Friedrich Engels: Dünya proletaryasının öğretmeni ve rehberi

Yazar: Miguel Ángel Hernández 

Çeviri: Kaan Gündeş

İlk defa İşçilerin Uluslararası Birliği – Dördüncü Enternasyonal’in Correspondencia Internacional (Uluslararası Haberleşme) isimli dergisinin Kasım 2020 sayısında yayımlanmıştır.

***

Karl Marx’la birlikte bilimsel sosyalizmin kurucularından olan Friedrich Engels 28 Kasım 1820’de Almanya Rhineland’in Barmen kentinde dünyaya geldi. Treveris doğumlu yakın dostu Marx’la birlikte Engels, dünya proletaryasının diğer büyük öğretmeni ve teorik ve politik rehberidir. 

Doğumundan iki yüzyıl sonra sınıf devrimcileri ile savaşçılarının genç kuşaklarının Engels’in üstün kişiliğini, onun Birinci Enternasyonal’de anarşistlerle canhıraş tartışmalardaki politik rolünü, özellikle Marx’ın 1883’teki ölümünün ardından onun İkinci Enternasyonal’in önderliğindeki merkezî konumunu keşfetmesinin bir ihtiyaç olduğuna inanıyoruz. Ve onun, işçi sınıfının kurtuluşuna hizmet eden ve hem ekonomik, hem politik, hem de toplumsal alanda ifadesini bulan teorik birikime müthiş katkısı da elbette tanınmalı.

Engels, İngiltere’deki Sanayi Devrimi’nin ve kapitalist dünyanın merkezi olan Manchester’daki devasa bir tekstil fabrikasının sahibinin oğluydu. Babası bu firmaları miras almıştı. Söz konusu firmaların Barmen ve Engelskirchen isimli Alman şehirlerinde de şubeleri vardı. İdeolojik olarak muhafazakar, Kalvinizmin dinsel görüşlerinden etkilenmiş varlıklı bir ailenin içine doğmasına rağmen Engels gençliğinden itibaren özgürleştici ve ilerici fikirlere ilgi duydu. Onun zamanında bu fikirler cumhuriyetçi ve seküler reformları desteklemeye odaklanıyordu.

1838 yazında babasına Büyük Britanya’da bir iş gezisinde eşlik ettikten sonra tekstil endüstrisinde kendini geliştirebilmek için Bremen’e yerleşti. 1841’in başında, iş dünyasının uğraşlarından bıkmış bir halde doğduğu yer olan Barmen’e döndü. Eylül ayında topçu birliğinde askerî hizmetini görmek için Berlin’e taşındı. Prusya başkentinde Engels ordudaki hizmetini sürdürmenin yanı sıra üniversitede bir dinleyici olarak derslere katılmaya başladı. Üniversitede Alman “genç Hegelcilerin” bir destekçisi oldu. Bu genç Hegelcilerin destekçilerinden biri de Marx’dı. Hegelciliğin sol kanadı olan bu hareket politik reformlar öneriyor ve o sırada Avrupa’da hüküm sürmekte olan feodalizm ile monarşilere karşı geliyordu.

1842’de Ren Nehri Gazetesi’nin [1] bürosunda Karl Marx’la ilk defa, çok kısa süreliğine de olsa tanıştı ve anlaşılan o ki, bu ilk görüşmeleri çok da iyi geçmedi.

Manchester: İşçi sınıfının sert gerçekliğiyle tanışma

Askerî hizmetinin sonunda babasının aceleye getirmesiyle Engels Manchester’a taşındı. Babasının isteği onun aile işinin yönetimiyle ilişkilenmesini başlatmaktı. Bu büyük manifaktür şehrinde Engels sosyalist hareketlerle, özellikle de Richard Owen’ın takipçileriyle ve Çartist hareketle iletişime geçti. Bütün bunlar ona, işçi sınıfının gerçek durumunu tanımasına izin verdi; ki bu da Almanya’da gençliği sırasında edindiği felsefi ve politik fikirlerin çok önemli bir tamamlayıcısıydı.

Manchester’da genç bir İrlandalı işçi olan, daha sonra partner olacakları Mary Burns ile bir ilişkiye başladı ve Burns onu İngiliz işçi sınıfının hayatıyla tanıştırdı. Bu tanışıklık Engels’in kentlerde işçilerin ve özellikle de İrlandalı göçmenlerin hayatlarının zor şartlarıyla aşinalık kurmasını sağladı.

Burada Engels burjuva sanayiciler ve mülk sahipleri ile işçilerin hayatları arasında bulunan karşıtlıkları gözlemledi. Gençlik senelerini adadığı felsefeden ekonomi politik çalışmaya geçti. Zaten edinmiş olduğu iş dünyası deneyimiyle ve 19. yüzyılın ortasında Manchester’daki işçilerin somut gerçekliklerine yaklaşımıyla 1843’te ekonomi üzerine ilk çalışmalarından birini kaleme aldı: Ekonomi Politiğin Eleştirisinin Unsurları başlıklı metin Marx’ın editörlüğünü yaptığı bir Alman dergisinde yayımlandı.

1845’te, Manchester’daki fabrikalar ile işçi sınıfı mahallerinde yansıdığı üzere, kapitalist sistemin tetiklediği sefalet üzerine daha büyük ve sembolik bir eser yayımladı: İngiltere’de İşçi Sınıfının Durumu.

Engels şehir kütüphanelerinde titiz bir çalışma yürüttü, o sıralarda İngiliz kapitalizmi üzerine basılmış olan metinleri çalıştı. İşçilerin sefalet içinde geçen yaşamlarını doğrudan ve gündelik bir şekilde incelemesi ve güncel veriler ile istatistikleri yoğun kullanımıyla İngiliz işçi sınıfının dehşet verici hayat şartlarını sert ve keskin bir biçimde tarif edebildi. Lenin’in sözleriyle bu eser “içine çeken üslubuyla, İngiliz proletaryasının çektiği sefaletin en otantik ve şok edici görüntülerini ortaya koyan bir kitaptı. Kitap, kapitalizm ile burjuvaziye yöneltilmiş korkunç bir suçlamaydı ve derin bir etki yarattı.” [2]

Engels’in ulaştığı sonuç basit ancak güçlüydü: İşçi sınıfı sadece sömürülmekle ve patronlar tarafından maruz bırakıldığı bu sömürünün bir sonucu olarak sefalet içinde yaşamakla kalmıyordu ama aynı zamanda kendisini içinde bulduğu bu durum, onun mevcut koşullara karşı ayaklanmasını hazırlıyor, mahkum edildiği şartlara karşı mücadele etmesi yönünde onu cesaretlendiriyordu. Bununla beraber benzer bir şekilde, sınai gelişim ile kapitalist sömürü dolayısıyla burjuvazi kendisini yenilgiye uğratacak olan gücü yaratıp geliştiriyordu. İşçilerin kendi acil ihtiyaçları için verdikleri mücadele kaçınılmaz olarak onların, kapitalizme karşı mücadelenin gerekliliğini anlamasını getirecekti. Böylece sosyalizm için savaşım işçi sınıfının bir görevi olacaktı.

Engels’in İngiltere’de İşçi Sınıfının Durumu kitabında dile getirdiği birçok görüş daha sonra Marx tarafından geliştirilecekti. Sınıf mücadelesi, kapitalizmin krizi ve kapitalist sömürüye karşı ve sosyalizm için mücadelede işçi sınıfının merkezî rolü gibi unsurlar Marx’ı, tarihsel süreçleri sınıflar arasındaki çatışmalar perspektifiyle incelemeye taşıdı. Engels’in eseri modern işçi sınıfını özne olarak, devrimin motoru olarak görüyordu. Marksizm bu müthiş katkıyı Engels’in düşüncesine borçludur. 

Daha sonra Engels bir kere daha, 1844’te İngiltere’den, ailesinin evinin bulunduğu Almanya’ya döndü. Ancak dönüş yolunda Paris’ten geçti ve orada Marx’la buluştu. İkili bir süredir mektuplaşıyorlardı. Bu buluşma bir öncekine oranla çok daha dostça geçti. Bu andan itibaren Engels’in Marx’la olan işbirliği başladı ve bu ilişki kırk sene boyunca devam etti. 

Marx Fransız sosyalistlerinin etkisiyle Paris’te sosyalist olmuştu. Bu iki arkadaş, bilimsel sosyalizmin temellerinin ilk defa atıldığı Kutsal Aile’yi bu şehirde kaleme aldılar.

Komünist Manifesto’nun yayımlanması ve 1848 devrimleri

1845’te Marx politik aktivitelerinden dolayı Fransa’dan kovulunca Brüksel’e taşındı ve orada ailesiyle güvencesiz bir hayat yaşamaya başladılar. Bu sırada Engels Almanya’da Prusya polisi tarafından aranıyordu. Tutuklanmamayı başararak Brüksel’e geçti ve orada Marx’la buluştu. 

Belçika birçok emek hareketi aktivistinin ve sosyalistin sürgün yeriydi. Burada Engels aktif bir biçimde politik ve sendikal mücadelelere katıldı. Marx’la birlikte Adalet için Birlik örgütüyle temasa geçtiler. Bu örgüt 1836’da Fransa’da kurulmuştu ve 1847’de Komünistler Birliği ismini alacaktı. Örgütün bu ismi almasının nedeni, Londra merkezli Adalet için Birlik’in, Marx ve Engels tarafından 1846’da Brüksel’de kurulan Komünist Haberleşme Komitesi’yle birleşmesiydi. 

Adalet için Birlik zaten Avrupa’daki farklı politik grupların emek hareketindeki ve sendikal alandaki faaliyetlerini ifade etmeye çalışan uluslararası bir işleyişe sahip bir örgüttü. Komünistler Birliği bu enternasyonalist çizgiyi koruyacaktı. 

9 Haziran 1847’de Londra’da, daha sonra işçi sınıfının savaş narası olacak olan sloganın başını çektiği Komünistler Birliği Tüzüğü’nün taslağı dolaşıma girecekti. O meşhur slogan şuydu: Bütün ülkelerin işçileri, birleşin! 

Komünistler Birliği oldukça önemli iki sebep dolayısıyla dünya emek hareketinin gelişiminde özellikle vurgulanması gereken bir yere sahiptir. İlk olarak o, mantıksal ifadesine 1864’te Uluslararası İşçi Birliği’nde kavuşacak olan, işçi sınıfının ilk enternasyonal örgütlenmesinin bir embriyosudur. Ve ikinci olarak da Komünistler Birliği, Marksizm ile bilimsel sosyalizmin kuruluş dokümanı olan Komünist Manifesto’nun yazılmasını sağlamıştır. Lenin, Komünist Manifesto üzerine şunu kaydeder:

“Bu küçük kitapçık ciltlere bedeldir: Bugün dahi uygar dünyanın örgütlü ve savaşçı bütün proletarsına ilham verir ve onu cesaretlendirir.” [3]

Komünistler Birliği’nin ikinci kongresinde Engels ile Marx’a örgütün programının taslağını yazma görevi verildi. Bu program 1848’de Komünist Parti Manifestosu adı altında yayımlandı. Bu kitapta Engels ile Marx ilk defa ve basit bir biçimde tarihin nasıl materyalist bir temelde kavranabileceğini açıkladılar. 

1888’de Engels Manifesto’nun temel tezlerini şöyle açıklıyordu:

“Her tarihsel çağda, egemen iktisadi üretim ve değişim tarzı ve onu zorunlu olarak izleyen toplumsal katmanlaşma, üstünde o çağın politik ve düşünsel tarihinin yükseldiği ve sadece buradan çıkarak insanlığın tüm tarihinin (toprağın ve arazinin ortak mülkiyetine dayalı ilkel gens düzenin yıkılmasından sonra) sınıf mücadeleleri tarihi olduğunun açıklanabildiği temeli oluşturur. Sömüren ve sömürülen, ezen ve ezilen sınıflar arasındaki savaşların tarihinin gelişmesi günümüzde, sömürülen ve ezilen sınıfın — proletaryanın — toplumun tümünü, sömürüden ve baskıdan, sınıf farklılıklarından ve savaşlarından kurtarmaksızın sömüren ve ezen sınıfın — burjuvazinin — boyunduruğundan kurtulamayacağı aşamaya gelip dayanmıştır.” [4]

Komünist Manifesto’nun basımı, bütün Avrupa’yı sarsan ve mutlak monarşilere karşı gelişen 1848 devrimleriyle kesişti. 1848 devrimleri Fransa ve İtalya’da başlamıştı ve 1849’da Almanya, Macaristan ve Avusturya’ya sıçradı. Bu devrimci dalga sırasında Avrupa proletaryası ilk defa bir sınıf olarak olaylara müdahale etti. Kapitalizmin tarihindeki ilk uluslararası büyük devrimci dalgaydı. Komünist Manifesto’nun olaylara bir etkisi olmasa da, 1848 devrimleri bu kitapçıkta ortaya konulan ilkeleri doğruladı. 

Devrimin patlak vermesiyle Marx ve Engels doğdukları Almanya’ya dönmeye karar verdiler. Almanya’da Cologne şehrinde yayımlanan Yeni Ren gazetesinin önderliğini üstlendiler. Bu gazetede Marx ve Engels, Prusya Ren halkının demokratik-devrimci hedeflerini ifade ettiler. Gazete özgürlük özlemi ile mutlakiyete karşı savaşımı temsil etmeye başladı. Gazete yasaklandı ve Marx ülkeden kovuldu. Engels’e gelince, o 800 işçi ile öğrencinin dahil olduğu 1849’daki silahlı ayaklanmaya aktif biçimde katıldı. Ayaklanma yenilince İsviçre’ye sürgüne gönderildi. Engels İsviçre’den, Marx’ın taşınmış olduğu Londra’ya geçti. 

İngiltere’de Marx’la işbirlikleri 

Marx ile Engels 1850’lerde İngiltere’ye yerleştiler. Marx Londra’da, Engels ise 1870’e kadar Manchester’daydı. O da daha sonra Londra’ya geldi. Sırasıyla 1883’te ve 1895’teki ölümlerine dek, Marx da Engels de İngiltere’nin başkentinde yaşadı. 

Bu, onların hayatlarında, coğrafi yakınlıkla da elverişli hale gelen çetin ve coşkulu bir politik ve entelektüel işbirliği açısından, oldukça önemli bir dönemdi. Bu seneler süresince teorik üretimleri politik militanlıkları ve işçi hareketinin örgütlenmesi çabalarıyla birleşti. Bu özellikle 1864’te Birinci Enternasyonal’in ve daha sonra da 1889’da Londra’da kurulan İkinci Enternasyonal’in oluşumunda böyleydi. 

1867’de Kapital’in ilk cildi yayımlandı. Daha sonra 1885 ile 1894’te, Marx’ın hayattayken tamamlayamadığı geri kalan iki cilt basıldı. Kader Marx’ın bu büyük yol arkadaşının ve yaşamı boyunca yanında olan ortağının, yani Engels’in ismini, bilimsel sosyalizmin merkezî eseri olan Kapital’e altın harflerle yazmasını isteyecekti. 

Engels başlarda Manchester’a yerleşip aile şirketi için çalışmaya başlamıştı. İş dünyasının uğraşlarından nefret etse de, daha sonra işletmenin ortağı haline geldi. Bu ona, Marx ile ailesini finansal olarak destekleme imkanını tanıdı. Bu destek Marx’ın Kapital’in yazılması işine kendisini tamamen adaması için şarttı. 

Engels’in katkıları yalnızca finansal yardımla sınırlı değildi. İki arkadaş arasındaki mektup alışverişi neredeyse gündelik sıklıkta ilerliyordu. Engels Marx’a sayısız istatiksel veri sağladı. Marx’ın kitaplarda bulamayacağı birçok pratik unsur, kapitalist işletmecilik alanındaki doğrudan deneyimi sayesinde Engels tarafından ona aktarıldı. Mektup yoluyla veya Londra’ya düzenli ziyaretler aracılığıyla Engels meselenin ortaya konuluşunda ve analizlerde büyük bir rol oynadı. 

Marx’a, üstlenmiş olduğu devasa görevde yardımcı olabilmek için gösterdiği bağlılık ve bireysel fedakarlık, Engels’in kaleme almış olduğu birçok gazete makalesinin Marx’ın ismiyle yayımlanmasında bile ifade ediliyordu. Bu aynı zamanda Marx’ın arkadaşı Engels’e mutlak bir politik ve entelektüel güven duyduğunu da gösteriyordu.

Marx, daha sonraları Kapital’in diğer ciltleri haline gelecek olan büyük sayıda elyazması ve taslak bırakarak hayata veda etti. Onları düzenlemek ve basıma hazırlamak Engels’in görevi oldu. Böylece aslında Engels farkında olmadan, arkadaşının en büyük eseri olan Kapital’in son iki cildinin ortak yazarı oldu. 

1867’de yayımlandığından bu yana Kapital ekonomi ve toplum bilimi alanlarında en ilham verici eserlerden biri olmayı sürdürdü. Kitabın giriş bölümünde Marx’ın da belirttiği üzere bu çalışmanın hedefi “üretimin kapitalist karakterini ve üretim ilişkileri ile onlara eşlik eden mübadele biçimlerini” sorgulamaktı. 

Engels ve işçi sınıfının enternasyonal örgütlenmesi

Ortaklaşa yazdıkları ilk yazılarından itibaren Marx ve Engels, işçi sınıfının mücadelelerini birleştirecek olan enternasyonal bir örgütün inşa edilmesine ısrarcı oldular. Teorik faaliyetleriyle birlikte bu ilke, Marx ve Engels’in hayatlarının son günlerine dek ortaya koydukları en önemli politik kazanım olacaktı. 

Resmî ismi Uluslararası İşçi Birliği olan Birinci Enternasyonal 1864’te Londra’da kuruldu. Birinci Enternasyonal’in kuruluşuna sendikal önderler, anarşistler, Fransız sosyalistler ve İtalyan cumhuriyetçiler katıldılar.  

Bu ilk enternasyonal emek örgütlenmesinin İngiltere’de doğması bir tesadüf değildi. İngiltere sınai açıdan dünyanın en gelişmiş ülkesiydi. Burası kapitalizm ile sendikaların beşiğiydi. Ve burada kapitalizmin içindeki sınıf çelişkileri daha açık biçimde ifadelerine kavuşuyordu.

Birinci Enternasyonal gökyüzündeki bir şimşek gibi bir anda çakmadı, 1840’lı senelerin ortalarından beri sömürü koşullarına karşı verilen işçi mücadelelerinde mayalandı. İşçi hareketinin ve onun öncüsünün inisiyatifinin özgün bir ürünüydü; özellikle de İngiltere ile Fransa’da. Mücadelelere eşlik etmek, dayanışma ve proleter enternasyonalizmi onun merkezi amaçlarıydı.

Engels, Marx’la beraber Birinci Enternasyonal’de temel bir rol üstlendi. Enternasyonalin sekreteri seçildi, bu da ona farklı Avrupa ülkelerindeki işçi örgütlerinin gelişimine katkı sunmasını sağladı. 

Marx Kapital’in yazımına konsantre olmuşken, Bakunin’in yanı sıra Proudhon ve Lasalle’ın takipçileriyle de doğrudan ve aktif bir şekilde tartışmalara giren Engels oldu. 

1871’de Paris Komünü’nün aldığı yenilginin ve Uluslararası İşçi Birliği’nin yekpare yapısını kötü etkileyen anarşistlerle şiddetli mücadelenin etkisiyle, Birinci Enternasyonal 1872’de Hague Kongresi’nde kendisini resmî olarak feshetti. 

Marx 1883’te öldü ve dünya devrimini örgütleme görevini üstlenecek olan bir işçi enternasyonalinin kuruluşunu yeniden denemek için Marksistlerin kendilerini güçlendirmesi on seneden uzun sürdü. 

Çözülüşünden seneler sonra Birinci Enternasyonal’in kapsamı ile sınırlarını ifade etmek Engels’in üzerine düşmüştü:

“Avrupa işçi sınıfı egemen sınıflara karşı yeni bir çıkış için tekrar yeterince güçlendiğinde, Uluslararası İşçi Birliği oluştu. Amacı, Avrupa’nın ve Amerika’nın tüm mücadeleci işçilerini tek bir büyük ordu bünyesinde kaynaştırmaktı. Dolayısıyla Manifesto’da konan esaslardan hareket edemezdi. İngiliz sendikalarına, Fransa, Belçika, İtalya ve İspanya Proudhoncularına ve Alman Lasallecılarına kapıyı kapalı tutmayan bir programı olmalıydı. İşte bu program — Enternasyonal tüzüklerinin dayandığı temeller — Marx tarafından, Bakunin’in ve anarşistlerin bile kabul ettikleri bir ustalıkla kaleme alındı. Manifesto’da konan esasların nihai zaferi için Marx yalnız ve yalnız, birleşik eylemden ve tartışmadan zorunlu olarak ortaya çıkması gereken işçi sınıfının entelektüel gelişimine güveniyordu. Sermayeye karşı mücadelenin yarattığı olaylar ve değişkenlikler olsun, başarılardan çok yaşanan yenilgiler olsun, bu mücadeleyi verenleri, bugüne kadarki gibi tüm dünyanın derdine merhem bulmaya yeterli olmadıklarını açıkça fark etmekten ve işçilerin kurtuluşunun gerçek koşullarını temellice görmek için zihinlerini daha açık tutmaktan alıkoyamazdı. Marx haklıydı. 1874’te Enternasyonal’in çözülüşündeki işçi sınıfı, 1864’te onun kuruluşundaki işçi sınıfından tamamen farklıydı.” [5]

İkinci Enternasyonal: Engels oportünist tehlikelere karşı uyarıyor 

1871’de Paris Komünü’nün yenilmesiyle, kapitalizmin büyük dinamizminin eşlik ettiği bir gericilik dönemi başladı. Kapitalizm emperyalist aşamasına geçmeye başlıyordu. Almanya da dahil birçok ülkede devrimci partiler yasadışı ilan edilmişti ve sosyalist önderlere karşı da acımasız bir kovuşturma vardı. 

Birinci Enternasyonal’in bozgunu, bu korkunç yenilginin çerçevesinde yaşanmıştı. Çelişkili bir biçimde, bu politik gericilik dönemi, kapitalizmin gelişimiyle beraber işçi örgütlenmelerinin güçlenmesiyle karakterize oluyordu. 

14 Temmuz 1889’da, Fransız Devrimi’nin yüzüncü yıldönümüyle kesişecek biçimde, Londra’da İkinci Enternasyonal kuruldu. Bu yeni işçi örgütlenmesinin kurucusu ve başlıca rehberi olma görevi şimdi, Marx’ın mirasçısı Engels’teydi. 

Uluslararası İşçi Birliği’nin aksine İkinci Enternasyonal, Marx ve Engels’in yükselttiği sosyalist fikirlerin Avrupa işçileri arasında daha derinlemesine bir kök sahibi olmaya başladığı bir dönemde doğdu. İkinci Enternasyonal, Marksizm’den güçlü bir biçimde etkilenerek, işte böyle ortaya çıktı. 

Örgütün içinde ateşli tartışmalar devam etti. Antiparlamentoculuk ve anarşizme karşı mücadelenin öncülüğü yine Engels’in üzerindeydi. Engels aynı zamanda İkinci Enternasyonal ile onun Alman partisinin saflarında beliren oportünist tehlikeye karşı da erken tarihli uyarılarda bulundu. 

Birinci Enternasyonal’in kuruluşunun arifesinde kapitalist dünya ekonomisinin merkezi İngiltere’ydi. İkinci Enternasyonal doğarken ise Almanya daha önce görülmemiş bir endüstriyel büyüme ile gelişiyordu. Ekonomi yol katederken, emek hareketi de büyüdü ve hayat şartlarının iyileştirilmesi için örgütlendi. 1875’te kurulan Almanya Sosyal Demokrat İşçi Partisi (SPD) böylece sıradışı bir büyüme kaydetti, işçiler arasında giderek daha fazla etki sahibi oldu ve Almanya bu nedenle İkinci Enternasyonal’in merkezi durumuna geldi. 

Engels’in ölümünün ardından, Enternasyonal’in en önemli partisinin bağrında Olasılıkçıların [6] fikirleri ağırlık kazanmaya başlamıştı. Olasılıkçılara göre sosyalizme ilerici reformlar yoluyla varabilmek mümkündü ve bir sosyal devrime gerek yoktu. Bu, Marx ile Engels’in görüşlerinden oldukça uzak olan reformist bir görüştü. Alman partisinin önderlerinden biri olan Eduard Bernstein, derinlemesine bir biçimde oportünist olan bu akımın önderlerindendi. 

SPD’nin parlamenter ve sendikal başarıları ve Lenin’in ifadesiyle “işçi aristokrasisinin” doğuşu, bu oportünist görüşün üzerine oturduğu yapı olacaktı. 

Engels, Enternasyonal’in başlıca partisi olan Alman partisinin çoktandır deneyimlemekte olduğu oportünist ve reformist zikzaklara karşı erken tarihli uyarılarda bulundu. 1891’de oportünizmin ilksel ifadeleri üzerine ihtarlarda bulundu ve Alman partisinin taslak programı üzerine eleştirel bir çerçeve çizdi:

“Bunun neden bir ihtiyaç olduğu tam da sosyal demokrat basının büyük bölümüne yayılmaya başlamış olan oportünizmin kendisi tarafından kanıtlanmıştır. Antisosyalist yasanın yeniden tesis edilmesinden duyulan korkuyla ve söz konusu yasanın hala geçerli olduğu dönemde olgunlaştırılmadan öne sürülen birtakım görüşleri yeniden hatırlayarak, bugün partinin, içinde bütün  hedeflerini barış içinde hayata geçirmesine yeterli olacağı mevcut Alman yasal düzenini kabullenmesi isteniyor. Bunlar kendilerini ve partiyi, bir yengencin kabuğunu kırdığında yaptığı üzere, toplumun da eski yapısını şiddetle havaya uçurması gerekip gerekmediğini sormadan, dolayısıyla eski sosyal düzenin ötesine geçmeye mecbur olup olmadığını sormadan ve buna ek olarak, Almanya’daki yarı mutlakiyetçi siyasi rejimin zincirlerini kırmak zorunda olmadan ’mevcut toplumun sosyalizmle bütünleştiğine’ ikna etmek istiyorlar.”

Marx’ın Fransa’da Sınıf Mücadeleleri 1848-1850 kitabının yeniden basımı için Engels 1895’te, yani tam da öldüğü sene içerisinde bir önsöz kaleme aldı.

Basımdan önce yönetim, Engels’in önsözdeki terimleri yumuşatmasında ısrarcı oldu ve Engels bu ısrara dönük sorgulayıcı bir tavır geliştirdi. Daha sonra 1 Nisan 1895’te Karl Kautsky’ye yazdığı bir mektupta içinde olduğu durumdan şikayet edecekti:

“Büyük bir hayret içinde bugünün Vorwarts nüshasında kendi yazdığım önsözden bir parça gördüm. Bu parça benim iznim olmadan yayımlanmıştı ve öylesine bir çeşniyle baharatlandırılmıştı ki beni, ne pahasına olursan olsun yasallığa barışsever bir biçimde tapan bir kimseymişim gibi gösteriyordu.” [7]

Çarpıtılmış Engels metinleri Bernstein ile partinin oportünist sektörlerine, kendi pozisyonlarını konsolide etme noktasında hizmet etti. Bu metnin parçaları Engels’in onayı alınmadan, kırpılarak ve revize edilerek Alman Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin gazetesi Vorwarts!’da (İleri!) yayımlandı. Önsözün, parti önderliğinin ayaklanmacı olduğunu düşündüğü kısımları çıkartıldı. Engels’in partinin seçimleri ve parlamentoyu kullanmasına vurgu yaptığı yerler bırakıldı. Bu sansür operasyonu, Engels’in devasa politik ve ahlaki otoritesi kullanılarak, partinin giderek artan reformistleşme eğilimlerinin benimsenmesi hedefiyle yapıldı. 

Engels hiçbir zaman devrime duyulan ihtiyacı ya da devrimin silahlı başlangıcı olarak ayaklanmayı reddetmedi. Son nefesini verene kadar, çoktandır İkinci Enternasyonal’in en büyük partisinde biçimlenmeye başlamış olan reformist eğilimlerle yüzleşti.

3 Nisan 1895’te Paul Lafargue’a yazdığı bir mektupta rahatsızlığını şöyle dile getiriyordu:

“Liebknecht az önce bana güzel bir şaka yaptı. Marx’ın 1848-1850 Fransa makalelerine yazdığım girişten, ne pahasına olursa olsun barışçıl taktiklerin desteklenmesi adına ve zor ile şiddetin kullanımına karşı gereken her şeyi çekip çıkardı. Ki kendisi arada sırada bu görüşleri savunur, özellikle şu sıralarda Berlin’de baskıcı yasalar hazırlanırken. Ama bu taktikleri sadece bugünün Almanya’sı için öne sürüyorum ve bunu da büyük bir ikazla yapıyorum. Fransa, Belçika, İtalya ve Avusturya’da bu taktikler bütün yönleriyle takip edilemez ve Almanya’da da yarın uygulanamaz hale gelebilirler.” [8]

İkinci Enternasyonal’in çöküşü 1914’te Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla olacaktı. Karl Liebknecht hariç Alman partisinin milletvekilleri hükümetlerinin savaş kredileri lehine oy verdi. Bu tutum Avrupa boyunca ve Enternasyonal’in diğer partilerinde tekrar edildi. 

Savaş ve devrim

Engels’in az bilinen bir yönü de, onun askerî olaylara olan ilgisiydi. Almanya’da Köylü Savaşı başlıklı eserinde bu konu üzerine olan çalışmasına derinlemesine bir biçimde girdi ve ardından kendisini adadığı bu çalışma seneler sürdü. Böylece Engels zamanının temel savaş çelişkilerinin, mesela Kırım Savaşı ile Fransa-Prusya Savaşı’nın hamarat analistlerinden ve yorumcularından biri oldu. 

Engels askerî bir okulda eğitim almış ve topçulukta uzmanlaşmıştı. Aynı zamanda 1848’de başlayan Avrupa devrimlerine doğrudan katılmıştı. Prusya’da, 1849’da ayaklanan yaklaşık 800 işçi ve öğrenciden oluşan bir taburun generalinin yardımcısı olarak isyanın başarısı için savaşmıştı.

Yoldaşlarının onu “Manchester Savaş Bakanı” olarak çağırması ve Marx’ın kızının ona “general” demesi boşuna değildi. 

Engels yazılarında savaşın sınıf içeriğini göstermeye çalıştı. Ona göre askerî aygıtın geleceği mutlak değildi ve sınıflı toplumun aşılmasına bağlıydı. Öte yandan, savaşın alacağı biçimi ekonomik temel ve endüstriyel gelişme belirleyecekti.

Engels’in askerî olaylara olan ilgisinin devrimci sebepleri vardı. Engels’in savaş ve devrimin sahip olduğu ilişkiye dair benimsediği tavır üzerine Troçki şöyle yazmıştı:

“Engels, iktidarın proletarya tarafından fethi sorununu, çözümü nihai anlamda askerî sorunlara bağlı olmayan, tamamıyla pratik bir sorun olarak görüyordu. Her yeni savaşı inceleyin, devrimle olası ilişkilerini keşfedin ve silah zoruyla gelecekteki devrimi sağlama almanın yollarını arayın. İşte burada, Engels’in kendisinde, ordu ve savaş sorunlarıyla uğraşma noktasında, hiç de öyle akademik ve ajitatif olmayan ama canlı ve hareketli olan bu açıklamalar bulunur.”

1895’te Londra’daki ölümü

Friedrich Engels 5 Ağustos 1895’te Londra’da öldü. Engels yaşamın kendisini severdi ve insana dair olan ne varsa, bunlar ona yabancı değildi. Somut politik süreçlere müdahale etmek ve entelektüel tartışmalar kadar hayatın ufak zevklerinin de tadını çıkarırdı. İyi bir dansçı, deneyimli bir  at binicisi ve bir savaşçıydı. Ailesinin ona verdiği burjuva ayrıcalıkları reddetmeyi ve bütün hayatını işçi sınıfının kurtuluş mücadelesine adamayı ve bu görev boyunca Karl Marx’la sadık bir işbirliği oluşturmayı tercih etti. 

Müthiş bir alçakgönüllülükle, ikisinin arasından Marx’ın kendini teorik ve entelektüel faaliyete adaması gerektiğini daima anladı. Marx’ın bu adanmışlığı bilimsel sosyalizmin büyük teorik yapılarını üretti. Engels bir defasında Mehring’e bir mektubunda şöyle yazacaktı:

“Marx gibi bir insanla kırk sene boyunca birlikte çalışabilecek kadar şanslı olunca, onun yaşam süresi boyunca genellikle hak ettiğinizi düşündüğünüz takdirin tadını çıkarmıyor oluyorsunuz. Ama büyük adam öldüğünde, onun daha küçük olan yol arkadaşı sık sık hak ettiğinden daha çok övülür. Sanırım benim durumum da bu. Tarih her şeyi yerli yerine oturtacaktır ama o zamana dek ben huzur içinde ölmüş olacağım ve hiçbir şey hakkında hiçbir şey bilmeyeceğim.” [9]

Dipnotlar:

[1] Rheinische Zeitung: Marx’ın editörlüğünü yaptığı ve yönettiği bir gazete.

[2] Bkz. https://www.marxists.org/archive/lenin/works/1895/misc/engels-bio.htm

[3] Agy.

[4] Bkz. https://trockist.net/index.php/2019/03/02/manifestonun-1888-ingilizce-baskisina-onsoz/

[5] Bkz. https://trockist.net/index.php/2019/03/02/manifestonun-1890-almanca-baskisina-onsoz/

[6] 14 Temmuz 1889’da İkinci Enternasyonal’in Paris’te aynı anda iki uluslararası kongresi toplandı. Bunun nedeni Fransız partisinin içindeki bir ayrışmaydı. Fransız hareketinin çoğunluğunun desteklediği eğilim Olasılıkçılar adını aldı. Engels ile Alman partisinin desteğini alan diğer eğilimin adı ise Marksistler idi. Engels kongreye katılamadı ama reformist eğilime karşı pozisyon aldı ve her iki kongreye de katılmış olan John Burns’den, Olasılıkçıların kongresini eleştiren bir yazı kaleme almasını rica etti. Engels hayattayken Bernstein’ı geri çekilmeye zorladı ancak Engels’in ölümüyle Bernstein bir kere daha örgütün programından devrimci yöntemleri çıkarmak için çalışmaya başladı.

[7] Bkz. Karl Kautsky, The Road to Power.

[8] Bkz. https://www.marxists.org/archive/marx/works/1895/letters/95_04_03.htm

[9] Agy., Progreso Yayınevi, Moskova, 1974, Cilt III, sayfa 523.