“Devrimciler nasıl oluşur?” (La Verité. N 4, 1939), muhalafetteki Fransız avukat Maurice Paz’a yazılmıştır (11 Temmuz 1929). Paz, Türkiye’de Troçki’yi ziyaret edip desteklerini sunan ilk kişilerden biriydi. Troçki onu, Fransa’da bir Muhalefet Okulu açılmasının gerekliliğine ikna etmeye çalışıyordu ve Paz aylarca sızlanıp durunca Troçki ona aşağıdaki mektubu yazdı. Troçki bu mektubu yazmadan önce, çoktan Fransız muhalefetinden başkalarıyla – daha sonradan La Verité (Gerçek) ismiyle anılacak olan ekiple – Papaz Okulu’nun kamulaştırılmasıyla ilgili tartışmaya başlamıştı.(1) Aşağıdaki mektup Eren Koçer tarafından, İngilizce’den çevrildi.
***
Değerli Yoldaş Paz,
Ortak mektubu “yanlışlıkla” imzalayanların çoğunluğuna katılmakla, ortak mektubun yanına bir özel mektup eklediğinden (mektubuma tam cevap değil ancak) sana eksiksiz dürüstlükte, özgürce ve hatta gaddarca cevap fırsatımın doğduğunu düşünüyorum.
Bana “patron” diyorsun ve bu sıfatla beni yönlendirmek ve bilgilendirmek hakkını üstleniyorsun. Her olayda bana “bir patronun” nasıl kendini idare etmesi gerektiği, zamanını nasıl organize etmesi gerektiği, başkalarına kendini adaması için hangi işleri bırakması gerektiğini bana gösteriyorsun. Belki sana, şu “öncüsü” olmak istediğiniz büyük devrimci görev konusunda güçleriniz ve zamanınız düzenli mi diye sormama izin verirsin. Çünkü mektubun sadece şu soruya cevap veriyor: “Öncü kim olmalı?” Ve haftalık gazete bir yana, buna olan düşmanlığın, Gourget ve şimdi Rosmer’e karşı ithamların yine aynı “öncülüğü” altüst ediyor.
“Patron” muyum bilmiyorum. Hem de senin iddia ettiğin patron. Öyle olmamasını tercih ederim. Arkadaşlarımla ve düşmanlarımla bile ilişkilerimde, devrimci amaç dışında hiçbir yargı gütmem. Kişisel önyargılar bana oldukça yabancı. Daha önce de çok kez dediğim gibi, Contre le Courtant’ın (Akıntıya Karşı) (2) haftalık olmasını istiyorum. İstanbul’da, şimdilik sadece bu hedefin finansal yönünü karşılamıştın. Bana, bildiğim bir şeyi onaylayarak, Contre le Courant’ın masraflarının Rus Muhalefeti’nin temin ettikleriyle karşılandığını söyledin. Ve bu ödeneklerin tükenmesiyle gazetenin haftalık yayını zorluklarla karşılaştı, dedin. Bu tartışma bana garip geldi. Anlayamadım. Dedim ki: “Bir geçiş fikri. Bunun önemini abartmamalıyım.” 15 günlük yayın fikrini kabul etmek zorunda kaldığım doğru, benim için (aynı zamanda senin için de) iki, maksimum üç aylık bir geçici süre için verilmiş bir karardı.
Esasen, çalışmamız günlük tarzda çıkarılan bir haftalık yayın içindi, hatta senin defterine not alındı bu. Ama siz değil günlüğe veya haftalığa; on beş günlüğe bile yaklaşamadınız. Contre le Courant, gitgide Rus belgelerinin bir koleksiyonu oldu. Fransız hareketiyle ilgili gazetede hiçbir şey yok. Kitle dışında başka projeleri de halletmiştik. Hiçbir şey anlaşılmamış. Contre le Courant’da bu amaçla üstlenilen bir şeyin izini bile göremiyorum. Dört ay sabırla bekledikten sonra, ısrarla kapalı kapıların ardından çıkmalıyız diye yineledikçe; en sonunda bana Treint (3) ve Souvarine’in hikayelerini cevap olarak attın. Dört ay sonra bana defterinden bir alıntı çıkarıp sunumunu gerekçelendiriyorsun. Ancak bu bir noterin davranışı, bir devrimcinin değil. Aldatıcı nokta da burada. Rusya’da belgelerimizi yayınlamak için; arkadaşlarımız sahip oldukları her şeyi verip, hedeflerine adanan bütün insanlar gibi birçok şeyi feda ettiler. Paris’te durum bu kadar çok çalışma gerektirmiyordu. Haftalık yayın için, tamamen ikincil ve çok önemli olmayan ödünler gerekecekti: Zaman ve para. Başlarsın, iyi bir örnekle çıkarsın, sonra başkalarından istemeye başlarsın, çünkü ortak faydanın adına istekte bulunmaya hakkın vardır. Ancak sen finansal temelin yokluğunu belirterek başladın. Sonra bu yokluk teorisini “derinleştirmek” uğruna, “teorik” bir temelin yokluğunu ileri sürdün. Bu zamana kadar söylenen ve yapılan her şey, hükümsüz ve geçersizdi. “Sağlam” bir şey yapabilmek için, senin broşürünü beklemek zorundaydık. Bu inanılmaz acayip bir bahane. Başka şartlarda olsak, kendini bu kararsız konumda bırakmayıp ne olursa olsun argüman aramadığın başka bir tartışmada olsaydık; sen, kendin buna gülerdin.
“İlhamını İstanbul’dan alan” beş yoldaşı küçük görmek için yeteri kadar şiddetli ifadeler bulamıyorsun. Bu alaycılık hadsiz, yersiz ve tatsız. Bu yoldaşlar, ne kadar para kazanmakla meşgul olsalar da, kendi inisiyatifleriyle bana yardım etmeye buraya İstanbul’a çok zor şartlarda geldiler. Yardımları benim için paha biçilemez. Bütün bunlar kişisel. Ancak hikayenin bir de öbür tarafı var. Onları yakından gözledikten sonra kendime dedim ki, bu kadar insiyatife ve kişisel fedakarlığa sahip bu yoldaşlar devrimcilerdir veya olacaklardır. Çünkü, Yoldaş Paz, devrimciler bu şekilde oluşur. Devrimciler bilge de cahil de, zeki veya vasat da olabilir. Ama engelleri yıkacak gönüllülükten, adanmışlıktan, özveriden yoksun devrimci olamaz. Yanılmadım. Bu genç yoldaşlar zamanlarını, güçlerini, araçlarını vermeye; başkalarını seferber etmek ve haftalık gazete çıkarmak için tamamen hazır olduklarını söylediler. Ve söz verdikleri gibi yapıyorlar, sense onlara yardım edeceğine emeklerini baltalıyorsun. Yine bu tamamen “öncü” sorunsalı yüzünden…
Ama haftalık yola çıkan ve mücadele içinde her yerde dallara ayrılıp günlük olacak gazetenin nasıl olacağını düşünüyorsun? Gerçekten bu çok yoğun hukuk hayatınızdan ayırdığınız boş zamanlarınızla bu görevin hayata geçeceğini düşünüyor musunuz? Hareketinizi ya da hareketle ilişkili haftalık bir gazeteyi bile, geçici ya da ikincil olarak nasıl idare ediyorsunuz? Devrimci eksenle ilgili farklı bir fikrim var. İşçi gazetesi çıkaran insanın, hele de bizim gibi ağır sorumluluklara sahipse, sadece bu gazete işiyle uğraşması gerektiğini düşünüyorum. Bana kendinizin çok meşgul bir avukat olduğunuzu söylediğiniz İstanbul’da geçirdiğiniz vakit boyunca bu soruya oldukça kafa patlattım. Ama düşündüm ki, haftalığı çıkarmaya niyetli olduğunuza göre, gerekli sonuçlara doğal olarak ulaşırsınız. Ve ilişkimizin patron-köle ilişkisi olmadığını düşündüğümden, size “devrim” ve “mahkeme” arasında zamanınızı nasıl ayırmanız gerektiğini belirtmedim. Sanırım Haase’nin Alman partisinin öncülerinden biri olmak istediğinde ne olduğunu bilirsin; Königsberg’deki hukuk işlerini bırakmasının zorunlu olduğuna karar verdi. Jena’daki kongrede, “yıllık 30.000 Marklık gelirinden vazgeçtiği için” Haase’ye birçok methiye dizildi.(4) Şahsen ben o kongrede bulunurken, biz Ruslar bu övgülere oldukça gıcık olmuştuk, bize tamamen küçük burjuva gözükmüştü. Hatta Alman partisinin devrimci ruhunun eksikliğini betimlerken, eleştirilerimden birinde bu olay hakkında konuşmuştum. Ve her şeye rağmen, Haase devrimci durumlara ve olayların bu haşin değişimine hazırlıklı değildi.
Rus partisinin illegal çalışmalarından örneklere değinmeyeceğim. Partiye ait olan insan, sadece materyal araçlarıyla değil, aynı zamanda vücudu ve ruhuyla da aittir. Açık bir şekilde, hizmet ettiği amaçla kendini gerçekleştirir. Ve bu bir eğitim süreci sayesinde olur: Proleter devrimin birçok “öncüsü” olacak savaşçılar yarattığımız bir eğitim süreci.
Yoldaş Paz, kurtarılabilecek bir şey kaldıysa kurtarmak uğruna dürüst ve hatta sert konuşuyorum. Çene çalmak için vakit kalmadı, durum oldukça ciddi. Ben ne bir fanatiğim, ne de bir sekter. Sosyal çevresinden ayrılmadan komünist hedeflere sempati duyan bir insanı da oldukça iyi anlayabilirim. Böylesine bir destek bize oldukça değerli olabilir. Ama bu bir sempatizanın desteğidir. Bu sorunsalı Amerikalı arkadaşlarımla bir mektupta tartışmıştım.
Eastman (5) bana yazdığında, lafı gevelemeden, bunun kendi kişisel olayı olduğunu söylemişti. Kendini, kendi sözleriyle “yol arkadaşı” olarak belirtti; muhalefet hareketi içinde hiçbir yönetici pozisyona heveslenmediğini, yardımcı olmak istediğini söyledi. Çeviriler yapıyor, telif haklarını Militant vs.’ye devrediyor. Neden? Çünkü kendini tamamen partiye veremiyor. Ve haklıydı.
Şunu anlamalısın. “Öncü” kimse, devrimci hareketin önderi veya önderlerinden biridir. İşçileri büyük fedakarlıklar (buna hayatları da dahil) yapmaya seferber edecek çağrıyı üstlenecek kimsedir. Bu durum, daha önemsiz sorumluluklar içermiyor. Tam aksine, her zeki işçi ister istemez kendisine soracaktır: “Eğer X, beni büyük fedakarlıklara davet ederken zamanının 4/5’ini ya da 2/3’ünü benim zaferimi sağlama almak yerine kendi burjuva varoluşunu sağlama almakla geçiriyorsa, bu onun yaklaşan devrime güvenmediğini gösterir.” Ve bu işçi haklıdır.
Programı ne olur bir kenara bırak! Sorun programla ilgili değil. Sorun genel olarak devrimci pratikle ilgili. Marx bir seferinde, hareket için tek bir adımlık ilerleme, 10 programdan daha değerlidir, demişti. Ve Marx, programlarda ve hatta manifestolarda bir ustaydı; en az senin ve benim olduğum kadar.
Toplamak gerekirse, mektupların ve genel olarak politik duruşun bana gösteriyor ki komünizm senin için hayatın baskın ve doğal mahkumiyetinden ziyade, samimi bir fikir. Yine de bu fikir çok özet. Uzun zamandır olduğu gibi şu an da, gerekli olan şey işe girişmek. Davranışlarının çifte standartlı oluşundan dolayı buna içgüdüsel bir şekilde karşı çıkıyorsun. Rol alman için çağrıldığında “yeterli kaynak ve yeterli güçlerin olmayışından” bahsediyorsun. Ve başkaları güç ve kaynak arayışına girdiğinde ise “eğer öncü ben değilsem, karşıyım” diyorsun. Yaptığın duyulmamış bir şey. Eğer haftalık gazete için yeteri kadar cesaretin yoksa, onu sabotaj edeceğine, kenara çekilip sessizce bekle. Bu konularda hiçbir tecrüben yok, yine de yeni bir faciaya doğru gözlerin kapalı gidiyorsun! Yarın bir gün teorik, filozofik, politik ve filolojik farklılıkları bağırıp pozisyonuna bahane arayacaksın. Bunun nasıl sonuçlanacağını görmek zor değil! Eğer listelere girmek istemiyorsan, sessizce bekle, arkadaşça bir tarafsızlık takın ve sadece kişisel sebeplere dayanan ilkesiz ve karaktersiz aykırılığının üzücü manzarasını ortalığa sunma!
Politik ilişkimizi kurtarma arzusuyla,
Lev Troçki
***
Dipnotlar:
1) Pierre Broué, papaz okulu etrafındaki kampanyayı tartışmak için Prinkipo’ya giden Fransızlar arasında Alfred Rosmer, Pierre Naville, Pierre Frank, Raymond Molinier ve Jean van Heijenoort’un olduğunu söylüyor.
2.) Contre le Courant, liderleri 1927 sonuna doğru Komünist Parti’den atılmadan önce, Rus Muhalefeti’nden Piatakov aracılığıyla finansal destek alıyordu. Derginin ilk sayısı, 20 Kasım 1927’de basılmıştı. Aynı zamanda Alman Leninbund da Piatakov aracılığıyla destekleniyordu.
3) Albert Treint (1889-1972): 1920’lerde Fransız Komünist Partisi’nin ana lideriyken Zinovyev’in destekçisi oldu. 1927’de Birleşik Rus Muhalefeti’ne desteğinden dolayı partiden tasfiye edildi. 1929’da birçok muhalif onunla ilişkilerini reddetti. Sonrasında, sendikal bir gruba katılmadan önce Sol Muhalefet’te biraz vakit geçirdi.
4) Eylül 1911’de Jena’da toplanan Alman Sosyal Demokrat İşçi Partisi kongresi, yardımcı başkan olarak Hugo Haase’yle birlikte August Bebel’i partiye seçti. Haase (1863-1919) merkezci bir azınlığın liderliğini kazandı. Daha sonra 1917’de Almanya Bağımsız Sosyal Demokrat İşçi Partisi’ni kuracaktı; bu parti sosyal demokrasinin savaş politikasına karşı çıkan bir azınlık tarafından oluşturulmuştu. Haase daha sonra Reichstag merdivenlerinde bir faşist tarafından öldürüldü.
5) Max Eastman (1883-1969): I. Dünya Savaşı’ndan önce komünist hareketin sempatizanlarından ve Troçki’nin birkaç kitabının çevirmeni. 1920’lerde diyalektik materyalizmi, 1930larda ise sosyalizmi reddetti. Daha sonra bir antikomünist oldu ve Reader’s Digest’in editörlüğünü üstlendi.