğitim, deneyim ve otorite kullanma alışkanlıklarından yoksun oldukları sürece kitlelerin kendileri bu kadroyu tedarik edemezlerdi. Nitelikli komutanlar başlangıçta eski yönetici sınıflardan, her şeyden önce eski Çarlık rejimi görevlilerinden gelebilirdi. Burjuvaziyi ve onun teknik ve idari personelini devrim için çalıştırma sorunu Rusya gibi geri kalmış bir ülkede özellikle kritikti. Ancak en gelişmiş ülkelerde bile, burjuvazinin çöküşünden sonra bu sorun Bolşeviklerin izlediği yolla, yani önce tüm sabotaj girişimlerini acımasızca ezip sonra da görevden alınan sınıfların üyelerine istihdam teklif edilerek çözülecektir.
Troçki, Lenin’in 1924’teki ölümünden kısa bir süre sonra kaleme aldığı anılarında, askerî uzmanlar sorununun iktidarın ele geçirilmesinden hemen sonra nasıl ortaya çıktığını anlatır. Genelkurmay, o sırada Smolni’deki odalardan birine yerleşmişti.
Troçki, “Tüm kurumlar arasında en karmaşığıydı,” diye yazar ve devam eder:
“Kimse emirleri kimin verdiğini, kimin komuta ettiğini ve neyin emredildiğini bilmiyordu. Burada ilk kez, genel şekliyle askerî uzmanlar sorunu ortaya çıktı. Albay Muraviev’i (eski Çarist) başkomutan olarak atadığımızda, Krasnov’a karşı mücadelede bu konuda belirli bir deneyime sahiptik. Muraviev’e, gözlerini açık ve tabancalarını hazır tutmaları talimatıyla dört denizci ve bir asker bağlandı. Bu, komiserlik sisteminin ilk örneğiydi. Ve bu deneyim, bir dereceye kadar Yüksek Askerî Şura’nın oluşturulmasına temel oluşturdu.
Her personel ziyaretinden sonra Vladimir Iliç’e ‘Ciddi ve deneyimli askeri adamlar olmadan asla bu kaostan kurtulamayacağız’ derdim.
-Görünüşe göre öyle. Ama ihanet ettiklerini varsayalım…
-Onların her birinin yanına bir komiser atayacağız.
-Hatta, bunu iki yapalım, diye haykırdı Lenin.
-Ve iyi silahlandırılmış. İyi silahlandırılmış komünist kıtlığımız söz konusu değil.
Yüksek Askeri Şura’nın oluşumunun kaynağı buydu.”
Troçki, 19 Mart 1918’de Moskova İşçi, Köylü ve Asker Temsilcileri Sovyeti önünde yaptığı konuşmada şunları ifade etti:
“Evet, askerî uzmanlar kullanıyoruz. Sonuçta, Sovyet demokrasisinin görevleri, siyasi olarak mevcut rejime tabi olduktan sonra, tarihi çalışmamızın başarısı için yararlı bir şekilde kullanılabilecek teknik güçleri reddetmek değildir. Sonuçta, orduyla ilgili olarak da, tüm iktidar, tüm askerî organlarda ve askerî bölümlerde genel kontrolü uygulamak için güvenilir siyasi komiserler atayacak olan Sovyetlerin elinde olmaya devam edecek. Bu komiserlerin önemi muazzam boyutlara yükseltilmelidir; yetkileri sınırsız olacaktır. Askerî uzmanlar işin teknik yönünü, tamamen askerî sorunları, operasyonel faaliyetleri, askerî eylemleri yönlendireceklerdir; ancak oluşumun siyasi yönü, talim ve eğitim, bütünüyle Sovyet rejiminin şahsındaki tam yetkili temsilcilere, komiserlere tabi olmalıdır. Şu anda başka bir çıkış yolu yoktur ve olamaz. Mücadelenin, insanların içindeki hevese ek olarak teknik bilgi gerektirdiğini unutmamalıyız.”
Stalin’in Troçki’nin çözümüne muhalefeti
“Askerî Muhalefet’in” temel meselesi, bu askerî uzmanların kullanımına karşı çıkmaktı. Bu mücadelenin arşivleri örtbas edildi, çünkü Stalin’i riske sokuyor ve “Askerî Muhalefet” mücadelesinin perde arkasındaki yönetmen rolünü tamamen ortaya koyuyordu.
Bu muhalefet sadece aptallık ve cehaletten mi kaynaklanıyordu? Bireyler açısından, deneyimsizlik ve aptallık pek çok şeyi açıklayabilir. Ancak siyasi sorunlar söz konusu olduğunda, çoğu psikolojik tepkinin kaynak aldığı sınıf köklerine inmek her zaman gereklidir. Muhalifler, ihanetten korkuyordu. Gerçekte bu “uzmanlar” korkusu, burjuvazinin güçlerinin abartılması ve kitleler ile yeni rejimin gücüne güvensizliği ifade ediyordu. Eğer tipik bir küçük burjuva reaksiyonu değilse, bu korku neyin ifadesiydi?
Natalia Sedov Troçki, bu soruyu bir mektupta yorumlayarak şu analizi yapar:
“Haftalarca süren ateşli tartışmayı hatırlıyorum. Lev Davidoviç’in uzmanları düzenli ordunun inşasına çekmek için Vladimir İliç (Lenin) ile ortaklaşa sürdürdüğü tutkulu mücadelesini hatırlıyorum. Lev Davidoviç’in bu alandaki ilk deneyimi, onu, bu temel koşulu sağlamadan başarılı olamayacağımıza ikna etti. Gerillacılığın yerini alması için Kızıl Ordu’yu inşa etme sorunu, ona göre devrimin ölüm kalım meselesiydi. Muhaliflerin iddiaları temelsizdi. İhanet korkusuyla hareket ediyorlardı. Bizi, tüm argümanların temelinde aynı şekilde korku yatan (kendi güçlerimizi ve olasılıklarımızı hesaba katmakta yetersiz) devrim öncesi döneme sürüklediler. Ve bu, karşıt görüşte olan Bolşevikleri, proletaryanın iktidarı ele geçirmesi için mevcut ve son derece elverişli siyasi durum karşısında geri çekilmeye zorladı.”
Hayatın kendisi muhalifleri yalanladı. Kızıl Ordu’ya komuta kadrosunu sağlama sorunu, “uzmanlar” ile siyasi komiserlerin bir araya gelmesi sayesinde zekice çözüldü. Lenin bu deneyimi özetleyerek İç Savaş’ın ortasında şöyle dedi:
“Troçki yoldaş kısa bir süre önce bana askerî departmanımızda subayların on binlerce olduğunu bildirdiğinde, düşmanımızı doğru şekilde kullanmanın sırrını neyin oluşturduğuna dair somut bir anlayış kazandım … kapitalistlerin bize karşı kullanmak için topladığı tuğlalarla komünizmi nasıl inşa edeceğimize dair… “
İç Savaş’ın sona ermesiyle birlikte komuta kadrosu sorunu farklı bir hal aldı. Devrim artık kendi “uzmanlarını” yetiştirebilecek ve eğitebilecek konumdaydı. Siyasi komiserler kurumu, karakterini tamamen değiştirerek, Kızıl Ordu’nun askerlerin siyasi eğitiminden sorumlu Siyasi Departmana dönüştü. Troçki, 1925’te görevden alınana kadar bu işten Savaş Komiseri olarak sorumlu oldu.
Bugün Stalin ve Kızıl Ordu
Sovyet Hükümeti ve Bolşevik Parti’nin başlangıcı 1922’nin ortalarına kadar uzanan bürokratikleşme sürecinin son zamanlara kadar ordu üzerinde doğrudan etkisi olmadı. Bir anlamda, Kızıl Ordu’nun yıllarca devlet aygıtının geri kalanına göre özel ve ayrıcalıklı bir konumda kaldığını söylemek doğru olur. Bu, Stalinist çarpıtmalar alanına bile yansımıştır. Stalin ancak 1929’da -ki o zaman bile çok dikkatli bir şekilde- Kızıl Ordu’nun tarihini “yeniden yazmaya” cesaret edebildi. Komuta personeli söz konusu olduğunda Stalin onların itaatini kazanmıştı, ancak ordu 1937-1938’deki büyük tasfiyeler sonrasına kadar kendi vicdansız ve aciz dalkavuklarıyla doldurulmuş durumda değildi.
Stalin’in Kızıl Ordu’ya vurduğu darbeler korkunç olsa da, yozlaşmış rejiminden en az etkilenen kurum olmaya devam ediyor. Hiç kimsenin öngöremediği bu olağanüstü gelişme, yalnızca Sovyetler Birliği’nin değil insanlığın da geleceğini belirlemede hayati bir rol oynayabilir.
Olaylar şimdi, Kızıl Ordu’nun yaratıcı çalışmasını tamamen baltalamanın Ekim 1917’deki pek çok siyasi kazanımı saptırıp yok edebildiğini kanıtlayan Stalinizm’in gücünün ötesinde olduğu gerçeğini doğruladı. Lenin ve Troçki, onu dünya devriminin kılıcı olarak oluşturmuşlardı. Bu kılıç o kadar sağlam ve o kadar iyi dövülmüş ki, kenarı Stalinizm tarafından körelmiş ve yontulmuşken bile hala kırılmamış durumda.
Kızıl Ordu’nun Sovyetler Birliği’nin Stalinist yozlaşmasından ne ölçüde kurtulduğunu belirttik. Bu yozlaşma, yine de, orduda ürkütücü bir gedik açmakta başarısız olmadı. Başka türlü olamazdı. İşçi devletinin yozlaşmasındaki her aşama, ordu saflarında karşılığını buldu. Böylelikle proleter öncünün partiden ihraç edilmesinden önce, silahlı kuvvetlerdeki Troçkist ve diğer muhalif unsurların peşine düşüldü. 1925’ten 1927’ye kadar, I.N. Smirnov (“Sibirya’nın Lenin’i” olarak biliniyordu), N.I. Muralov, S.V. Mraçkovski gibi İç Savaş’ın önde gelen kumandanları ve sayısız diğerleri, Troçki ve sekreterliğiyle aynı kaderi paylaştılar; önce ordu görevlerinden alındılar ve sonra ya sürgüne ya da toplama kamplarına ve hapse gönderildiler. Daha sonra Stalin tarafından öldürüldüler.
1929’un ardından Stalin’in Buharin-Rikov ile olan bloğunu bozmasından sonra, Sağ Kanat taraftarlarının da benzer bir kaderi oldu. Teslim olanların, eski Sol Muhaliflerin ve benzer şekilde eski Sağ Kanatların, çok azının yüksek askerî görevlere dönmesine izin verildi.
Eylül 1935’te Kızıl Ordu’da kapsamlı değişiklikler yapıldı. Milisler büyük ölçüde kısıtlandı. Bu, ordu ile halk arasındaki doğrudan bağları zayıflattı. Eskiden her fabrikada bulunan cephanelikler GPU tarafından ele geçirildi. Ayrıcalıklı bir subay kastının yeniden kurulmasıyla Ekim ilkelerine bir başka korkunç darbe indirildi. Bütün bu önlemler, Stalin’in orduyu kendi rejimine daha sıkı bir şekilde bağlamak için attığı siyasi adımlardı.
Fakat SSCB’nin savunma gücünü bu şekilde zayıflatırken, Stalin amacına ulaşamadı. Ordu üzerindeki hakimiyeti “reformlar” ile garanti edilemezdi. Bu nedenle, tüm Kızıl Komutanlığa derinden ve vahşice vuran kanlı tasfiye harekatına girişti.
Sadece bir yıl içinde – Mayıs 1937’den Mayıs 1938’e kadar – Kızıl Ordu, İç Savaş döneminde askere alınmış tüm bu komutanlardan neredeyse tek birine bırakıldı. Sonraki 15 yıl içinde çekirdekten yükselen İç Savaş savaşçıları da tasfiye edildi. Kızıl Ordu komutanlığının önemli üst kadroları, meşhur Moskova Komploları döneminde “halk düşmanı” olarak ya vuruldu ya da hapse atıldı.
Tarihte hiçbir ordu böyle bir darbeye maruz kalmadı, üstelik SSCB’nin büyük bir savaşa karışmasının hemen öncesinde.
1925’ten 1937’ye kadar Kızıl Ordu’nun tüm alanlarda çalışması, Troçki’nin orijinal komuta kadrosuna mensup generallerin yönetimindeydi. Tukaçevski, Gamarnik, Yakir, Uboreviç, Bluecher, Primakov (olağanüstü Kırmızı Süvari komutanı), Eidemann (Ossoaviakhim’in başı) ve diğerleri, Stalin yönetiminde bile Lenin ve Troçki’nin temellerini attığı Kızıl Ordu’yu inşa etmeye devam etmişlerdi. Bu adamlar Kızıl Ordu’yu modernleştirmiş ve mekanize etmişlerdi. Batı cephesini (Stalin hattı denilen) ve Sibirya’daki benzer cepheleri planlayıp tahkim etmişler, seferberlik planlarını hazırlamışlardı. Gelecekteki saldırıları karşılamak için stratejik planlar yapmışlardı.
Kızıl Ordu’nun devrimci görevi
Stalin, bu insanların yerine devrimci tecrübesi olmayan, askerî bilgisi bulunmayan, birlikleri içinde prestijsiz ve ahlaki değeri olmayan kişileri atadı. Bunlar her şeylerini Stalin’e borçludurlar. Onu takip etmekten başka seçenekleri ya da arzuları yoktur. Stalin, tasfiyelerini, Kızıl Ordu’nun “Sosyalist Yemin’ini” ortadan kaldırarak, burjuva ordularının ruhuna uygun yeni disiplin kuralları koyarak, subayların rütbesini onbaşıdan Mareşal’e ve kendisini Başkomutan olarak yükselterek taçlandırdı.
Savaş, Stalin rejimi ile boğazlanan ordunun ihtiyaçları arasındaki çelişkiyi en yoğun şekilde ortaya çıkarmakta. Mücadelenin her saati, Stalin’in ve yandaşlarının sabıkalı yetersizliğini ve verimsizliğini gitgide daha açık bir şekilde ortaya koyuyor. Binlerce Kızıl asker ve subay, diğer binlerce işçi ve köylü ile birlikte (özellikle yeniden silahlandırılanlar) Sovyetler Birliği’nin, Stalinist “liderliğin” devamı için toprak, endüstriyel ve doğal kaynaklar, askerî teçhizat ve insan gücü açısından ödediği korkunç bedelin giderek daha fazla farkına varıyor.
İç Savaş gelenekleri yeniden canlanıyor. Düşmana karşı mücadele, tüm savaş zamanı deneyimi, Kızıl Ordu’ya, savaşın sınıf doğasına karşılık gelen nitelikli ve devrimci bir önderlikle, Nazilere karşı mücadelenin bir gecede savunmadan saldırıya dönüştürülebileceğine dair güvence veriyor. Şimdi mücadele mantığının ta kendisi ülkeyi bürokratik kabustan kurtarma ihtiyacını Kızıl Ordu’nun önüne koyuyor. Stalinizm, işin sonunda Kızıl Ordu’yu ancak kendi ulaştığı çıkmaz sokağa götürebilir. Kızıl Ordu, muzaffer bir devrimci savaşı sürdürmek için bu ölüm kalım sorununu çözmelidir.