Suriye’de yeni dönem ve yeni görevler

54 yıllık Esad hanedanlığının devrilmesinin ardından Suriye’de yepyeni bir politik dönemin içerisindeyiz. Kuzey Afrika ve Ortadoğu devrimleri sürecinin bir parçası olarak Mart 2011’de başlayan ayaklanma, 13.5 yıllık uzatmalı bir sürecin ardından, Esad’ın Rusya’ya kaçarak ülkeyi terk etmesiyle sona erdi. Suriye halkı bu dönemde çok ağır bedeller ödedi. Esad’ın “ya ben ya da ülkeyi yakarım” politikası sonucunda bir milyona yakın kişi hayatını kaybetti, 10 milyondan fazla insan yerinden edildi, 5 milyondan fazla insan ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Bu kanlı diktatörlüğün nihayete ermesi, yalnızca Suriye halkları açısından değil tüm bölge açısından hayati bir önem taşıyor.

8 Aralık 2024’te muhaliflerin ülkede iktidarı ele geçirmesinin ardından yaşanan baş döndürücü gelişmelerde, bu satırlar yazılırken üçüncü ay geride kalmak üzere. Esad rejiminin hangi dinamikler sonucu yıkıldığı, muhalefetin niteliği, emperyalizmin ve bölge ülkelerinin tutumlarına ilişkin halihazırda birçok yazı ve bildiri paylaştık. Bu yazıda ise, artık yeni dönemin belirginleşen temel özelliklerine ve bu yeni dönemin gerektirdiği devrimci programın ana hatlarına ilişkin bir çerçeve sunacağız.

“Politik geçiş” ve “Ulusal Diyalog”

Rejimin devrilmesinin ardından Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) öncülüğündeki askeri koalisyon iktidarı ele geçirmeyi ve denetimi altında tutmayı başardı. İlk günden itibaren HTŞ lideri Ahmet Şara (Colani) fiili devlet başkanı gibi hareket etti. HTŞ liderliğinde İdlib vilayetini 2017’den beri yönetmekte olan Suriye Kurtuluş Hükümeti, Şam’a taşınarak geçici hükümet haline geldi.

Pragmatizm, Şara yönetiminin şu ana kadarki ana stratejisi oldu. Şara yönetimi bu üç aylık dönemde bir yandan iktidarını konsolide etmeye çalışırken, diğer taraftan içeride ve dışarıda herhangi bir kesimle açık bir çatışmaya girmekten kaçındı. Eski Baas bürokrasisini tümüyle tasfiye etmek yerine, kimi üst düzey bürokratlar ve savaş suçluları haricinde, onu mümkün olduğunda içermeye çalıştı. Ülkenin kuzey doğusunu kontrol eden Suriye Demokratik Güçleriyle (SDG), Güney Cephesi’nin toplumsal ve askeri liderleriyle, azınlık önderleriyle şimdiye dek müzakere ve diyalog politikası izledi. Aynı tutum dış politikada da geçerli oldu.

Peki Suriye’deki yeni politik liderliğin meşruiyeti nereden geliyor veya gelecek? Yeni liderlik “geçiş sürecini” nereye kadar uzatacak, demokratik ve serbest seçimler gerçekleşecek mi? Bu konuya ilişkin ilk açıklamayı, Muhammed Beşir geçici hükümetin başbakanı olarak duyurulduğu zaman yapmış ve geçici hükümetin görev süresinin 1 Mart 2025’e dek devam edeceğini belirtmişti. Sonraki günlerde Şara, ilk genel seçimlerin yapılması için gereken sürenin dört yılı bulabileceğini açıkladı. Tepki çeken bu demecin ardından seçim takvimine ilişkin yeni bir açıklama yapılmadı. Bu sırada Şara bir Ulusal Diyalog Konferansı’nın gerçekleşeceğini ve kapsayıcı olacağını iddia ettiği ulusal diyalog sürecinin yeni dönemin temel politik çerçevesini çizeceğini belirtmeye başladı.

“Politik geçiş”e ilişkin en önemli gelişme, daha sonra “Zafer Konferansı” olarak adlandırılacak 29 Ocak tarihli toplantı oldu. HTŞ yönetiminin sözde tüm önemli politik ve silahlı güçleri davet ederek ve onların onaylarıyla gerçekleştiğini iddia ettiği bu toplantıda, Şara “geçici dönemin” cumhurbaşkanı ilan edildi. Mevcut anayasa feshedildi ve yeni bir anayasa yapılıncaya dek Şara’ya geçici yasama konseyi kurma yetkisi verildi. HTŞ de dahil olmak üzere tüm askeri birliklerin, bir ulusal ordu altında birleşmek üzere lağvedildiği duyuruldu. Toplantının ardından yaptığı açıklamada Şara, geçiş sürecine rehberlik edecek bir anayasal belge hazırlamakla sorumlu olacak Ulusal Diyalog Konferansı için hazırlık komitesinin kısa süre içinde belirleneceğini duyurdu.

12 Şubat’ta Şara yönetimi bu hazırlık komitesini oluşturacak kişileri açıkladı. 5 erkek ve 2 kadından oluşan 7 kişilik komitenin dört üyesi HTŞ’ye yakın isimlerden, biri Suriye Milli Ordusu’yla (SMO), diğer ikisi ise sivil toplum ve yardım örgütleriyle ilişkili kişilerden oluşuyor.

Komitenin kurulmasının ardından, Ulusal Diyalog toplantıları 19 Şubat’tan itibaren ülkenin çeşitli şehirlerinde düzenlenmeye başladı. Komitenin belirlediği isimlerle yerellerde toplantılar devam ederken, 25 Şubat’ta Şam’da Ulusal Diyalog Konferansı adıyla, Şara yönetiminin belirlediği politik ve toplumsal kesimlerden oluşan 600 kişinin katılımıyla, Şam’da bir toplantı düzenlendi. SDG’nin ve Güney liderlerinin katılmadığı, birçok önemli muhalif politik şahsiyetin ve kesimin davet edilmediği bu toplantıda Şara, “ülkenin birliği ve bölünmezliği”, “danışma”, “silahlı birliklerin ulusal ordu altında birleştirilmesi” gibi kavramlara vurgu yaptı.

Şara yönetimi, “Ulusal Diyalog” sürecinde şu ana dek ne anayasa yapım sürecinin takvimine ve ayrıntılarına ne de ulusal seçimlerin ne zaman ve nasıl gerçekleşeceğine ilişkin bir sinyal verdi. “Geçici” yönetimin bu süreçte “kurucu” nitelik atfettiği Zafer Konferansı’na dayanarak, kendi kontrolü altındaki bir “ulusal diyalog” süreciyle anayasal bir belgeyi Suriye halkına dayatmayı ve politik iktidarını süreklileştirmeyi hedefliyor. Bu doğrultuda kitlelerin demobilizasyonunu, bir politik parti halinde örgütlenmeyi, bürokrasi üzerinde egemenlik kurmayı, uluslararası güçler tarafından “güvenilir” bir aktör olarak tanınmayı gerçekleştirmek istiyor.

Şara önderliğinin bu hedeflerini ne ölçüde gerçekleştirebileceği ise, politik mücadelenin konusu olacak. Devrimin kazanımları olarak yüz binlerce politik tutsağın özgürlüğünü kazanması ve zindanlara kilit vurulması, Suriye halkının ifade ve örgütlenme özgürlüğünü kullanmaya başlaması, Suriyeli muhaliflerin ve halkın geri dönüş sürecinin başlaması, şiddet tekelinin sağlanamamış olması, bu süreçte Şara yönetiminin otoriter bir rejim inşa etme girişiminin önündeki başlıca engeller olacak.

Yeni bir otokratik rejimin inşası girişimi, özgürlük talebi için yıllardır mücadele eden ve bu uğurda ağır bedeller ödeyen halk kesimleriyle yüzleşmekle sonuçlanacak. Bu bağlamda, demokratik hakların garanti altına alındığı, eski rejimin suçlarının yargılandığı, ulusal ve dinsel azınlıkların, kadın haklarının korunduğu bir rejim, her şeyden önce Suriye halkının bu talepler doğrultusundaki politik seferberliğiyle mümkün olabilir. Bu seferberliğin odağında ise, yeni anayasa yapım sürecini demokratik ve halkın aktif katılımıyla sağlayabilecek bir Kurucu Meclis talebi yer alacaktır. Şara önderliğinin bir oldu bittiyle politik iktidarı gasp etme girişimi karşısında, Kurucu Meclis’in toplanması için serbest seçimlerin gerçekleştirilmesi talebi aciliyet kazanmaktadır.

Şiddet tekelinin inşası

Esad rejimi yıkılırken ordunun ve güvenlik güçlerinin de yok olması Suriye’deki devrimci sürecin ayırt edici özelliklerinden birisi oldu. Ordu ve polis gücüyle şiddet tekelini elinde bulundurmanın bir kapitalist devletin asli niteliği olduğunu göz önünde bulundurursak, Şara yönetiminin en büyük kaygısının bu tekeli elde etmeye yönelik olması şaşırtıcı da değil. Dolayısıyla, özerk silahlı birliklerin tasfiyesini hedeflerken Şara yönetiminin önceliği, halkın “huzur ve güvenliği”ni sağlamak değil, muhaliflerinin ve nihai hedef olarak da halkın silahsızlandırılmasıdır. Bu bağlamda, yukarıda andığımız 29 Ocak tarihli toplantıda HTŞ de dahil olmak üzere Suriye’de faaliyet gösteren tüm özerk silahlı grupların tasfiye edildiği duyurulmakla birlikte, yeni yönetiminin bunu gerçekleştirmesi önünde önemli sınamalar bulunuyor.

İlk olarak, HTŞ ve müttefikleriyle ne ideolojik ne de örgütsel bağlantısı bulunan Güney Cephesi birlikleri var. Dahası, güneyde başta Dürziler olmak üzere, haklarının garanti alınacağına ikna olmadan silahlarını teslim etmeyeceğini açıklamış azınlık halklar bulunuyor. SDG ile süren müzakereler ise taşıdığı uluslararası boyutla çok daha çetrefilli bir nitelik taşıyor. Bunun için Şara yönetimi bir yandan Kürt halkını ve temsilcilerini ikna etmeye, diğer yandan SDG ile olası bir anlaşmada ABD ve Türkiye yönetimlerinin de onayını almaya çalışmakla yüzleşecek. Bununla ilişkili bir diğer başlık ise, Türkiye himayesindeki Suriye Milli Ordusu (SMO). SMO’nun lağvedilmesi de SDG ile sürecin nasıl ilerleyeceğine bağlı olacak.

Dolayısıyla, Şara yönetimi “ulusal diyalog” sürecinin ve kendi politik iktidarını tesis etmenin garantisi olarak, kendi denetimi altında ordu ve polis gücünün kurulmasını görüyor. Bu nedenle, Suriye halkının “huzur ve güvenliği” Şara yönetiminin şiddet tekelini sağlamasıyla değil, halkın kendi özyönetim ve özsavunma kapasitesini artırmasıyla sağlanabilir.

Ekonomik yeniden inşa

Esad rejimi Suriye’ye sadece insani değil aynı zamanda devasa bir ekonomik yıkım miras bıraktı. Son yıllarında rejimin Suriye lirasını serbest düşüşe bırakmasıyla para gerçek anlamıyla pula dönüştü. Halkın yüzde 90’ından fazlası ağır yoksulluk içinde kıvranırken, rejimin himayesi altına tuttuğu toplumsal kesimler dahi gıdaya, enerjiye ulaşamaz hale gelmişti.

Bu ekonomik enkazla mücadele, demokratik hakların tesisiyle birlikte, Suriye’de yeni dönemin en temel başlığı olacak. Şara yönetimi şu ana dek, bölgesel monarşilere ve diktatörlüklere, emperyalist devletlere, yerel patronlara çizmeye çalıştığı “ılımlı”, “güvenilir” partner rolüyle bu alanda iyileştirmeler sağlamayı umuyor. Böylelikle, öncelikle, ABD ve AB’nin ekonomik yaptırımlarının kalkmasını, “dış yatırımlar”ın ülkeye girmesini, yeni bir özelleştirme programı başlatmayı hedefliyor. Böylesi bir program, en iyi ihtimalle, Suriye’nin Batı emperyalizminin ve bölge ülkelerinin bir yarısömürgesi olmasıyla sonuçlanacaktır. Oysa, “özgürlük ve haysiyet” talebiyle Esad rejiminin yıkılması için çok ağır bedeller ödemiş Suriye halkının acil ihtiyaçları çok daha farklı bir ekonomik programı gerekli kılıyor. Bu programın antikapitalist bir temel dışında var olması mümkün değil. Zira, halkın zenginliğini onlarca yıldır yağmalayan Esad oligarşisinin tüm varlıklarının tazminatsız kamulaştırılarak halka iade edilmesi; ülkedeki yıkımın baş sorumlularından İran ve Rusya’ya borçların iptal edilmesi; bu ülkelerle ilişkili şirketlere tazminatsız el konulması; kamu borç ödemelerinin durdurulması ve tüm bu kaynakların halkın acil ihtiyaçlarının karşılanması için merkezi bir planlama temelinde kullanılması, mevcut yıkımın dayattığı nesnel ve acil görevlerdir.

Emperyalizm, Siyonizm ve bölgesel güçlerle ilişkiler

Şara yönetimi şu ana dek, emperyal devletler, Siyonizm ve bölgesel güçlerle “iyi ilişkiler” kurabilmek için azami bir çaba içerisinde. Öyle ki, ülkedeki yıkımın başlıca sorumlularından Rusya’yla dahi, ülkedeki Rus askeri üslerinin devam edip etmeyeceğine ilişkin kapıları müzakereye açık tutuyor. Bu çabaların sonunda, Körfez monarşileri ve Türkiye hükümetinin maddi ve insani yardımları ilk günden itibaren ülkeye giriş yapıyor, AB ekonomik yaptırımları kaldırma kararı alıyor ve ABD hükümeti de yaptırımları kaldırmayı tartışıyor.

Peki bu politika, Suriye halkını kendi ülkesinde egemen hale getirme iddiasıyla ne kadar uyumlu? Dış askeri güçler Suriye içinde ciddi bir varlık göstermeye devam ediyor. ABD askerleri Suriye’nin kuzey doğusunda bulunmaya devam ediyor. Rus üslerinin geleceği belirsizliğini koruyor. Türk Silahlı Kuvvetleri ülkenin kuzeyinde varlığını sürdürüyor. En önemlisi ise, Siyonist devlet ülkenin güneyinde genişlemeye devam ediyor.

Golan Tepeleri’nde İsrail işgalini kabul eden ve o dönemden bu yana İsrail’in kuzey sınırının bekçiliğini yapan Esad rejiminin yıkılmasıyla, Siyonist devlet Suriye’ye dönük saldırılarını yoğunlaştırdı. Ülkenin hava ve deniz kuvvetlerinin neredeyse tamamını hava saldırılarıyla imha etmesinin yanı sıra, Golan Tepeleri’ni aşarak Suriye içerisindeki işgalini genişletti. Son olarak, Netanyahu yönetimi, Suriye’nin güneyinin silahsızlandırılmasını bir ön koşul ilan etmesi ve yeni saldırganlıklarıyla provokasyonlarını bir üst seviyeye taşıdı.

Siyonist devletin bu provokasyonlarına karşı başta Güney’de olmak üzere Suriye’nin dört bir yanında İsrail işgalini reddeden protestolar gerçekleşti. Protestolarda İsrail’e karşılık verilmesi çağrıları da yükseldi. Şara yönetimi şu ana dek İsrail saldırılarına karşı düşük profilli açıklamalar yapmakla yetindi. Yeni yönetim, bunu “Suriye halkının savaş yorgunluğu”, ülkenin mevcut askeri zayıflığı gibi nedenlere dayandırıyor. Ancak bu politikanın arkasında, işbirlikçi ve pragmatist tutumunun yanı sıra, bölgesel güçler ve emperyalist devletlerle ilişkilerini bozma endişesi yatıyor. Bu nedenle, Şara yönetimi, Suriye halkının İsrail’e karşı tepkisini politik olarak seferber etmekten ısrarla kaçınıyor. Dolayısıyla, başta İsrail olmak üzere, ülkedeki tüm dış güçlerin derhal ülkeden çekilmesi ve Suriye’nin egemenliğini yeniden kazanması en acil taleplerin başında yer alıyor.

Yeni dönemin görevleri

Bu yazıda, artık tasfiye edildiği duyurulan HTŞ önderliğinin politik programını ve hedeflerini, bunun karşısında, Esad rejiminin yıkılmasının ardından, devrimci dinamiklerin ilerletilmesi için zorunlu başlıca acil talepleri özetlemeye çalıştık. Bu acil talepleri hayata geçirebilmek, önünde devasa zorluklar barındıran bir politik mücadele gerektiriyor. Yeni dönemin bu muazzam görevlerini ancak Suriye halkının politik seferberliğinin güçlenmesi, tıpkı devrimin başlangıcında olduğu gibi halkın yerel komitelerinin yeniden yaygınlaşması ve Suriye solunun hakiki bir politik seçenek olarak ortaya çıkmasıyla yerine getirmek mümkün olabilir.