“Bir tek yıl içinde örnek bir ordu örgütleyen ve askeri uzmanların saygısını kazanan başka bir adam gösterin bana. Elimizde böyle bir adam var. Her şeyimiz var. Ve harikalar yaratacağız.”
V. İ. Lenin, (Maksim Gorki’ye mektubundan)
Ekim Devrimi, Sovyet rejimini inşa etmek, yıkım halindeki Rus toplumunu sosyalist temellerde yeniden örgütlemek, ülkeye yönelik kapitalist kuşatmayı yarmak ve dünya devrimini yaygınlaştırmak gibi iç içe geçmiş ve son derece karmaşık bir tarihsel görevler dizgesiyle yüz yüzeydi. Rusya ekonomik açıdan geri, yoksul köylülüğün ağır bastığı bir ülkeydi. Bu koşullar altında proletarya ulusu birleştirmeyi başarıp, ayakta kalabilecek miydi?
25 Ekim 1917 tarihinde toplanan İkinci Tüm Rusya Sovyetleri Kongresi esas olarak, bu ilk işçi devletinin parlamentosu rolünü üstlenmişti. Bu parlamentoda çoğunluğu oluşturan Bolşevikler ile Sol Sosyal Devrimci Parti (Sol SR) üyelerinin oluşturduğu fiili bir koalisyon, yeni devrimci rejime ruhunu vermeye hazırlanıyordu.
Yine de hiç kimse bu “yeni rejimin” birkaç aydan fazla tutunabileceğine ihtimal vermiyordu.
Gerçek şu ki, tüm yetersizliklerin, sabotajların ve giderek boğucu bir karakter kazanan kuşatmanın ilk aşamalarında, ortada yeni işçi devleti adına ordu denecek türden bir şey yoktu.
Devrimci hükümet ilk iş olarak parti ajitatörlerini, Askerî Devrimci Komite’ye bağlı Kızıl Muhafızları ve o sırada ellerindeki yegane profesyonel disipline sahip 35 bin kişilik üç piyade alayını, endüstri merkezlerini çevreleyen ana demiryollarını denetim altına almaya gönderdi.
Bu stratejik alanlara – mevcut karmaşadan da yararlanarak – zamanında yerleşmiş olmak işçi devleti için hayat kurtarıcı bir adım olmuştu.
Ne var ki, iki gelişme bu ilk aşamadaki tedrici suskunluğun sonunu getirdi; gelişmelerin ilki, Sovyet yönetimi tarafından Kurucu Meclis’in lağvedilmiş olmasının ardından, Sosyali Devrimci Parti’nin (SR) sağ kanadı tarafından Devrimin ve Anavatanın Selameti Komitesi’nin kurulmuş olmasıydı. Bu oluşum çok geçmeden – diğer tüm devrimlerde de görüleceği üzere – bir karşıdevrim odağına dönüşecekti.
İkinci gelişme şüphesiz, emperyalist birliklerin peş peşe Rus topraklarına çıkarmalar gerçekleştirerek köprübaşları tutmaya girişmeleriydi.
Üç ay kadar süren Brest- Litovsk Barış Görüşmeleri’nin (1) ardından, yeni Sovyet hükümeti, herhangi bir askerî saldırıya açıkça hazır değildi. Öyle ki Almanlar Şubat ayında Ukrayna üzerinde yeni bir harekata giriştiklerinde, Kızıl Muhafızları süpürerek dehşetli bir hızla Rusya içlerine ilerlediler.
Yeni Sovyet hükümeti, o ana dek barışın yöntemi üzerine yürütülen tüm iç metodik tartışmaları bir kenara bırakarak, kendisine dayatılan barış koşullarını kabul etmeye mahkumdu.
Brest-Litovsk Anlaşması ile kuşatma derinleşiyor
Bu koşullar altında 3 Mart 1918 tarihinde imzalanan anlaşma, yeni işçi devleti için neredeyse yıkım anlamına gelecekti. İmzalanan anlaşma ile Finlandiya, Ukrayna ve Gürcistan’ın bağımsızlığı tanınmakta, Polonya ve Baltık bölgesi üzerindeki egemenlik haklarından vazgeçilmekteydi. Öte yandan, bir zamanlar köhne Rus Çarlığı’na ait olan nüfusun üçte biri, ekilebilir tarım alanlarının %40’ı, demiryollarının %26’sı, stratejik önem taşıyan demirin %80’ni ve kömürün %80’ni, dahası devlet gelirlerinin yaklaşık %30’u kaybediliyordu.
Kızıl Ekim bu anlaşma ile biraz olsun soluklanma fırsatı yakalasa da, kayıplarının ötesinde yeni bir risk uzaktan uzağa büyümekteydi. Brest-Litovsk Anlaşması sonucunda artık devrimci Rusya’nın elinden çıkan Ukrayna, Finlandiya ve Baltık ülkelerinde, Alman koruması altında yakın zamanda Rus karşıdevrim güçlerinin ileri karakolu haline gelecek yeni rejimler inşa edilmekteydi.
Bu elverişli koşullar altında cesaret kazanacak olan emperyalist güçler, artarda ülkenin değişik bölgelerine askerî keşif güçleri yerleşmeye giriştiler. Eski rejimin askerî depolarını denetleme bahanesiyle girdikleri bölgelerde kalıcılaşmaya başlayan bu yabancı güçler, ilk şoku atlatarak, gerici monarşik rejimi geri getirme özlemi ile yanıp tutuşan Çarlık subaylarınca şekillendirilmeye başlanan irili ufaklı Beyaz Ordu birliklerine askeri danışmanlık ve yeri geldikçe lojistik destek sunmaya başladılar.
1918 yılı baharıyla birlikte genelleşen kaos hali, büyük askerî çatışmalara girişmeye başlayan düzenli orduların şekillenmesiyle, yeni bir aşamaya sıçradı. Bu yeni aşama savaşın, ileriki deneyimlerde de sıkça tekrarlanacağı üzere, uluslararası bir karakter kazanmasını beraberinde getirecekti. Devrim ve karşıdevrim Rus steplerinin sonsuzluğunda karşı karşıya geliyordu adeta. Rusyanın halklarıyla Rus olmayanlar, Beyazlar ile Kızıllar, monarşist gericiler ile devrimciler, kır ile kent devasa bir savaşa tutuşmuştu.
“Krasnyi Komandir”*
Troçki’nin Savaş Komiseri olarak atanması, 1918 yılının Mart ayını buldu. Bu parlak örgütçü, ilk işçi devletinin savunma birliklerini, dünya devriminin bu ilk ordusunu iki temel güç üzerinden inşa edecekti: Bolşevik Partisi’nin ayaklanmaya önderlik eden, Troçki’nin Ekim Devrimi’nde başkanlığını üstlendiği Askerî Devrimci Komitesi’nin seferber ettiği Kızıl Muhafızlar ve çökmüş durumdaki eski Çarlık ordusundan geriye kalanlar (1917’de Petrograd’da 4000 adet, Moskova’da ise 3000 adet olan Kızıl Muhafızları yeni ordunun çekirdeği kılan Troçki’nin Kızılordusu, iki buçuk yıl içerisinde beş milyon işçi-asker sayısına ulaşacaktı).
Troçki’nin örgütlenme stratejisinin merkezinde Moskova merkezli Askerî Devrimci Komite bulunuyordu. Bu komitenin emri altında her biri bir askerî komutan ve üç politik komiser tarafından yönetilen 14 ordunun inşasına girişildi.
Askerî Devrimci Komite, Troçki’nin yanı sıra değişik yetileriyle birbirlerini tamamlayan olağanüstü devrimci kadrolardan oluşuyordu: Bu kadrolar arasında Troçki tarafından Rus Devrimi’nin Carnot’su olarak tanımlanan (2) ve Bolşevik Parti’ye 1913 yılında katılan askerî doktor Efroim Markovich Sklyansky, Vatzetis, İvan Smirnov, A. Rosengolts, muazzam bir stratejist olan Nikolai Muralov, Iurenev ve Kronştad donanma üssünü topyekün devrimci saflara kazanan büyük devrimci denizci Fyodor Raskolnikov sayılabilir. (3)
Troçki’nin inşa stratejisi açısından, Rus İç Savaşı temel olarak egemen sınıfla ezilen yığınlar arasında, bu kez silahla yürütülmekte olan bir politik mücadeleydi. Bu zeminde “sınıfa karşı sınıf” çizgisinde inşa edilecek yeni ordunun mimarisi, kaderinin bütünüyle Sovyet iktidarıyla bütünleşmiş olmasıyla şekillenecekti. Troçki’nin yaratıcısı olduğu bu ordu, tam da bu nedenle her şeyden çok, Sovyet iktidarının zaferi yolunda ve dünya devriminin hizmetinde bir ordu olarak inşa edildi. Bu ordunun saflarına dünyanın pek çok ülkesinden katılan ve bu ordunun içinde dünya devrimi için savaştığına inanan on binlerce devrimcinin (Osmanlı ve Avusturyalı savaş esirleri, Moğol, Polonyalı, Ermeni, Macar, Alman ve Fransız devrimciler) varlığı bir tesadüf değildi.
Yeni ordunun inşasında üç adım belirleyici olacaktı: I) Kademeli olarak uygulanacak zorunlu askerlik gönüllülük esaslı Kızıl Muhafızların ve devrimci milislerin yerini alacak, önce Petrograd, Moskova ve sonra diğer endüstri kentlerinin en militan işçi unsurları, oluşturulacak birliklerin en ön saflarında değerlendirileceklerdi. Sonraki adım yeni ordu birliklerinin yoksul köylülükten gelenlerle kitlesel olarak takviyesiydi. II) Eski Çarlık ordusunun profesyonel subay ve uzmanları devrime bağlılık andı içmek ve Politik Komiserlerin siyasi denetimine tabi olmak koşuluyla yeni orduda görev alabilecekti ve III) devrimci ordu kayıtsız şartsız, tek bir komuta merkezi altında idare edilecekti.
Troçki’nin geliştirdiği hat, hem parti hem de Sovyet saflarında ciddi bir muhalefetle karşılaştı. Dönemin radikal soluna damgasını vuran “Proleter Askerî Doktrin” yanlıları açısından her sosyal sınıfın kendine içkin bir askerlik bilimine sahip olması gerekiyordu. Troçki, savaşın pek çok “bilimden” ögeler taşımakla birlikte kendisinin başlı başına bir bilim olmadığında ısrarlıydı.
Troçki’nin yaklaşımına göre savaş, beceri gerektiren pratik bir sanattı; vahşi ve kanlı bir sanat. Bu nedenle savaş kazanılacak ise Kızıl Ordu’nun mutlaka askerlik sanatında uzman kişilerin, ne yaptığını gerçekten bilen kişilerin elinde idare edilmesi gerekmekteydi.
Böylelikle yeni rejime bağlılık andı içmiş 30 bini aşkın subay, Kızıl Ordu komuta kademelerine getirildi. Yine de hem güvenlik, hem de atılan askerî adımların devrimci perspektifle uyuşmasını güvence altına almak gerekmekteydi.
Troçki’nin Fransız Devrimi’nin deneyiminden esinlenen parlak bir fikri vardı: Fransız devrimci ordusuna eşlik eden commissaire politique deneyimi devrimci Rusya’da da pekâla tekrarlanabilirdi. Troçki, ordu içinde kişisel imtiyazlardan nefret eden ve işçi sınıfının devrimi için ölebilecek, dahası diğerlerine de ölebilmeyi öğretebilecek Politik Komiserler arıyordu.
Sonuç olarak her askerî birimin Çarlık ordusu kökenli yetkin komutanı, Sovyet hükümetince atanmış en az iki Politik Komiserle birlikte çalışacaktı. Bu komiserlerin devrim davasının en gözüpek, en adanmış unsurları arasından seçilmesine özen gösteriliyordu. Dahası Politik Komiserlerin (4) gerekli durumlarda komutanın emirlerini iptal edebilmelerine olanak tanıyan bir askerî/politik otoriteleri vardı.
Yeni bir dünya yolunda yeni bir ordu
Troçki, iç savaş koşullarının askerlik sanatında olağandışı bir yaratıcılığı gerektirdiğinin ayırdına varmıştı. Dahası bu sürecin yönetimi devrimci kadroların geniş cephelerde sık sık inisiyatifler üstlenmelerini gerektiriyordu. Bu güçlü gözlem, dönemin pek çok parti liderinden farklı olarak, onun çözüm arayışlarının esnek ve çok boyutlu olmasını sağlarken, genç politik kadrolara inisiyatif tanıması ve onları yüreklendirmesiyle somutlandı. Fransız Devrimi’nden yaşamsal bir sonuç çıkartmıştı Troçki: İnançları yolunda savaşan askerlerin, zorla ya da para karşılığı aynı görevi ifa edenlerden çok daha etkili olacağı gerçeğiydi bu.
Komuta kademesi ile birlikler arasında Dürüst Raporlama adlı yeni bir tarzı geliştiren de oydu. Bu çizgi esas olarak birlik komutanlarının hem fiziki hem de moral açıdan birliklerinin gerçek bir panaromasını sunmalarını zorunlu tutan bir raporlama sistemine dayanıyordu. Bu raporlama sistemi ile hem üstlerine zaaflarını berrak bir biçimde taşıyan komutanlara aynı zamanda bu zaafları aşma şansı tanınıyor, hem de Kızılordu askerlerinin komutanlarına daha fazla güvenmeleri sağlanarak açıkları kapatmak yolunda daha fazla seferber olmaları sağlanıyordu. Bu sistemin, alışıldık askeri kalıpları yıkan, kapsayıcı ve çözüm üretici bir tarz olduğu çok geçmeden anlaşıldı.
Bir komutan olarak Troçki’nin askerî taktiklerini şekillendiren şey ise, Rus İç Savaşı’nın 8000 (sekiz bin) kilometre uzunluğunda bir hattın varlığıyla belirlenmesiydi. Bu en donanımlı ordu açısından bile tam ve bütünlüklü olarak tutulması zorlu bir hattı. Troçki kendisine yönelik tüm indirgemeci basınçlara karşı (örneğin Tukhachevskiy’nin eldeki tüm imkanlarla sürekli saldırı önerileri) mücadele etti ve bu hat boyunca, saldırı ve savunma amaçlı askerî manevralar, oyalama ve pozisyon savaşları, taktik manevralar ve gerilla savaşının taktik kullanımından oluşan etkili bir savaş çizgisi geliştirdi.
Troçki’nin askerî alanda dayandığı temel kriter, eldeki en az güçle ulaşılabilecek en yüksek sonuca erişmekti. Bu nedenle amatörlüğe, kendiliğindenliğe tahammülsüz olduğu doğrudur. Onun açısından askerlik sanatının bir gereği olarak, en ileri eğitim teknikleri ve eldeki imkanların en gerçekçi planlanması iç içe geçmeliydi.
Troçki’nin komuta ettiği orduda Larissa Reisner gibi kadınlar en ön safta komutan sıfatıyla çarpışıyordu. Bu orduda askeri ve politik eğitim, özel alanlarda uzmanlaşma ve yüksek disiplin esastı. Bu orduda, asker kaçaklığı görece affedilebilir bir konuydu ama hırsızlık, tecavüz ve mülk sahibi sınıflarla işbirliğinin affı yoktu. Özgürlük ve dünya devrimi uğruna bu orduya katılıp esir düşen tek bir neferin hayatının karşılığı, Troçki açısından burjuvazinin temsilcisi olarak hapiste tutulan 5 Kadet Partisi (anayasalcı burjuva-demokratlar partisi) temsilcisine denk düşüyordu.
İşçi devletinin iktidarını imha etmeye odaklanmış olan Beyaz Terör yoğunlaştıkça, bu karşıdevrimci girişime, politik kitle seferberliklerinden beslenen bir Kızıl Terör’le karşılık verildi. Çeka (5) bu yanıtın adresiydi.
Kızıl Ordu gibi Çeka da “devrimin savunuluşuydu.” Yeni inşa edilmekte olan işçi devleti açısından terörün özünü onun sınıf karakteri belirlemekteydi. Kızıl Terör, kurbanlarını işledikleri belirli suçlara göre değil, mülk sahibi sınıfların üyesi olup olmadıklarına göre seçiyordu.
İç savaşın seyri içinde, lojistik destek stratejik bir anlam kazanmıştı. Bu şartlar altında Rusya’da patlak veren iç savaşın “zırhlı trenler” ile sembolize olmasına şaşmamak gerek. Demir yollarına hakim olan için uçsuz bucaksız Rusya toprakları çok şey vaat etmekteydi.
Zırhlı tren
“İhtiyacımız olan şeylere gelince: İyi komutanlar; birkaç düzine tecrübeli savaşçı; bir düzine becerikli komünist; yalın ayaklar için çizme; yıkanacak yer; kuvvetli propaganda; yiyecek, giyecek, tütün ve kibrit…”
Troçki iç savaşın ortasında böyle yazıyordu.
Şüphesiz yeni kurulmuş ordunun simgesi Troçki’nin zırhlı treniydi. Bu tren, içinde bir sekreterya, basımevi, telgrafhane, sinematograf, radyo istasyonu, elektrik santrali, kütüphane, banyo bulunan hareketli bir komuta merkezi idi. Belki biraz daha fazlası…
Bu tren devrim fikriyle yeni tanışan geniş yığınlara, ilham veren bir propaganda, örgütlenme ve eylem merkeziydi aslında. Elindeki imkanlarla, devrimin tüm enerjisini, Rusya’nın en ücra noktalarına taşıyan bu tren, düşmekte olan kentlerin kaderini değiştirebiliyor, bir efsane gibi kulaktan kulağa yayılan ünüyle Çarlık subaylarının moralini çökertip, beyaz birlikleri devrim saflarına kazanabiliyordu.
Trenin en yetenekli ve gözüpek devrimci kadrolar arasından seçilmiş mürettebatı arasında birçok sivil ve askerî tedarik uzmanı, propagandacı, stenograf ve sekreter görev yapmakta, ülke dışına da devrimi tanıtan düzenli bir radyo yayını gerçekleştirilmekte ve V Puti (Yolda) adıyla bir gazete basılmaktaydı.
Tren, üç yıl süren iç savaş boyunca 36 yolculuk gerçekleştirdi ve 105 bin kilometrelik bir mesafe katetti.
Ölüm kalım savaşı
1918 yılının Mayıs ayında yeni işçi devleti için beklenmedik ve gelişmelerin seyrini değiştirebilecek nitelikte bir tehlike açığa çıktı: Avusturya-Macaristan İmparatorluk’u güçlerine ait 40 bin kişilik son derece disiplinli ve sağlam teçhizatlı bir birlik, esir bulundukları kamptan Vladivostok yoluyla Fransa’ya çekilmek üzereyken isyan etti. O andan itibaren Çekoslavak Lejyonu olarak adlandırılan bu birlik geri çekilmek yerine, yeni işçi devletinin zayıflıklarından yararlanarak art arda devrimcilerin kontrolündeki kentleri düşürmeye girişti ve beyaz güçleri cesaretlendiren bir karşıdevrim odağına dönüşmeye başladı.
Yeni işçi devleti daha ilk andan bir avantaja sahipti: Büyük endüstri kuşakları ve Rusya’nın merkezi, neredeyse tüm endüstriyel üretim imkanlarıyla birlikte devrimci hükümetin elindeydi. Kızıl Ordu birlikleri, merkezden harekat düzenleyerek bir cepheden diğerine hızla geçebiliyor ve geri çekilmek gerektiğinde Moskova’da birleşen demiryolu hattının sayesinde üslerine ulaşabiliyordu. (6)
Karşıdevrim güçlerine gelince; onların denetimleri altında kalan geniş steplerde nüfus seyrek, endüstriyel altyapı neredeyse yok denecek kadar azdı.
Öte yandan bir zaafları daha vardı: Çarın eski subayları demokrasiden tiksiniyor ve hem birbirleriyle hem de güya “kızıl bayrak” altında savaşmaya devam eden Sağ SR güçler ile bir türlü sağlam müttefiklik ilişkileri geliştiremiyorlardı.
1918 Eylül ayında Volga’dan çekilen Sağ SR partisi yanlısı birlikler, Sibirya merkezli Çarlık yanlısı subaylarla Sovyet hükümeti karşıtı ortak bir cephe (bir tür Direktuar) kurma konusunda anlaşmaya vardılar. Bu ortak cephenin komutanlığına Çarlık donanması Amirali A. V. Kolchak getirildi. Amiral Kolchak, tüm diğer beyaz şefleri birleştirebilmek için diktatörlük yetkileriyle donatılmıştı.
Ne var ki, Kolchak’ın disiplinsiz ve yeterli askerlik birikiminden uzak bulduğu Kızılordu birliklerini ülkenin güneyinde ikiye bölmeye dönük planı iki bakımdan aşırı iyimser bir karaktere sahipti. İlk olarak bu planın başarısı, Finlandiya’da oluşturulan yeni sağcı hükümetin askerî desteğine muhtaçtı. Öte yandan Kolchak ve savaş beylerinin açıkca Çarlık rejimine ait olarak gördükleri Finlandiya’nın bağımsızlığını tanımak gibi bir niyetleri yoktu.
İkinci sorun ise, yeni şekillenmeye başlayan Kızıl Ordu’nun tahminleri altüst eden süratli gelişimiydi. (7)
İç savaş şiddetini artırdıkça, Kızıl Ordu’nun kırsal dünyayı Sovyet rejimini sahiplenme doğrultusunda seferber etme kapasitesi öne çıktı. Bu yeti hayati bir işlev görecekti. Zira, Rus nüfusunun %80’ni oluşturan kırdaki insan gücü ve kaynaklar, savaşan taraflar için zaferin anahtarıydı.
Köylüler açısından yeni topraklarının eski aristokrat sahiplerinin geri dönmesi kaygısı daha baskındı. Dolayısıyla yüksek firar oranlarına karşın, Kızıl Ordu kırsalda Beyazlara oranla daha üstün bir sadakat duygusu yaratmayı başarabildi.
Böylece kayıplar beyazlara oranla daha kolay giderilebildi. 1918 yılında 331 bin civarındaki Kızıl Ordu asker sayısı, aynı yılın sonunda 700 bini geçecekti. Bu sırada, işçi devletine karşı ayaklanan Sağ SR birliklerinin sayısı 30 bin, Amiral Kolchak komutasındaki beyaz birliklerin sayısı ise 120 bin civarında, Denikin’in birlikleri ise 111 bin dolaylarındaydı. (8)
Savaş mülk sahiplerinin nihai yenilgisiyle tamamlandığında Troçki’nin ordusu yaklaşık 5 milyon civarında kadın ve erkek emekçiyi yeni rejimin inşası ve savunulması doğrultusunda seferber edebilmişti.
Rusya’da gerçekleşen iç savaşı askerlik sanatı açısından belirleyen temel faktör, modern askeri teçhizatın yetersizliğiydi. Bu durumun kaçınılmaz sonucu, kitlesel piyadenin ve süvari hücumunun öne çıkması oldu (Nâzım Hikmet’in Salkım Söğüt şiirine, Tachanka ve Shchors marşlarına bu kızıl süvari birliklerinin yıldırım hücum hikayeleri damgasını vurmuştur). Zırhlı trenleri – ve kısmen de gözlem balonları ve telgraflı haberleşmeyi – bir kenara koyarsak, modern teknolojinin Rus İç Savaşı’ndaki en önemli ögesi makineli tüfeklerdi.
Öte yandan aynı anda birçok noktada çatışma yaşansa da Rus İç Savaşı’nda sabit cepheler yoktu. Karşı karşıya gelen birlikler, demiryolları boyunca hareket ediyor, arkalarında gevşek biçimde tutulan geniş araziler bırakıyorlardı.
Karşıdevrimci odaklar, 1921 yılının sonunda fiilen imha edilmelerinin ardından küçük birlikler halinde 1922 yılına dek Sibirya’nın Pasifik kıyılarında tutunmaya çalıştılar. O tarihte Japonya’yla birlikte Rusya’dan çekildiler. İç savaş sona ermişti. Yeni işçi devleti ayakta kaldı ama bilanço çok ağırdı: Kızıl Ekimi yaratan yüz binlerce devrimci işçi ve kadro can vermiş, dahası ülke enkaza dönmüştü.
1917 yılının başında, 3.024.000 olan sanayi işçisi sayısı, 1922 yılına gelindiğinde 1.243.000’e düşmüştü. Lenin ve Troçki önderliğindeki devrimcileri yeni bir savaş beklemekteydi: Köylü nüfusun giderek belirleyici bir konum kazandığı yıkılmış ve kuşatılmış bir ülkede proletaryanın devrimci diktatörlüğünü inşa etmek nasıl mümkün olacaktı?
Dipnotlar:
*: Rus dilinde “Kızıl Komutan”. Troçki bu isimle çağırılmaktaydı.
1.) 3 Mart 1918 tarihinde Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti ile Alman İmparatorluğu, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Osmanlı Devleti ve Bulgaristan Krallığı arasında imzalanmış, İttifak Devletleri’nin yenilmesi üzerine geçersiz kalmış barış antlaşmasıydı.
2.) Lazare Carnot (1753-1823) Fransız Devrimi’nde Halk Güvenlik Komitesi’nin anahtar rol üstlenen üyesiydi.
3.) Bu kadroların hemen tamamı son nefeslerine dek devrimci işçi devletinin ilkelerine ve Troçki’yle paylaştıkları değerlere sadık kaldılar ve Stalinist bürokrasi tarafından adım adım yok edildiler.
4.) Rusça комиссар: Komissar.
5.) Çeka, yani Tüm Rusya Karşıdevrim ve Sabotajla Mücadele Olağanüstü Komisyonu 20 Aralık 1917 tarihinde Vladimir İ. Lenin ve Feliks Dzerjinski tarafından yayımlanan bir kararname ile kuruldu. İşlevi “karşıdevrim ve sabotajı ortadan kaldırmak, karşıdevrimcileri ve sabotajcıları devrim mahkemelerine teslim etmek ve müsaderede, yıkıcı faaliyetlerde bulunanları tutuklama gibi önleyici tedbirleri” almaktı.
6.) Bkz. O. Figes, Peasant Russia Civil War: The volga Countryside in the Revolution 1917-21, Oxford ,1987, s. 4.
7.) Ruhunu Troçki’nin biçimlendirdiği yeni tip bir ordu gelişmekteydi. İngiliz Devrimi’nin New Model Army ve Fransız Devrimi’nin Jakobenlerinin izinden yürüyen bu yeni sınıfçı ordu disiplinli ve merkezî olarak idare edilen bir karakter kazandıkça, karşıdevrim güçlerinin alanı daralmaya başladı.
8.) Mawdsley, op. cit s. 181, 274-5.