Bu metin, İşçilerin Uluslararası Birliği – Dördüncü Enternasyonal ve onun Arjantin partisi Sosyalist Sol’un liderlerinden Miguel Sorans 30 Ocak günü yaptığı konuşmanın düzenlenmiş halidir. Sosyalist Sol Gençliği’nin (JIS) düzenlediği etkinlikte gerçekleşen bu konuşmadan birkaç gün sonra Trump, ABD’nin Meksika ve Kanada’dan ithal ettiği ürünlere yüzde 25, Çin’den ithal ettiği ürünlere ise yüzde 10 gümrük vergisi koyarak yeni “ticaret savaşının” başladığını duyurdu. Bu karar kısa sürdü, zira 24 saat içinde Meksika ve Kanada’ya uygulanan gümrük vergilerini askıya aldı. Filistinlilerin Gazze’den çıkarılması ve bölgedeki diğer ülkelere yerleştirilmesi yönündeki asla kabul edilemez önerisini açıklarken şunları söyledi: “ABD Gazze Şeridi’nin kontrolünü ele geçirecek… Buranın sahibi biz olacağız”. Gerekirse Gazze’ye asker gönderebileceklerini ve burayı “Ortadoğu’nun Riviera’sı” haline getireceklerini de sözlerine ekledi. Başta Filistin halkı olmak üzere dünyanın dört bir yanındaki milyonlar bu korkunç öneriyi reddetmek için sokağa çıktı. Sorans’ın konuşması, dünyada aşırı sağın ilerlemesinin nedenleri ve onu yenmek için harekete geçme ihtiyacı da dahil olmak üzere tüm bu konulara değiniyor.
Donald Trump’ın kısa bir süre önce göreve gelen yeni hükümeti, ABD’deki ve tüm dünyadaki kitle hareketi için endişe verici bir konu. “Donald Trump’ın yeni hükümetinden ne bekleyebiliriz?” sorusuna verilecek yanıt basit: Emekçiler, kadınlar, gençler ve dünya halkları için iyi hiçbir şey bekleyemeyiz. Ancak bu emperyalist aşırı sağcıya neyle ve nasıl karşı koyacağımızı görmek için daha derine inmemiz gerekiyor. Broşürde yer alan “bu filmi daha önce izledik” ifadesi de doğru çünkü 2016-2020 yılları arasında ABD’yi zaten bu faşist yönetti. Dolayısıyla filmin benzer olacağını ama bir “yeniden çekim” olacağını, dünya halkları için çok daha gerici, daha baskıcı, daha müdahaleci ve tehlikeli bölümleri olacağını söyleyebiliriz.
Ama neden? Trump neden değişti? Değişen ya da ilerleyen şeyin, kapitalist ekonominin daha büyük bir krize girmesine, burjuvalar arası çatışma ve sürtüşmelerin artmasına ve temelde daha büyük sosyal eşitsizlik ve daha yüksek yoksulluk düzeylerine neden olan dünya emperyalist kapitalist sistemin çürümesi olduğuna inanıyoruz. Trump, ABD’nin dünyanın jandarması rolünü güçlendirmek isteyecek, yeni askeri işgallerle tehdit edecek, IMF’nin kemer sıkma ve yağma planlarını destekleyecek, kitleleri daha çok sömürerek dış borçları tahsil etmeye çalışacaktır.
Ekonomik kriz karşısında emperyalizmin, ABD’de ve dünya genelinde, Biden’la ya da şimdi Trump ve müttefikleriyle birlikte, sosyal kesintileri ve düzenlemeleri derinleştirmekten başka bir reçetesi yok. Ancak ekonomik krizin üstesinden gelemiyorlar çünkü işçi sınıfı ve kitleler, hükümetlerin, çokuluslu şirketlerin ve IMF’nin saldırılarına direnmeye devam ediyor. Trump’ın kendisi de bu durumun farkında çünkü açılış konuşmasında, tüm kabadayılığının arasında, “ABD’nin düşüşü sona erdi” dedi ve karşılığında “altın çağın” başladığını ilan etti. Bunu sonra göreceğiz.
Trump’ın “elektrikli testeresi” ABD’de daha fazla sosyal krize yol açacak
Trump, kısa veya orta vadede ABD’de daha büyük bir sosyal krize, bırakın dünyayı, ABD’de zaten var olan yoksulluk seviyelerinde daha büyük bir artışa neden olacak muazzam bir kararname furyasıyla geldi.
ABD’de başkanların önemli yasaları imzaladıklarında kalemi önemli şahsiyetlere hediye etme geleneği olduğunu bilirsiniz. Başkan Lyndon B. Johnson’ın 1965 yılında Martin Luther King’e, özellikle siyahlara oy hakkı tanıyan Medeni Haklar Yasası’nı imzaladığı kalemi vermesi sık sık hatırlanır. Şimdi Trump imzasını öne çıkarmak için keçeli kalemler kullanıyor ve bunları bir futbol stadyumundaki küçük toplar gibi orada bulunanlara fırlatıyor.
Üstelik Trump’ın bu kararnameleri mevcut hakların tasfiyesini hedefliyor. ABD’de sokaklarda yaşayan ya da çalışmayan milyonlarca yoksul insanın sağlık sigortasını ellerinden aldılar ki bu da ölümlerine yol açabilir. Toplumsal cinsiyet eşitliğine ve enerji dönüşümüne yönelik sosyal programların bütçesini iptal ettiler. Silahlı kuvvetlerdeki transseksüel kotasını iptal ettiler. Amerikan toplumunda sadece iki cinsiyet olduğuna karar verdiler. ABD’yi Dünya Sağlık Örgütü’nden ve Paris iklim anlaşmasından çektiler. Trump hedeflerine “güzel” yollarla ulaşamazsa Panama Kanalı’nı ve Grönland adasını ele geçirmekle ve askeri müdahalelerle tehdit etti.
Netanyahu ile Beyaz Saray’da yapacağı görüşmede İsrail devletinin Siyonist katillerine koşulsuz destek verecek, Filistin halkına yönelik soykırımlarını destekleyecek ve Ortadoğu’da yeni askeri saldırı tehditleri savuracak. Ukrayna’daki savaşı sona erdirmekten bahsediyor ama Ukrayna halkının işgalci Putin’e teslim olduğunu iddia ediyor. Aynı zamanda, 2021 yılında Kongre Binası’nı basan ve o zamandan beri hapiste olan 1500 faşisti affetti.
Ancak her şey onun istediği gibi gitmiyor. Örneğin, ABD’de doğan göçmen çocukların vatandaşlıklarının ellerinden alınması gibi bir barbarlığa imza attı. Bu kararname 24 saat sonra iptal edildi çünkü burjuva adalet sisteminin bir yargıcı bunu engelledi ve halihazırda 22 eyaletin başsavcısı aynı talepte bulunuyor. Bu “kararname operasyonu” ABD’nin burjuva anayasasına saygı göstermiyor çünkü 14. ek madde ebeveynlerin göçmenlik statüsünden bağımsız olarak vatandaşlık hakkını garanti altına alıyor.
Diğer bazı kararnameler ise artık yürürlükte değil çünkü Trump, Cumhuriyetçi senatör ve kongre üyelerinin de dahil olduğu bir şikayet ve protesto dalgası karşısında bunları geri çekmek zorunda kaldı. Sosyal programlara yönelik sübvansiyonların kaldırılmasını iptal etmek zorunda kaldı. Örneğin bunlardan biri, sokaklarda yaşayan ve işsiz olan yüz binlerce insanın sağlık hizmetlerini ellerinden alıyordu.
Göçmenlere yönelik saldırı ve çelişkileri
Donald Trump’ın sürekli bir gösteriye dönüştürdüğü en patlayıcı konulardan biri, milyonlarca göçmenin ABD’den sınır dışı edilmesi meselesidir. Göçmenleri açıkça “maaşlarımızı çalıyorlar”, “uyuşturucu kaçakçısı” ve “suçlu” biçiminde nitelendiriyor. Hatta sınır dışı ettikleri az sayıdaki göçmeni bile kelepçeli şekilde ülkelerine gönderiyorlar.
Elbette bu suçlamaların gerçekle hiçbir ilgisi yok. ABD tarih boyunca, tıpkı tüm Amerika kıtası gibi, göçmenlere açık bir ülke olmuştur. Ancak geçmişte bu göçmenler, İrlandalılar veya İtalyanlar gibi Avrupa’dan gelenlerdi. 20. ve 21. yüzyılda ise, emperyalizmin kendi ülkelerinde yarattığı yoksulluk ve sefalet nedeniyle milyonlarca Meksikalı ve Latin Amerikalı insan, daha iyi bir yaşam umuduyla ABD’ye gitmek zorunda kaldı. Ancak bu göçmenler, ABD’ye vardıklarında derin bir sömürüyle karşılaşıyorlar. Meksikalılar, Honduraslılar, Orta Amerikalılar, Venezuelalılar, Arjantinliler, Şilililer ve Uruguaylılar gibi milyonlarca göçmen, sefalet ücretleriyle çalıştırılıyor.
Trump’ın ırkçı ve göçmen karşıtı söylemi büyük ölçüde söylem düzeyinde kalıyor ve gerçekte uygulanabilirliği oldukça sınırlı. Kapitalizmin çöküşünün bir parçası olarak “Amerikan rüyasının” da iflas etmesiyle birlikte, Trump gibi aşırı sağcı figürlerin söylemleri daha da öne çıkıyor. Ancak bu söylem, yeni bir şey değil; Avrupa’daki sağcı politikacılar da benzer bir strateji izliyor. Onlara göre, “tüm sorunların kaynağı göçmenler”.
Trump “tarihin en büyük sınır dışı işlemini” yapacağını açıkladı. Bunun nasıl sonuçlanacağını da göreceğiz. İlk birkaç gün içinde bir milyon kişiyi sınır dışı edeceğini söyledi. Hâlâ bir milyon kişiyi sınır dışı ettiğine dair bir haber yok. Şimdilik binlerce kişiden bahsediliyor.
Trump’ı daha göreve gelmeden önce bile yapacakları konusunda dikkatli olması için uyaranlar patronlardı çünkü McDonalds’tan başlayarak küçük ya da büyük işverenlerin büyük bir kısmı, göçmenlere ve özellikle belgesiz göçmenlere ödedikleri ücretlerden süper kârlar elde ediyor.
Kaliforniya’da, ABD’nin batısında kırsal kesimdeki tarım işlerinin büyük patronları Trump’ı bu soruna karşı uyardılar çünkü örneğin badem ve cevizin tamamı Kaliforniya’da üretiliyor. ABD dünyada en çok badem üreten yer. Bu eyalette tarım, güneydeki sebze tarlalarından kuzeydeki üzüm bağlarına kadar 400 çeşit ürünü kapsayan ve yılda milyarlarca dolar değerinde geniş bir sektör. Orada kim çalışıyor? Patronlar şöyle diyor: “Ceviz ve bademde çalışan 2.4 milyon işçimiz var, ancak bunların yarısı belgesiz ve daha düşük ücretlerle çalışıyor. 1.2 milyonu belgesiz işçi”. İşverenler, eğer bu 1.5 milyon kişiyi çalıştırmayı bırakırsa üretimin düşeceğini ve kârlarının ve şirketlerinin çökeceğini söylüyor.
Merced’deki Kaliforniya Üniversitesi Toplum ve Çalışma Merkezi’nin fakülte direktörü Edward Orozco Flores de bir çağrıda bulunarak şunları söyledi: “Toplu sınır dışı etme planları hem tarım sektörü hem de tüketiciler için yıkıcı olacaktır çünkü sektördeki herhangi bir aksama, işçiler zaten enflasyon konusunda endişeliyken fiyatları artıracaktır” (El País, 16 Kasım 2024).
Yani Trump milyonlarca göçmeni sınır dışı mı edecek? Şimdilik yılda bir milyon sınır dışı olacağını söyledi ama bu henüz gerçekleşmedi. 200 kişi Kolombiya’ya, 200 kişi Honduras’a, bir kişi de Brezilya’ya ulaştı. On bine ulaşıp ulaşmadıklarını henüz bilmiyoruz. Trump Guantánamo’ya gönderilecek göçmenler için 30 bin kişilik yatakhane kurulacağını açıkladı. Bazı tutuklu göçmenleri Guantánamo’ya götürüyor olsa bile bu büyük bir şov. Göçmenler tarafından gözaltılara ve sınır dışı etme girişimlerine karşı sokak protestoları çoktan başladı.
İster Demokrat ister Cumhuriyetçi olsunlar, son 30-40 yıldır, kapitalizmin ve Amerikan burjuva hükümetlerinin politikası, milyonlarca göçmenin içeri girmesine izin vermek, onları sömürmek ve arada bir kendi meşruiyetleri için, göçmenleri sınır dışı etmek gibi ikiyüzlü bir niteliğe sahip olmuştur.
Sınır dışı etme rekorunu ne Cumhuriyetçiler ne de Trump elinde tutuyor. Trump tablonun en altında yer alıyor. Obama sekiz yıl boyunca yılda ortalama 375 bin olmak üzere üç milyon göçmeni sınır dışı etti. Yıllık rekoru kıran ise 2024 yılında 700 bin kişiyi sınır dışı eden Biden oldu. Peki, Trump’ın görevde olduğu yıllar için elimizde hangi rakamlar var? Dört yılda sadece 250 bin kişiyi sınır dışı etti.
Dolayısıyla, emperyalizmin ve hükümetlerinin gerçekliği çok şüpheli ve karışık ve içinde bulunduğu krizin bir yansıması çünkü ABD’nin herhangi bir şey söyleyen bir başkanı, kapitalist iktidarın ekonomik ve siyasi krizini ifade ediyor. Bu tarz konuşmaları aşırı gerici ve ırkçı toplumsal tabanı için yapıyor.
Gümrük tarifeleri ve ticaret savaşları kapitalist ekonomik krizi ağırlaştırıyor.
Görülmesi gereken bir diğer konu ise Trump’ın ne kadar ileri gideceğidir. Guillermo Moreno gibi Peronistler Trump’ı “korumacı” olduğu için övüyorlar. Trump bir konuşma yaptı: “Sanayiyi savunacağız” ve “herkese gümrük vergisi koyacağız”. “Gümrük vergisi istemiyorsanız, gelin ABD’de üretin” sloganını ortaya attı.
Bu sloganın kapitalist krizin gerçekliği ve emperyalist kapitalizmin ne kadar çürümüş olduğu ile çok az ilgisi vardır. Dolayısıyla, bir şeyler yapılmasını isteyen bir kitle için sadece sözlerden ibarettir çünkü ABD yıllardır temel endüstrilerinde gerileme yaşıyor. Özellikle de çelik endüstrisiyle bağlantılı olan otomobil endüstrisinde. Trump, çoğunlukla beyaz, işsiz ya da düşük ücretli işçilerden oluşan bu kitleye sesleniyor. Kendisine en çok oy veren ünlü bölge, eski “çelik kuşak”, Detroit’in eski otomotiv fabrikaları ya da on yıllardır çok belirgin bir gerileme içinde olan çelik fabrikaları. Kriz içindeki emperyalizm, çokuluslu şirketlerinin daha yüksek sömürü oranlarıyla süper kârlar elde edebilmesi için diğer ülkeleri sömürgeleştirdi ya da yarısömürgeleştirdi. İşte bu yüzden Amerikalı, Avrupalı ve diğer çokuluslu şirketler 40 yıldır Çin’e taşınıyor. Çin Komünist Partisi’nin kızıl bayraklı diktatörlüğü altındaki kapitalist Çin’de 80 binden fazla çokuluslu şirket var. Grevler sayesinde son zamanlarda 300 dolara yükseltilen 100 ya da 200 dolarlık maaşlarla işçilerini sömürüyorlar. Emperyalist ülkelerde bir sanayi işçisine 3 bin ya da 4 bin dolar, uzmanlaşmışsa daha fazla maaş ödemek zorundalar.
‘‘Buraya gelin’’ sloganının gerçekliği nedir, Trump kime “buraya gel” diyor ve kim ABD’ye gidecek? Meksika’da, çoğunlukla ABD’ye araba ihraç eden büyük bir otomotiv endüstrisi var. Meksikalı bir araba ya da model bilen var mı? Meksika arabası diye bir şey yok, Ford, General Motors ya da Chrysler modelleri var.
Yaklaşık 8 milyar nüfusu olan bir dünyada milyarderler arasında birinci ya da ikinci olan Elon Musk’ın şirketi Tesla’nın en büyük elektrikli otomobil fabrikası Çin’de bulunuyor. Geçen yıl 3 milyon elektrikli otomobil satın alındığı için Tesla Çin’deki fabrikasında bir parti düzenledi.
Peki Tesla’nın yılda yüz binlerce otomobil ürettiği Çin’deki fabrikası kaldırılacak mı? Kanada geçen yıl Çin’den ithal edilen otomobillere %100 gümrük vergisi koymuştu. Peki hangi marka Çin arabalarıydı bunlar? Tesla’ydı. Bu kapitalizmin çelişkilerini gösteriyor. Elon Musk, Trump hükümetinin sadık bir destekçisi ama Kanada ya da Avrupa’da gümrük vergileri uygulandığında şikayet ediyor. Yani bir hükümet yetkilisi olan ve Apple’ın CEO’su ve sahibi olan diğer milyarder Tim Cook’un arasında bulunduğu diğer milyarderlerle birlikte açılış töreninde bulunan Elon Musk’tan bahsediyoruz. Apple iPhone’larını, cep telefonlarını nerede üretiyor? Cep telefonlarına gümrük vergisi mi koyacaklar? Yılda milyonlarca cep telefonu ürettikleri Çin ya da Hindistan’daki fabrikaları mı kaldıracaklar? Bu zor görünüyor.
Bir başka örnek: Nike ve ayakkabıları. Çin’de 1981’den beri faaliyet gösteren eski bir şirket ve 50 yaşına girmek üzere. Nike’ın Çin’de kaç fabrikası var? 2 mi, 3 mü? 195 fabrikası var. Bunun kapitalizmin kriziyle, çokuluslu şirketlerin ABD’nin “ulusal sanayisi” ile ilgilenmemesiyle, sadece kârlarıyla ilgilenmeleriyle ilgisi var. İşte bu yüzden dünyada düzensizlik ve sürekli çürüme var. Bu yüzden kapitalist bir diktatörlüğün onlara muazzam bir kâr oranı garanti ettiği Çin’e gidiyorlar. Tayvan’daki fabrikalardan birinde (Tayvan’da olası bir savaştan bile söz ediliyor), Apple ile ilişkili olan ve dakikada 300 cep telefonu üreten Foxconn var. Şimdi Nike, Trump’ın talep ettiği gibi 195 fabrikayı ABD’ye mi getirecek ya da ABD sahte ya da gerçek tüm dünyadaki Nike spor ayakkabılarına gümrük vergisi mi koyacak? Yani kapitalizm ile gerçeklik arasında büyük bir çelişki var ya da Trump kendince zırvalıyor. Öte yandan, Nike spor ayakkabılarına veya Apple telefonlarına ya da Meksika’dan ithal edilen arabalara gümrük vergisi koyulursa ABD’de muazzam bir enflasyon olacaktır. Amerikalı ayakkabı işverenleri Trump’a zaten aynı şeyi söylediler, ayakkabıların% 70’i Çin’de üretiliyor. Yani hiçbir koşul yok.
Basic Fun adlı oyuncak fabrikası 30 ya da 40 yıldır Çin’de. Trump’a, gazetelerde de yer aldığı üzere, ABD’de Barbie ya da Oyuncak Ayı üretimine başlamanın “12 ay içinde değil, hiçbir zaman” mümkün olmadığını söyledi. Gerçek bu, peki Trump neden bahsediyor? Burjuva planındaki çelişkiler açıkça görülüyor. Bir yandan, eğer gümrük vergileri gerçekten harfiyen uygulanırsa, ABD içinde çok güçlü bir enflasyon potansiyeli yaratacak ve bu da kitlelerin yaşam standardının düşmeye devam etmesine neden olacaktır. Başka bir deyişle, “altın çağ” vaadi gerçeklikten uzak kalmaya devam edecektir. Öte yandan Trump, kapitalist dünya krizinin, ticaret savaşlarının, gümrük tarifelerinin, bize, işçilere ve halklara zarar verecek olan küresel krizin ateşine körükle gidecektir. Ancak ortada hesaba katmadıkları bir şey var ki o da kitlelerin, ABD ve dünya emekçilerinin mücadelesidir.
Trump gibi bir aşırı sağcının iktidara gelmesinin nedenleri, 2020’de görevden ayrılmasının nedenleriyle aynıdır
Trump’ın iktidara gelmesinin nedenleri, 2020 seçimlerini kaybetmesinin nedenleriyle aynıdır. Trump’ın Amerikan burjuva demokrasisinin bir geleneğini, yani başkanların genellikle yeniden seçilmesi geleneğini bozduğunu unutmamalıyız. Obama yeniden seçildi, Trump yeniden seçilmedi ve elbette Biden/Harris de seçilmedi. Demokratların ve Harris’in yenilgisi, zamanında Trump’ın kaybetmesinin nedenlerinin bir parçasıdır. Bu da burjuva partilerinin, bu durumda iki büyük emperyalist burjuva partisinin yıpranması ve aşınmasıdır. “Amerikan rüyası” çöktü, Amerikan orta sınıfı ve Amerikan işçi sınıfı çöktü.
Trump’ın neden kaybettiğine dair bir başka bileşenin daha olduğunu hatırlamakta fayda var: Afroamerikan George Floyd’un polis tarafından öldürülmesine karşı milyonların büyük seferberliği sayesinde kaybetti. ABD’de daha önce hiç görülmemiş kitlesellikte ırkçılık karşıtı bir isyan gerçekleşti. Bu Trump’ı zayıflattı ve aynı zamanda bu aşırı sağcı hükümetlerin zayıflığını ve kitlelerin de gücünü gösteriyor. Ortaya çıktıklarında, Mayıs 2020’de ortaya çıktıkları gibi, bu faşisti seçimlerde süpürdüler. Ancak Biden seçimlerde kaybediyor çünkü Obama’dan bu yana ABD’nin gerilemesi halkının alım gücünün gerilemesi anlamına geliyor. Örneğin ABD’de 37 milyon kişi, yani nüfusun yüzde 11’i yoksulluk içinde yaşamaktadır. Filmleri, dizileri ya da haberleri izleyen herkes ABD’de köprü altlarında yaşayan insanlar, Washington’daki meydanlarda çadırlarda yaşayan insanlar, metrolarda yaşayan insanlar görecektir ve bu giderek artmaktadır.
Bu konuda Paul Krugman’ın yaptığı bir değerlendirme ilginçtir. Kendisi, ABD’den Nobel Ekonomi Ödülü kazanmış ve The New York Times’ın en önde gelen köşe yazarlarından biri. 25 yıldan sonra köşe yazarlığını bıraktığında son bir yazı kaleme aldı. Söyledikleri oldukça dikkat çekiciydi. Krugman, 2000 yılında yazı yazmaya başladığı dönemdeki ABD’yi, 25 yıl sonraki haliyle kıyaslıyor. 2000 yılındaki Amerikalıların taşıdığı iyimserliğin, bugün “öfke ve kızgınlıkla” yer değiştirdiğini belirtiyor. Bir diğer tespiti ise şu: “Elitlere olan güven çöktü” (Clarín, Arjantin, 11/12/2024). Kapitalist sistemi savunan bir gazeteci olarak Krugman, ABD’de ve dünyada yaşanan krizi iyi yansıtıyor çünkü elitlere duyulan güvenin çöküşü küresel bir olgu haline geldi. Arjantin’de de Milei iktidara geldi çünkü – Krugman’ın ifadesiyle – “elitlerin” siyasi anlamda bir çöküşü yaşandı. İşçiler, emekçiler ve halk kesimleri artık geleneksel patron yanlısı hükümetlere inanmıyor ve bu durum dünya çapında yayılıyor. Bunun arkasında yoksulluğun, sefaletin ve eşitsizliğin artışı yatıyor. Dünyadaki sosyal eşitsizliğe dair en güncel veriler, bu uçurumun giderek büyüdüğünü gösteriyor: Küresel nüfusun %1’ini oluşturan 56 milyon kişi, dünyadaki toplam servetin %46’sına sahip. Dünya nüfusu 8 milyar olmasına rağmen, en zengin 10 kişi, Trump gibi liderlerle birlikte dünyayı yönetiyor.
Dünyada aşırı sağın yükseliş eğilimi, kitlelerin kapitalist yönetimlere ve politikalarına duyduğu öfkeden kaynaklanmaktadır
Aşırı sağın yükselişi, doğal olarak büyük bir endişe kaynağıdır. ABD, Arjantin ve dünya nereye gidiyor? Trump, Milei veya Meloni bireysel olarak faşisttir ancak faşizmin tamamen yerleşip yerleşmediği farklı bir sorudur ve bu oldukça önemli bir ayrımdır. Bolsonaro, Milei, Trump, Meloni gibi figürlerin iktidara gelişi, İspanya’da Vox’un, Macaristan’da Orban’ın yükselişi, Paul Krugman’ın bahsettiği hayal kırıklıklarıyla bağlantılıdır. Biz devrimci sosyalistler, bunu dünya genelinde milyonlarca insanın partileri ve siyasi liderleriyle yaşadığı bir kopuş olarak tanımlıyoruz. Bu yüzden birçok kişi giderek daha fazla endişe duyuyor ve “demokrasi kriz içinde” diyor, halkın otoriter rejimlere yöneldiğini öne sürüyor. Biz bu durumu böyle görmüyoruz. Asıl kriz, Paul Krugman’ın belirttiği gibi burjuva elitlerin krizidir. Burjuva demokrasisinin, vahşi ve sömürücü kapitalizmin krizidir. Çünkü bu krizlere çözüm üretemiyorlar; tek araçları halklara yönelik sürekli kemer sıkma politikaları, çokuluslu şirketlerin, IMF’nin ve Dünya Bankası’nın planlarıdır.
Gerçek şu ki, işçi sınıfı ve emekçi halk içinde büyük bir bilinç bulanıklığı var. Çünkü dünya çapında ne seçimlerde ne de mücadelede net bir sosyalist alternatif henüz yok. Hâlâ bir yeniden inşa sürecindeyiz çünkü 20. yüzyılda “sosyalizm” olarak adlandırılan şey aslında sosyalizm değildi, sahte bir sosyalizmdi, Stalinist bir sistemdi. Veya söz konusu olan Maduro örneğinde gibi Stalinizmin burjuva biçimde yeniden doğması oldu. Bu yüzden işçi sınıfı, solcu olduğu iddia edilen Daniel Ortega’nın Nikaragua’da insanları hapse attığını ve öldürdüğünü görüyor ya da Maduro’nun ne yaptığını izliyor. Arjantin’de birçok kişi solun Cristina Fernández, Kirchner veya Peronizm olduğunu düşünüyor. Bu yüzden alternatif bir yol inşa etmek, işçi sınıfına, emekçi halk kesimlerine, gençlere ulaşmak ve onlara gerçekleri açıklamak için mücadele ediyoruz.
Yani krizde olan burjuva demokrasisidir; parlamentolar, hükümetler ve patronların kontrolündeki yargı sistemidir. Aşırı sağcılar bu krizleri kullanarak ve politik “kast”a karşı mücadele ettikleri söylemiyle, sahte bir şekilde farklı olduklarını iddia ediyorlar. Oysa kendileri de sömürücü politikaların ve hükümetlerin bir parçasıdır. Ancak henüz faşizmin kendisi değiller; şu an için bunlar seçimle ortaya çıkan siyasi fenomenlerdir. Bu çok önemli bir nokta, çünkü sol içinde, hatta Troçkist çevrelerde bile bu konuda büyük tartışmalar var. İnsanlar arasında, arkadaşlarımız, ailemiz, yoldaşlarımız arasında büyük bir korku var. Arjantin’de de Milei’nin ne yapacağı büyük bir endişe kaynağı. “Faşizm mi geliyor?” sorusu sıkça soruluyor.
İşte asıl sorun burada: Faşizme iktidara gelmiş durumda mı? Biz hayır diyoruz, çünkü faşist rejim başka bir şeydir. Faşizm bir rejim değişikliğidir. Faşizm Mussolini, Hitler, Videla’dır. Faşizm bir darbedir, işçi sınıfını ezmek, tüm siyasi ve sendikal özgürlükleri yasaklamak, muhalifleri hapse atmak, insanları kaybettirmek demektir. Faşizm, 1945 Nisan’ında Mussolini’nin İtalya’da asılmasıyla yenilgiye uğratıldı. Ama faşizm zaman zaman yeniden doğuyor. Latin Amerika’da bunu farklı biçimlerde, Videla veya Pinochet gibi diktatörlükler altında yaşadık.
Şu anda faşizm olmasa da bu ihtimali küçümsememeliyiz. Hayır, Milei bir tehlikedir, Trump bir tehlikedir. Onları yenmek için mücadele etmek gerekir. Peronist çevreler ve bazı sol kesimler Milei’yi küçümsüyor, “Bu faşizm değil” diyerek tehlikeyi hafife alıyor ve bazen “antifaşist’ sloganların yükseltilmesine bile karşı çıkıyorlar.
Trump, Milei, Meloni ve Le Pen gibi figürler bu noktaya ulaşmak istiyorlar ve bu yüzden tehlikelidirler ama şu an için bunu hayata geçiremiyorlar. Elon Musk, Trump’ın sağ kolu gibi hareket ediyor, Nazi selamı veriyor ve Almanya’da şubat seçimlerinde neonazi partisini açıkça destekleme çağrısı yapıyor. Bu durum Almanya’da yüz binlerce insanın sokağa dökülerek Musk ve neonazilere karşı gösteri yapmasına yol açtı. Bütün bunları yoldaşlarımıza açıklamamız gerekiyor. Trump 2020’de seçimi kaybetti ve bir faşist diktatörlük kuramadı. Bolsonaro da öyle, hatta şu an yargılanıyor ve seçimlere katılması yasaklandı. Brezilya’da başarısız bir darbe girişiminde bulundular ama başarılı olamadılar. O yüzden şu anda faşizm iktidarda değil ama büyük bir tehlike var ve onlara karşı mücadele etmeliyiz. Çünkü devrimci Marksistler, Troçki ve Nahuel Moreno’nun vurguladığı gibi, her zaman şunu söylemiştir: Faşizmle tartışılmaz, o mücadeleyle yok edilir. Şu an hâlâ zamanımız var, çünkü bunlar henüz seçimle ortaya çıkan siyasi fenomenler. Ve hatta bazen seçimleri bile kaybediyorlar, çünkü diktatörlük kurabilecek koşullara sahip değiller.
Güney Kore örneğine bakalım. Bu sözde ABD yanlısı burjuva demokrasisinde, başkan –Güney Kore’nin Milei’si diyebiliriz – geçen yıl nisan ayında yapılan yasama seçimlerini kaybetti ve parlamentoda azınlıkta kaldı. İstediği yasaları geçiremeyince Milei gibi kararname çıkarmaya başladı, toplumsal cinsiyet eşitliğine karşı konuşmalar yaptı ve 1980’lerde ülkeyi yöneten askerleri övmeye başladı. Kasım ayında ise sıkıyönetim ilan ederek parlamentoyu, tüm özgürlükleri, protesto hakkını askıya aldı. Ancak bu sıkıyönetim sadece birkaç saat sürdü. Seul’de halk sokağa dökülünce, sabaha karşı saat 4’te geri adım atmak zorunda kaldı. Görevinden istifa etti, ülke çapında grevler ve protestolar başladı. Üstelik Güney Kore, 60 yılı aşkın süredir 60-70 bin ABD askerinin kalıcı olarak konuşlandığı bir ülke olmasına rağmen bu mobilizasyonları engelleyemediler. Şimdi bu eski başkan yargılanıyor ve savcılar iki ceza üzerinde düşünüyor: müebbet hapis veya ölüm cezası. Şu anda ise parlamentodan çıkan geçici bir merkez sol hükümet var. Yani şu anda faşizm ilerlemiyor ve eğer harekete geçersek ilerlemeyecek. Mücadele edersek, geçit vermeyeceğiz!
“Faşizmle tartışılmaz, seferberlikle ezilir” sloganı hala geçerli
Aşırı sağı, kitlesel seferberlikle yenmek gerekir. Henüz ne ABD’de Trump ile ne de Arjantin’de Milei ile faşist rejimler iktidara gelebildi. Ancak bu duruma karşı rehavete kapılamayız. Bu yüzden 2024’ün başındaki genel grevler çok önemliydi, sonrasında CGT uzlaşma yoluna gitti. Aynı şekilde üniversite yürüyüşü de büyük bir anlam taşıyordu. İşte Milei’yi yenmenin yolu budur. Seçimlerle değil. Seçimlere gideceğiz ve Sosyalist Sol’un ve Sol Cephe-Birlik’in (FIT-U) siyasi bir alternatif olarak güçlendiğini göreceğiz. Ancak gerçekten faşist ve karşıdevrimci bir girişimi engellemek için mücadeleyi ve en geniş eylem birliğini yükseltmek zorundayız. Tıpkı 2020’de George Floyd’un katledilmesine karşı yapılan kitlesel eylemlerin, sonunda Trump’ın seçimleri kaybetmesine yol açtığı gibi. İşte ABD halkının ve gençliğinin izlemesi, dünya genelinde de izlenmesi gereken yol budur.
Diğer bir örnek ise Filistin halkının Trump’a ve onun Gazze’den Filistinlileri sürme tehditlerine verdiği yanıttır. Filistin halkı buna net bir karşılık verdi. Trump, “İnsanlar bu enkazın içinde yaşayamaz, biz bir yeniden inşa planı sunuyoruz, herkes Ürdün’e ve Mısır’a gitmeli” dediğinde, o sırada yüz binlerce Filistinli inanılmaz bir sahne sergileyerek evlerine doğru yürüyordu. Filistin halkının yaptığı şey gerçekten muazzamdı. Kimisi at arabalarıyla, kimisi eski arabalarla, kimisi yürüyerek ya da bisikletle, aileleriyle birlikte battaniyelerini ve yataklarını taşıyarak evlerine döndüler. Bu bir kitlesel seferberlikti, tarihsel direnişlerinin bir parçasıydı. Hepsi aynı şeyi söyledi: “Biz buradan gitmiyoruz”, “Burası bizim evimiz”, “Burası bizim toprağımız”. İşte bu, Trump’a ve Netanyahu ile onun Siyonist faşist hükümetine verilen yanıttır. Şu anda Batı Şeria’da öldürmeye devam ediyor olabilirler, ancak Filistin halkını yenemeyecekler, çünkü bugüne kadar bunu başaramadılar.
Filistin halkı, faşistlerin eninde sonunda yenilebileceğinin en açık örneğidir. Sosyalist Sol ve İUB-DE olarak bizim de çıkardığımız sonuç budur, görevimiz ve rolümüz de budur. Her zaman devrimci sosyalist bir siyasi alternatif inşa etmeye çalışıyoruz, çünkü ABD’de, Arjantin’de ve dünyada var olan bu sosyal ve insani çöküşe karşı nihai çözüm, her ülkede ve dünya genelinde işçi sınıfı ve emekçi halk için demokrasinin olduğu bir sosyalizmdir. Bunun için devrimci sosyalist bir alternatif inşa etmeye devam etmek bir zorunluluktur.