Kaynak: “Devrimci Marksizmde Geçiş Programı Anlayışı”, Eleştiri Yayınevi, Devrimci Sosyalizm Dizisi 3, Nisan 1980, İstanbul.
***
Troçki: Programın önemi partinin önemi demektir(1). Parti işçi sınıfının öncüsüdür. Parti en bilinçli, en sağlam, en ileri ve en fedakâr unsurlardan yapılan seçmeden oluşur; toplumsal gücü ile doğru orantılı olmayan önemli bir tarihsel ve politik rol oynayabilir. Parti küçük olabilir ama büyük bir rol oynayabilir. Örneğin 1905 ilk Rus devriminde, Bolşevik fraksiyonun onbin, Menşeviklerin de on ile onikibinden fazla üyeleri yoktu; azamisi buydu. Bu dönemde aynı parti içindeydiler, yani partinin bütünü yirmi ila yirmi iki bin işçiden oluşuyordu. Doğru politikası ve birliği sayesinde bütün ülke çapında Sovyetleri parti yönlendirmişti. Rusların Amerikalıların ya da herhangi bir eski kapitalist ülkeyle arasında farklılığın, Rus proletaryasının sendikal ve tutucu reformist geleneği olmayan, tümüyle canlı ve bozulmamış bir proletarya olduğu söylenerek buna karşı çıkılabilir. Bir önderliğe ihtiyacı olan ve bunu arayan da o, genç, canlı ve tecrübesiz işçi sınıfı idi ve partinin toplam olarak yirmi binden fazla üyeye sahip olmamasına rağmen bu parti mücadelede yirmi üç milyon işçiye yön verdi.
Şimdi, parti nedir? Birliğinin özü nedir? Bu birlik, olayların ve görevlerin ortak bir kavranışıdır, ve işte bu ortak kavrayış partinin programıdır. Nasıl ki günümüzün işçisi ilkel insan gibi aletsiz çalışamıyorsa, partide de bu alet, programdır. Program olmayınca ya kendi aletini irticalen yaratmak ya da var olan aletleri kullanmak zorunda kalır ve bunların biri diğeriyle çelişir. Ancak öncünün ortak kavramlar temelinde örgütlenişini sağlayarak eyleme geçebiliriz.
Denebilir ki bugüne kadar bir programımız yoktu. Yine de hareket edebiliyorduk, eylem içindeydik. Ama bu program çeşitli makalelerde, kararlarda biçimlenmişti. Bu anlamda, taslak program yeni bir buluş değildir, tek bir adamın eseri değildir. Bugüne kadarki kolektif çalışmanın özetlenmesidir. Ama böylesi bir özet yoldaşlara durum hakkında bir fikir vermek, ortak bir anlayış sağlamak için mutlaka gereklidir. Küçük burjuva anarşistleri ve entelektüelleri, partiye, ortak fikirlerin, ortak bir tavrın verilmesini onaylamaktan korkarlar. Buna karşı ahlaki programlar önerirler. Ama bizim için bu program ortak deneyin ürünüdür. Hiç kimseye zorla kabul ettirilmemiştir, çünkü partiye katılan herkes bunu gönüllü olarak benimsemiştir.
Bu bağlamda, zorunluluğun karşıtı olarak özgürlükten neyi anladığımızı vurgulamak gerekir. Özgür bir bireyselliğe sahip olmamız gerektiği çok yaygın olan bir küçük burjuva kavramıdır. Bu yalnızca bir aldatmacadır, bir hatadır. Biz özgür değiliz. Metafizik felsefe anlamında özgür iradeye sahip değiliz. Bir bardak bira içmeyi dilediğimde özgür bir insan gibi davranırım ama susuzluğumu giderme ihtiyacını kendim yaratmam. Bu ihtiyaç benim vücudumdan gelir. Ben yalnızca, bu ihtiyacın giderilmesinin icraatçısıyım. Ama vücudumun ihtiyaçlarını anlayabildiğim ve onları bilinçli olarak tatmin edebildiğim ölçüde, zorunluluğun kavranışından doğan özgürlüğe, özgürlük duygusuna sahibim demektir. Burada vücudumun ihtiyacının doğru bir kavranışı, her durumda hayvanlara verilmiş olan tek gerçek özgürlüktür ve insan bir hayvandır. Aynı şey işçi sınıfı için de geçerlidir. İşçi sınıfının programı cennetten düşmez. Biz ancak zorunluluğun bir kavranışına ulaşabiliriz. Birinde o benim vücudumdu, diğerinde o, toplumun gereksinimleridir. Program, kavramayı öğrendiğimiz zorunluluğun ifadesidir. Ve zorunluluk sınıfın tüm üyeleri için aynı olduğundan, görevlerin ortak bir kavranışına ulaşabiliriz; bu zorunluluğun kavranışı da programdır.
Daha da ileri gidip bizim, kendi çıkarlarının bilincinde olan koca bir düşmanlar bloku karşısında devrimci bir parti olduğumuz ve şimdi sadece burjuvazi tarafından değil fakat burjuvazinin içi en fazla kin dolu ajanları olan Stalinistler tarafından da saldırıya uğramakta olduğumuz gerekçesiyle partimizin disiplininin çok katı olması gerektiğini söyleyebiliriz. Mutlak bir disiplin gereklidir ama bu, ortak anlayıştan gelmelidir. Bu olmadan dayatılan disiplin bir boyunduruktur. Eğer kavrayıştan geliyorsa kişiliğin bir ifadesidir ama aksi takdirde bir boyunduruktur. Disiplin ortak kavrayıştan geldiği zaman benim özgür kişiliğimin bir ifadesidir. Kişisel irade ile parti arasındaki karşıtlık değildir çünkü ben kendi özgür irademle katılmış oluyorum. Bu aynı zamanda bu programın temelidir de, ve bu programın sağlam bir politik ve moral temele oturması ancak bizim onu çok iyi kavramamızla mümkündür.
Bu programın tamamlanmış bir program olmaması ne demektir?
Taslak program tamamlanmış bir program değildir. Bu taslak program içerisinde eksikliği olan şeyler ve doğası gereği programa ait olmayan şeyler vardır diyebiliriz. Programa ait olmayan şeyler yorumlardır. Bu program sadece sloganları değil fakat aynı zamanda yorumları ve hasımlarımıza karşı olan polemikleri de ihtiva etmekte. Fakat tamamlanmış bir program değil. Tamamlanmış bir program, emperyalist aşamadaki modern kapitalist toplumun teorik bir açıklamasını içermelidir. Krizin nedenleri, işsizlerin artması ve diğerleri. Bu taslakta söz konusu tahlili birinci bölümde sadece kısaca özetlenmiştir, çünkü bunlar hakkında makaleler, kitaplar falan yazmış bulunmaktayız. Daha çoğunu ve daha iyisini yazacağız. Ama pratik amaçlar için burada söylenenler yeterlidir, çünkü hepimiz aynı görüşü taşıyoruz.
Programın başlangıç kısmı da tam değildir. Birinci bölüm tam bir ifade olmaktan ziyade sadece bir çıtlatmadır. Programın son kısmı da tam değildir, çünkü o kısımda, sosyal devrimden, ayaklanma ile iktidarın ele geçirilmesinden, kapitalist toplumun diktatörlüğe, sosyalist toplumdaki diktatörlüğe dönüştürülmesinden söz etmiyoruz. Bu program okuyucuyu yalnızca kapının eşiğine kadar getirir, yani bugünden sosyalist devrimin başlangıcına kadar ki eylem için bir programdır. Ve pratik bakış açısından şimdi en önemli olan, proletaryanın değişik tabakalarını sosyal devrime doğru nasıl yönlendirebileceğimizdir. Şu anda New York’lu yoldaşların taslak programı sadece incelemek ve eleştirmek amacıyla değil fakat aynı zamanda programın kitlelere sunulmasının yolları ve araçlarını geliştirmek üzere de gruplar örgütlemeye başladıklarını haber aldım ve partimizin yararlanabileceği en iyi yöntemin bu olduğu kanısındayım.
Program sadece bir ilk yaklaşımdır. Önümüzdeki dönemde uluslararası konferansa sunulması açısından fazlaca geneldir. Dünyadaki gelişmelerin genel eğilimini ifade eder. Sömürge ve yarı-sömürgelere ayrılmış kısa bir bölüm var, faşist ülkelere ayrılmış bir bölüm ve diğerleri var. Dünya durumunun genel özelliklerinin ortak olduğu açıktır çünkü bunların tümü emperyalist ekonominin basıncı altındadır. Ama, her ülkenin kendine özgü koşulları vardır ve gerçek, yaşayan politika her ülkedeki ve hatta ülkenin her bir parçasındaki bu özel koşullarla başlamalıdır. Bunun için ABD’deki her yoldaşın ilk görevi programı çok ciddi bir şekilde ele almaktır.
Programın irdelenmesinde iki tehlike söz konusudur. Birincisi, genel soyut çizgilerle kalmak ve bölgelerdeki sendikalarla gerçek bağları olmayan genel sloganları tekrarlamaktır. Bu, sekterce soyutlamanın gittiği yöndür. Diğer tehlike de bunun tersi; bölgesel koşullara özgül koşullara çok fazla uyarlanıp, genel devrimci çizgiyi yitirmektir. ABD’de ikinci tehlikenin daha yakın olduğu kanısındayım. Özellikle, askerileştirme, silahlı grev sözcüleri falan gibi meselelerde böyle olduğunu hatırlıyorum. Bazı yoldaşlar bunların işçiler için gerçeğe uygun olmadığından filan korktular.
Son günlerde İtalya’da faşizmin yükselişi üzerine bir İtalyan işçisinin yazdığı Fransızca bir kitabı okudum. Yazar oportünisttir. Kendisi bir sosyalistmiş, ama ilginç olanı, onu çıkardığı sonuçlardan ziyade sunduğu olgular. İtalyan proletaryasının özellikle 1920-21’deki durumunun tablosunu çiziyor; 160 tane Sosyalist parlamento üyesi ve güçlü bir örgütlenmesi vardı; mahalli idarelerin üçte birinden fazlasını denetlemekteydiler ve İtalya’nın en önemli kısımları işçi gücünün merkezi olan sosyalistlerin elindeydi. Hiçbir kapitalist, sendikanın onayı olmaksızın işçi alamaz ya da atamazdı ve bu durum sanayide olduğu kadar tarımdaki işçiler içinde geçerliydi.
Proletarya diktatörlüğünün yüzde 49’u gibi bir şeydi bu fakat küçük burjuvazinin ve terhis edilen subayların bu duruma tepkisi korkunç oldu. Yazar daha sonra, bunların nasıl küçük çeteler halinde subayların yönetiminde örgütlendiğini ve otobüslerle ülkenin her kısmına sevk edildiklerini anlatır. Sosyalistlerin elinde olan onbin nüfuslu kasabalara otuz örgütlü adam geliyor, belediyeyi yakıp yıkıyor, evleri yakıyor, liderleri vuruyorlar, onlara kapitalistleri için çalışma koşullarını zorla kabul ettiriyorlar, daha sonra başka bir yere gidiyor ve birbiri ardına yüzlerce ve yüzlerce kasabada aynı şeyi tekrarlıyorlardı. Bu korkunç terör ve sistematik eylemlerle sendikaları tümüyle yıktılar ve böylelikle İtalya’nın şefleri haline geldiler. Ufacık bir azınlıktılar hâlbuki.
Faşistlerin yöntemi ve işçilerin mücadelesi
İşçiler genel grev ilan ettiler. Faşistler otobüslerini yolladılar ve her bölgesel grevi kırdılar, küçük örgütlü bir azınlıkla işçi örgütlerini silip süpürdüler. Sonra seçimler geldi ve terör altındaki işçiler aynı sayıda milletvekili seçtiler. Bunlar feshedilinceye kadar parlamentoda protesto eyleminde bulundular. İşte biçimsel ve gerçek iktidar arasındaki farklılık budur. Milletvekillerinin tümü iktidara sahip olacaklarından emindiler, ne ki bu muazzam hareket, fedakârlık ruhuyla dolu iyi örgütlenmiş ve iyi askeri liderleri olan onbin faşist tarafından kırıldı, ezildi ve yok edildi.
ABD’de farklı olabilir, ama temel görevler aynıdır. Hague’nin taktikleri hakkında bir şeyler okudum. BU, faşist bir darbenin provasıdır. Krizin derinleşmesi nedeniyle çılgınca öfkeye kapılan küçük patronları temsil ediyor. Tamamen anayasa dışı bir çeteye sahip. Bu oldukça bulaşıcıdır. Krizin derinleşmesiyle birlikte ülkeye baştan başa yayılacak ve çok iyi bir demokrat olan Roosevelt, “Belki de tek çözüm budur” diyecek.
İtalya’da da aynı idi. Sosyalistleri davet eden bir bakan vardı. Sosyalistler reddettiler. O da faşistleri kabul etti. Onları Sosyalistlere karşı dengeleyebileceğini düşündü, fakat faşistler o bakanı da ezdiler. Şimdi, New Jersey örneğinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Her şeyden, özellikle bundan yararlanmalıyız. Faşistlerin nasıl muzaffer oldukları üzerine özel bir makaleler dizisi önereceğim. Muzaffer olmamız için biz de küçük silahlı bir birliğe fakat işçilerin çoğunluğunun desteği ile birlikte, sahip olmalıyız. Disiplinin en iyisine, örgütlü işçilere, savunma komitelerine sahip olmalıyız, aksi takdirde yenik düşeceğiz ve zannederim ABD’deki yoldaşlarımız bu sorunun öneminin farkında değiller. Faşist bir dalga iki ya da üç yıl içinde yayılabilir ve en iyi işçi liderleri tıpkı Güneydeki zenciler gibi linç edilebilirler. ABD’de terörün hepsinden en korkuncu olacağı kanısındayım. Onun için çok mütevazı bir biçimde savunma grupları ile başlamalıyız ama buna derhal girişilmeli.
Soru: Savunma gruplarını pratik olarak nasıl başlatabiliriz?
Troçki: Çok basit. Bir grevde grev gözcüleri yok mu? Grev bittiğinde biz bu grev gözcülerini sürekli kılarak sendikamızı savunmalıyız diyeceğiz.
Soru: Partinin kendisi kendi üyeleriyle savunma gruplarını yaratmalı mıdır?
Troçki: Partinin sloganları bizi savunacak işçilerin ve sempatizanların olduğu her yerde yer almalıdır. Ama bir parti bağımsız bir savunma örgütü yaratamaz. Görev, böyle bir organı sendikalarda yaratmaktır. Çok disiplinli yoldaş gruplarına ve kolayca provoke edilemeyen uyanık liderlere sahip olmalıyız çünkü bu tür gruplar çok kolayca provoke edilebilirler. Gelecek yıl için ana görev kanlı çatışmalardan ve kavgalardan sakınmaktır. Bunları, grevlerde ve sakin zamanlarda örgütlü bir azınlık ile asgariye düşürmeliyiz. Faşist toplantılarını engellemek bir güçler ilişkisi sorunudur. Tek başımıza yeterli güçte değiliz ama biz bir birleşik cephe öneriyoruz.
Hitler, başarısını kitabında açıklar. Sosyal demokrasi oldukça güçlüydü. Sosyal Demokrasinin bir toplantısına Rudolf Hess’le bir çete yollar ve toplantının sonunda otuz adamının bütün işçileri boşalttığını ve işçilerin onlara karşı çıkabilme yeteneğinde olmadıklarını anlatır. Bundan sonra muzaffer olacağını biliyordu. İşçiler sadece aidat ödemek üzere örgütlenmişlerdi, diğer görevler için hemen hiç hazırlıkları yoktu. Şimdi biz Hitler’in yaptığının aksini yapmalıyız. Faşist toplantıyı dağıtmak için kırk ila elli adam yollamalı. Bunun büyük bir önemi vardır. İşçiler, çelikleşir ve savaşçı unsurlar haline gelir, kendi seslerini kendileri duyururlar. Küçük burjuvazi onları ciddiye alır. Böyle bir başarı! Halkın körlüğü, geriliği, ezilmişliği ölçüsünde bunun muazzam bir önemi vardır, çünkü halk ancak başarılarla harekete geçirilebilir. Biz sadece öncüyü harekete geçirebiliriz ama bu öncü de diğerlerini harekete geçirmeli. Bu nedenle tekrar ediyorum, bu çok önemli bir sorundur. Çok yetenekli, güçlü yoldaşlarımızın olduğu Minneapolis’te başlayabilir ve tüm ülkeye örnek olabiliriz.
Programımız nesnel duruma uyarlanmalıdır
Metinde yeterince geliştirilmemiş olan Taslak programın bu kısmını biraz tartışmanın yararlı olacağı kanısındayım. Bu, metnin genel teorik kısmıdır. Son tartışmada, toplumun genel bir tahlilini içeren programın teorik kısmının bu taslakta yeterli olmadığına ve bazı kısa imalarla ikame edildiğine dikkati çekmiştim. Öte yandan devrim, proletarya diktatörlüğü ve devrimden sonra toplumun inşası ile ilgili kısımları içermemektedir. Sadece geçiş dönemi kapsanmıştır. Birçok kez tekrarladık; eylemimizin bilimsel karakteri programımızı politik konjonktürlere veya kitlelerin bugünkü düşünce ya da ruh haline göre değil ama toplumun ekonomik sınıf yapısında ifadesini bulan nesnel duruma uyarlamamız gerçeğinde yatar. Kitlelerin zihniyeti geri olabilir, o zaman partinin politik görevi zihniyeti objektif gerçeklerle uyumlu duruma getirmek, işçilerin objektif görevleri anlamasını sağlamaktır. Fakat biz programı işçilerin geri zihniyetine uyarlayamayız; ruh hali, zihniyet, ikincil bir faktördür, başta gelen öğe nesnel durumdur. Programın bazı kısımlarının mevcut duruma uymadığı şeklindeki bu eleştirileri ya da değerlendirmeleri işitmemizin nedeni budur.
Her yerde soruyorum, ne yapmalıyız? Programımızı nesnel duruma mı yoksa işçilerin zihniyetine mi uyarlamalıyız? Bu program Amerika’daki duruma uygun olmadığını söyleyen her yoldaşa bu soruyu sormak gerektiği kanısındayım. Bu program bilimsel bir programdır. Nesnel durumun nesnel bir tahliline dayanmaktadır. Bir bütün olarak işçiler tarafından anlaşılamaz. Önümüzdeki dönem içinde öncünün bunu anlayabilmesi çok iyi olurdu ve o zaman onlar işçilere döner ve “faşizme karşı kendinizi savunmalısınız” derdi.
Nesnel durumda neyi anlıyoruz? Burada sosyal bir devrim için nesnel koşulları incelemeliyiz. Bu koşullar Marx-Engels’in çalışmaları içinde açıklanmıştır ve bugünde de özleri itibariyle geçerlidirler. İlkin, diyordu Marx, hiçbir toplum kendi olasılıklarını tümüyle tüketmeksizin yok olamaz. Bu neyi gösterir? Bir toplumu öznel irademizle bertaraf edemeyeceğimizi. Blankistler gibi bir ayaklanma örgütleyemeyeceğimizi gösterir(2). “Olasılıklar” neyi ifade eder? “Toplumun yok olması” nedir?
Toplum, üretici güçlerini geliştirmeye muktedir olduğu ve ulusu zenginleştirdiği sürece güçlü, istikrarlı kalır. Köleci, feodal ve kapitalist toplumlarda olan durum da budur. Burada, benim daha önce Komünist Manifesto’da yazdığım önsözde incelediğim çok ilginç bir noktaya geliyoruz.
Yaşam süreleri boyunca Marx ve Engels bir devrim beklediler. Özellikle 1848-1850 yıllarında sosyal bir devrim beklediler. Niçin? Onlar özel kara dayalı kapitalist sistemin artık üretici güçlerin gelişmesinde bir fren etkisi yaptığını söylüyorlardı. Doğru muydu bu? Hem evet, hem de hayır.
Eğer işçiler ondokuzuncu yüzyılın gereksinimlerini karşılayabilme ve iktidarı ele geçirebilme durumunda olmuş olsalardı üretici güçlerin gelişmesi daha hızlı olur ve ulus daha zengin olurdu. Bu anlamda doğruydu. Fakat işçilerin muktedir olamamaları verisiyle, kapitalist sistem krizleri, vesairesi ile birlikte baki kaldı. Ne ki genel çizgi süregeldi. Son savaş (1914-1918) üretici güçlerin gelişmesi için dünya pazarının çok dar olduğu ve her ulusun dünya pazarını ele geçirmek için diğer ulusları bertaraf etmeğe çalışmaları gerçeğinin bir sonucuydu. Başaramadılar ve şimdi kapitalist toplumun yeni bir safhaya girdiğini görüyoruz.
Birçokları bunun savaşın bir sonucu olduğunu söyler, oysa savaş, toplumun kendi olasılıklarını tüketmesinin bir sonucuydu. Toplumun daha fazla genişleyememesinin en açık bir ifadesiydi. Savaştan sonra tarihsel kriz daha da derinleşti. Kapitalist gelişmeyi her yerde belirleyen önce refah ardından bunalımlardı, ancak bunların sıklığı artmaktaydı. Savaşın başında kriz ve refah çemberinin bir gerileme hattını çizdiğini görüyoruz. Bu, bu toplumun artık kendi iç olasılıklarını tümüyle tükettiğini ve yeni bir toplumun onun yerine geçmesi gerektiğini aksi takdirde eski toplumun tıpkı Yunan ve Roma medeniyetleri gibi barbarlığa yöneleceğini gösterir. Yunan ve Roma medeniyetleri bütün olasılıklarını tüketmişlerdi ve hiçbir sınıf onların yerine geçemezdi.
Yeni bir toplum için koşullar
Sorun şimdi, ve özellikle ABD’de budur. Yeni bir toplum için ilk koşul üretici güçlerin daha üst bir gelişmeyi doğurması için yeterince gelişmiş olmasıdır. Üretici güçler bunun için yeterince gelişmiş midir? Evet, onlar ondokuzuncu yüzyıl içinde –şimdiki kadar olmasa da- yeterince gelişmiştiler. Şimdi özellikle ABD’de iyi bir istatikci için, Amerikan üretici güçlerinin serbest kalması halinde hemen şimdikinin iki ya da üç misline çıkabileceğini ispat etmek çok kolay olur. Yoldaşlarımızın böyle bir istatistiki değerlendirme yapabileceği kanısındayım.
İkinci koşul, kendi iradesini topluma kabul ettirebilecek düzeyde gücü ve ekonomik etkinliği olan yeni ilerici bir sınıfın olmasıdır. Bu sınıf proletaryadır. Ulusun çoğunluğu olmak ya da çoğunluğu yönetme olanağına sahip olmak zorundadır. İngiltere’de işçi sınıfı salt çoğunluktur. Rusya’da azınlıktı ama yoksul köylüleri yönetme olanağına sahipti. ABD’de nüfusun en azından yarısıdır ama çiftçileri yönetme olanağına sahiptir.
Üçüncü koşul öznel faktördür. Yani sınıf toplumdaki kendi konumunu anlamalı ve kendi öz-örgütlerine sahip olmalıdır. Şu anda tarihsel bakış açısından eksikliği olan da bu koşuldur. Toplumsal yönden, bu, sadece bir olasılık değil aynı zamanda ya sosyalizm ya barbarlık anlamına geleceğinden mutlak bir zorunluluktur. Tarihsel seçenekler bunlardır.
Tartışmada zikretmiştik Bay Hague kendi kasabası için bir ortaçağ sistemi var olabileceğini hayal eden aptal bir ihtiyar değildir. Amerikan kapitalist sınıfının bir ileri keşif koludur.
Jack London’ın bir kitabı var Demir Ökçe(3). Bunu tavsiye ediyorum. 1907’de yazılmış. O zaman bu korkunç bir rüya gibi göründü fakat şimdi mutlak gerçekliktir. Jack London, kapitalist sınıfın korkunç baskılarla iktidarı elinde tuttuğu ABD’de sınıf mücadelesinin gelişimini verir. Bu aynen faşizm tablosudur. Sergilediği ideoloji Hitler’inkine uygundur. Çok ilginç.
Newark’daki Vali, Hague’ı taklit etmeye başlıyor; Hague ve büyük patronlar hepsini esinlendiriyor. Şu tamamen açık ki, Roosevelt, şimdiki krizde demokratik araçlarla hiç bir şey yapamayacağını gözleyecek. O, Stalinistlerin 1932’lerde iddia ettiği gibi faşist değildir. Fakat inisiyatifi felç olacaktır. Ne yapabilir? İşçiler hoşnut değil, büyük patronlar hoşnut değil. Ancak süresinin sonuna kadar manevralarla idare edebilir ve sonra… güle güle. Roosevelt için üçüncü bir dönem kesinlikle mümkün değildir.
Newark Valisinin yaptığı taklit büyük bir öneme sahiptir. İki ya da üç yıl içerisinde Amerikan karakterli güçlü bir faşist hareket olabilir. Hague nedir? Mussolini ya da Hitler’le bir alıp veremediği yoktur ama o bir Amerikan faşistidir. Nasıl yükseldi? Toplum artık demokratik araçlarla daha fazla yönetilemiyor onu için.
Elbette ki isteriye kapılmamak gerekir. İşçi sınıfının olayların altında ezilmesi tehlikesi su götürmez ama bu tehlikeye karşı biz ancak uygun devrimci sloganlarla kendi eylemimizi enerjik ve sistematik bir şekilde geliştirerek savaşabiliriz yoksa kendi kafamızda kurduğumuz fantastik çabalarla değil.
Demokrasi sadece büyük patronların hâkimiyetidir. Lundberg’in kitabında gösterdiği 60 ailenin ABD’yi yönettiğini iyi anlamalıyız. Fakat nasıl yönetiyorlar? Bugüne kadar demokratik yöntemlerle. Onlar, orta sınıflar, küçük burjuvazi ve işçiler tarafından kuşatılmış küçük bir azınlıktırlar. Onlar bu toplum içerisindeki orta sınıfları bu topluma ortak etme olasılığına sahip olmalıdırlar. Orta sınıflar ümitsizliğe düşmemelidirler. Aynı şey işçiler için de doğrudur; en azından işçilerin en üst tabakası için. Eğer üst tabaka karşı ise alt tabakaların devrimci olasılıklarını kırabilirler, demokrasiyi işletmenin tek yolu budur.
Demokratik rejim bir ülkeyi yönetmenin en aristokratik yoludur. Ancak zengin bir ulus için mümkündür. Her Britanyalı demokrat sömürgelerde çalışan dokuz ya da on köleye sahiptir. Antik Yunan toplumu köleciliğe dayalı bir demokrasi idi. Bir anlamda aynı şey Britanya, Hollanda, Fransa, Belçika demokrasileri için de söylenebilir. AD doğrudan sömürgelere sahip değilse bile Latin Amerika ve bütün Dünya ABD için bir nevi sömürgedir, üstelik feodal bir geleneği olmayan ekonomik gelişmesi ve en zengin kıtaya sahip olması da söz konusudur.
ABD tarihsel olarak imtiyazlı bir ulustur, ama imtiyazlı kapitalist uluslar en “parya” kapitalist uluslardan yalnızca geçime açısından ayrılırlar. Büyük kapitalist ulusların en fakiri olan İtalya ilk önce faşist oldu. Sömürgelere veya zengin bağımlı ülkelere sahip olmayan Almanya ikinci oldu, çünkü bu yoksul temel üzerindeki bütün olasılıkları tüketmişti; üstelik işçiler burjuvazinin yerine geçememişlerdi. Şimdi sıra ABD’de, hatta Büyük Britanya ya da Fransa’dan bile önce.
Partimizin görevi her Amerikan işçisini yakalamak ve onu öylesine on kez sarsmak ki ABD’nin içinde bulunduğu durumu anlasın. Bu konjonktürel değil sosyal bir krizdir. Partimiz çok önemli bir rol oynayabilir. Geçmiş ikiyüzlü geleneklerin ağır atmosferi içinde gelişen genç bir parti için zor olan, devrimci bir sloganı yerleştirmektir. “Olağanüstü”, “Amerika’ya uygun değil”, ama programımızın devrimci sloganlarını ileri sürmemize kadar bunun değişmesi de olasıdır. Bazıları gülecek. Fakat devrimci cesaret sadece vurulmak için değil fakat çoğunlukta olan aptal insanların gülmelerine tahammül etmektedir de. Ancak, gülenlerden biri Hague’nin çetesi tarafından dövüldüğünde, bir savunma komitesine sahip olmanın iyi olacağını düşünecek ve alaycı tavrı değişecektir.
Soru: İşçilerin ideolojisi nesnel faktörlerin bir parçası değil midir?
Troçki: Küçük bir azınlık olarak bizim için işçilerin haletiruhiyesi de dahil her şey nesneldir. Fakat biz nesnel durumun programımızla dönüştürülebilecek ve dönüştürülemeyecek unsurlarını tahlil etmeli ve sınıflandırmalıyız. Bu nedenledir ki programın nesnel durumun temel ve istikrarlı unsurlarına uyarlandığını söylemekteyiz ve görev kitlelerin zihniyetini bu nesnel duruma uyarlamaktır dememizin nedeni budur. Zihniyeti uyarlamak pedagojik bir görevdir. Sabırlı olmalıyız. Toplumun krizi eylemimizin temeli için veridir. Zihniyet ise eylemimizin politik alanıdır. Onu değiştirmeliyiz. Toplumun bilimsel bir açıklamasını vermeliyiz ve bunu kitlelere net bir şekilde açıklamalıyız. Marksizm ile reformizm arasındaki ayrım budur.
Reformistler kitlelerin duymak istedikleri şeylerin ne olduğu hakkında iyi bir sezgiye sahiptirler – Norman Thomas gibi; o, onlara bunu verir. Ancak, bu ciddi bir devrimci eylem değildir. Biler ise “siz delisiniz”, “siz ahmaksınız”, “onlar size ihanet ediyor”, diyebilecek kadar popüler olmama cesaretine sahip olmalıyız ve her seferinde bir olay ile birlikte kendi sloganlarımızı şevkle savunmalıyız.
İşçiyi zaman zaman sarsmak gereklidir, açıklamada bulunmak ve sonra onu tekrar sarsmak –bunların hepsi propaganda sanatına aittir. Fakat propaganda bilimsel olmalı, kitlelerin haletiruhiyesi önünde eğilmemelidir. En gerçekçi insanlar biziz çünkü biz Norman Thomal’ın belagati ile değiştirilemeyecek olan olgularla uğraşıyoruz. Eğer bir başarı kazanırsak o zaman kitlelerin akıntısı birlikte yüzeceğiz ve bu akıntı devrimdir.
Soru: Bazen kendi liderlerimizin bu sorunları hissetmediklerini düşünüyorum.
Troçki: Muhtemelen bu iki şeydir. Biri anlamak, diğeri kaslarla, sinirlerle duymaktır. Politikamızı değiştirmemiz gerektiği anlayışını derinlemesine kavramalıyız. Bu sadece kitleler için değil, fakat parti için de bir sorundur. Sadece parti için değil fakat aynı zamanda önderler için de bir sorundur. Bazı tartışmaları yürüttük, bazı ayrılıklarımız oldu. Aynı konumlara aynı anda varmak olanaksızdır. Sürtüşmeler daima olur. Bunlar kaçınılmaz ve hatta gereklidir de. Bu tartışmayı körüklemek, bu programın nedeni idi.
Soru: Önderler arasındaki bu tartışmaya ne kadar zaman ayırmalıyız?
Troçki: Söylemesi çok güç. Birçok faktöre bağlı olacak. Çok fazla zaman ayıramayız. Şimdi bu yeni yönelişi tamamlamalıyız. Bu yöneliş hem yeni ve hem de eskidir. Geçmişteki bütün eylemlere dayalıdır fakat şimdi yeni bir sayfa açmaktadır. Hatalara, sürtüşmelere ve kavgalara rağmen şimdi yeni bir sayfa açılmakta ve biz bütün güçlerimizi daha enerjik bir tavırla bunun üzerine seferber etmeliyiz. Önemli olan, program kesinlikle oturtulduğunda sloganları çok iyi bilmek ve onları ülkenin her kesiminde herkesin aynı anda kullanacağı şekilde hünerlice ele alabilmektir. Böylece üç binlik bir sayı onbeş bin ya da elli binlik bir etki yapabilir.
Soru: Yoldaşlarımız soyut olarak bu programla hemfikir olabilirler, fakat bu sloganları kitlelere taşıyabilecek düzeyde tecrübesi olan yoldaşlarımız var mı? Soyutta hemfikirdirler ama sendikamdaki geri işçilerle ne yapabilirim?
Troçki: Partimiz Amerikan işçi sınıfının bir partisidir. ABD’de güçlü bir proleter devrimi bir yana güçlü bir proleter hareketin bile yer almamış olduğunu hatırlamalısın. 1905 olmaksızın 1917’de kazanma olasılığımız yoktu. Benim neslim çok gençti. Oniki yıl zarfında yenilgilerimizi anlamak, onları düzeltmek ve kazanmak için olanağımız oldu. Fakat o zaman bile yeni bürokratlara yenildik. Partimizin Amerikan işçi sınıfını doğrudan zafere götürüp götüremeyeceğini bundan ötürü önceden göremeyiz.
Vatansever olan, yaşama standartları yüksek olan Amerikan işçilerinin grevler yapması, başkaldırması olasıdır. Bir yanda Hague, diğer yanda Lewis. Bu uzun bir dönem ve yıllar boyunca sürebilir ve bu süre zarfında bizim militanlarımız çelikleşecekler, kendilerinden daha emin hale geleceklerdir; ve o zaman işçiler şöyle diyecek, “Nereye gittiğimizi görebilen bir tek onlardı.” Savaş kahramanlarını sadece savaş üretir. Başlangıç için, çok iyi unsurlara, mükemmel yoldaşlara, iyi eğitilmiş ve azımsanmayacak iyi bir ekibe sahibiz. Bu genel anlamda ben tümüyle iyimserim. Sonra, inanıyorum ki Amerikan işçilerinin zihniyetindeki değişme, hızlı bir tempoda gelişecektir. Ne yapmalı? Herkes huzursuz, yeni bir şey arıyor. Bu durum devrimci propaganda için çok uygun.
Sadece aristokratik değil fakat en yoksul kesimleri de ele almalıyız. Kültürlü Amerikan işçisinin bir artısı ve bir eksisi vardır –tıpkı İngiliz sporlarında olduğu gibi. Bunun iyi bir şey olmasına rağmen aynı zamanda işçileri demoralize edici bir yanı da vardır. Bütün devrimci enerji sporda harcanmış oluyor. Bu oyunlar, kapitalist ulusların en zekisi olan Britanya tarafından geliştirildi. Spor, devrimci eğitimin bir parçası olarak sendikalarca denetlenmelidir. Oysa bu tür şeyler için yeteri kadar zengin olmayan bir gençlik ve kadın kesimi var. En derin tabakalara nüfuz etmemizi sağlayacak dokungaçlara sahip olmalıyız.
Soru: Partinin geçen kongreden beri büyük bir ilerleme kaydettiği düşüncesindeyim.
Troçki: Çok önemli bir dönüşüm sağlandı. Şimdi bu silahı yoğunlaşmış bir eyleme yöneltmek gerekir. Genel, dağınık bir ajitason, eğitim görmemiş olanların zihinlerine nüfuz etmez. Fakat aynı sloganları tekrarlarsanız, bunları duruma uyarlarsanız o zaman öğrenimin anası olan tekrarlama, politika için de benzer şekilde iş görecektir. Bu çoğu kez, sadece bir entelektüel ile değil, fakat kendi öğrendiğini herkesin anladığına inanan bir işçiye de böyle olur. Israrla tekrarlamak, her yerde ve her gün tekrarlamak gereklidir. Taslak programın görevi budur –homojen bir etki sağlamak.
7 Haziran 1938
Dipnotlar:
1.) Troçki ile Program Üzerine Tartışmalar’dan. Devrimci Marksizm’de “Geçiş Programı” Anlayışı, M. Yenice, Eleştiri Yayınevi, Nisan 1980.
2.) Blankistler: Marksist kitle eylemi kavramına muhalif olarak seçkin ve eğitilmiş komplocuların silahlı ayaklanması teorisine adını veren Louis-August Blanqui’nin (1805-1881) izleyicileri. Blanqui’nin kendisi 1830’dan Paris Komünü’ne kadarki bütün Fransız ayaklanmalarında bizzat yer aldı. Yetmiş altı yıllık ömrünün otuz üç yılı hapishanelerde geçti.
3.) Demir Ökçe: Jack London’un sosyalist romanları içinde en dikkate değer olanı. 1906’da yazılan ve 1908 başlarında yayınlanan bu roman işçilerin ayaklanışını ve faşizmi anlatışı bakımından şaşırtıcı bir kehanet gibidir. Roman; sosyalist çağın dördüncü yüzyılında, 1932’de yazılmış, bitmemiş bir belgenin keşfi ve yayınlanması biçimindedir. Bu belge ABD’de 1912-1932 döneminde bugün faşist bir rejim olarak adlandırılabilecek olan, işçi hareketinin ve medeni özgürlüklerin ezilmesini anlatır. 1932’de el yazması aniden bittiğinde, Demir Ökçe olarak bilinen faşist rejim işçilerin ilk ayaklanışını ezmiştir ama ikinci bir ayaklanma gizlice planlanmaktadır.