Kapitalizm ciddi bir çoklu kriz içinde ve insanlığı barbarlığa, gezegenimizi ise ölüme sürüklüyor. Cehennemi vaat etmek dışında verebileceği hiçbir şeyi olmayan bu küresel jeopolitik sistem, içinde bulunduğu çoklu kriz ortamında, başat emperyalist güçler eliyle ekonomi politik arenada yeni bir sermaye birikim modeli ve küresel ölçekte yeni bir politik sistem oluşturmaya çalışıyor. Bu yeni dönemin ekonomi politiği içinde temel belirleyici karşıt güçler, emperyalist ülkelerin artan rekabeti ve onun karşısında küresel sınıf mücadelesi olacaktır.
Kapitalizmin gezegenin tüm kılcal damarlarına yayılması son 30 yılda gerçekleşti. Dünyanın küresel ölçekteki ilk depresyonu olan 2008 krizinin üzerinden ise sadece 17 yıl geçti. Bu sürede bile, 30 yıl önce tarihin sonunu ve kapitalizmin ebediliğini ilan edenlerin, gerçekliğin duvarına sertçe çarparak yok oluşunu izledik. Şimdilerde ise neoliberalizmin parçalanışını, tüm değerlerinin bizzat emperyalizm içinde tarihin çöplüğüne gönderilişini izliyoruz. Verili üretim ilişkileriyle üretici güçlerin gelişme dinamiği arasındaki çelişki arttıkça, tarih yok olmak şöyle dursun, kürede daha da hızlı akıyor.
ABD emperyalizminin yeni gerçekleri
Biden dönemi politikaları, kendisinden önce gelen Trump’ın politikalarından yer yer ayrışsa da iki apayrı noktayı temsil etmedi hiçbir zaman. Özellikle ABD’nin Çin ile olan rekabeti arttıkça dünya ticaretini hegemonya altına alma çabası Biden döneminde de şiddetle sürdürüldü. Bunun dışında ABD’yi bir enerji tedarikçisi haline getirmeye amaçlayan bugün kendisini “drill baby drill” sloganında bulan, doğayı fütursuzca tahrip etme politikasını bizzat Biden da uyguladı.
20 Ocak’ta iktidara ikinci kez gelen Trump, Kuzey Atlantik’i ilhak için ve dünya kritik deniz ticaret rotalarında tam egemenlik için harekete geçeceğini net bir şekilde belirtti. Bu amaçla en büyük rakibi Çin’e şiddetli yaptırım ve yüksek gümrük politikası uygularken, kendisini desteklemeyenlere de gümrük vergisi silahını bir tehdit olarak masaya koymaktan çekinmedi.
Trump önce Kanada’ya %25 gümrük vergisi getirme kararı aldı. Sonra belirli koşullar altında bu kararı 30 gün erteledi. İki ülkenin ekonomileri fazlasıyla entegre. ABD, Kanada karşısında sürekli dış ticaret açığı veriyor (2024’te 40.7 milyar dolar). Özellikle ABD’nin kuzey eyaletleri Kanada mallarının en çok satıldığı bölge. Kanada ise ABD için mamul mal üreten bir fabrika gibi çalışıyor. Fakat gümrük restine karşı Kanada da %25’lik gümrük vergisi kararı alınca bu önlemler, kuzey eyaletlerde hızlı bir enflasyon artışı meydana getirebilirdi. Şimdilik karşılıklı vergiler “ertelendi”. İki ülkenin de ekonomik bağlılığı içinde bulundukları ekonomik krizin benzer dinamiklerde olmasına yol açıyor.
Kuzey Amerika’da (Kanada ve ABD), pandemi sonrası enflasyon oranlarındaki hızlı artışa rağmen ortalama reel ücret artışı neredeyse yaşanmadı. Aşağıdaki grafik iki ülkenin de enflasyon oranını göstermektedir. Buna karşın saatlik ücretlerdeki değişim çok azdır.

Nominal olarak ücretler artsa da reelde ücretler artmıyor. Kanada’da 2022, 2023, 2024 reel ücret artışları sırasıyla -1.8%, -0.4% ve 0.2% olarak gerçekleşti. Aynı oranlar ABD için ise şöyle: -2.5%, 0.5%, 0.3%.
ABD’nin gayri safi yurtiçi hasılası (GSYH) 27 trilyon dolara yakınken Kanada’da GSYH 3 trilyon dolar düzeyinde. Trump’ın Kanada’yı “51. Eyalet” olarak istemesinin iktisadi ve jeopolitik sebepleri var. Kanada’ya uygulanacak olan %25’lik gümrük vergisi ABD için gerçek bir yaptırımdan çok sopa göstermekten ibaret.
Meksika ve Kanada için %25 gümrük vergilerini 30 gün belirli şartlar ile ertelemesi bunu gösteriyor.

Trump ABD bankalarının Kanada pazarına girmesini istiyor. Kanada finans kapitali ise buna ilk tepki olarak “yerli malı” olgusunu hatırladı. Ve karşı gümrük vergileri uygulayacağını belirtti. Kanada Bankacılar Birliğine göre ABD merkezli kuruluşların Kanada’daki aktif büyüklüğü 133 milyar dolar düzeyinde. Yani Kanada GSYH’sinin %4.43’ü fakat bu Trump ve ABD emperyalizminin çıkarları için belli ki yeterli bir düzey değil.
Kanada’nın liberal eyalet başkanları birdenbire ABD tarafından sırtlarından bıçaklandıklarını belirterek iç eyaletlerdeki ticaret engellerini kaldırma kararı aldılar. ABD ile olan ticaretin azaltılıp bunun yerine iç pazarı genişleterek iç ticaret hacmini artırmayı kararlaştırdılar. Bunun için Kanada’da yıllardır sürdürülmekte olan “yeşil politikalar” terk edilmek zorunda. Kanada finans kapitali ABD karşısında direnişi seçerse ABD’leşmek zorundadır. “Make Canada Great” ve “Canada Not for Sale”[1] şapkaları şimdiden takılmaya başlandı.
Kanada Başbakanı Justin Trudeau’nun istifası sonrası yapılacak seçimlerde iktidara geleceği neredeyse kesin olan Muhafazakâr Parti genel başkanı Pierre Poilievre, Kanada’nın ABD’nin 51. eyaleti olması önerisini şiddetle reddediyor. Ancak “woke kültürü” olarak adlandırdığı “aşırı sol” eğilimlere karşı çıkıyor ve iktidardaki Liberal Parti’yi “ütopik solculukla” suçluyor. Pierre Poilievre yüksek ihtimalle, kendi “drill baby drill” politikasıyla, devasa büyüklükte olan Kanada’yı iç sömürgeleştirme politikası izleyecek. Güvenlik konularında ABD ile anlaşma ihtimali olsa da Arktik[2] bölgede bulunan deniz rotaları, yer altı kaynakları ve madenler için ABD ile sürekli bir gerilim siyaseti izleyebilir.
Trump Kanada’yı yer altı kaynakları ve ABD için her geçen gün kendini Batı eyaletlerinde gösteren su sorununu çözebilmek için de istiyor. Ayrıca Arktik bölge ve çevresi (Grönland dahil) kıtalar arası balistik füzeler için konum avantajı sağlaması açısından jeopolitik öneme de sahip. Trump’ın ikinci kez seçilmesi sonrası uygulamaya koyduğu bu politikalar, ABD başta olmak üzere dünya emperyalist kapitalizminin krizinin bir nedeni değil bizzat krizin sonucu olarak varlık gösteren politikalardır.
Dünya ekonomik pastası büyümediği gibi bu pastanın paylaşımı üzerine rekabet artıyor. Bu sadece bir ekonomik rekabet değil aynı zamanda jeopolitik rekabettir. Küresel ölçekte askeri harcamaların artışı bunun en bariz örneği. Krizin bir noktada gümrük vergileri ve yaptırımların ötesine geçerek belirli bölgelerde (Güney Pasifik ve Arktik çevresinde) sıcak çatışmalara evrilmesi büyük olasılık.
Çin: Batı emperyalizminin en büyük kâbusu
Çin ile ABD arasında ekonomik, teknolojik ve askeri alanlarda rekabet üst düzeye ulaştı. Çin’in yüksek teknoloji alanında ilerlemesi askeri stratejik rekabetin artmasını da beraberinde getiriyor. Bunlar neticesinde Çin, dünyanın en büyük ikinci ekonomisi haline geldi. Fakat ABD sadece Çin karşısında değil diğer tüm emperyalist ülkeler karşısında dünyanın en büyük ekonomisi, küresel finans merkezi ve askeri güç olma konumunu korumaya devam etmektedir. Zaten bu durum ancak bir emperyalist savaş durumunda değişebilir. Şimdilik iki ülke arasındaki gerilim kendini gümrük vergileri, ambargolar, fentanil ihracatı, şirket yasakları ve çip savaşları gibi alanlarda gösteriyor.
Biden, Trump’ın Çin politikalarını katlayarak devam ettirdi. 2022’de ABD çip yasası Biden döneminde yürürlüğe girdi. Bu yasaya göre, bir çipin üretiminde ABD’nin küçücük bir payı bile varsa, onun Çin’e ihracatı ABD iznine bağlanıyor. Bu durum, Çin’in kendi çip teknolojisini geliştirmesine itici güç oldu. Yüksek seviyeli çipler üretebilen makinelerin üretimini sağlayan Hollanda merkezli ASML şirketine, ABD tarafından baskı uygulanarak Çin’e teknoloji transferi konusunda kısıtlama getirildi. Benzer şekilde, bu kısıtlamalar Tayvan merkezli çip üreticisi TSMC üzerinde de baskı oluşturdu. Dolayısıyla ABD, bir çip fabrikasına dönüşmeyi hedefliyor. Çin’in yıllardır itinayla sürdürdüğü yüksek teknolojik üretim atılımının bir benzerini kendi içinde uygulamak istiyor. Küresel emperyalist hegemonyasını sürdürebilmesi ve Çin’in bu alanda kendisini yakalamasını önleyebilmesi için buna ihtiyacı var.
Öte yandan, Çin merkezli yapay zekâ şirketi Deepseek’in AI (yapay zeka) teknolojilerine yeni bir boyut katması, Trump’ın başkanlık koltuğuna oturduğu hafta, OpenAI için 500 milyar dolarlık yatırıma izin verilmesinin konuşulduğu dönemde gerçekleşti. Deepseek, sadece doğru zamanda ortaya çıkmakla kalmadı; Trump yemin ederken arkalarında dizilen bilişim oligarşisinin 1 trilyon dolara yakın değer kaybı yaşamasına da neden oldu. Çin’in dünya ticaret alanlarında stratejik hamleler yapması ABD’yi de hamle yapmaya zorluyor. Dünyadaki en önemli ticaret rotalarında Çin var. Hong Kong merkezli CK Hutchison Holdings şirketi, Panama Kanalı’nın her iki ucundaki limanları işletme haklarına sahip. Hayfa Limanı’nı Çin işletiyor. İstanbul Ambarlı Limanı’nın ise doğrudan %65’inin sahibi. Aden Körfezini kontrol eden Cibuti’de Çin askeri üssü var. Hürmüz boğazını kontrol eden Birleşik Arap Emirlikleri’nin Halife Limanı’nda askeri tesisler kurmak için anlaşmaya çalışıyor. Sermaye ihracını her koldan gerçekleştirmeye çalışan Çin, Tayland körfezini ve kendi dış ticareti için çok önemli olan Güneydoğu Asya’daki Malaka Boğazı’nı kontrol edecek bir biçimde kurulmuş bir gizli askeri üssü son günlerde ABD tarafından deşifre edildi. Tüm bu limanlar 50 ülkeyi ve 105 limanı kapsıyor. Ayrıca, denizaşırı bir üssü olmayan Çin, gerektiğinde bu limanları teknik olarak askeri bir deniz üssüne dönüştürebilecek şekilde işletiyor. ABD için kâbus gibi bir senaryo.

Grafik 3, 2008 depresyonu öncesinde Çin’in toplam ihracatının net bir şekilde ABD’nin gerisinde olduğunu açıkça gösteriyor. İki ülkede de 2008 küresel depresyonu ve 2020 pandemisi dışında sürekli ihracat artışı mevcut. 2008-2020 arasında ihracat ortalamaları eşit düzeyde seyretti. 2020’den sonra Çin’in aylık dalgalanmaları zikzaklı da olsa ABD’yi total ihracat kaleminde net bir şekilde geçtiğini gösteriyor.
Grafik 4 ise, ABD’nin sürekli dış ticaret açığı verirken, Çin’in dış ticaret fazlası verdiğini göstermektedir. Şu anda, ABD’nin ham petrol üretimi günlük 13.5 milyon varil ile Çin’in 4 milyon varillik üretiminin 3.4 katı seviyesindedir. Yani, ABD net enerji ihracatçısı bir ülke haline gelmesine rağmen, bu cari açık devam etmektedir. Çin ise, enerjide dünyanın en büyük ithalatçısı konumundadır. Mamul mallar düzeyinde ise bu fark, Çin lehine çok daha büyüktür. İşte, gümrük savaşlarının asıl nedeni budur.

Fakat ABD’yi Çin özelinde ilgilendiren önemli bir başka ticari konu ise nadir toprak elementleri meselesidir. Toplamda 17 metalik elementten meydana gelen bu elementler, cep telefonları, sabit diskler, monitörler, elektrikli ve hibrit otomobiller de dahil olmak üzere neredeyse 200’den fazla teknolojik cihazın üretiminde kullanılıyor.
Örneğin ABD F-35 savaş jetlerinin her biri, gelişmiş hedefleme sistemlerinin kullanımı için yaklaşık 400 kilogram itriyum, terbiyum ve diğer nadir toprak elementlerini içeriyor. ABD Jeoloji Araştırmaları Kurumu’na göre Çin, 44 milyon tonluk rezerviyle nadir toprak elementlerinin dünyadaki en büyük üreticisi konumunda. Toplam üretimin %70’i Çin’de gerçekleşiyor. Çin’in nadir toprak elementleri ihracatı 2024 yılında %6 artarak 55 bin tona çıktı. Nadir elementlerin dünya üzerinde en çok bulunduğu bölgelerden biri de Grönland.
Arktik bölgeye sadece ABD’nin ilgisi artmış değil. Şi Cinping, 2014’te Çin’in “büyük kutup gücü” olmaya çalıştığını açıkça söyledi. 2018’de ise kuzey kutbu politikası olan “Arktik Politikasını” dünyaya duyurdu.
Çin’in Arktik politikasını destekleyen en büyük ülke ise Rusya. Çin sermayesi Rus şirketler ile çeşitli anlaşmalar sayesinde Arktik bölgeye taşınıyor. Rus sıvılaştırılmış doğalgaz üreticisi Novatek, Çin Kalkınma Bankası ve Çin İhracat-İthalat Bankası ile milyarlarca dolarlık kredi anlaşmaları imzalıyor. Çin’in burada Rusya’ya olan sermaye ihracı, ambargo altındaki Rusya için büyük önem taşıdığı gibi Çin sermayesinin kutuplara taşımasında büyük rol oynamaktadır.
Uydu verileri, Arktik’te bulunan buzulların onar yıllık sürelerde ortalama %2.7 oranında azaldığını ve son otuz yıllık dönemde %10 düzeyinde azaldığını ortaya koymakta. Çin’in kuzey bölgesini güvence altına alması, ABD tarafından çevrelendiği şu dönemde stratejik açıdan önemlidir. Azalan buzulların oluşturacağı ticaret rotalarının egemenliği de ABD ve Çin için önemli bir rekabet alanı. ABD’nin Grönland gibi devasa boş bir araziyi ilhak etmek istemesinin altında bu nedenlerle ciddi jeopolitik riskler yatıyor.
Kıtasal ölçekte gerileyen Avrupa
Birbirinden farklı emperyalist çıkarlara sahip olan ve iki kez paylaşım savaşına girerek bu savaşlardan çok daha güçsüz çıkan Fransa ve Almanya öncülüğünde kurulan Avrupa Birliği (AB), aslında bu emperyalist ülkeler lehine uygun bir ortak pazar alanı sağlayan bir entegrasyon projesidir. Ancak bu emperyalist proje, dünya kapitalizminin krizi sonucunda parçalanma dinamikleri göstermektedir.
Bu entegrasyon, serbest ticaret bölgesi, gümrük birliği, ortak pazar, ekonomik ve parasal birlik ve tam ekonomik entegrasyon gibi sıralı aşamalardan geçerek kıtasal ölçekte farklı ulus devletleri altında tek bir iktisadi alan yarattı. Birlik, nihai hedefi olan tam siyasal birliğe, ulus devlet ve kapitalizm arasındaki çelişkinin yanında emperyalist sermayeler arasındaki rekabetin de aşılamayacak olmasından ötürü ulaşamayacaktır. Dolayısıyla kapitalizm altında AB asla ABD’leşemeyecektir. Avrupa Birleşik Devletleri sadece kapitalizmin ve Avrupa burjuvazisinin ilgasıyla mümkündür. İşte AB emperyalizminin ABD ve Çin gibi devler karşısında rekabette geri kalmasının altında bu çelişki yatıyor.

Grafik 5, ABD ve AB’nin pandemi ve sonrasındaki büyüme oranlarını karşılaştırmalı olarak gösteriyor. Pandemi yılı olan 2020’de ABD’ye göre AB’nin çok daha fazla küçüldüğü görülüyor. Sonraki iki yılda toparlansa da son iki yılda ABD’ye göre sıfıra yakın bir büyüme göstermiş gözüküyor. Bu şüphesiz AB özelinde, başka faktörlerin yanı sıra öncelikle Almanya’nın enerji krizinin derinleşmesinin bir etkisi.
2022’de Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması NATO’nun Avrupa’da hızlıca büyümesini beraberinde getirdi. Fakat ekonomik olarak Avrupa’yı başta Almanya olmak üzerine bir enerji krizine soktu.

Grafik 6, Rusya-Ukrayna savaşı sonrası Almanya (bordo) ve Fransa’nın (lacivert) ekonomik büyümelerini çeyreklik (3 aylık) bazda karşılaştırıyor. Bir nükleer güç olan Fransa’nın büyümesi düşse de küçülmenin olmadığı görülüyor. Fakat aynı şeyi Almanya için söyleyemeyiz. Savaş başladıktan sonra büyümesi hızlıca duran Almanya’nın son iki yıldır üst üste küçüldüğü görülüyor. Bu enerji krizi, Almanya’nın dünya pazarında elektrikli arabalar, yapay zekâ gibi alanlarda Çin ve ABD ile rekabette zorlanmasının nedenlerinden biri olarak karşımıza çıkıyor.
2022’de Fransa hükümeti bir yandan hanelere enerji tasarrufu çağrısı yaptı, diğer yandan nükleer santral sayısını artırma çabasına girdi. 2024 yılında geldiğimizde Fransa’nın toplam elektrik üretiminde nükleer enerjinin payı %67 iken doğalgazın payı ise %3.2 oldu. Günümüzde Almanya’nın toplam elektrik üretiminde nükleer enerjinin payı sıfır iken doğal gazın payı %14 civarında. Rüzgar ve güneş enerji santrallerinin artışıyla bu oran yıllar içinde azalmakta.

Fransa (lacivert) ve Almanya’nın (bordo) enerji politikalarındaki bu ayrım, Rusya karşısındaki konumlarını da farklılaştırıyor. Almanya’nın doğalgaz ithalatında, Rusya’nın Ukrayna hamlelerinin etkili olduğu görülüyor. Rusya hükümeti tarafından desteklenen ve eski Almanya Şansölyesi Gerhard Schröder başbakanlığındaki Almanya hükümeti tarafından uzlaşmaya varılan Kuzey Akım 1 ve 2 projelerinin 2012 sonrası hayata geçmesiyle, Almanya’nın doğalgaz ithalatında ciddi bir artış yaşandığı görülüyor. 2022 Ukrayna Savaşı ile birlikte ise Almanya’nın doğalgaz ithalatının ciddi oranda azaldığı gözlemleniyor. Bu nedenle, son yıllarda Almanya’nın LNG (sıvılaştırılmış doğal gaz) ithalatında (özellikle ABD’den) artış yaşanıyor. Fransa’nın ise bu değişimlerden pek etkilenmediği görülüyor.
Almanya’nın enerjide Rusya’ya olan bağımlılığındaki artışın Schröder başbakanlığındaki politikalar olduğu çok açık. İktidarında kuzey akım projelerine, bağlantıda olduğu birçok Alman enerji şirketini de ortak etti. Ayrıca projenin borularını Siemens şirketi üretiyor. Tüm bu enerji anlaşmaları karşılığında Schröder, Angela Merkel’in iktidara gelmesiyle Gazprom’un yönetim kuruluna seçildi. Ayrıca Rusya merkezli bir petrol ve doğalgaz şirketi olan Rosnef’te Denetleme Kurulu Başkanlığı gibi görevlerde bulundu. Tüm bu bağımlılık politikası, Almanya’da Sosyal Demokratlar ve Yeşiller Partisi koalisyonları döneminde gerçekleştiği için, CDU ya da AFD gibi daha sağ partilerin bu partilerden taban kazandığı söylenebilir.
Trump’ın aksine kıta Avrupası’nın başat güçleri Fransa ve Almanya, Rus yayılmacılığına karşı teyakkuzda. NATO son yıllarda genişlese de AB ile birlikte dağılma dinamikleri artıyor. Özellikle Almanya ve Fransa’da yapılacak seçimlerle kurulacak yeni hükümetlerde aşırı sağ eğilimin güçlenmesi dağılma dinamiklerini artıracaktır.
Bu hafta İspanya’da Vox öncülüğünde Trump’a destek için Avrupa aşırı sağ liderler buluşmasında gördüğümüz üzere ya da Elon Musk’ın Almanya’da AfD’nin toplantısına katılmasına bakarak bile bir sağ uluslararası hareket inşa edildiğini söyleyebiliriz. Trump iktidarı tüm dünyada bu akımların fonlanmasını kolaylaştıracaktır. “Kapitalizm önemli bir eşikte” yazımda şunu belirtmiştim: “Emperyalist sermaye, tıkanmayı aşamadıkça büyük bir sermaye yıkımı için dünyanın yeniden paylaşılmasına gün geçtikçe daha teşne haline geliyor. Fakat her iki paylaşım savaşı sonunda inisiyatifi kaybetmesini emperyalist burjuvazi unutmuş değil. Emperyalizmin, bu ihtimali denklem dışı bırakacak yolları aramakta olduğunu söylemek de yanlış olmaz. Bunun için dünya ölçeğinde işçi sınıfının atomizasyonu hedeflenecektir. Özellikle rejimlerin küresel ölçekte Bonapartistleşmesi daha korporatist iktisadi yaklaşımları gündeme getirecektir. Böylece küresel ölçekte küçük burjuva radikalizmi arttıkça emperyalist ülkelerin korporatizme kaydığını görebiliriz.” Yükselen aşırı sağın temellendiği yer tam olarak burası.
Ama bu kitlesel seferberliklerin grevlerin ve mücadelelerin geri çekileceği anlamına gelmek şöyle dursun sarkaç etkisiyle dünya işçi sınıfının kendi önderliğinin inşasının hızlandıracak alt üst oluşlara tanık olabiliriz. Bu aynı zamanda, yeni görevleri önümüze koyacak yeni savaşlar ve devrimler çağına girdiğimizin de bir işareti olarak görülmelidir. ABD’de, Fransa’da, İspanya’da, Afrika ve Güney Asya’da ya da Latin Amerika’da sürdürülen kitlesel mücadeleler bize bir şeyler anlatmalı. İlk döneminde tarihinin en büyük ayaklanmalarından birine sahne olan ABD’de Trump’ı ilk döneminden daha sarsıcı seferberlikler bekliyor.
En büyük tehlike böylesi bir döneme küresel ölçekte güçlü kadrolara ve devrimci bir programa sahip olmayan kitlesel partilerle girmektir. Çünkü olası bir küresel paylaşım savaşını durdurabilecek ve toplumun dönüştürülmesi sağlayabilecek yegâne güç işçi sınıfı olmaya devam etmektedir.
Bu kapsamda son sözü Troçki’ye verelim. Zamanımızda Marksizm makalesinde yazdığı son satırlar günümüz için de geçerli ve kapitalizmin savaşlar ve devrimler çağında da geçerli olmaya devam edecek:
“Dünyanın yeniden bölünmesi için verilen azgın ve ümitsiz mücadele, karşı konulmaz bir biçimde kapitalist sistemin ölümcül krizinden kaynaklanmaktadır. Kısmi reformların ve yamaların hiçbir faydası olmayacaktır. Tarihsel gelişim, sadece kitlelerin doğrudan müdahalesinin gerici engelleri süpürebileceği ve yeni bir rejimin temellerini atabileceği belirleyici basamaklardan birine gelmiş bulunuyor. Üretim araçlarında özel mülkiyetin kaldırılması, önce ulusal son olarak da dünya çapında planlı bir ekonomi için, yani mantığın insan ilişkileri alanına girmesi için ilk ön gerekliliktir. Sosyalist devrim bir kez başladığında ülkeden ülkeye, bugün faşizmin yayıldığından karşılaştırılamayacak kadar daha büyük bir güçle yayılacaktır. İleri ulusların yardımı ve örnek olması ile, geri uluslar da sosyalizmin ana akıntısına çekilecektir. Adamakıllı çürümüş gümrük kapıları yıkılacaktır. Avrupa’yı ve tüm dünyayı ikiye ayıran çelişkiler, Avrupa’da olduğu gibi dünyanın tüm diğer parçalarında da doğal ve barışçıl çözümlerini, Birleşik Sosyalist Devletler çatısı altında bulacaklardır. Özgürleşmiş insanlık, kendi doruklarına çıkacaktır.”
[1] “Kanada’yı büyük yap”, “Kanada Satılık değil”
[2] Diğer adıyla Arktika: Kuzey Kutup Dairesi’nin üstünde kalan bölge