Lenin, Komünist Enternasyonal’in Dördüncü Kongresi’nde şöyle söylüyordu:
“Çin ve Hindistan’dan getirilen renkli derili işçilerin büyük bir çoğunluğu hâlâ sözleşmeli işçi sistemiyle işe alınmaktadır. Bu olgu, emperyalist ülkelerdeki işçileri hem Amerika’da hem de Avustralya’da, göçe ve beyaz olmayan işçilere karşı kanunlar çıkartılmasını talep etmeye sevk etmektedir. Bu kısıtlayıcı kanunlar, beyaz ve beyaz olmayan işçiler arasındaki işçi hareketinin birliğini bölen ve zayıflatan düşmanlığı derinleştirmektedir. Amerika, Kanada ve Avustralya komünist partileri, göçü engelleyen kanunlara karşı güçlü bir kampanya yürütmeli ve bu ülkelerdeki proleter yığınlara, böyle kanunların ırkçı nefreti körükleyerek sonuçta kendilerine zarar vereceğini anlatmalıdırlar.
Kapitalistler, renkli derili ucuz emek gücünün serbestçe girişini kolaylaştırmak ve bu sayede beyaz işçilerin ücretlerini düşürebilmek için göçü kısıtlayıcı yasaları kaldırmaya hazırlanıyorlar. Kapitalistlerin bu saldırıları yalnızca tek bir yolla boşa çıkartılabilir: Göçmen işçiler, beyaz işçilerin mevcut sendikalarının saflarına katılmalıdırlar. Hep birlikte, beyaz olmayan işçilerin ücretlerinin beyaz işçilerinkiyle aynı düzeye çıkarılması talebi yükseltilmelidir. Komünist partiler tarafından yaratılan böyle bir hareket, kapitalistlerin niyetlerini teşhir edecek ve aynı zamanda renkli derili işçilere uluslararası proletaryanın hiçbir ırksal önyargıya sahip olmadığını canlı ve açık bir biçimde gösterecektir.”
30 Haziran günü Kayseri’de gerçekleştirilen göçmen düşmanı saldırılar, Kuzey Suriye’de Türkiye’nin işgal ettiği bölgelerde Erdoğan’ın son günlerde vermiş olduğu “Esad rejimi ile normalleşme” sinyallerinin ardından başlayan gösteriler ve saldırılardan sonra Türkiye’nin birçok şehrinde göçmenlere karşı pogrom girişimlerine dönüştü. Antalya’da ırkçı bir çetenin saldırısıyla 17 yaşındaki Suriyeli çocuk işçi Ahmed Hamdan El Naif katledildi.
Saldırıların üzerine Türkiye solunun belli bir yekûnu bizce oldukça sorunlu açıklamalarda bulundu. Mültecilerle ilgili devrimci bir tutum yerine uyarlanmacı ve olması gerekenin aksine ulusal bir bakış açısıyla yapılmış bu açıklamalar, devrimci sosyalist bir tutumdan oldukça uzakta. Bu yazıda bu tutumlara kısaca değinip bizim önerdiğimiz enternasyonalist ve işçi sınıfından yana tutumu açıklayacağız.
Solun göçmen sınavı
Türkiye Komünist Partisi (TKP) Genel Sekreteri Kemal Okuyan, partilerinin yayın organlarında yaptığı bir söyleşide görüşlerini ve partisinin tutumunu kamuoyuna açıkladı. Saldırıların başlangıcını Erdoğan’ın normalleşme sinyallerine bağlayan Okuyan, “Erdoğan’ın Esad ile görüşmesi kötü mü olur?” sorusuna “Erdoğan’ın Esad ile görüşmesi her durumda iyi bir şeydir.” cevabını veriyor. 2011’de Suriye’deki ayaklanmaya “kökü dışarıda” gibi bir gerekçeyle karşıt bir tutum takınmış olan Okuyan ve partisi, Esad ve hükümetini hâlâ Suriye halkının meşru temsilcisi olarak görüyor ve devletlerin onunla normalleşmesini olumlu buluyor. Biz de kendilerine soralım o zaman: Suriyeli emekçiler sizden kendi diktatörünüz Erdoğan ile normalleşmenizi istese onlara ne derdiniz?
Suriye halkıysa 2011’den beri Esad rejiminin soykırımcı saldırılarına maruz kalıyor ve bu yüzden milyonlarcası başta Türkiye olmak üzere birçok ülkeye iltica etmek zorunda kaldı. Mülteci sorununda Esad ve kanlı rejiminin rolünü görmeyen bu onaylayıcı tutum, sözde bir antiemperyalizm ile Esad’ın Suriyeli emekçilerin kanına bulanmış bu rejimini aklamaya çalışmakta. Oysaki herhangi bir Suriyeli emekçiye neden burada olduklarını sorsalar duyacakları ilk cevap Esad mezalimi olacaktır; sonrasında ise ayaklanmayı söndürmek isteyen emperyalist kampların ve işbirlikçi ülkelerin müdahalesi. Okuyan, sadece Esad rejimine olan desteklerini sürdürmekle kalmıyor; “Göçmen sorununa ilişkin ne diyebilirsiniz? Sadece göçmen düşmanlığına karşı olmak yetiyor mu?” sorusuna “Göçmen meselesinin insani boyutu var ama evet güvenlik boyutu da var. Türkiye’ye Suriye, Afganistan, Libya gibi ülkelerden gelenlerin bir bölümü cihatçı, bir bölümü uyuşturucu ve silah kaçakçılığı yapıyor. AKP’nin anladığını anlamıyoruz biz güvenlikten. Türkiye’de halkın güvenliğinden söz ediyorum. Sonra konunun ekonomik düzlemde birçok boyutu var. TKP, konuyu göçmen romantizmiyle ele almamak konusunda kararlı. ‘Hepimiz kardeşiz’ sözü bir anlam ifade etmiyor. Ancak göçmen sorunundan göçmenlere düşmanlık üretilmesine ve ırkçılığın meşrulaşmasına asla geçit veremeyiz.” diye cevap veriyor. Türkiye’de göçmenlere her gün saldırılar düzenlenmiyor, karın tokluğuna çalıştırılmıyor ve ölümle yüz yüze yaşamıyorlar gibi “göçmen romantizmi”nden bahsetmek tek kelimeyle gerçekliği bükmek ve olmayan bir şeyi varmış gibi göstermeye çalışmakla nitelendirilebilir. Meseleye güvenlik eksenli bakış ise göçmen emekçilere adeta bir kapitalist devlet gözüyle bakmanın sonucudur. Her türlü politik krize burjuva hudutların içerisinde bakan bu uyarlanmacı radikal odak, emekçi sınıfın “vatansız” olduğunu unutuyor, emekçilerin geri bilincinin sözcülüğüne soyunuyor.
Bir diğer açıklama ise Türkiye İşçi Partisi’nden geldi. TİP açıklamasında saldırının kaynağının bir çocuk istismarı iddiasına dayandığını ve bu hassasiyeti anladıklarını ifade ediyor. Dahası, ortaya çıkan şiddet olaylarından kaygı duyduklarını ve sorumlu kişilerin yargılanması gerektiğini söylüyor. Açıklamaya göre, Suriyeli milyonlarca insan Türkiye devletinin Suriye’ye müdahalesi nedeniyle göç etmek zorunda kalmış.
Suriye’deki ayaklanmayı ve gerici Esad rejimini görmeyen bu açıklama, devamında “toplumsal barış”tan söz ediyor. Şunu sormak gerek: Toplumun hangi kesimlerinin barışı? Soyut barış temennilerindense göçmenliği yaratan patronların devleti ile kavgayı, aynı emekçi sınıfının birliğini ifade etmeyen bu yaklaşım, yoksulluktan kıvranan Türkiye emekçilerinin bilincini bir adım dahi ilerletemez.
Bu iki örnekte şunu görüyoruz: Solun belli kesimleri göçmen sorununa, temsilcisi olduklarını iddia ettikleri işçi sınıfının gözüyle bakmıyorlar. Eğer sınıflarının gözüyle baksalardı, kendi sınıf kardeşlerini “yabancı” olarak nitelendiren bir kavram setiyle yaklaşmazlar ve önerdikleri politika da birleşik bir sınıf mücadelesi hattı olurdu.
Göçmenler yabancı değil; sınıf kardeşimiz!
Biz ise yukarıda ele alınanlardan çok farklı bir hattı öneriyoruz. Bütün mülteci emekçilerin sınıf kardeşimiz olduğunu biliyoruz ve patronlara, patronların devletine ve her türlü ulusal önyargı ve şovenizme karşı bir arada mücadeleyi örmek istiyoruz. Bundan dolayı bu hatta “birlik ve mücadele hattı” demek uygun olacaktır. Türk ve Kürt emekçiler nasıl Türkiye işçi sınıfının parçalarıysa, göçmen emekçiler de hiçbir ulusal ayrım gözetmeksizin bu sınıfın parçalarıdır. Dolayısıyla en başta aynı sendikalarda örgütlenmelidirler. Türkiye işçi sınıfının örgütlü ve ileri bilinçli kesimleri ile örgütsüz göçmen emekçiler bir araya getirilmeli, bu birliğin organı ise sendikalar olmalıdır. İşçi sınıfının hanesine bir çizik atmak isteyen herkes bu doğrultuda mücadele etmelidir.
Türkiye’de yaşayan göçmenlerin hayatlarını çekilmez kılan kısıtlamalar da aynı şekilde ortak bir mücadele ekseninde ele alınmalıdır. Suriye’de Esad diktatörlüğü ve emperyalist müdahaleler arasında sıkışarak iltica etmek zorunda kalan milyonlarca Suriyeli, Türkiye devletinin Avrupa Birliği ile imzaladığı Geri Kabul Anlaşması kapsamında Türkiye’den ayrılmaları durumunda Türkiye’ye geri gönderiliyorlar. Kısıtlamalar bununla da kalmıyor, Türkiye içindeki göçmenlere uygulanan seyahat yasağı bunu takip ediyor. Göçmenler kayıtlı oldukları şehrin dışına çıkamıyorlar; çıkarken yakalandıkları zaman ise geri gönderme merkezlerine gönderilip sınır dışı edilme tehdidiyle karşılaşıyorlar. Bu insanlık dışı muameleye karşı bütün göçmenlerin özgürce seyahat etme hakkını talep etmeliyiz. Mülteci statüsüne ilişkin coğrafi çekincenin kaldırılması, “geçici koruma” gibi ucube yöntemler terk edilerek mülteci statüsünün tanınması; AB ile imzalanan Geri Kabul Anlaşması’nın iptali ve göçmenlerin özgürlüğü için bütün sınırların açılması talepleri etrafında seferber olmalıyız.
Sınıfın birliği ve ortak mücadelesi
Sınıfın birliğini bölen bir mesele de göçmen ve yerli işçiler arasındaki ücret eşitsizliği. Bu eşitsizlik, patronlar eliyle yaratılıyor ve devlet eliyle de “güvence” altına alınıyor. Sigortasız ve asgari ücretin yarısına hatta zaman zaman üçte birine çalışan göçmen emekçilerin varlığı, patronların yerli emekçilerdense onları çalıştırmasını daha kârlı kılıyor. Öbür taraftan da yerli emekçilere işlerini kaybetmelerinin ve ücretlerinin düşmesinin sebebi olarak göçmen emekçiler gösteriliyor, adeta işçiyi işçiye düşüren bir tuzak kuruluyor. Peki, bu sorun nasıl çözülebilir? Öncelikle bu sorunu sendikaların ve bütün emek örgütlerinin ortak gündemi ve mücadele konusu yaparak aşabiliriz. Yerli işçilerin geri bilincinin bir ifadesi olan göçmen emek düşmanlığına uyarlanan diğer görüşlerin aksine, patron sınıfının genel olarak ücretleri düşüren bu saldırısı, göçmenlerin geri dönüşünün koşulları hazırlanarak değil, ortak örgütlenme perspektifleri ile aşılabilir. Göçmen emekçilerin kayıtsızca çalıştırılması yasaklanmalı ve eşdeğer işe eşit ücret verilmesi talep edilmelidir. Bunun karşılanması işyerinde çalışan işçilerce ve sendikalarca denetlenmeli ve aksi durumlarda işverene caydırıcı cezalar uygulanmalıdır.
Irk ayrımcı ve göçmen düşmanı siyasi ve yayın faaliyetlerinde bulunan bütün parti, kuruluş, topluluk ve medya şirketlerinin yargı önüne çıkarılması ve etkin cezalara çarptırılması da yukarıdaki ekonomik taleplerin tamamlayıcısı olarak öne sürülmelidir. İşçi sınıfının günlük bilincini oldukça çarpıtan bu faaliyetler karşısında “sınıf kardeşliği” esasına dayanan bir yayıncılık faaliyeti de bütün emekten yana parti ve örgütlerin sorumluluğundadır.
Kapitalist emperyalizmin her an göçmen yaratan anarşik üretim biçimi ve yıkıcı araçlarının varlığı ortadan kaldırılmadan zorunlu göçmenlik de ortadan kalkmayacaktır. Bu tarihi gerçekten yola çıkarak “göçmenlerin geri dönüşünün koşullarını sağlamak” gibi günlük ihtiyaçları öteleyen taleplerin kafa karıştırıcı ve yer yer zararlı olduğunu ifade etmek gerekiyor. Elbette göçmen emekçiler rızaları dahilinde ülkelerine dönebilmeliler, fakat sadece ülkelerine mi gitmekte özgür olmalılar? Bizler, bütün dünya çapında emeğin özgürce seyahat edebilmesini savunuyoruz, sınırları ise emekçileri birbirinden ayıran ve izole eden yapay duvarlar olarak görüyoruz. Dolayısıyla göçmenlerin istedikleri yerde istedikleri kadar yaşayabilme haklarını garanti altına almadan, günlük ihtiyaçlara cevap vermeden ortaya sürülen ve “geri dönmeyi” imleyen bu talebin tek başına sunulmasını sakıncalı buluyoruz.
Bütün ülkelerin işçileri birleşin, göçmenler dahil!
Kayseri’deki saldırılardan sonra Birleşik Tekstil İşçileri Sendikası’nın (Birtek-Sen) yaptığı açıklamaya göre Birtek-Sen üyesi işçiler, göçmen düşmanı saldırılara karşı göçmen mesai arkadaşlarını saldırganlardan korumuş ve dayanışmalarını göstermişlerdi. Birlikte Yaşamak İstiyoruz İnisiyatifi ve İnsan Hakları Derneği’nin öncülüğünde gerçekleşen ve 34 kurumun imzacısı olduğu eylemde ise, ırkçılığa ve göçmenleri hedef gösteren saldırılara karşı dayanışmayı yükseltme çağrısı yapıldı. Bu örneklerden yola çıkarak bütün sendikalı işçilere, emek örgütlerine ve emekten yana olduğunu ifade eden kimselere seslenelim, göçmen işçileri yerli işçilerle birleştirmek için elimizden gelen her türlü faaliyeti gerçekleştirelim.