Ukrayna halkını destekleyerek NATO’nun yanında mı yer alıyoruz?

Ukrayna’ya yönelik Rus işgalinin ve savaşın başlangıcından beri İşçilerin ve Solun Cephesi’nde (FIT-U) devrimci sosyalistlerin bu konudaki pozisyonlarının ne olması gerektiğine dair bir tartışma sürüyor. Bu tartışmada alınan pozisyonlar aynı zamanda dünya solunun pozisyonlarını yansıtıyor. Ayrışma esas olarak İşçi Partisi (Partido Obrero-PO) ve Sosyalist Emekçilerin Partisi (Partido de los Trabajadores Socialistas-PTS) ve bizim aramızda gelişiyor ve bu konudaki farklı pozisyonlarımız FIT-U’nun örgütlediği 1 Mayıs mitingine de yansıdı.

Sosyalist Sol’un pozisyonu, yoldaşımız Monica Schlottauer tarafından açık ve etkili bir biçimde ifade edilmişti (video için www.izquierdasocialista.com adresini ziyaret edebilirsiniz). Şu üç slogan bizim için kilit noktaları yansıtmakta: Putin ve askerleri Ukrayna’dan defolun, Ukrayna halkının direnişine destek, Ukrayna’da NATO ve diğer tüm emperyalistlerin müdahalelerine hayır. Karşıt bir görüş, PO lideri Gabriel Solano’nun uzun konuşmasında ifade edildi. Bu görüşe göre Ukrayna’nın ve Ukrayna halkının tarafı tutulamaz çünkü bu, NATO’nun tarafında olmak anlamına geliyor. Böylece Gabriel ve PO bizleri, açıktan bu şekilde ifade etmeseler de, “NATO’nun dalkavukları” arasına koyuyor.

PO, bizim partimizi Prensa Obrera’da (İşçi Basını) yayımlanan bir makalede şu sözlerle NATO kampında olmakla suçlamıştı: “Oldukça açıktır ki Sosyalist Sol, NATO ile aynı politik kampta bulunuyor” (…) ve “Amerikan ve Avrupa emperyalizmlerinin stratejik hedeflerine harç taşıyor” (Pablo Giachello’nun 3 Mayıs 2022’de Prensa Obrera’da yayımlanan yazısından).

Bunlar yanlış ve müessif tanımlamalardır. Bu, Stalinizmden miras kalan eski yöntemdir; yani farklı tutumları iç içe geçirerek tartışmayı karalama ve kafa karıştırma düzeyine çekmektir. Stalinizm, zamanında bunu Troçkizme saldırmak için kullanmıştı. Örneğin Stalinistler, Stalin’in rejimine karşı olduğu için Troçki’nin emperyalizm ve Nazizmle aynı safta olduğunu öne sürüyorlardı. Aynı şekilde biz Troçkistler, Sovyet birliklerinin Macaristan’ı (1956) ya da Çekoslovakya’yı (1968) işgaline karşı çıktığımızda Kremlin bürokrasisi bizleri “ABD emperyalizminden taraf olmakla” suçlamıştı çünkü ABD de bu işgalleri “kınıyordu”.

Yaşanmakta olan, emperyalistler arası bir savaş değil

PO da PTS de savaşın karakterini yanlış tahlil ediyor. Onların iddiasına göre bu, başını ABD’nin çektiği NATO ve Rusya’nın tarafları olduğu emperyalistler arası bir savaş. Buna karşı ikircikli bir tarafsızlık politikasını benimsiyorlar. Ukrayna halkının askeri direnişine ve bu direnişe silah yardımı göndermeye karşı çıkıyorlar.

PO, yanılgıya düşerek, esas düşmanın işgalci Putin değil NATO olduğunu söylüyor. Dolayısıyla “Savaşa karşı savaş” şeklinde soyut bir slogan formüle ediyor. PTS, Putin’in birliklerinin Ukrayna’dan çekilmesini ifade eden doğru bir sloganla yola çıkıyor ancak bir yandan da durumu emperyalistler arası bir savaş olarak tanımlıyor. İşin aslı, Ukrayna halkına desteği reddediyor ve halka silah yardımını desteklemeyi NATO’yu güçlendirmek olarak değerlendiriyor.

İki parti de tamamen yanılıyor. Yaşanmakta olan, iki emperyalist kampın savaşı değildir. Bu savaş, şimdilik, kapitalist emperyalist bir güç olan Rusya ile Avrupa’nın en yoksul ülkelerinden biri olan yarısömürge Ukrayna arasındadır.

Marksizmin geleneğine bağlı kalarak bizler de ezilen ve işgal edilen ulusun yanındayız. Olgular açıkça gösteriyor ki işgalin amacı ülkeyi Nazilerden arındırmak değil. Bu işgal tamamen emperyalist saiklere dayanıyor. Putin, işgali başlatırken yaptığı konuşmada amaçlarının Ukrayna’nın bağımsız bir ulus olarak varlığına son vermek olduğunu kelimesi kelimesine söyledi. Açıkça Ukrayna’nın “ezelden beri” Rusya’nın bir parçası olduğunu söyledi. Konuşmasında tam da bu yüzden Lenin’i eleştirdi, Ekim Devrimi’nin ardından Ukrayna’nın bağımsızlığını tanıdığı için.

Eğer emperyalistler arası bir savaş söz konusu olsaydı üçüncü dünya savaşının ortasında olurduk, ancak durum böyle değil. ABD ve Avrupa öncülüğündeki NATO ve Rusya’nın savaşı patlak verseydi üçüncü dünya savaşı başlardı. Fakat PO ve PTS dahil olmak üzere, dünya üzerinde sağda da solda da bunu söyleyen neredeyse hiç kimse yok. Devrimci sosyalistler olarak elbette bu ihtimali göz ardı edemeyiz ancak ihtimaller ve gerçeklik arasında büyük bir fark vardır.

Ukrayna’nın emperyalist işgalciye karşı haklı direnişini destekliyoruz. Zelenski’ye ve NATO’ya hayır!

ABD, Avrupa emperyalizmi ve NATO tabii ki bu savaştan faydalanmak ve emperyalist rakipleri olan Putin Rusya’sını zayıflatmak istiyorlar. Savaşın ardından şimdiki Ukrayna’dan geriye kalanı politik ve ekonomik olarak kendi kontrolleri altına almak istiyorlar.

Fakat şu an Ukrayna’da NATO birlikleri yok. Savaş başladıktan ancak iki ay sonra göndermeye başladıkları silah yardımıysa kısıtlı düzeyde. NATO’nun Ukrayna’yı “tepeden tırnağa silahlandırdığı” iddiası yanlış. Eğer bu doğru olsaydı Ukrayna ordusunun Rusya’ya kıyasla açıkça ortada olan askeri zafiyetini anlamak oldukça zor olurdu.

Rusya’nın kontrolündeki bölgelere kapsamlı bir karşı taarruz, hatta füzelerle yapılan saldırılar şöyle dursun, Ukrayna şu anda işgalciye karşı ancak bir savunma gerçekleştirebiliyor.

PO ve PTS, Zelenski’nin ABD yanlısı, NATO müttefiki bir burjuva olduğunu söylüyor ve tarafsızlıklarını tekrar ediyorlar. İUB-DE ve Sosyalist Sol olarak bu tanımlamaya katılıyoruz. Zelenski hükümeti, tartışmasız ki Ukrayna’yı Avrupa emperyalizmine ve NATO’ya bağımlı kılmak isteyen kapitalist bir hükümettir. Ancak biz Ukrayna halkını, işçi sınıfını, molotofkokteylleri hazırlayan kadınları, ülkelerinin savunması ve kendi kaderini tayin hakkı için cephede orduyla yan yana savaşanları destekliyoruz. Bağımsız bir politikaya sahibiz ve Ukrayna solunun yeni bir devrimci önderliği inşa etme çabasını destekliyoruz.

Önümüzde duran soru şudur: Askeri ve politik önderlik Zelenski’nin elinde olsa dahi Ukrayna halkının işgalci kuvvete karşı mücadelesi haklı mıdır yoksa değil midir? PO ve PTS’ye kalırsa cevap hayır.

Karşıdevrimci bir önderliği olan haklı bir savaşla ilk kez karşılaşmıyoruz. Tarihte bu şekilde gelişen pek çok örnek mevcut. Birkaç tanesini sayacak olursak; 1935’te kana susamış bir imparator tarafından yönetilen Etiyopya halkı Mussolini İtalya’sının işgaliyle karşı karşıya kalmıştı. Ya da 1937’de Japon emperyalizminin işgaline karşı Çin’in yürüttüğü savaş benzer nitelikteydi. Çin o sırada, 1920’lerdeki ayaklanmalarda binlerce işçinin ve köylünün katlini emreden diktatör Çan Kay Şek tarafından yönetiliyordu. Buna rağmen Troçki, politik olarak Çan Kay Şek’e destek vermeksizin Çin’in tarafında olmak gerektiğini söylüyordu. Hatta Çin ve Etiyopya için silah desteği çağrısında bulunuyordu. 1982’de Britanya ve NATO’ya karşı Malvinas savaşını soykırımcı bir diktatörlük yürütüyordu. 2001’de işgalci ABD ve NATO birliklerine karşı gelişen Irak savaşıysa bir başka örnek. Tüm sol güçler bu savaşta Irak’ın desteklenmesinden yana tavır aldı. Irak’ın yönetimindeyse Kürt halkını kimyasal silahlarla katleden ve baskı altında tutan diktatör Saddam Hüseyin vardı.

Biz devrimciler tüm bu vakalarda, gerici önderliklerine ve başlarındaki diktatörlere rağmen bu halkların haklı davalarının yanında olduk.

İşte bu yüzden PTS’nin ve PO’nun Ukrayna savaşına yönelik önerdiği devrimci bozgunculuk taktiği son derece ciddi bir hatadır. Uygulandığı takdirde bu taktik, Ukrayna halkına, oradaki askerlere, yani işçilere, köylülere ve milislere işgalciye karşı savaşmayı bırakmalarını, silahlarını Rus işgal birliklerine değil Zelenski’ye çevirmelerini söylemektir. Yani Putin’e teslim olmalarını! Ukraynalı işçilere bunu mu söyleyeceğiz? Bu tutum, Troçki’nin ve devrimcilerin geleneğinin önerilerine tamamen aykırıdır.

Hain önderliklerinden dolayı haklı savaşlara destek vermeyi reddedenlerle en büyük tartışmaları yürüten Lev Troçki’ydi. Troçkist solun bir parçası olduğumuzu iddia ediyoruz ve bu geleneğin ilkelerini takip ediyoruz. Bu durumda PO ve PTS’ye de Troçki’nin yanılıp yanılmadığına cevap vermek düşüyor.

***

Dipnotlar:

*11.05.2022 tarihinde El Socialista’da yayımlanmıştır. Bkz. www.izquierda socialista.org

**Troçki ve Çin-Japon savaşı

“Japonya’nın eylemleri emperyalist ve gericidir. Çin’in mücadelesiyse özgürlükçü ve ilericidir. Peki Çan Kay Şek? Çan Kay Şek, partisi ya da Çin’in egemen sınıfının tamamı hakkında hiçbir yanılsamamız olmamalı, (…). Çan Kay Şek, Çinli işçi ve köylülerin celladıdır. Ancak bugün, elinde olmadan, Çin’in bağımsızlığının geriye kalan kısmı için Japonya’ya karşı mücadele etmek zorundadır. Yarın tekrar ihanet edebilir. Bu mümkündür. Bu muhtemel ve hatta kaçınılmazdır. Ancak bugün mücadele etmek zorunda (…). Savaşa aktif ve bilinçli olarak katılmak, ‘Çan Kay Şek’e hizmet etmek’ değil, Çan Kay Şek’e rağmen sömürge bir ülkenin bağımsızlığına hizmet etmek anlamına gelir. Ve Kuomintang’a yöneltilen sözler, kitleleri Çan Kay Şek’i devirmek için eğitmenin araçlarıdır.”

**Lev Troçki, Diego Rivera’ya Mektup. 23 Eylül 1937. Editorial Pluma, Bogota, 1976, s. 163-169.