Değişim kaçınılmaz. Her şey değişiyor. Doğa gibi toplumlar da sürekli bir değişim yaşıyor. Kuşkusuz toplumsal değişim genellikle yavaş gerçekleşiyor. Bazen ise değişim enerji yüklenmiş bir fay hattının kırılması gibi deprem şeklinde de olabiliyor. Böylesi durumlarda konum ve kuralların değişimine, yerleşik düzenin altüst oluşuna tanık oluyoruz. Herakleitos’tan esinlenerek söylersek, hayatta değişmeyen tek şey değişimin bizzat kendisi.
Lakin değişimin yönü ve nedenleri, diğer bir ifadeyle dinamikleri anlaşılmaksızın aslında ne olduğunun ve olabileceğinin kavranması olanaksız. Son dönemde bu yanılsamalı durumun en iyi örneklerinden biri Mısır, İspanya ve Yunanistan’daki kitlesel seferberliklerin tanımı üzerinden yaşanmakta. Bunları bir ve aynı şey olarak eşleştirme konusunda oldukça hevesli bir tutum söz konusu. Tahrir, Puerta del Sol ve Sintagma meydanlarında yaşanan/yaşanmakta olan direniş ve seferberlikler gerçekten aynı şey mi?
Mısır, Tahrir
Bu soruya cevap bulmak için öyle derin teorik-politik analizlere gerek yok, çünkü politik-pratik sonuçlar dahi birçok soruyu cevaplamış durumda. Tahrir Meydanı‘nı dolduranlar 30 yıllık Mübarek rejimini yıktılar. Kitle seferberlikleri Mısır’da demokratik bir devrime yol açtı. Mübarek ve rejimi direnmeye çalıştı ama emekçi halkın, gençlerin ve kadınların araladığı mücadele kapısında Mısır proletaryası göründüğü anda diktatör yolun sonuna geldiğini anladı.
Mübarek rejiminin Tahrir karşısında direnmesinin kitle seferberliklerini demokratik bir devrimden toplumsal bir devrime sıçratma tehlikesi Mısır devletinin (başta ordu) ve egemen sermaye sınıfının (kuşkusuz ABD ve AB emperyalizmlerinin) tehlike çanlarını çaldırdı. Bu nedenle Mübarek rejiminin ölüm fermanını vermek Tahrir’in bölgenin devrimci zembereğini boşaltma dinamiğiyle kıyaslandığında Mısır devleti ve emperyalizm için çok küçük bir bedel oldu, kuşkusuz…
Tahrir’i dolduran kitlelerin devrimci bir işçi-emekçi önderlikten/partiden yoksun oluşu, seferberliklere önderlik eden kişi ve kurumların çok parçalılığı ve sınıfsal açıdan politik-programatik farklılıkları ise Mısır devriminin daha da ilerlemesini güçleştiriyor.
İspanya, Puerta del Sol
Puerto del Sol‘un Tahrir‘den esinlenmesine ancak mutlu olunur ama bunları eşlemek, ya teorik-politik bir kavrayışsızlığın ya da derin umutsuzluğun tetiklediği bir hayalin ürünü olabilir. Zira İspanya’da bir rejim krizi olmadığı gibi gerçek anlamda bir hükümet krizinden dahi bahsedilemez. Belediye ve özerk bölge meclisleri seçimlerini Zapatero’nun Sosyalist İşçi Partisi (PSOE) önünde açık ara kazanan sağcı Halk Partisi (PP) 2012 genel seçimlerinin de şimdiden mutlak kazananı görünüyor. Kısacası, İspanya’da egemenlerin bir yönetememe krizinden bahsetmeye olanak yok. Üstelik kitlelerin eskisi gibi yönetilmek istemediklerine dair tek kanıt olarak Puerto del Sol Meydanı gösteriliyorsa.
Çoğunluğu orta sınıf gençlerden oluşan bu aktivistlerin hareketi, bırakın işçi sınıfını ve emekçi halkı kapsamayı, üniversite gençliğini dahi seferber edebilmiş değil. Örnek aldıkları Tahrir‘in aksine rejime-hükümete yönelik sistematik politik taleplerden yoksunlar. Örgütlenmeye olan güvensizlikleri nedeniyle orada bulunmak isteyen emek eksenli sendika ve partilere dahi izin vermiyorlar. Eğer bir hareket, emekçilerin mücadele örgütü olan sendikayla, sendika bürokrasisini birbirinden ayırt edemiyorsa; emekçi halkın ve ezilen-sömürülenlerin sınıf örgütleri ile burjuva partileri aynı kaba koyarak dışlıyorsa, ortada ciddi bir sınıfsal-politik sorun var demektir.
Bu anlamda Tahrir ve Puerta del Sol arasında mevcut haliyle bir meydanı doldurmak dışında bir sınıfsal-politik benzerlik yoktur. Toplumun hoşnutsuz (orta sınıf) kesimlerinin meydanları doldurması ne kadar önemli olsa da mevcut haliyle Puerta del Sol‘un Tahrir‘in sınıfsal-politik içeriği boşaltılmış kötü bir kopyası olduğunu da söylemek zorundayız.
Yunanistan, Sintagma
Yunanistan’da ise bir öndevrimci durum yaşanıyor. Ciddi bir hükümet krizi söz konusu. Hükümet yönetme konusunda çok zorlanıyor. Bu durum rejim üzerinde büyük bir baskı oluşturuyor, ama şu aşamada bir rejim krizinden de bahsedilemez.
Yıllardır sürdürülen neoliberal saldırı politikaları ve son dünya ekonomik krizi Yunan işçi sınıfını ve gençliğini sürekli bir seferberliğe süreklemiş durumda. Lakin iki faktör oldukça belirleyici:
Birincisi, AB emperyalizminin en zayıf halkası Yunanistan’ın dönüşsüz bir krize sürüklenmesi ve çökmesi sıçramalı bir karakter kazanabilir. Muhtemelen AB emperyalizminin en son isteyeceği şey bu olacaktır. Bu nedenle AB emperyalizmi, her biri Yunan emekçi halkını daha da kötü yaşam koşullarına sürükleyen yardım paketlerini açmaya devam ediyor. Bu ise saldırganlığın daha da derinleşmesine yol açıyor. Bu noktada işçi sınıfının ve emekçi halkın seferberliklerinin sürmesi ve daha da birleşik ve kitlesel bir karakter kazanması hayati önemde.
İkinci faktör de burda devreye giriyor. Şimdiye dek 15’e yakın genel grev söz konusu oldu. Geleneksel olarak Yunanistan’da çok güçlü olan anarşist hareketler, genel grev ve benzeri sınıf yöntemlerinin işe yaramadığını, saldırıları durduramadığını giderek daha yüksek sesle ifade eder hale gelmiş durumdalar. Bu durumun seferberlikleri yavaşlatıp parçalayacağını öngörmek için müneccim olmaya gerek yok. Yunanistan’da öteden beri eylemlerin hep üçe bölündüğü hatırlanacak olunursa parçalanmanın alt yapısının ne kadar güçlü olduğu da görülecektir.
Sadece gerçekler devrimcidir
Bu yazının amacı Tahrir, Puerta del Sol ve Sintagma meydanları üzerinden şekillenen seferberlikleri sınıfsal nitelik ve politik talep-program açısından eşleştirme girişimlerinin yanlışlığını tartışmaktı. Bu eşleştirme girişiminin büyük oranda yeni bir “politik” yönelim olduğunu tespit etmemiz gerekiyor: Yeni toplumsal hareketçilik, diğer bir ifadeyle hareketlerin hareketi! Bu analiz ve eleştirileri yaptığımızda indirgemecilik ve/veya güdük komünistlikle eleştirilmemiz ise sadece traji-komik oluyor.
Eğer söz konusu ihtiyaç anlamak ise, bunun için bir yönteme ve programa gerek olduğu aşikârdır. Mesele de zaten burada; eldeki bütün sınıfsal-politik araç edevatı bırakınca kılavuz niyetine kalan sadece esen rüzgâr oluyor. Onun da sizi hangi yöne çevireceğini sadece Allah bilir! Dendiği gibi “uyuyor taklidi yapan bir adamı uyandırmak imkânsızdır.” (Navajo Kabilesi)