Manifesto’nun 1890 Almanca baskısına önsöz

Bu yazı https://www.marxists.org/turkce/m-e/1848/manifest/onsoz.htm#1890 adresinden alınmıştır.

***

Daha öncekilerin yazılışından bu yana “Manifesto”nun bir yeni basımını daha yapmak gerekti ve ona ilişkin burada belirtilmesi gereken pek çok şey oldu.

Vera Zasuliç’in yaptığı ikinci Rusça çeviri 1882’de Cenevre’de yayınlandı; ona önsözü Marx ve ben kaleme aldık. Ama yazık ki Almanca orijinal metni kayboldu, yani bu çalışmaya hiçbir şey katmayacak biçimde Rusça’dan tekrar çevirmem gerekiyor. Orada şöyle demişiz:

“‘Komünist Parti Manifestosu’nun ilk Rusça yayını, Bakunin’in çevirisiyle altmışlı yılların başında ‘Kolokol’ basımevinde gerçekleşti. O zamanlar Batı için bu metnin Rusça yayınlanışı ancak edebi bir ilginçlik anlamı taşıyordu. Bugün artık böyle bir yaklaşım mümkün değildir. ‘Manifesto’nun ilk yayınlandığı dönemde (Ocak 1848) proletarya hareketinin ne kadar sınırlı bir bölgeye yayılmış olduğu, en iyi bir şekilde ‘Komünistlerin Çeşitli Muhalefet Partilerine Karşı Konumu’ bölümü göstermektedir. Her şeyden önce Rusya ve Amerika yoktur orada. O dönem, Rusya’nın henüz Avrupa gericiliğinin son büyük rezervini oluşturduğu ve Amerika’ya göçlerin, Avrupa proletaryasının fazla gelen güçlerini emdiği bir dönemdi. Her iki ülke Avrupa’ya hammadde sağlıyor ve aynı zamanda Avrupa’nın sanayi ürünlerine de pazar işlevi görüyordu. Yani her ikisi de Avrupa’daki toplumsal düzenin şöyle ya da böyle payandası konumundaydı. Bütün bunlar günümüzde öyle değişti ki! Tam da Avrupa’dan göçler, Kuzey Amerika’da, yarattığı rekabet sonucu Avrupa’daki küçük ya da büyük toprak mülkiyetini temelden sarsan büyük tarım işletmelerine olanak sağladı. Bu göçler aynı zamanda Birleşik Devletler’e, sanayi için zengin yan kaynaklarını sömürme olanağı verdi, hem de öyle bir enerjiyle ve öyle bir yüksek ölçüde ki, Amerika’nın sanayide Batı Avrupa tekelini kısa sürede sona erdirmesi kaçınılmazdır. Ve bu her iki durum, Amerika’nın kendisine de devrimci yönde etki yapmaktadır. Kendi hesabına çalışan çiftçilerin küçük ve orta toprak mülkiyeti, yani Amerika’daki tüm siyasal düzenin temeli, giderek artan oranda dev çiftliklerin rekabeti altında ezilmekte, öte yandan aynı anda sanayi bölgelerinde de sermayenin olağanüstü birikimiyle ilk kez kalabalık bir proletarya oluşmaktadır.

Rusya’ya gelince, 1848/49 Devrimi döneminde yalnız Avrupa soyluları değil, Avrupa burjuvaları da o sıralar daha ancak gücünün farkına varmakta olan proletaryaya karşı tek kurtuluşu Rusya’nın müdahalesinde buldular. Çar’ı Avrupa gericiliğinin başı ilan ettiler. Oysa bugün Çar, devrimin savaş tutsağı olarak Gaçina’da bulunuyor ve Rusya, Avrupa’nın devrimci hareketinin başında yer alıyor.

“‘Komünist Manifesto’nun görevi, günümüz burjuva mülkiyetinin yakındaki kaçınılmaz çöküşünü ilan etmekti. Oysa Rusya’da, bir yandan kapitalist düzen ateşli bir hızla gelişip burjuva toprak mülkiyeti henüz oluşurken, öbür yanda toprağın yarıdan fazlası köylülerin ortak mülkiyetindedir.

Burada sorun şu: Rus köylü cemaatleri, yani toprağın ortak mülkiyetinin zaten çok yıpratılmış olan bu ilkel biçimi, toprak mülkiyetinin üst bir komünist biçimine doğrudan geçebilir mi, yoksa önce Batıdaki tarihsel gelişimle aynı çözüşme sürecinden geçmesi mi gerekir?

Bugün için mümkün görünen tek yanıt şu: Eğer Rus Devrimi, Batıdaki işçi devrimi için de ikisinin birbirini bütünleyeceği bir işaret olursa, o zaman bugünkü cemaat mülkiyeti komünist bir gelişmenin çıkış noktası olabilir.

Londra, 21 Ocak 1882.”

Polonya dilinde yeni bir çeviri aynı günlerde Cenevre’de yayınlandı: “Manifest Komunistyczny”.

Ayrıca 1885’te Kopenhag’da yeni bir Danimarka çevirisi çıktı. Yazık ki tam bir çeviri değil; çevirmene zor gelmiş görünen bazı önemli yerler atlanmış ve metnin orasında burasında çok daha rahatsız edici yüzeysellik izleri görülüyor, öyle ki çevirmen biraz daha özen gösterip doğru dürüst bir şey çıkarabilirmiş, dedirtiyor.

1886’da Paris’te “Le Socialiste”, yeni bir Fransızca çeviri yayınladı; şimdiye kadarkilerin en iyisi.

Ardından aynı yıl Madrid “El Socialista”dan bir İspanyolca çeviri ve broşür yayınlandı: “Manifesto dei Partido Comunista” por Carlos Marx y F. Engels, Madrid, Adminstración de “El Socialista”, Hernán Cortés 8.

İlginç olarak ayrıca 1887’de Ermenice bir çeviri metninin bir İstanbullu yayıncıya sunulduğunu belirteyim; ama adamcağız üstünde Marx imzası bulunan bir şeyi basmaya cesaret edemediği için çevirmene kendi imzasını atmasını rica etmiş, o da kabul etmemiş.

İngiltere’de az ya da çok hatalı Amerikanca çevirilerin orada burada çokça yayınlanmasının ardından nihayet 1888’de aslına uygun bir çeviri yayınlandı. Çevirmeni benim arkadaşım Samuel Moore’dur ve çeviriyi basım öncesi ikimiz birlikte bir kez daha gözden geçirdik. Adı: “Manifesto of the Communist Party”, by Karl Marx and Frederick Engels. Authorized English Translation, edited and annotated by Frederick Engels, 1888, London, William Reeves, 185 Fleet St. E.C. O yayındaki bazı notları bu yayına da aldım.

“Manifesto”nun kendine özgü bir yaşam öyküsü oldu. Ortaya çıktığında o zamanlar bilimsel sosyalizmin henüz az sayıda olan öncülerince heyecanla selamlandı (ilk önsözde adı geçen çevirilerin kanıtladığı gibi), sonra Paris işçilerinin Haziran 1848 yenilgisiyle başlayan gericilik tarafından kısa sürede geriye itildi ve nihayet 1852 Kasımı’nda Köln komünistlerinin mahkûmiyetiyle “yasal açıdan” hüküm giydi. Başlangıç tarihini Şubat Devriminden alan işçi hareketinin sahneden çekilmesiyle “Manifesto” da geri plana gitti.

Avrupa işçi sınıfı egemen sınıflara karşı yeni bir çıkış için tekrar yeterince güçlendiğinde, Uluslararası İşçi Birliği oluştu. Amacı, Avrupa’nın ve Amerika’nın tüm mücadeleci işçilerini tek bir büyük ordu bünyesinde kaynaştırmaktı. Dolayısıyla “Manifesto”da konan esaslardan hareket edemezdi. İngiliz sendikalarına, Fransa, Belçika, İtalya ve İspanya Proudhon’cularına ve Alman Lasalle’cilerine [ 1 ] kapıyı kapalı tutmayan bir programı olmalıydı. İşte bu program —Enternasyonal tüzüklerinin dayandığı temeller— Marx tarafından, Bakunin’in ve anarşistlerin bile kabul ettikleri bir ustalıkla kaleme alındı. “Manifesto”da konan esasların nihai zaferi için Marx yalnız ve yalnız işçi sınıfının, birleşik eylemden ve tartışmadan zorunlu olarak ortaya çıkması gereken entelektüel gelişimine güveniyordu. Sermayeye karşı mücadelenin yarattığı olaylar ve değişkenlikler olsun, başarılardan çok yaşanan yenilgiler olsun, bu mücadeleyi verenleri, bugüne kadarki gibi tüm dünyanın derdine merhem bulmaya yeterli olmadıklarını açıkça fark etmekten ve işçilerin kurtuluşunun gerçek koşullarını temellice görmek için zihinlerini daha açık tutmaktan alıkoyamazdı. Marx haklıydı. 1874’te Enternasyonal’in çözülüşündeki işçi sınıfı, 1864’te onun kuruluşundaki işçi sınıfından tamamen farklıydı. Gerek Fransa, İspanya, İtalya gibi ülkelerdeki Proudhon’culuk, gerekse Almanya’daki spesifik Lasalle’cilik, tükenmekteydi ve hatta o zamanın katı genci İngiliz sendikaları bile yavaş yavaş 1887’de Swansea’deki kongre başkanlarının onlar adına şunu söyleyebildiği noktaya doğru gitmekteydiler: “Kıta sosyalizmi bizim için ürkütücülüğünü yitirmiştir.” Evet kıta sosyalizmi, ama daha 1887’de yalnızca bir teoriden ibaretti o, “Manifesto”da ortaya konmuş bir teori. Ve işte böylece “Manifesto”, belli oranda modern işçi hareketinin 1848’den bu yana tarihçesini yansıtmaktadır. Günümüzde ise kuşkusuz tüm sosyalist yazının en yaygın ve en uluslararası bir ürünüdür, Sibirya’dan Kaliforniya’ya tüm ülkelerin milyonlarca işçisinin ortak programıdır.

Ama ortaya çıktığında ona sosyalist manifesto diyemezdik elbet. 1847’de sosyalist denince iki tür kişi anlaşılıyordu. Bir yanda, daha o zaman giderek tükenmekte olan tarikatlara daralmış çeşitli ütopik sistemlerin, özellikle de İngiltere’de Owen’cılığın, Fransa’da Fourier’ciliğin peşinde olanlar. Öbür yandaysa, sermayeye ve kara hiç dokunmaksızın toplumsal bozuklukları her derde deva çeşitli merhemlerle her çeşit yamalık yöntemleriyle gidereceğini sanan sayısız sosyal lafazanlar. Her iki yandakiler de: İşçi sınıfının dışında duran ve daha çok “kültürlü” sınıfların desteğini arayanlar. Buna karşılık, işçilerin, salt siyasal değişimlerin yetersizliğinden emin olan ve toplumun temelde yeniden biçimlenmesini gerekli gören öteki kesimi, o zamanlar kendilerine komünist diyorlardı. Biraz ham işlenmiş, salt içgüdüsel, bazen biraz kaba bir komünizmdi bu; ama yine de iki ütopik komünizm sistemini, Fransa’da Cabet’nin “İkaryacı” komünizmi ile Almanya’da Weitling’in ütopik komünizmini ortaya çıkaracak kadar da güçlüydü. 1847’de sosyalizm, bir burjuva hareketi, komünizmse işçi hareketiydi. Sosyalizm, en azından tüm kıtada, kibar işiydi, komünizmse tam tersi. Ve biz daha o zaman “işçilerin kurtuluşu, işçi sınıfının kendi işi olmalı” görüşünü taşıdığımız için, bu iki deyimden hangisini seçeceğimiz konusunda bir an bile tereddüt etmedik. O zamandan beri de bundan geri dönmek asla aklımızdan geçmedi.

“Bütün ülkelerin proleterleri, birleşin!” Bu sözü, bundan 42 yıl önce, proletaryanın kendi talepleriyle ortaya çıktığı Paris Devrimi’nin öncesinde, tüm dünyaya haykırdığımızda çok az yanıt gelmişti. Ama 28 Eylül 1864’te Batı Avrupa ülkelerinin çoğunluğunun proleterleri zafer dolu anılarıyla, Uluslararası İşçi Birliği’nde birleştiler. Enternasyonal ancak dokuz yıl yaşadı gerçi. Ama onun kurduğu tüm ülkelerin işçilerinin ebedi birliğinin hala hayatta olduğuna ve her zamankinden daha güçle hayatta olduğuna, bugünkü günden daha iyi bir kanıt yoktur. Çünkü şu satırları yazdığım bugün, Avrupa ve Amerika proletaryası, ilk kez harekete geçen kavga güçlerinin geçidini yapmakta, “tek” bir ordu olarak, “tek” bir bayrak altında ve en yakın “tek” bir hedefe yönelik: Daha 1866’da Enternasyonal’in Cenevre Konferansı’nda ve yine 1889’da Paris İşçi Kongresi’nde ilan edilen, yasalaşması talep edilen, sekiz saatlik işgünü hedefine. Ve bugünün seyri, kapitalistlerin ve tüm ülkelerin toprak ağalarının gözlerine, tüm ülkelerin proleterlerinin gerçekten birleştiğini gösterecektir.

Ah keşke Marx da yanımda olsa, bunu kendi gözleriyle görseydi!

Londra, 1 Mayıs 1890

F. Engels

Dipnotlar

[ 1 ] [Engels’in Dipnotu:]

Lasalle kendini bize hep Marx’ın “öğrencisi” olarak tanıtmış ve böyle olunca da elbet “Manifesto” zemininde yer almıştı. Ama onun devlet kredisiyle üretici kooperatifleri talebinin ötesine geçmeksizin tüm işçi sınıfını, devlet yardımcısı ile kendi kendine yardımcı diye ikiye bölen izleyicileri başkadır.