Kapitalist sistem, üretici güçlerde öncülüne kıyasla yarattığı gelişmeye rağmen kadının özgürleşmesi iddiasının çok gerisinde kalmıştır. Bu sistemle ataerkil yapı yalnızca miras alınmakla kalınmamış; canlı tutulmuş, toplumsal cinsiyet ilişkilerinin kapitalist üretim ilişkileri ile eklemlenmesi yolu ile toplumsal düzeni belirleyen ana unsurlardan biri olma özelliğini sürdürmüştür.
Bu eklemlenme elbette kapitalist üretim ilişkilerinin toplumsal cinsiyet ilişkilerine eklemlenmesi olarak da okunabilir. Ancak iki tür okumada da unutulmaması gereken ikisinin de durağan ve değişmez bir yapıya sahip olmadığıdır. Karşılıklı etkileşimleri sonucunda, iç çelişkilerinin de dinamiğiyle birbirlerini yeniden üreten ve kimi zaman kuran bir bütünleşme söz konudur.
Bu bütünleşme kapitalizme mahsus değildir, tarihte ilk iş ayrışması kadın ve erkek arasında yapılmıştır.(1) Kapitalizmi konu edinmenin gereği ise bugün kadın emeğini erkek emeğinden farklı kılan ayrıştırıcı ve ayrımcı mekanizmanın hem yapısal hem de tarihsel özelliklerini kavrayabilmektir.
Sermaye birikimine dayanan yeni üretim biçiminin konumuz gereği birincil ayrıştırması üretim ve yeniden-üretim alanlarını birbirinden koparması olmuştur. Bunun paralelinde, erkek üretimden sorumlu görülürken; kadın, hayatın ve dolayısıyla kuşakların yeniden-üretiminden sorumlu kılınmış; iş ve ev, erkek ve kadın arasındaki farklı sorumluluk alanları olarak paylaştırılmıştır. Tabii “farklı” demek bağımsız ya da eş iki alan/sorumluluk anlamına gelmemektedir. Bu ayrıştırma daha çok, ikincisinin birincisine tâbiliğinin koşullarını yaratmıştır. Elbette öncelikle maddi olarak. Ama ardından, bu ayrıştırmanın zihinsel yeniden üretimi de daim kılınmış ve süreç yaratılan meşruluğun gölgesinde sorgulanamaz olmuştur. “Yuvayı yapan dişi kuş” ama “evin reisi erkek”tir.
Bu, kadın evden dışarı çıkamaz ya da çalışamaz anlamına gelmemiştir; hatta ilk kurulan fabrikalarda – elbette sektör de belirleyici – çokça kadın istihdam edildiğini belirtmek gerekir. Ancak, kadının birincil sorumluluğu çalışıp eve para getirmek olarak görülmediğinden üstte bahsettiğim koşullar kadın ücretli emeğinin kullanımının hem koşullarını hem şeklini açıkça belirlemiştir.
Bu aşamada Yıldız Ecevit’in işgücü piyasasında kadınların ortak ve evrensel nitelikleri olarak saydığı yedi özgüllüğe değinmekte yarar var;
Kadınlar işgücü piyasası dışındayken, ucuz ve bu piyasaya kolayca çekilebilecek bir emek kaynağı oluştururlar.
Kadınlar işgücü piyasasına girerken ayrımcı işe alma uygulamaları ile karşılaşırlar.
Ücretli kadın emeği, değeri düşük emektir. İşkollarına ve yapılan işlere göre değişmekle birlikte, kadınlar genellikle erkeklerin ücretlerinin yarısı ile dörtte üçü arasında ücret alırlar.
Ücretli kadın emeği uzun dönemli güvenceden yoksun, vazgeçilmesi kolay, piyasa dışına atılma olasılığı yüksek emektir.
Kadınların ücretli işçiler olarak kolektif örgütlenmeleri güçlü bir şekilde gelişmemiştir.
Kadınlar işgücü piyasasına girerken, işlerin toplumsal cinsiyete göre ayrıştığı bu piyasada, kendi arzu ettikleri değil, kendileri için önceden belirlenmiş işler arasından seçim yapmak durumundadırlar. İşgücü piyasasında kadınların alınması uygun olan sektörler, işkolları ve meslekler önceden belirlenmiş ve ilgili normlar saptanmıştır. Sanayi sektörü özelinde bu ayrışma, sektörler arası eşitsiz dağılımı ve bazı sektörlerde yoğunlaşmayı getirir. Bu sektörler emek yoğun, ekonomik dalgalanmalardan daha çabuk etkilenen, düşük ücret ödenen, vasıfsız işçi kullanımına dayanan sektörlerdir.
Toplumsal cinsiyet temelli ayrışma ve ayrımcılığın ikinci aşaması işyerinde gerçekleşir. Her iki cinsten de çalışanın bulunduğu işyerlerindeki işbölümü incelenirse, kadınların en düşük statülü işlerde yoğunlaştığı, vasıfsız oldukları, yönetici görevlerde çok seyrek bulundukları görülür. Ayrıca işe alınma sırasında, işyerinde görev ve sorumluluklar dağıtılırken iş eğitimi ve yükselme fırsatlarını kullanabilmede, otorite, denetim ve kontrole tabi oluşta, üretim faaliyetinde çalışma biçim ve koşulları saptanırken ayrımcılıkla karşılaşırlar.(2)
Yine Ecevit’in belirttiği gibi bu niteliklerden yola çıkarak kadınların işgücü piyasasında “ikincil statüde” ve “altasıralı” olduğunu vurgulamak gerekir.(3) Ve bu konumlandırmayı hem bir sonuç; hem de bir neden olarak açımlayabilmek önemli.
Sonuç; çünkü ataerkil kapitalist sistem, tüm ziki ve zihinsel örgütlenmesini, çalışmanın kadın için birincil ve zorunlu olmadığı üzerine kurarak yapıyor. Bu da, çalışması durumunda bile, kadının ücretli emeğini erkeğinkine bir katkıdan öte görmeyen bağımlı emek kategorisi yaratıyor: Kadın, kendisi de babanın veya kocanın ücretli emeğine bağımlı bir ek çalışan olarak, aile bütçesine genellikle geçici olarak katkı sunuyor.
Bu sürecin, kadın tarafından da pek nadiren sorgulandığını bilmek gerek. Bunun için de temelde iki gerekçeden bahsedilebilir. Birincisi, kadının da toplumsal cinsiyetin bu yeniden üretim sürecinin içinde doğması ve farklı mekanizmalarla bu süreci içselleştirmesidir. Bir diğeri ise – ki bu güçlü bir belirleyen olarak birincinin de altyapısını besler – kadının çalışması durumunda taşımak zorunda kaldığı “çifte yük” tür. Evde hâlihazırda yemek, temizlik ve her türlü bakım hizmetinden sorumlu tutulan kadın, zorunlu olmadıkça/görmedikçe çalışmaya başlamaktan, artı bir yük olduğu gerekçesiyle kaçınmaktadır.
Kadının bu biçimde konumlandırılması aynı zamanda da bir nedendir. Çünkü toplumsal cinsiyet ilişkileri ile kapitalist üretim ilişkilerinin eklemlenmesi, kapitalizmin yararına olan, – tabii kapitalizmin saydığı tek yararın kâr etmek olduğunu atlamadan – onu besleyen bir süreçtir ve cinsiyetçi ideolojinin paralelinde kadın ücretli emeğine giydirilen bu nitelikler ona daha çok kazandıracak elverişli koşulları hazırlar.
Ücretli kadın emeğine ilişkin tartışmanın önemini vurgulamak adına şundan da bahsetmek gerekir: Kadının ezilmişliği sorunu sık sık ev ve aile içine referansla işlenmiştir. Bu sorunu canlı tutan ve toplumsal cinsiyet ilişkilerini yeniden üretenler olarak ev-içi mekanizmalar işaret edilmiştir.(4) Ve bu kavrayış, beraberinde, kadının ev-dışına çıkmasının (çalışma yaşamına katılmasının) kadının özgürleşmesi sürecine olumlu etkisini vurgulayan öngörüleri getirmiştir. Kadının ezilmişliği sorununu, ücretli kadın emeği üzerinden okuyarak derinleştirmek ise en başta bu öngörünün sınırlarını gösterir. Ve elbette kadının emek süreci ve işgücü piyasası içinde ikincil konumlandırılması üstünde yükselen bir sistemin – kapitalizmin – kadının kurtuluş koşullarını değil, tersine bağımlılık koşullarını güçlendirdiğini çünkü kendisinin de bundan beslendiğini kanıtlar.
Hacer Ansal, Kapitalist Üretimde Cinsiyetçilik makalesinde ataerki ve kapitalizm arasındaki etkileşimi ve bu etkileşimin kadının ücretli emek konumuna etkisini üç sektörden yola çıkarak inceler: Matbaacılık, tekstil ve konfeksiyon. Kapitalizmin ilk gelişme yıllarını mercek altına alan üç örnekte de göze çarpan; 1) Sermaye, emek sürecini kontrol altına alma mücadelesinde kadının ezilmişliğini ve emek piyasasındaki ikincil konumunu (ucuz emek) kendi çıkarları lehine – emeğin maliyetini düşürme amaçlı – erkek işçiye karşı kullanmıştır.(5) 2) Emek-yoğun işler kadın işleri olarak görülür ve bu işlerde kadın istihdamı artarken, sermaye yoğun işlerde erkek egemenliği sürmüştür. 3) Konfeksiyon gibi mevsimlik dalgalanmalara uyum sağlayabilecek bir emek sürecine gereksinim duyan sektörlerde kadın ucuz emek olmanın dışında piyasaya girip çıkma koşulları bakımından esnekliğe sahip olduğu için de tercih edilmiştir. 4) Ayrıca, sektörlerde “ortaya çıkan hiyerarşiye göre, erkekler daha üst düzeydeki işlere geçtikçe sermaye onların boşalttığı alanları ucuz kadın emeği ile doldurmuştur”.(6)
Özellikle ilk başlarda, erkek işçilerin hem sahip oldukları erkek egemen ideolojiden kaynaklı bir güdülenmeyle; hem de işlerini kaybetmeme ve ücretlerindeki düşüşü engelleme refleksiyle bu süreç karşısında – loncalardan ve sendikalardan kadınları dışlamak dahil – çeşitli yöntemlerle direniş gösterdiklerini söylemek gerekir. Öte yandan, bedensel güç kullanımını kadın işçiler karşısında avantaj olarak gördüklerinden, bu gücün kullanımını azaltan teknik yeniliklere de karşı çıkmışlardır.(7)
Sermayenin vasıflı ve vasıfsız iş arasındaki farkın maddi temellerini teknik gelişmeler sonucunda yok etmesi karşısında da vasıflı ve vasıfsız iş tanımını, birincisinin “erkek işi”ni ikincisinin “kadın işi”ni karşılayacağı biçimde yeniden doldururlar.
Ancak, süreç, sermayenin üretim (emek) maliyetlerini düşürme/düşük tutma stratejisine yenik düşer. Ve kapitalizm, kadın emeğinin ikincil konumu ve bunun işgücü piyasasında yarattığı rekâbet ile birlikte yol alırken; toplumsal cinsiyet ilişkilerini kendi lehine olacak biçimde yeniden üretmiştir ve üretmektedir.
Kriz dönemleri ve kadın istihdamı
Ekonomik kriz dönemleri, üretim sürecindeki toplumsal cinsiyet temelli işleyişin mekanizmasını berraklaştırır. Kâr oranlarındaki düşüş neticesinde sermaye birikim sürecinde tıkanmaya yol açan bu dönemler üretimin daralması paralelinde işsizlik artışına sebebiyet verirken, bir yandan da krizden çıkış olarak maliyetlerin düşürülmesi yollarını arar.
İşçi sınıfının yaşam koşullarında toptan ve hızlı bir gerilemenin, maruz kaldığı sömürüde ve baskıda artışın bir ifadesi olan bu dönem, işgücü piyasasında hâlihazırda dezavantajlı konumda bulunan kadınlar için katmerli bir sürece dönüşür.
Öncelikle, vasıflı iş kollarında işten çıkarma süreçlerinde ilk sırada kadın çalışanların olduğunu belirtmek gerekir. Bu noktada üstte açıklanan, kadının elde ettiği geliri hane için birincil nitelemeyen toplumsal cinsiyet temelli yapı hem sonucu belirlemiş, hem de kendini yinelemiş olur.
Öte yandan, bu dönemlerde kadın istihdamının göreli olarak artış gösterebildiğine (ve/ya kadının işgücüne katılımında artış olduğuna) dair bir kanı vardır ki bunu 1970’ler krizinden de yola çıkarak tartışmak fayda sağlayabilir.
Kriz dönemlerinden çıkış yolunda temel ve kapitalizmin kâr oranlarındaki artışı yeniden elde edebilmesi için zorunlu olan sürecin maliyetleri düşürmek olduğu belirtilmişti. Maliyetleri düşürmek derken, kârın artı-değer sömürüsüne dayandığından hareketle bunun temelde işgücünün maliyetinin düşürülmesi olduğunu vurgulamak önem taşır
1970’lerde yaşanan krizle birlikte, sermaye birikim sürecinde yaşanan tıkanmayı aşmak adına, üretim sürecinde, – Fordist modelin yerini alacak – üretimin mekânsal örgütlenmesine de yansıyacak bir parçalanmaya gidilmiştir.(8) Bunlar, üretim maliyetlerini azaltacak esnek üretim modelleri olarak sunulmuş ve desteklenmiştir. Ayrıca, ihracata dayalı birikim modeline geçen az gelişmiş kapitalist ülkeler için uluslararası kapitalist sistemle bütünleşmeyi arttıracak rekabet gücünü, – ucuz işgücüne sahip olduklarından – emek-yoğun sektörlere dayandıran bir uluslararası iş bölümü söz konusu olmuştur.
Bu yapılanma içinde belirleyici başat unsur ise esnek işgücü piyasasının da yaratılmış olmasıdır. “Üretim süreçlerinin parçalanabilirliği sermayeye –teknolojik özelliklerine göre – emek-yoğun bölümlerini (özellikle montaj işlemlerini) ya emeğin bol, ucuz ve örgütsüz olduğu deniz aşırı ülkelere taşıma, ya da aynı ülke içinde dışarıya iş verme yoluyla emek-yoğun işlemlerde dağınık ve marjinal emekten yararlanma seçeneklerini”(9) vermiştir. Esnek işgücü piyasaları bir yandan , “işsizlik, düşük ücretler, cinsiyet ve millete bağlı parçalanmış işgücü piyasası, enformel istihdamın genişlemesi, sendikasızlaşma, işgücünün vasıfsızlaşmasıyla birlikte genişle[rken], ekonomik kriz dönemlerinde daralan talebe uyumlu esnek üretim, ‘maliyetlerin en aza indirilmesi’ noktasında, işgücünün vasıfsızlaştırıldığı, ‘tam istihdam’ yerine geçici, kısmi ve mevsimlik çalışmanın yaygınlaştığı bir çalışma hayatını açığa çıkar[mıştır]. Artan işsizlik oranları ile dünya ölçeğinde daha düşük ücretlere razı bir işgücünün oluştuğu, azgelişmiş ülkelere taşınan üretim tesislerinde kadın ve çocuk emeğinin yoğun olarak kullanıldığı üretim süreçleri, emek süreçlerini dönüşüme tabi tut[muştur].”(10)
Böylelikle 1970’lerde üretim süreçlerindeki esnekleşme ve enformelleşme ile birlikte ihracata yönelik üretim yapan ülkelerde kadın istihdamının artışını beraberinde getiren bir döneme girilmiştir. Kadın emeği aile işletmelerinde, küçük atölyelerde, ev içi parça başı üretimde yoğunlaşmıştır.(11) Kırsal alanda yıllarca ücretsiz aile işçisi olarak çalışan kadın, ülkelerin sanayileşme hızlarına ve buna paralel göç hareketlerine uyumlu olarak yeni, esnek emek piyasasının içine çekilmiştir. Ancak geçici, ucuz ve örgütsüz bir işgücü olarak.
Ve maalesef böylece değişen süreç kadının elverişsiz ve eşitsiz koşullarını değiştirmemiş, tersine pekiştirmiştir.
Kadına halihazırda ucuz ve esnek işgücü olarak bakan kapitalistler, kriz dönemlerinde “maliyetleri düşürme” ve “kâr oranlarını arttırma” isteminden hareketle özellikle enformel kesimde kadınları istihdam etme arzusunda artış gösterseler de, bu durumun kadının konumunu güçlendirici bir etkisi olmamaktadır.
Nitekim, kadın istihdamında artış olarak sunulan bu sürece toplumsal cinsiyet ilişkilerinin yeniden üretimi merceğinden baktığımızda üç tespit göze çarpar: Birincisi, üstte kadın ücretli emeğinin özgül nitelikleri olarak belirtilen sıfatlar bu süreçte belirleyici olmaktadır. Yani, kadın tam da ikincil konumundan hareketle bir rekabet unsuru olarak piyasaya girmeye teşvik edilmekte; işveren, böylece, ücretler ve çalışma koşullarının istediği düzeye çekilmesinin koşulunu yaratmaktadır.
Bu gerçekliğin yanı sıra şunu da belirtmek gerekir. Krizin yarattığı yoksullaşma ve hane gelirindeki düşüş de bu süreci içten olumlar. Kadın, aile bütçesine katkı sunmak amacıyla ona dayatılan koşullarda çalışmaya rıza gösterir. Ve işte, maddi koşulların dayatması! Çelişkili bir biçimde bu durumda aile bireyleri tarafından kadının çalışması da desteklenir. Ama elbette geçici olarak. Ve mümkünse, pek de evden dışarı çıkmadan…
1970’lerle birlikte esnek üretim modellerine eşlik eden enformelleşme eğilimi, tam da bu nedenle ücretli kadın emeğinin istihdam koşulları açısından belirleyicilik taşır. Önemli bir ayağı eve iş verme sistemine dayanan enformel sektör, kadını evden dışarı çıkarmadığı, kadının ev ve çocuk bakımı ‘sorumluluklarını’ aksatmadığı için, haneye ek gelir kisvesinde “kadın ücretli ev emeği” ile birlikte en yaygın istihdam biçimlerini oluşturur.
Yani cinsiyetçi ideoloji, yeni-muhafazakarlık (neo-conservatism) kalıpları içinde yeniden üretilirken; tarımın çözülmesi sonucunda, kadının ücretsiz aile işçiliği istihdamındaki düşüşü; enformel, istikrarsız ve genellikle eve iş alma ya da kendi hesabına çalışma biçimleri almaya başlar.
İkinci olarak, kriz dönemlerinde artan kadın istihdamının, toplam istihdamdaki azalmaya eşlik ettiğini unutmamak gerekir. Veriler birlikte okunduğunda, bu dönemlerde kadın istihdamında artış olarak vurgulananın, daha çok, piyasa gözüyle “eksik erkeğin daha ucuza istihdamı” olduğu ortaya çıkar.
Üçüncü ve toplumsal cinsiyet analizi açısından en yakıcı olanı ise, kapitalizmin tüm birey vurgusunun arkasında en temel ekonomik birim olarak “aile”yi kutsamasıdır. Bu hem ideolojik hem de işlevsel bir unsurdur. Aile-içi hiyerarşiyi besler ve ailenin reisi erkektir, algısını yıkmamaya özen gösterir. Ekonomileri hane gelirleriyle, hane gelirini erkeğin kazancı ile ve ancak ek gelir unsurunu kadının çalışmasıyla tanımlar.
Hane ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak çalışanın ücretine yansıtan aile ücreti uygulamaları bunun en çarpıcı örneğidir. Çünkü uygulama, erkeği ‘aile’nin geçimini sağlamakla ‘onurlandıran’, kadını ise evin iç düzenin biricik sorumlusu kılan mekanizmayı, toplumsal cinsiyetçi ideolojinin dişlilerini keskinleştirerek işletmektedir.
Ücretli kadın emeği istihdamının genel eğilimlerini biraz da sayılara başvurarak yorumlayacak olursak; ILO’nun 2008’i temel alarak açıkladığı verilere göre(12), dünyada istihdam edilen 3 milyar kişiden 1 milyar 200 bini kadın ve çok büyük bir kesimi de halen tarım sektöründe istihdam edilmekte. Gelişmiş kapitalist ülkeleri dışarıda bırakırsak, tarımda çalışan kadınların toplam kadın istihdamına oranı yarıya yarıya. Kadın istihdamının yoğunlaştığı ikinci sektörse hizmet. Bu sektörde de oran yüzde 46,3’ü bulmakta. Buna karşılık sanayi alanında istihdam edilen kadınların oranı ancak yüzde 18,3’e ulaşmakta; erkeklerde ise bu oran yüzde 26,6.
Öte yandan toplam istihdamın yüzde 40’ı düzeyindeki kadın istihdamı aldatıcı olmamalı. Yukarda, 1970’lerle birlikte kadın istihdamı için belirginleşen genel eğilimden bahsettik. Şu bilgiyi eklemekte yarar var: Dünya genelinde, kadın istihdamının yüzde 52,7’sini kendi hesabına işçilik ve ücretsiz aile işçiliği oluşturmakta. Ve bu istihdam biçimleri kırılgan/zayıf istihdam (vulnerable employment) olarak adlandırılmaktalar. Aynı zamanda istikrarsız bir istihdama karşılık gelen bu biçimlerle yoksulluk arasında da kuvvetli bir paralellik söz konusu; çünkü enformel kesim içinde yer alan bu tip istihdamlar, işçiyi her türlü sosyal güvenceden mahrum bırakırken, onu çok düşük ücretlere ve hatta karın tokluğuna mahkûm eder.
Nihayet, kadının bir cins olarak sömürüsünün, istihdama katıldığı durumlarda da kadının ücretli emeğinin sömürüsü olarak, üstelik ilkini yok etmeden, tersine güçlendirerek açığa çıktığını söylemek gerekir. Kriz dönemleri tüm sömürü ve baskı yöntemlerinin yanı sıra bu ayrımcılığı da besler.
Bugün karşı karşıya olduğumuz ekonomik krizin açığa çıkardığı eğilimler de bu çerçeveden gözlemlenebilir. Son krizle birlikte toplam işsizlik, 2008 yılı sonunda yaklaşık 5 milyon kişi artarak, 33.7 milyona varmış durumda. 2007 yılı ile karşılaştırıldığında ise işsizlik erkeklerde yüzde 0,4 (5,9), kadınlarda ise yüzde 0,3 (6,3) artmış durumda. Aynı tabloda “Gelişmiş ekonomiler ve Avrupa Birliği” başlığı altında sunulan veriler ise krizin etkisini daha görünür kılıyor. Bu sınıflandırmaya sokulan sanayileşmiş kapitalist ülkelerde işsizlik erkeklerde yüzde 5.5’ten 6.5’e çıkarken; kadınlarda 6.0’dan 6.8’e çıkıyor.(13) (Elbette bu noktada kadınların işgücüne katılımın yüzde 52.6, buna karşılık erkeklerinkinin yüzde 77,5 olduğunu belirtmek gerekiyor.)
Ancak krizin istihdam açısından etkilerine değinirken bu krizin finans sektöründe patlak verdiğini göz ardı etmemek gerekir. Son yıllarda en yüksek istihdam artışını sağlamış bu sektör, krizden öncelikle etkilenenlerden. Sektörün bir diğer özelliği ise, kadın istihdamının en yoğun olduğu sektörlerden biri olmasıdır. Dolayısıyla, bu sektördeki tahribatın öncelikle – ve görece olarak daha fazla – kadın istihdamını azaltacağı öngörüsünde bulunulabilir.
Ancak ILO’nun raporunda vurguladığı şu gerçek de unutulmamalıdır: Kriz finans sektörü ile birlikte ve hatta bazı ülkelerde finans sektöründen de önce sanayiyi vurmaktadır ve istihdamın üçte ikisi ve daha fazlasını erkeklerin oluşturduğu bu sektörde, krizin istihdama etkisi erkekler için daha yakıcı olabilecektir. Elbette yine göreceli olarak.
Öte yandan, toplumsal cinsiyet merceği altına alındığında sorumuz ya da sorunumuz, kadının mı erkeğin mi süreçten göreceli payı daha fazla alacağı değildir. Ekonomik kriz tüm sonuçlarıyla birlikte ele alındığında krizin esasında toplumsal bir kriz olduğu gerçeği ve hem kadın hem de kadının ücretli emeği açısından etkilerinin değerlendirilmesinin salt istihdam baz alınarak yapılamayacağı kesindir.
Bu verilerse bir yansımayı betimlediği için önemlidir. Mesela, sektörel işsizlik artış eğilimleri açısından incelediğimiz kadın istihdam dağılımları tablosu bize en başta şunu söyler: Üretimde kadın ve erkek işleri ayrışması vardır. Kadın istihdam biçimleri dağılımı tablosuna baktığımızda ise, kadınların üçte birinin çoğunluğu tarımda olmak üzere ücretsiz aile işçisi olarak istihdam edildiğini görürüz. “Ücretsiz işçilik” kavramını, bunun hangi mantıkla istihdam verisi olarak kabul edildiğini sorgulamasak da tablo en azından bu gerçekliği yansıtır. Her nicelik bir niteliksel düzeye denk düşmektedir. Bu açıdan tüm veriler ataerkil kapitalist sistemin bir yansımasıdır.
Kadın istihdamının göreli hareketi bu noktada önem kazanır. Arttığı durumlarda, kapitalizmin krizin etkilerini emme yöntemleri çerçevesinde ücretli kadın emeğinin dezavantajlı konumunun nasıl kullanıldığından ve pekiştirildiğinden bahsedildi, düştüğü durumlarda bu durumun da gerisine gidileceği ise aşikâr. Süreç kadın için her iki yönüyle de olumsuz görünüyor. Bu da haliyle işleyen biçimiyle “kadın istihdamı”nı sorgulamayı gerektiriyor.
Kadın emeğinden anlaşılan ikincil, bağımlı ve ucuz emekken, kadın istihdamıyla sağlananın kadını özgürleştirici bir rol oynaması pek de mümkün gözükmüyor. Çünkü kalıcı ve dönüştürücü bir kadın istihdamı için gerek düzenlemeler (işyerlerinde kreş; ebeveyn izni; kadınların evdeki iş yükünü ha etecek toplu yemekhane ve çamaşırhane gibi düzenlemeler vb.) yapılmadığı gibi, kazanılmış haklar da sistemli bir biçimde geri alınmaya çalışılıyor ve aynı zamanda kadının eşitsiz konumunu sağlamlaştıran zihniyet sürekli yeniden üretiliyor. Sonunda kurtarılan yine ve maalesef kapitalist sistem oluyor.
Ağustos 2009
Dipnotlar:
1.) Ayrıntılı tarihsel bilgi için bkz: Engels, Ailenin Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, Sol Yayınları; Evelyn Reed, Kadının Evrimi 1-2, Payel Yayınları.
2.) Yıldız Ecevit, Türkiye’de Ücretli Kadın Emeğinin Toplumsal Cinsiyet Temelinde Analizi, 75 Yılda Kadınlar ve Erkekler. (Ed:Ayşe Berktay Hacımirzaoğlu). İstanbul: Türkiye İş Bankası, 1998, s. 58
3.) İbid, 57.
4.) Hacer Ansal, Kapitalist Üretimde Cinsiyetçilik, 11. TEZ, no 9, s 8. (Yıldız Ecevit de üstte alıntıladığım makalesinde bunun özellikle 1970’lerin başlarında yer edinmiş bir eğilim olduğunu belirtir.)
5.) İbid, s. 13
6.) İbid, s.14
7.) İbid, ss. 16-17
8.) Başak Ergüder, Türkiye ́de Kadın Emeğinin Değişen Yapısı: Enformel Kesimde Kadın Emeği ve Kadın Emeğine Talep, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.
9.) Hacer Ansal, age. s.18.
10.) Ergüder, s. 120.
11.) Başak Ergüder, 122
12.) ILO, Global Employment Trends for Women, 2009 March.
13.) ILO, Global Employment Trends for Women, 2009 March.