ABD’de yeni bir dönem: Sonuçlar, olasılıklar ve işçi sınıfının görevleri

Dünya küçük burjuva kamuoyu ve medyası şaşkınlık içinde. Onlar, ABD seçimlerini Donald Trump ile onun temsil ettiği gerici programın nasıl kazandığının sözde “sırrını”, liberallerin klişeleşmiş mazeretlerinde arıyorlar. Şimdi artık “popülizmin” yükselişi, “beyaz yoksulların” sağ siyasete olan “doğal” yatkınlığı, Trump’ın “karizması”, Kamala Harris’in yanlış “seçim taktikleri”, Rusya’nın seçimlere nasıl “müdahale” ettiği üzerine makaleler kaleme almanın zamanı.

Ancak bu klişeler Demokratların yenilgisini açıklayamaz. Anket şirketlerinin tamamına yakını hata payının üzerinde yanıldı ve Trump %3’ün üzerinde bir farkla kazandı. Trump genç erkeklerin çoğunluğunun oyunu aldı. İlk kez oy verenler arasında Trump, Harris’e %9’luk bir fark attı (2020’de Trump, aynı sosyolojik grupta Biden’a %30’luk bir farkla kaybetmişti). Trump Pensilvanya’da Hispaniklerin, Michigan’da gençlerin ve Kuzey Carolina’da Hispanik erkeklerin çoğunluğunun oyunu aldı. Wisconsin’de siyahlardan aldığı oyu iki katına katladı. Demokratların kalesi olan New York’ta 2020’de %25 olan fark, bu seçimlerde %15 dolaylarına indi (1988’den beri bu şehirde Demokratlarla Cumhuriyetçiler arasında oluşan en düşük fark). 

Cumhuriyetçiler Batı Virginia, Montana, Ohio, Pensilvanya, Nevada gibi kritik eyaletleri kazanarak Senato’da mutlak bir kontrol elde ettiler. Temsilciler Meclisi de, küçük bir farkla da olsa, Cumhuriyetçilerin elinde.

Anlaşılan o ki, Demokrat Parti’nin emperyalist saldırganlık, emek haklarına saldırı, ekolojik yıkım, soykırım ortaklığı, ikiyüzlü liberal kimlikçilik politikaları Trump’ın temsil ettiği gericiliğin zaferinin bütün şartlarını hazırlamış. Trump, zaferinden tek başına sorumlu değil: Bu zafer, aynı zamanda, liberal reformizmin, faşizmin güçlenmesine elverişli bir toplumsal enkazı nasıl yarattığının da bir ifadesi.

Dünyanın en antidemokratik “burjuva demokrasisi”

580.000 nüfusa sahip Wyoming ile 39.5 milyon nüfusa sahip California, ABD Senatosu’nda eşit temsile sahipler. Özetle bir Wyominglinin oyu, 68 Californialının oyuna denk geliyor. Bu aritmetik, oldukça yalın bir şekilde şu politik gerçekliğe işaret etmektedir: Amerikan “burjuva demokrasisinde”, “bir kişi bir oy” ilkesi bile geçerli değildir.

ABD seçim sistemi, şehirlerin ve sanayi merkezlerinin temsiliyetini aşırı bir şekilde düşük düzeylerde tutarken, kırsal alanların temsilini, gerçekte olduğundan birkaç kat daha fazla göstermekte. Bu antidemokratik yöntemin başlıca nedeni ise şehirli emekçilerin ve sanayi işçi sınıfının siyasal yönelimlerinin oy sandığına mümkün olduğunca az yansımasını sağlamak. 

Washington merkezli Cook Political Report’a göre bu seçimlerde 435 koltuğa sahip olan Temsilciler Meclisi’nin yalnızca 43 koltuğu seçimler aracılığıyla partiler arası bir değişim yaşayabilirdi çünkü seçim sistemi, diğer koltukların el değiştirmesini mümkün kılmıyordu. 2016 seçimlerinde Demokrat Parti 51 milyon oyla Senato’da 12 koltuk kazanırken, Cumhuriyetçi Parti 41 milyon oyla 22 koltuk kazanmıştı.

ABD finans aristokrasisi, ekonomik kaynaklar ve üretim ilişkileri üzerinde kurduğu diktatoryal rejimin bir benzerini, politik sistem üzerinde de kurmuş vaziyette. Bu seçimlerde 150 dolar milyarderi, seçimler için toplamda 2 milyar dolarlık bir “bağışta” bulundu. Benzer şekilde, çeşitli sermaye gruplarının lobicilik faaliyetlerinin tutarının da 1 milyar dolara yaklaştığı görülüyor. Bu, ABD tarihinde bugüne dek kapitalist sınıfların seçimler için harcadıkları en yüksek tutarı temsil ediyor.

Filistin’in muzaffer intikamı

Kamala Harris önderliğindeki Demokratların seçimleri kaybetmesiyle ve Almanya’daki liberal-sosyal demokrat koalisyonun parçalanmasıyla birlikte, artık şunu söylemek mümkün: 7 Ekim 2023’teki El Aksa Tufanı’ndan bu yana, Gazze Soykırımı’nın askerî ve ekonomik anlamda doğrudan doğruya ortağı olan hiçbir burjuva hükümet veya parti, girdiği seçimler ile sınavlardan başarıyla çıkamadı. Türkiye’de Erdoğan, İngiltere’de Muhafazakar Parti, Fransa’da Macron ve ABD’de Demokratlar girdikleri seçimlerden hezimetlerle ayrıldılar. Almanya’daki soykırım ortağı, Siyonist Scholz’un hükümeti çöktü. Bütün bu seçimlerde Filistin’in özgürlük mücadelesi ve İsrail’in Gazze Soykırımı’nın ortağı olma konusu, partiler arasındaki güncel seçim tartışmalarından birisiydi.

Michigan’ın Arap-Müslüman nüfus yoğunluklu olan Güney Dearborn bölgesinde Biden, 2020 seçimlerinde rakibine %88 oranında bir fark atarak, ezici bir zafere imza atmıştı. Bu seçimlerde Harris bu bölgeyi Trump’a kaybetti. Harris’in, İsrail’e silah göndermeyi sürdürmeyi savunan çizgisine verilen en etkili yanıtlardan birisi, Demokrat Parti açısından bir skandal anlamını taşıyan bu hezimetti.

İşçi sınıfı Demokrat Parti’yi terk etti

Biden ile Trump’ın yarıştığı 2020 başkanlık seçimlerinde, yılda 30.000 doların altında kazananların %54’ü Biden’a ve %46’sı da Trump’a oy vermişti. Yılda 30.000 dolar ile 50.000 dolar arasında kazananların %56’sı Biden’a ve %43’ü Trump’a, yılda 50.000 dolar ile 100.000 dolar arasında kazanların ise %57’si Biden’a ve %42’si de Trump’a oy vermişti. Demokrat Parti aygıtının kontrolünde olan sendikal bürokrasilerin de etkisiyle, 2020 seçimleri sırasında işçi sınıfında Biden lehine hatalı demokratik ve ekonomik beklentiler oluşmuştu.

Harris ile Trump’ın yarıştığı 2024 başkanlık seçimlerinde ise bu tablo tersine döndü. Yılda 30.000 dolar ile 50.000 dolar arasında kazananların %53’ü Trump’a ve %45’i Harris’e oy verirken, yılda 50.000 dolar ile 100.000 dolar arasında kazanların %51’i Trump’ı ve %46’sı da Harris’i tercih etti. Demokrat Parti’nin oyları, yılda 30.000 doların altında kazananların arasında %4 oranında geriledi. Yılda 100.000 doların üzerinde kazananlar arasında ise Demokrat Parti’nin oy oranının %10 düzeyinde arttığı gözüküyor.

Biden’ın emekçi sınıflara yönelik korkunç ekonomik saldırı politikası, Demokrat Parti’nin işçi sınıfı semtlerinde ve sanayi merkezlerinde oy oranlarının çökmesini beraberinde getirdi. Fall River, Massachusetts 1924’ten beri Demokratların kazandığı bir bölgeydi; bu seçimlerde, Trump bu işçi sınıfı bölgesini %3’lük bir farkla kazandı. Başka bir sanayi merkezi olan Hidalgo County, Texas’da 2020 senesinde Biden %17’lik bir farkla kazanmıştı. Bu seçimlerde Trump bu bölgede, rakibine %16’lık bir fark attı. San Joaquin County, California’da Trump %2’lik bir farkla ve Mahoning County, Ohio’da ise %11’lik bir farkla kazandı (bu iki bölgede de, işçi sınıfı yoğun bir şekilde yaşamaktadır).

2020 yılındaki seçimler sırasında anketler, ülkenin %16’sının “şiddetli ekonomik geçim sıkıntısı” yaşamakta olduğunu ve %39’unun da “orta düzeyli bir ekonomik geçim sıkıntısı” yaşamakta olduğunu göstermekteydi. Biden, sırasıyla bu grupların %69’unun ve %59’unun oylarını almıştı. Bu seçimlerde ise “şiddetli ekonomik geçim sıkıntısı” yaşadığını söyleyenler %22’ye ve “orta düzeyli bir ekonomik geçim sıkıntısı” yaşamakta olduğunu söyleyenler ise %53’e yükseldi. Trump ise sırasıyla bu gruplardan %74 ve %51 oranında oy aldı.

Demokrat Parti’nin yenilgisinin nedenleri: Grev yasakları, soykırım suçu, Wall Street gardiyanlığı

Demokrat Parti, utanç verici yenilgisinin ardında yatan toplumsal koşulları kendisi yarattı.

2022’nin Aralık ayında Biden önderliğindeki Beyaz Saray, 115.000 işçiyi kapsayan demiryolu grevini yasakladı. Biden, sendikaların, ücretli izin günleri içermediği için reddettiği bir toplu iş sözleşmesinin işçilere zorla dayatılmasını organize etti.

Biden yönetimi altında emeğin milli gelirden aldığı pay, ABD tarihindeki en düşük oranına geriledi. 2021 yılında, yüksek enflasyon nedeniyle ülke genelinde ücretlere en az %4.7’lik bir zam yapılması gerekirken, bu sürede ücretler %2.4 oranında geriledi. Aynı yıl S and P 500’deki şirketlerin kârları %17.6 oranında ve CEO maaşları da %18.2 oranında yükseldi. General Motors şirketi, 2021 ve 2022 yıllarında, 2019’a oranla daha az araç satmış olmasına rağmen, her iki yılda da kârları %50 oranında yükseldi.

2022 seçim kampanyası sırasında, Trump’ın yasakladığı kürtaj hakkının yeniden yasallaşması için mücadele edeceğini duyuran Biden, federal arazileri kürtaj sağlayıcılarına kiralamayı ve kürtaj karşıtı Comstock Yasası’nı yürürlükten kaldırmayı reddetti. Haziran, 2023’te Biden şu açıklamayı yaptı: “Ben dindar bir Katolik’im. Kürtajı pek sevmiyorum.”

Biden yönetimi altında en temel gıda maddelerinin fiyatı enflasyon nedeniyle yükselmeyi sürdürdü. Patates %65, et %50, bebek maması %45, su %41, tavuk %40, ekmek %40 ve bebek bezi de %38 oranında pahalandı.

Biden döneminde kurumsallaşmış ırkçılık şiddetlenerek devam etti. Bugün beyaz bir ailenin yıllık ortalama kazancı 188.000 dolar iken, siyah bir ailenin yıllık ortalama kazancı 24.000 dolar düzeyinde. Beyazlar ile siyahlar arasındaki gelir dağılımındaki bu uçurum, siyahların köle emeği üzerinden yükselen ABD kapitalizminin ırkçı doğasını keskin bir şekilde gözler önüne seriyor.

ABD kapitalizminin olağan koşulları altında ev sahibi olmak oldukça zor iken, Biden yönetimi altında bu neredeyse imkansız bir hal aldı. 30 yıllık sabit faiz %8’e ulaştı; bu, 2000 yılından bu yana görülen en yüksek oran.

Biden’ın çevre politikaları, Birleşik Devletler boyunca ekolojik yıkımın şiddetlenmesini beraberinde getirdi. Lancet tarafından yayımlanan bir araştırmaya göre, yalnızca 2021’de, 2.5 milyar emek gücü saati, mevsim normalinin üstündeki sıcak nedeniyle kaybedildi. ABD’nin güney batısını kavuran kuraklık derinleşerek devam ediyor. Fırtınalar, seller ve orman yangınları yüzlerce kent yoksulu ve emekçinin ölümüne neden olurken, yüz binlerce emekçinin evlerini ve birikimlerini kaybetmesine neden oldu. Şubat 2023’te East Palestine’de gerçekleşen tren faciası, Biden yönetiminin ekolojik yıkım politikalarının en yüksek ifadesini oluşturdu. Biden’ın maden, inşaat, enerji, biyokimya ve tarım patronlarını destekleyen politikaları olağandışı hava olaylarının artmasında ve bu olayların yıkım gücünün derinleşmesinde etkili oldu.

Trump kazandı mı? ABD’de faşizm mi iktidarda?

2020 seçimlerinde 74.2 milyon oy alan Trump’ın, bu seçimlerde 75 milyon oy aldığını, yani aslında oylarını niteliksel bir düzeyde arttırmadığını görüyoruz. Ancak anlaşılan o ki işçi sınıfı, emekçi sınıflar, siyahlar, kadınlar, gençler ve kent yoksulları Demokrat Parti’nin ülke içindeki liberal talan politikasını ve ülke dışındaki “demokratik soykırımcılık” çizgisini ağır bir şekilde cezalandırmış durumda. Zira 2020 seçimlerinde 81.3 milyon oy alan Demokrat Parti, 10 milyonun üzerinde oy kaybederek, bu seçimlerde 71 milyon oy aldı. Demokrat Parti’nin Trumpçılığa yönelik ikiyüzlü ve işbirlikçi politikası, Trump’ın 2020’de %46.8 olan oy oranını, bu seçimlerde %50.7’ye çıkardı. Özetle Trump kazanmadı, ancak Demokrat Parti’de temsil edilen liberal reformizm ağır bir yenilgi aldı.

Oy verilme sürecinin ardından seçmenlerle yapılan anketler, Trump’a verilen oyların, onun antidemokratik programına, kadın düşmanlığına ve emek sömürüsünü derinleştirmeyi hedefleyen milliyetçi ekonomi politikalarına verilmediğini gösteriyor. Bu anketlere göre seçmenlerin %84’ü sosyal sağlık sigortasının genişletilmesini, %82’si zenginlere servet vergisi getirilmesini, %75’i kira maliyetlerinin artışının durdurulmasını, %70’i yoksullar için sosyal konutların inşa edilmesini, %61’i saatlik asgari ücretin 17 dolara yükseltilmesini, %64’ü bütün tıbbî borçların silinmesini, %59’u üniversitelerde harçların kaldırılmasını ve %57’si de sendikalara üye olma önündeki yasal engellerin kaldırılmasını savunuyor.

Emekçi sınıfların kitlesel bir şekilde desteklediği bu talepler, Trump rejimi altında önemli sosyal ve siyasal mücadelelerin doğacağını müjdeliyor. Trump’ın işçi ve kadın düşmanı, gerici, kapitalist hükümetinin geriletilmesini ancak ve ancak bu taleplerin etrafında kitlesel bir şekilde seferber olacak olan emekçi sınıfların mücadelesi sağlayabilir, Demokrat Parti değil.

Trump’ın ilk iktidar dönemi kitlesel kadın seferberlikleri, militan grevler ve George Floyd Ayaklanması ile sarsılmıştı. Bu toplumsal mücadeleler ezilmedikçe, Trump’ın ABD’de faşist bir rejim inşa etme şansı olamaz. Bu nedenle Trump’ın seçimleri kazanmasıyla ABD’ye artık faşizmin geldiğini söylemek politik olarak hatalıdır zira bunu söyleyenler, aynı zamanda işçi hareketinin, kadın hareketinin ve ırkçılık karşıtı hareketin de yenilmiş olduğunu söylemektedirler. Ancak bu hareketler yenilmiş değiller, aksine, sınıf hareketinin kitlesel grevler örgütlemeyi sürdürmesinde görüldüğü üzere, güçlenmekteler.

Ancak bu bütün olgular, Trump’ın temsil ettiği tehdidi küçümsemek için bir mazeret oluşturamazlar.

Trump rejimine karşı sosyalist bir kitlesel işçi hareketinin inşası için

Trump, güçlü bir emperyalist oligarşinin ve ABD politik elitlerinin temsilcisi olarak hareket ediyor. Seçim yarışı süresince Trump, en varlıklı kapitalist ailelerden yüklü “bağışlar” aldı. Mellon, Uihlein, Adelson, Griffin ve Yass bu oligark ailelerden yalnızca birkaçı. Teknoloji milyarderi Elon Musk, Trump’ın kampanyasına doğrudan dahil oldu. Bir başka oligark olan Jeff Bezos, sahibi olduğu Washington Post gazetesi üzerinden “tarafsızlığını” ilan ettiği sıralarda, 2025 senesinde de şirketine akmakta olan devlet sübvansiyonlarının sürmesi için Trump ile pazarlık halindeydi. Peter Thiel ve Larry Ellison da Trump’ın arkasında hizalanan ultra-zenginler grubuna katıldı.

Önümüzdeki dönemde Amerikan siyasal üstyapısını bir politik gericilik tehlikesi bekliyor. Bu oligarklar, ekonomik ayrıcalıklarına paralel bir şekilde Amerikan toplumunun ve siyasetinin gerici bir temelde yeniden örgütlenmesini savunuyorlar. Bankerlerin, Wall Street aristokrasisinin, enerji ve teknoloji oligarklarının ekonomik çıkarlarının derinleştirilmesi ve bu ekonomik çıkarlara uygun şekilde Amerikan siyasal üstyapısının birtakım despotik mimari değişimlerden geçirilmesi, Trump hükümetinin başlıca hedefi olacak. Trump bu hedefe ulaşmak için işçi sınıfına karşı ölümcül bir savaş açmak durumunda.

Trump bunu halihazırda seçim yarışı sırasında ilan etmişti. Demokrat Parti’deki burjuva kardeşleriyle polemik yaparken, o, şu sözleri sık sık sarf etti: “Rusya ve Çin tehdidinden ziyade, şuna dikkat çekmek istiyorum. Asıl düşman içeridedir: Solcu deliler.” Trump defalarca, ABD emperyalizmi için asıl tehdidin dışarıda değil, içeride olduğuna dikkat çekti. Trump’ın içerideki düşmandan kastı, hiç şüphe yok ki, ABD işçi hareketi, özellikle de politik işçi hareketidir.

ABD emperyalist sınıflarının dünya karşıdevriminin komuta heyeti olduğu gibi, ABD endüstri proletaryasının da dünya devriminin öncüsü ve merkezi olduğunu hatırlamalıyız. Bu bağlamda ABD işçi hareketinin, Trump rejiminin ve oligarşik politik gericiliğin karşısında savunulması yalnızca enternasyonalist değil, aynı zamanda ulusal bir görevdir de. Bu işçi hareketinin bağımsız sendikal koordinasyonlar geliştirmesi ve dahası, iki partili antidemokratik ve aristokratik seçim sisteminden kopuşu öngören bir siyasal hareketi inşa edebilmesi için büyük bir özveri ve özenle çalışmalıyız. Zira ABD işçi hareketinin Trump rejimi karşısında kazanacağı her mevzi, dünyanın çeşitli köşelerinde emekçilerin mücadelesine güç kazandıracaktır.