Troçki’nin “Sürgün Günlüğü”

Erich Fromm

Stalinizmi ve günümüz komünizmini(1), Devrimci Marksizm’le özdeş ya da onun bir devamı olarak görmek; Marx, Engels, Lenin, Troçki gibi gerçek devrimci figürleri de içine alan bir yanlış anlaşılmaya sebep olmuştur. Sırf insanların, intikamcı katil Stalin ve oportünist Kruschchev’in teorileri ile Marx, Engels gibilerinin teorileri arasında bağ kurma çabası yüzünden ‘devrimci fanatik’ betimlemesi onlara da aktarılmakta…

Bu çarpıtma bugün ve yarın için çok üzücüdür. Her ne sebeple olursa olsun birinin Marx, Engels, Lenin ve Troçki’ye katılmaması onların Batı uygarlığının seçkin birer temsilcileri olduğu gerçeğini yadsımaya götüremez. Bu adamlar keskin bir gerçeklik duyumu olan insanlardı. Gerçeğin içine nüfuz etmişlerdi. Yanıltıcı, aldatıcı çevreleri tarafından alt edilememiş, geleceğin insanlığına kendini adamış, tükenmez yüreklilik ve kendisiyle çelişmeyen bir bütünlüğe sahip insanlardı. Her zaman teşvik edici oldular. Ve nereye dokundularsa orada hayat bitiveriyordu. Onlar Batı geleneğini en iyi örnekleriyle temsil ettiler ve her zaman tarihsel olarak bulundukları zamana ve insanlığın ilerleyişine bağlı kaldılar. Yaptıkları hatalar ve yanlışlar yine Batı düşüncesinin devamından kaynaklı idi: rasyonalizm (akılcılık), batı merkezci düşünce tezinin zorlaması, bir evvelki asrın burjuva devrimlerinin(2) muazzam etkisi…

Bu insanların özel hayatlarından pek az şey bilmemiz bir rastlantı değil, onlar için önemli olan kendileri değildi; ne kendileriyle ilgili yazdılar ne de onları harekete geçiren güdelerle ilgili tahminlerde bulundular. Büyük devrimci liderlerin nadiren bulunan kişisel verilerinden olan (Lenin’in, Marx’ın ve Engels’in mektuplarına ve Almanya’da Marx ile ilgili kişisel hatıraların dökümüne sahibiz) Troçki’nin Fransa’daki son aylarını ve Norveç’e varışını içeren bir kitabı, Harvard Üniversitesi Yayınları, onun 1935 yılı günlüklerinden derledi.

Nasıl ki Marx, Engels ve Lenin birbirlerinden farklı iseler Troçki’nin de kişilik olarak onlardan farklı olduğu su götürmez. Yine de Troçki’nin kişisel yaşamının bir anlık samimi görüntüsüne sahip olmak bizim, onunla ve diğer üretken devrimciler arasında ortak bir bağ kurmamızı sağlayacaktır. Ne konuda yazarsa yazsın; ister politik meselelerde, ister Emma Goldman’ın otobiyografisi hakkında, isterse de Wallace’nin dedektif hikâyeleri hakkında; tepkisi konunun köklerine kadar inerek özüne nüfuz eder, canlandırır ve üretkendir. Ne konuda yazarsa yazsın; ister kendi berberi hakkında, ister Fransız polisleri hakkında, isterse de Mr. Spaak(3) hakkında, onun hükmü, derinlikli ve kesindir. Fransa’daki sürgün koşullarının giderek artan basıncından bir kurtuluş olarak Norveç’teki ‘işçi’ hükümetinden, vize alma şansına kavuştuğunda dahi, Norveç İşçi Partisi’ni yazılarında keskin bir dille eleştirmekte, bir dakika bile tereddüt etmez. Can güvenliğinin olmadığı bir sürgün hayatı, hastalık, Stalinist gaddarlığın ailesine ettiği zulüm… Tüm bunlara rağmen, o bir an bile, ne kendine acımış, ne de umutsuzluğa düşmüştür. Objektif, yürekli ve insancıldır.

İşte; mütevazı bir adam; davasında onurlu, keşfettiği doğrularla gururlu, fakat kibirli ve bencil değil. Karısı hakkındaki beyanatında sözcüklerin takdiri ve ilgisi derinden etkileyicidir; zaten Troçki’nin günlüğünde de ana mevzu, tıpkı Marx’ta olduğu gibi, alabildiğine anlayışlı ve paylaşımcı olan bir aşığın parıldayışıdır. O, yaşama âşıktır ve güzelliklerinin de farkındadır. Vasiyetnamesinin bir uyarlaması izleyen şu sözcüklerle biter: “Duvar boyunca yemyeşil uzanan parlak çimenleri, duvarın üstünde berrak mavi göğü ve her yere saçılan gün ışığını görebiliyorum. Hayat güzel. Gelecek nesiller, tüm kötülükleri, zulmü ve rezillikleri, temizlesinler ve hayattan tümüyle zevk alsınlar.”

Günümüz kuşağı ve gelecek nesiller, Troçki’nin bir betimlemesini kurtardığı için Harvard Yayınları’na şükran borçlu değil. Zira sarsılmamı ve dehşete düşmemi engelleyemediğim şey de kitabın tanıtım broşüründe Harvard Üniversitesi Yayınları’nın yazdıkları: “Eğer (günlük), onun temelini teşkil eden bencilliğinin ve fanatizminin yalın gerçeğini, sürgündeki yalnızlığın ve ızdırabın açığa çıkardığını gösterirse, yerel ve evrensel açıdan önemli olan tarihsel bir yorum ve olumlu bir işlev üstlenecektir.”(4) 

Kendi bastığı kitabın tanıtım broşüründe aşağılayıcı yorumlarla kendi yazarında kusur bulan bir yayımcının tuhaflığı bir yana böyle bir şey aynı zamanda affedilemez de, çünkü Troçki’nin günlüklerinde onun “yalın gerçeği” olan benciliği gösteren hiçbir şey yoktur. Bunların tam zıddı olan yalın gerçek onun tek mevcudiyetidir. Günlükten Troçki’nin “bencilliğini” gösteren bir çift cümle alıntılaması yönünde Harvard Yayınlarının tanıtım broşürünü yazan şahsa meydan okuyacaktım. O muhtemelen, birçok insan tarafından da tekrarlanan, Marx ve Troçki gibi şahsiyetleri yanlış anlama alışkanlığının içine düştü. Kaçamak tutumlardan ve yapmacıklıktan uzak, sosyal ve bireysel gerçekliğin özünü görerek onu çözümleyen bu insanlara, bencil, saldırgan ve kibirli denilerek çamur atılıyor. Eğer onlar sarsılmaz yargılara sahiplerse, fanatik olarak çağrılıyorlar. Ne yazık ki, bu kanaatlerin yoğun bir deneyim ve düşünme eylemi sonucunda elde edildikleri unutuluyor, tersine bunların paranoyak bir renge boyanmış akıl dışı idealler olduğu söyleniyor. Bu yanlış beyanatın ileriki broşürlerde terk edilmesi umuduyla.

1958

Dipnotlar:

1.) SSCB’nin 1956 sonrası resmi ‘komünizm’ çizgisi kastediliyor. (- çev.)

2.) Özgün metinde: middle-class revolutions; ‘Orta-sınıf devrimleri’ anlamında; ilk burjuva devrimlerinde büyük burjuvazi bugünkü tanımıyla ortalıkta yoktu, devrimleri orta-burjuvazi diyebileceğimiz kesimin önderliği altında gelişti. (Bak: Troçki, Sonuçlar ve Olasılıklar içinde “1789, 1848, 1905” bölümü) (- çev.)

3.) H. Spaak; Belçikalı politikacı ve devlet adamı. (- çev.)

4.) İtalikler benim (- Erich Fromm’un notu.)