Trump kapitalist dünya düzensizliğini derinleştirdi

20 Ocak 2026, aşırı sağcı Donald Trump’ın göreve başlamasının birinci yılına denk geliyor. Trump, 2025’te başkanlık koltuğuna otururken “ABD’nin gerileyişinin sona erdiğini” ve ülkenin “altın çağına” girdiğini ilan etmişti. Yani göreve, başını ABD’nin çektiği emperyalist kapitalist sistemin yaşadığı çöküşü fiilen kabul ederek başladı. Göreve başlar başlamaz bir dizi kabadayılık ve siyasi şov başlattı. Sözde küresel bir “ticaret savaşı” ilan etti, her türden gümrük vergisini devreye soktu, göçmenlere karşı peş peşe kararnameler çıkardı, milyarder Elon Musk’ı binlerce kamu emekçisini tasfiye etmekle görevlendirdi ve ABD toplumunda yalnızca iki cinsiyet olduğunu ilan eden bir kararname yayımladı. Uluslararası düzeyde ise Ukrayna savaşını 24 saat içinde bitireceğini açıkladı, Panama Kanalı’nı ve Grönland’ı ele geçireceğini, Kanada’yı yeni bir eyalet olarak ABD’ye katacağını, Gazze’deki milyonlarca Filistinliyi sürgün ederek burayı “Ortadoğu’nun Rivierası” olacak bir turizm merkezine dönüştüreceğini ilan etti.

Peki bir yıl sonra tablo ne durumda? Trump karşı saldırısını sürdürse de, bu vaatlerin büyük bölümünü hayata geçiremedi ve sürdüremedi. “Gümrük savaşı”nda geri adımlar attı. Örneğin ağustos ayında Çin ile anlaşarak gümrük vergilerini yüzde 149’dan yüzde 25’e düşürdü. Elon Musk, haziran ayında kendisine karşı gelişen kitlesel protestoların ortasında görevinden istifa etti. Bu ayrılık, Musk’ın Trump’ı bir pedofili dosyasıyla ilişkilendirmesi, Trump’ın ise Musk’ı “deli” ve “uyuşturucu kullanıcısı” olmakla suçlamasıyla tam bir televizyon dizisini andıran skandal bir kopuşa dönüştü. Ukrayna savaşı Trump’ın vaat ettiği gibi 24 saat içinde bitmediği gibi, Putin lehine ve Ukrayna’nın teslimiyeti yönünde oynamasına rağmen sürüyor ve şubat ayında dördüncü yılına girmeye hazırlanıyor. Panama Kanalı, Grönland ve Kanada ABD’nin eline geçmedi. Bugüne kadar Trump ve Siyonist devlet, soykırıma rağmen Gazze’de hayatta kalan iki milyon Filistinliyi sürgün edemedi ve burayı bir “turizm merkezi”ne dönüştüremedi. Filistin halkının kahramanca direnişi ve dünya çapındaki seferberlik, Trump ve Netanyahu’nun Gazze’de zafer ilan etmesini engelledi.

Trump, savaş sonrası emperyalist uzlaşmaları dağıtarak yalnızca daha fazla küresel kargaşa yarattı

Trump, Ocak 2025’te göreve başladığında Ukrayna savaşını işgalci diktatör Putin lehine sonlandırmak istediğini açıkça ortaya koydu. Bunu yaparken Avrupa Birliği’ni, Avrupa emperyalizmini ve NATO’yu yok saydı. Böylece Trump’ın, 1945’ten itibaren özellikle Avrupa emperyalizmiyle kurulan stratejik uzlaşmaları, NATO’nun 1949’daki kuruluşuyla şekillenen siyasal-askeri düzeni tanımayan yeni bir emperyalist yeniden hizalanma arayışında olduğu netleşti.

Bu yönelim, göreve başlarken ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio tarafından da doğrulandı. Rubio, Senato’daki onay oturumunda “Savaş sonrası dünya düzeni yalnızca modası geçmiş değildir, artık bize karşı kullanılan bir silaha dönüşmüştür” dedi.

Trump’ın savaş sonrası düzene bu tekmesi, emperyalist kapitalist sistemin onlarca yıldır derin bir ekonomik, siyasal, toplumsal ve çevresel kriz içinde olmasının bir sonucudur. Bu geçici bir kriz değildir. 2008’den bu yana sürmekte ve derinleşmektedir. Kapitalizmin geri döndürülemez tarihsel çöküş sürecinin bir parçasıdır.

Bu bağlamda Trump emperyalist bir karşı saldırı başlattı. Amaç, dünyanın ikinci büyük gücü olan Çin emperyalizmini, Avrupa Birliği veya Rusya gibi daha küçük emperyalist güçleri ve yarısömürge ülkeleri kendi yağma ve sömürü politikalarına tabi kılmaktır. Aynı zamanda kitle hareketinin mücadelelerini ezmek, kadınların dördüncü dalga kazanımlarını ve cinsel yönelim temelli hakları geri çevirmek istemektedir. Bunların tümü ABD’de ve dünyada ırkçı ve göçmen karşıtı bir saldırıyla birleşmektedir.

Ancak Trump’ın ekonomik ve siyasal zikzakları, dünya ekonomik krizini daha da derinleştirmekten, burjuvaziler arası sürtüşmeleri artırmaktan ve ABD’de ve dünyada mücadeleleri büyütmekten başka bir sonuç üretmedi. Biz buna kapitalist dünya düzensizliği diyoruz. Şu ana kadar Trump yeni bir kapitalist “dünya düzeni” kurabilmiş değildir.

21. yüzyıl Monroe Doktrini

Bunun en açık kanıtı, Trump’ın aralık ayında yayımladığı ve “güvenlik stratejisini” yeniden tanımlayan belgedir. Belgede “ABD’nin Atlas gibi tüm dünya düzenini sırtladığı günler sona ermiştir” denilmekte ve “Latin Amerika’da ABD üstünlüğünün yeniden tesis edilmesi” savunulmaktadır.

Metin, 1823 tarihli ve “Amerika Amerikalılarındır” şiarıyla Latin Amerika’yı ABD’nin arka bahçesi ilan eden Monroe Doktrini’ne bir “Trump Korolleri” uygulanacağını belirtmektedir.

Bu yönelimin bir parçası olarak Venezuela ve Kolombiya’ya yönelik, sözde uyuşturucu kaçakçılığı gerekçesiyle yapılan utanç verici emperyalist işgal ve bombardıman tehditleri gündeme gelmiştir. Eylül ayından bu yana ABD, Karayipler ve Pasifik’te onlarca tekneyi bombalamış, 90’dan fazla insan hayatını kaybetmiştir. Bunlar uluslararası sularda işlenmiş açık cinayetlerdir.

Yeni belge, AB’yi ve NATO’yu yeniden hedef almakta ve Putin’le anlaşma arayışını sürdürmektedir. Hatta Avrupa kıtasının göçmenlerin artışı nedeniyle “medeniyetinin yok olma” tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu ileri sürmektedir. Irkçı bakış açısıyla, “Avrupa’daki yurtsever partilerin artan etkisi büyük bir iyimserlik nedeni” diyerek aşırı sağ partilerin güçlenmesini teşvik etmektedir.

Bu açıklamalar emperyalistler arası çatışmaların ateşine daha fazla odun atmıştır. Eski Fransa ABD Büyükelçisi Gérard Araud, belgenin Avrupa bölümünün “aşırı sağ bir broşür gibi” olduğunu söylerken, eski İsveç Başbakanı Carl Bildt, “ABD’nin yeni güvenlik stratejisinin demokrasiyi tehdit altında gördüğü tek yer Avrupa gibi görünüyor. Garip” yorumunu yapmıştır.

Trump’ın siyasal yıpranması ve ABD’de protestolar

Karayipler ve Pasifik’teki askeri yığınak bir güç göstergesi değildir. Aksine, emperyalizmin yıllardır süren ekonomik, siyasal ve askeri başarısızlıklarının sonucu olan zayıflığını ve krizini açığa vurmaktadır. Bu başarısızlıklar 1975’te Vietnam yenilgisiyle başlamış, 2021’de Afganistan’dan yirmi yıllık işgalin ardından geri çekilmeyle sürmüştür.

Trump’ın kendi ülkesinde de işi kolay değildir. Son anketlere göre halkın yüzde 70’inden fazlası Venezuela’ya ya da başka bir ülkeye askeri müdahaleye karşıdır. 6 Aralık’ta 40 kentte binlerce kişi olası bir işgal ya da savaşı protesto etmek için sokaklara çıktı. Birçok Demokrat ve bazı Cumhuriyetçi milletvekili uluslararası sulardaki bombardımanların yasallığını sorguladı.

Reuters/Ipsos’un bir anketine göre Trump’a desteğin yüzde 38’e düştüğünü gösteriyor. Bu, yaşam maliyetleri ve hükümlü cinsel suçlu Jeffrey Epstein dosyası nedeniyle en düşük seviyedir. Enflasyon yüksek seyretmekte, işgücü piyasası zayıflamaktadır. Ankete katılanların yüzde 65’i, Cumhuriyetçilerin üçte biri dahil, Trump’ın yaşam maliyeti konusundaki performansını onaylamamaktadır.

Bu hızlı siyasal yıpranmanın en önemli göstergesi, 2025 boyunca ABD genelinde sosyal kesintilere ve demokratik haklara yönelik saldırılara karşı büyüyen kitlesel protestolardır. 5 Nisan’da “Ellerini Çek” sloganıyla 1.500 eylemde milyonlar sokaklara çıktı. 14 Haziran’da “No Kings” sloganıyla ABD tarihinin en büyük eylemlerinden biri gerçekleşti. Los Angeles’ta sınır dışı etmeler ve kente yönelik askeri müdahaleye karşı patlak veren isyanın ardından, 2.000’i aşkın kentte milyonlarca kişi sokaklara çıktı. 18 Ekim’de “No Kings” eylemlerinin ikincisi yapıldı. Bu kez seferberlik daha da büyüktü. ABD genelinde 2.700 kentte 7 milyon insan sokağa çıktı.

Trump’a ve onun aşırı sağcı ve Siyonizm yanlısı politikalarına yönelik tepkinin bir başka ifadesi, 4 Kasım’da Zohran Mamdani’nin New York belediye başkanlığını kazanması oldu. Demokrat Parti’nin bir parçası olan, reformist sol örgüt Amerika’nın Demokratik Sosyalistleri (DSA)’nin üyesi olan Mamdani, yalnızca 34 yaşında New York’un son yüz yıl içindeki en genç belediye başkanı oldu. Genç seçmen oylarının desteğiyle güçlenen bu zafer, bir milyonu aşkın oy ve oyların yüzde 50,4’ünü alarak açık bir üstünlükle gerçekleşti. Mamdani kendisini sosyalist olarak tanımlamakta, Filistin halkına verdiği desteği ve Gazze’deki soykırıma karşı tutumunu her zaman açıkça ifade etmektedir. Belediye başkanı olması halinde Netanyahu New York’u ziyaret ederse tutuklanması talimatını vereceğini önceden duyurmuştu. Trump ise onu “komünist” ilan etti ve seçmenleri ona karşı oy vermeye çağırdı.

Bu zafer, aynı zamanda Filistin’le dayanışma hareketinin ilerleyişinin de bir yansımasıdır. Soykırıma karşı kurulan kamplar ve kitlesel seferberlikler ile Trump’ın kitlesel ve ırkçı sınır dışı politikalarına karşı gelişen direniş ve reddiyenin ifadesidir.

2025, Gazze ile dayanışma temelinde dünya çapında mücadelelerde sıçrama yılı oldu

2025, Filistin halkına destek ve İsrail Siyonizminin soykırımına karşı en büyük küresel seferberlik yılı olarak tarihe geçebilir. İsrail ve Siyonizm tarihinde hiç bu kadar yalnız kalmamıştır.

1960’lar ve 70’lerde Vietnam savaşına karşı gelişen mücadeleyi hatırlatan bu küresel seferberlik, aynı zamanda, Z kuşağının halk isyanları ve Avrupa’daki işçi grevleri dalgasıyla birleşti. Bu durum dünya ölçeğinde bir tablo değişikliğine işaret etmektedir. Zira emperyalizmin sömürü planlarına ve kapitalist hükümetlere karşı dünya halklarının mücadeleleri de güç kazanmaktadır. Bu yeni mücadele dalgası, farklı kıtalara yayılması, kitleselliği ve radikalleşmesiyle öne çıkmaktadır.

Z Kuşağı olarak adlandırılan, 1990’ların ortası ile 2010 yılları arasında doğan kuşak söz konusu olduğunda, gençlik ve halk isyanlarının kitleselliği ve radikalleşmesi; sömürücü ve yozlaşmış kapitalist hükümetlere duyulan bıkkınlığın ve öfkenin bir dışavurumu olarak ortaya çıkmaktadır. Örneğin Endonezya ve Nepal’de binlerce kişi parlamentolara ya da kamu görevlilerinin evlerine saldırarak bunları ateşe verdi. Z kuşağı isyanları dalgası eylül ayında ortaya çıktı. Nepal’den Endonezya’ya, Peru ve Sırbistan’a, Fas ve Madagaskar’dan geçerek uzanan bu dalga; egemen kapitalizme ve özellikle emekçi halkın ve gençliğin yaşam düzeyini hızla aşındıran hükümetlere karşı paylaşılan ortak bir isyanla birbirine bağlanmaktadır.

Yılın sonuna doğru Avrupa işçi sınıfı, genel grevler dalgasıyla güçlü bir biçimde sahneye çıktı. Kasım ayında Belçika’da işçiler, kemer sıkma politikalarına karşı ülke çapında üç gün süren ve son 40 yılın en kapsamlı genel grevine katıldı. Üç günlük grev, toplu taşıma ve demiryolu işçilerinin öncülüğünde başladı. Daha önce, eylül ayında Fransa’da grevler ve protestolar gerçekleşmişti. Aralık ayında ise Portekiz ve İtalya’da genel grev çağrıları geldi.

Filistin’deki soykırım karşısında, yıl boyunca dünyanın dört bir yanındaki kentlerde kitlesel seferberlikler ile işgalci Siyonizme karşı sanatsal, kültürel ve sportif protesto eylemleri gerçekleşti. Eurovision Şarkı Yarışması’ndan Venedik Film Festivali’ne, dünyanın en büyük bisiklet yarışlarından biri olan İspanya Bisiklet Turu’nun boykotuna kadar uzanan çok sayıda eylem ortaya çıktı. Yasaklara rağmen milyonlar sokaklara çıktı. Bu yükseliş, 50’yi aşkın tekneyle yola çıkan Global Sumud dayanışma filosunda da kendini gösterdi. Etkisi o denli güçlü oldu ki, İtalya’da ekim ayında Filistin’le dayanışma ve filonun üyelerinin özgürlüğü talebiyle tarihsel bir genel grev gerçekleştirildi.

Filistin mücadelesinin ve dünya çapındaki desteğin en çarpıcı sonucu, Gazze’de ne Trump’ın ne de İsrail’in, soykırıma, açlığa ve yıkıma rağmen zafer ilan edebilmiş olmasıdır. Dünyanın en iyi silahlanmış ordularından biri, son derece büyük bir askerî eşitsizliğe sahip olmasına rağmen, zafer ilan edememektedir.

Ekim ayının ortasından bu yana Gazze’de bir ateşkes yürürlüktedir. Ancak sözde bir barış anlaşması olarak sunulan bu planın barışla hiçbir ilgisi yoktur. Aksine, yeni bir sömürgeleştirmeyi dayatma girişimidir. Yirmi maddeden oluşan bu plan, emperyalizmin ve soykırımcı İsrail devletinin denetiminde bir tür himaye rejimi kurmayı hedeflemektedir. Bu aynı zamanda, İsrail Siyonizminin dünya çapında giderek derinleşen ve büyüyen tecridi karşısında Trump’ın Netanyahu’yu kurtarma girişimidir.

Ancak bu kısmi ateşkes, soykırım, açlık ve etnik temizlik planına maruz kalan Filistin halkı için küçük ama önemli bir kazanımdır. Filistinliler, Siyonist ölüm makinesinin yol açtığı bunca yıkım ve ölüm karşısında kısa da olsa bir nefes alma olanağı bulmuştur. Öte yandan, hem bu plan hem de mevcut ateşkes son derece kırılgandır. Filistin halkı bunun yalnızca kısmi bir ateşkes olduğunun ve Siyonizmin suçlarına her an yeniden başlayabileceğinin bilincindedir. Mücadelenin sürdüğünü de bilmektedir.

2026’ya giderken perspektif, Trump ve müttefiklerinin emperyalist karşı saldırısıyla yüzleşen bu dünya çapındaki mücadele sürecinin sürekliliği olacaktır. İşçilerin Uluslararası Birliği – Dördüncü Enternasyonal (İUB-DE) tüm bu mücadeleleri desteklemek için en geniş birliği savunmayı sürdüreceğiz. Özellikle Siyonist apartheid devletine son vermek ve “nehirden denize özgür Filistin”i gerçekleştirmek için Filistin halkını desteklemeye devam edeceğiz. Aynı zamanda Latin Amerika ve dünya halklarını, ABD savaş gemilerinin ve askerî birliklerinin Karayipler ve Pasifik’teki varlığını reddetmeye, Venezuela ve Kolombiya’ya yönelik her türlü saldırı girişimine karşı seferber olma çağrımızı sürdüreceğiz.

İUB-DE, 2026’nın ikinci yarısında, dünya çapındaki mücadeleleri büyütmek ve devrimcileri birleştirmeye yönelik kesintisiz çağrısını sürdürmek amacıyla yeni bir Dünya Kongresi gerçekleştirecektir. Bu çağrı; burjuva, reformist siyasal önderliklerle ve sendikal bürokrasiyle mücadele ederek, birleşik devrimci sosyalist siyasal alternatifler yaratmayı ve esas olarak her ülkede devrimci partilerin inşasını hedeflemektedir.