1.) Giriş: Lenin ile Troçki’ye saldırmanın dayanılmaz hafifliği
14 Şubat 2019’da Gazete Duvar, kendi internet sitesinde bir yazı yayımladı. Yazarının Sadık Güleç olduğu yazının başlığı şöyleydi: “Lenin’in ‘Stalin vasiyeti’ sahte mi?” Hemen göze çarpan bir sorunun tespitiyle başlayalım: Söz konusu yazı, Gazete Duvar’ın “Kitap” bölümünde yayımlanmış; yani aslında Stephen Kotkin’in Stalin biyografilerinin ilk cildinin bir tanıtımı olarak lanse edilmiş olsa da, yazı aslında hatalı bir ideolojik çerçeve içine yerleştirilmiş olan bir yalana, yani yaklaşık bir yüzyıldır tekrarlanan birtakım dedikoduları yeniden gündeme getirmeye adanmış vaziyette. Kotkin’in Stalin biyografisinin niteliğine ve içeriğine dair Güleç’in yazısını okuyan birisi, yazıyı okumadan önce kitap üzerine sahip olduğu duygu ve düşüncelerin tamamına, yazıyı okuduktan sonra da yine sahip olabilir. Güleç, kitabın editoryal bir tanıtımını veya politik bir değerlendirilişini yapmaktan ziyade, kitapta yer alan ve kendi bürokratik sol anlayışına kaynak ile zemin sunabilecek birbirinden kopuk sözde ampirik iddiaları baştan aşağıya sıralıyor ve okuyucuya da, son derece ciddi deliller sunduğunu iddia ettiği bazı argümanlarını anlatıyor. Özetle, tam bir orta sınıf kurnazlığıyla, biçimine bilim atfedilen bir savın içeriğindeki hurafelerin yeniden pazarlanmasıyla karşı karşıyayız. Malını olduğu gibi satamayan, onu ancak malın kendinde olmayan birtakım özelliklere sahip olduğu kara propagandasıyla pazara sürmeye cüret edebilen bu zavallı tüccar psikolojisiyle az sonra ilgileneceğiz. Bunun yanı sıra daha da ilginç ve düşündürücü olanı ise Gazete Duvar’ın editoryal ekibinin, bu yazıyı okuduktan sonra, bunun aslında bir kitap tanıtımı olmadığına kanaat getir(e)memiş olması ve yazıyı, içinde “Forum kategorimiz çok çeşitli türde içeriğe açıktır. Gazete Duvar’ın editoryal politikasıyla uyumlu olmak zorunda değildir.” yazan “Forum” bölümüne almamış olması. Ancak belki de kusur bizdedir: Aydın Selcen’in Suriye düşmanlığı ve ırkçılık yaptığı yazıları “Forum” bölümüne çekilmezken ve hatta Gazete Duvar, bu yazarının kendi sitesindeki yazılarına, bu gerici suçları dolasıyla son vermeyi düşünmezken, bilimsel ve tarihsel içeriği olmayan kuru bir hipotez metninin “Forum” kısmına konulmuyor oluşu, bizi çok da şaşırtmamalı.
Güleç’in yazısının başlığı, herkesin dikkatini çekebileceği üzere, oldukça iddialı. Bu başlığa sosyal medyada veya sitenin kendisinde rastlayan biri, doğal olarak heyecanlanabilir ve sosyalizmin tarihinin en ciddi bölünmesi ile sonuçlanmış olan bir politik sürecin detaylarına ilişkin yeni belgelerin gün yüzüne çıkmış olduğunu; çıkmamışsa bile, yazının bu bağlamda okuyuca bambaşka ve derinlemesine bir perspektif sunacağını düşünebilir. Ancak – ne yazık ki – durum bu değil. Güleç’in yazısının başlığı ile içeriği arasında (evet, sanırım bu kelimeyi kullanabiliriz) gülünç bir açı var. Açının gülünçlüğü, büyüklüğünden ileri geliyor. Bununla birlikte, yazının içinde barındırdığı tarihî ve siyasal hatalar, yanlış aktarılan veya kasten çarpıtılan olaylar ile olgular da cabası. Öyle sanıyorum ki, polemik yazılarında kişi, polemikte bulunduğu metin ve yazar hakkındaki kanaatlerini çok da makyajlamadan, doğrudan bir şekilde ifade etmeli. Bu sebeple, Güleç’in yazısının pespaye bir rezillik ve Güleç’in kendisinin de, bu tip konularda yazmak için gerekli olan öngörüye ve yeteneğe sahip olmayan bir şarlatan olduğunu söylersem, umarım okuyucunun tepkisini çekmem. Çünkü durum budur ve durumun bu olduğuna dair, yazının sonlarına doğru okuyucunun da, ileri sürdüğüm tezlerin neticesinde, durumu bu şekilde ifade edişime ikna olacağı inancındayım.
Polemiğin belli başlı köşe taşlarına geçmeden önce, Güleç’in iddialarının ve o iddiaları aldığı kaynak kitap olan Kotkin’in çalışmasını, bir tarihsel perspektife yerleştirmek istiyorum. Açıkçası bu, benim bunu istiyor veya istemiyor oluşumda ziyade, doğası gereği bu yönde bir tablo ortaya çıkarıyor. Bazılarının bildiği üzere Rus devlet kanalı Kanal 1, Ekim Devrimi’nin 100. yıl dönümü vesilesiyle bir dizi çekti: Troçki. Dizinin hakları daha sonra yaygın bir izlence ağı olan Netflix tarafından satın alındı ve uluslararası çapta dolaşıma sokuldu.
Putin rejiminin ve bu rejimin çevresinde kümelenmiş Rus oligarşisinin Troçki’ye ve Ekim Devrimi’ne dönük duygu ve düşündelerini özetleyen bu çirkin dizi, en basit ifadeyle son derece kaba ve gerici bir tarihsel falsifikasyondan ibaretti. Troçki’nin yaşamında kristalize olan dönemin işçi hareketlerinin ve Marksist perspektifin, böylesine yalancı ve sansürcü bir çarpıtmaya konu edilmiş olması elbette ilk değil. Bunu, 20. yüzyıl boyunca Stalinist çarpıtma ekolü zaten yapmıştı.
Şimdi ise Putin, bu Stalinist falsifikasyon ekolüne borcunu ödemekteydi ve onun yalanlarını, yeni prodüksiyon ve teknoloji imkanları eşliğinde yeniden üretmişti. Bu bağlamda, iki önemli noktayı unutmamak gerekir: 1.) Putin ve onun oligarşisi, bugün sahip oldukları zenginliği ve sermaye birikimini, SSCB’de on senelere yayılmış olan ve Stalinizm eliyle organize edilmiş olan kapitalist restorasyona borçlu. 2.) Putin, devlet başkanı olmadan önce, Troçki’nin katili Ramon Mercader’le aynı mesleği icra ediyordu; Stalinizm’in gizli polisi…
Dizi, şimdilik aklımızın bir köşesinde kalsın ve Güleç’in metnini içine yerleştirmek istediğim tarihsel perspektifin ikinci ayağına geçeyim: Karl Marx’ın mezarına düzenlenen son saldırılar. Bilimsel sosyalizmin kurucusu, modern işçi hareketinin tarihsel önderi Karl Marx’ın Highgate Mezarlığı’ndaki dinlence yeri, iki hafta içinde iki saldırının hedefi oldu. İlk saldırıda Marx ismi bir çekiç aracılığıyla parçalanmak istendi; ikincisinde anıtın üstüne anti-komünist sloganlar yazıldı.
Kotkin’in nicelik yönünden uzun, nitelik bakımından acınası bir sefalete denk düşen çalışmasıyla Güleç’in bu çalışmadan, kendi ideolojik çıkarları uyarınca cımbızla çektiği birkaç küçük-burjuva tarih hipotezinin üstüne kurduğu zayıf metni, Putinci oligarşinin Troçki’ye dönük ve İngiliz faşizminin de Marx’a dönük düşünsel, görsel ve fiziksel şiddetinin, aslında dolaysız bir politik parçası. Çapı, etkisi ve şiddeti gibi düzlemlerde, diğer iki saldırının yanında son derece önemsiz kalıyormuş gibi gözükse de, Güleç’in metni, bu iki saldırıda ifade edilen devrimci Marksizm düşmanlığının ve korkusunun; işçi sınıfının kurtuluşunun sosyo-politik koşullarının yaratılmasına hasredilmiş olan metotlara ve hayatlara dönük duyulan kibrin ve sakıncanın utangaç bir devamı ve daha fazlası da değil. Bunu söylüyoruz çünkü neque ignorare medicum oportet quæ sit ægri natura (doktor, hastalığın doğasını es geçmemelidir).
a.) Gerçeklere sadık kalmamanın bedeli
Sadık Güleç, Sovyet tarihinin araştırılması noktasında temel sıkıntılardan birisinin, 1991’e kadar kapalı kalan arşivler olduğunu söylüyor.(1) Bu doğru. Ancak arşivlerin açılmasıyla birlikte ortaya çıkan dokümanlar, Güleç’in falsifikasyoncu tarihsel heveslerini tatmin etmekten uzak; zaten Kotkin de, Lenin’in vasiyeti konusundaki Bolşevo-fobik histerilerini belgelere değil, “saf aklın” olayları incelemesinden doğan soyutlamalarına dayandırıyor. SSCB’nin, Stalinizm’in kapitalist restorasyoncu çizgisi neticesinde dağılmasından bu yana kamuya ve akademiye açık hâle gelen hiçbir doküman veya veri yığını Troçki, Sol Muhalefet ve Dördüncü Enternasyonal tarafından çizilmiş bulunan tarihsel çerçeveyi ve aktarılan siyasal-programatik içeriği yalanlamamıştır. Aksine onları doğrulamış, hatta ifade ettikleri gerçeklerin ve gerçekçiliğin temellerine çok daha radikal bir biçim atfetmiştir.
Güleç, açık ki bütün bunlardan habersiz (çünkü neden olmasın, değil mi?). O, aslında sinsi bir küçük-burjuva tahrifatçının gelenekselleşmiş bütün sınırlılıklarını ve muhafazakârlığını, anti-Troçkist deliller keşfettiğini varsayan tembel “araştırmasında” kusursuzca temsil ediyor. Onun, Kotkin’in kitabının yalnızca kaymak tabakasıyla yetinmesi, bu kitabın yazarının hatalı metodolojisiyle ve anti-komünizmiyle polemiğe girilmesini gereksiz addetmesi (2), araştırmasını çok yönlü ve derinlemesine bir şekilde kaynakların kendisine dek genişleteceğine biçimsiz bir yüzeysellikte ve hamlıkta ısrar etmesi, kendisinin Stalin(izm)-sever heyecanının çirkin bir ürünü olan bu yazısının daha baştan ölü doğmasının şartlarını yaratıyor. Hiçbir şüphe yok ki, Lenin’in ölümüne doğru vermiş olduğu son mücadelesinin politik doğasını ve yakıcılığını, Lenin’in kendisine sadık kalarak aktarmamak ve dahası, Moshe Lewin’in deyişiyle “Lenin’in son kavgasını” tarihsel düzlemden silip yok saymak veya onun içeriğini, kendi ideolojik gericiliğinini çıkarları gereği çarpıtmak, politik ve teorik cevaplar eşliğinde adeta bir boks torbasına dönüştürülmesi gereken anti-Marksist bir falsifikasyon denemesi; popüler ismiyle yalan ve sansürdür.
Şimdi Sadık Güleç, niyetlerinden bağımsız olarak veya değil, bir burjuvazi, devlet veya kilise geleneği olan bu sansürcü tarih okuması ekolünün siyasal işbirlikçisi olmuştur; bundan sonra ağzından çıkacak olan her sözün, kaleminin yazacak olduğu her kelimenin üstüne, etraflıca araştırmadan kaba bir hevesle özensizce yazdığı veya bilinçlice yalan söylediği bu kara propaganda metninin sansürcü karakterinin gölgesi düşecektir. Ve emin olunabilir ki, bu gölge onu takip edecektir; takip ettiğinden emin olunacaktır.
2.) Güleç ile Kotkin’in var olmayan “kanıtlarına” hızlı bir cevap
Kotkin’in, sosyalist düşünceye açık bir saldırı karakteri taşıyan kitabının ve Güleç’in de yalanlar ile tarihsel tahrifatlarla dolu, Kotkin’in devrim düşmanı hattının yeniden üretildiği yazısının ayrıntılı bir politik ve tarihsel analizine girişmeden önce, onların okuyucuya sundukları argümanın temellerinin çürümüşlüğünü kısaca göstermek istiyorum. Kotkin’in ve dolayısıyla Güleç’in saldırılarını yoğunlaştırdıkları öncelikli alan, Lenin’in aslında vasiyeti olarak bilinen metni kaleme almamış olduğu ve bunun, Lenin’in eşi Krupskaya tarafından uydurulmuş olduğu.
Bu noktadaki öncelikli sorun, Lenin’in vasiyeti kapsamında ele alınan metinlerden hangilerinin uydurulmuş olduğunu söylemiyor olmaları. Çünkü Lenin’in “vasiyeti”, klasik anlamıyla aklımıza gelen vasiyetlerden değil. Bu vasiyet, 300 sayfaya yaklaşan bir siyasal mektuplar, belgeler, makaleler ve konuşmalar dizisi ve bu dizi boyunca Lenin, Sovyet cumhuriyetinin karşı karşıya olduğu bürokratikleşme tehdidine dönük olarak disiplinli bir mücadele yürütüyor. Misal, Lenin’in dış ticarette devlet tekeli, Devlet Organizasyon Komisyonu, Gürcistan sorunu, işçi ve köylü denetimi üzerine yazmış olduğu ve aslında vasiyetinin kapsamında sayılan politik dokümanların hepsi, aslında Krupskaya tarafından mı yazılmıştı? Kastedilen sadece Kongre’ye mektup diye bilinen ve Lenin’in Stalin’in görevden alınmasını talep ettiği meşhur metni mi? İki yazar da bu konuda kesin bir cevap vermiyor. Halbuki şu soru sorulmalıdır: Lenin’in, doğrudan doğruya Stalin’e saldırdığı ve görevden alınmasını talep ettiği metnin sahte olduğunu kabul etsek bile (ki aşağıda öyle olmadığını göreceğiz); onun Gürcistan, dış ticaret, işçi ve köylü denetimi ile devlet planlaması konularında yürüttüğü katı anti-Stalinist mücadelenin politik belgelerinin taşıdıkları anlamı nasıl yorumlayacağız? Lenin, Güleç’in de temelsiz bir biçimde saldırıda bulunduğu metni haricinde onlarca dokümanda Stalin’in ifade ettiği bürokratikleşme tehlikelerine karşı amansız bir savaş verdi. Onun, Stalin’in görevden alınmasını istediği metni, yalnızca bu acımasız anti-bürokratik saldırının mantıksal bir sonucuydu. Lenin, ölümüne yaklaşmışken, Stalin’e karşı mücadeleyi en katı doğal gereklerine vardırmaya karar vermişti.
İkinci olarak, Kotkin ile Güleç’in tekrarladığı (kimden alıp tekrarladıklarını aşağıda göreceğiz) Krupskaya argümanı; özellikle de Güleç’in, tarihte Stalin lehine bir falsifikasyona gitmek için bu varsayıma dört elle sarılmış olması, özel olarak incelenmeye değer. İlk olarak, Lenin’in Stalinizm karşıtı son politik angajmanının kabaca Krupskaya’nın başının altından çıkan bir komplo ve tuzak olduğunu ileri sürmek, İslamcılar ve neo-Osmanlıcılar tarafından Kanuni Sultan Süleyman iktidarının başarısız taraflarının faturasının Hürrem Sultan’a kesilmek istenmesine benzer bir “tarihin cinsiyeti” tartışmasını ortaya koyuyor. Kotkin ve Güleç, vasiyet üzerinden söyledikleri yalanı çok farklı şekillerde formüle edebilirlerdi. Baş düşmanları saydıkları Troçki’nin, o sıralarda sahip olduğu devlet aygıtındaki gücü kullanarak bu tarz bir belgeyi Lenin’in notlarının arasına koyduğunu veya dış ticaret tartışmasında Lenin’in safında yer almış olan Krasin’in ya da geleceğin Sol Muhalefet üyesi Bolşevik öndelerinden birisinin bu belgeyi yoktan var ettiklerini iddia edebilirlerdi. Ancak hayır, onlar Krupskaya’yı tercih ettiler ve bu tercih, dolaysız bir şekilde, kendisinin ardında yatan birtakım gerici belirlenimler aracılığıyla var oldu. Mitolojide kadın temsili üzerine bir röportaj veren Doç. Dr. Serap Yüzgüller, röportajı sırasında eril-dişil ayrımının tanrısal düzlemden dünyasal düzleme geçmesiyle, kadının iktidar talep eden bir varlığa dönüşmüş olduğu şeklinde bir anlayışın hâkim duruma geldiğini belirtiyor.(3) Kotkin ile Güleç’in Krupskaya’ya biçtikleri sinsi ve komplocu siyasal rolün, buna benzer bir mitolojik karakter taşıdığına ve bu cinsiyetçi anlayışın doğrudan bir devamı olduğuna şüphe yok.
Ancak Kotkin de, Güleç de varsayımlarının mitik doğasından bihaberler. Güleç yazı boyunca, insanı bir sonraki satır ve paragraf hakkında heyecanlandıran iddialarda bulunuyor. Metnin genelinde aşağıdaki ifadelere rastlıyoruz:
“(…) Kotkin’in çok sağlam belgelere dayanarak ispatladığı bazı olayları…”(4)
“Ancak Kotkin çok güçlü kanıtlara dayanarak…”(5)
Güleç’in yazısında bunlar yalnızca lafta kalıyor. Okuyucu, Lenin’in vasiyetinin sahte olduğuna dair ne bir belgeye, ne de çok güçlü bir kanıta rastlıyor. Ortada somut bir veri olarak işlenen hiçbir bilimsel ispat mekanizması bulunmuyor. Güleç bunu bilmiyor mu? Bilmediğini söylemek, kendisine hakaret olur. Bu noktada akla gelen mantıklı tek açıklama, Güleç’in kasten yalan söylediği. Evet, Güleç yalan söylüyor. Ancak bu tek başına onun suçu değil. Tanıtımının yapıldığı iddiasındaki kitap, Lenin’in vasiyetinin sahte olduğuna dair hiçbir ama hiçbir (!) kanıt ortaya koyamadığı için, Güleç de yazısında “çok sağlam belgelerden” ve “çok güçlü kanıtlardan” bahsedemiyor.
Bu noktada gülünç bir argümanla karşılaşıyoruz: Lenin o denli hastaydı ki; Lenin’in felci o denli ileriydi ki, bunları yazmış olması veya dikte ettirmiş olması mümkün olamazdı! Güleç, Kotkin’den esinlendiği savların eşliğinde, Lenin’in Stalin ve bürokrasi karşıtı bir vasiyeti dikte ettirebilmiş olmasının olanaklı olmadığını; Lenin’in geçirdiği krizlerin vücudunda bıraktığı izlerin buna izin veremeyeceğini söylüyor ve bunu söylerken de, iddiasının kapsamını derinleştirmekle veya ayrıntılarıyla anlatmakla ilgilenmiyor.
Halbuki Güleç, Kotkin’den kopyala-yapıştır yaptığı bu önermeyi derinlemesine bir biçimde araştırsaydı, çok daha farklı sonuçlara ulaşabilirdi. Lenin gerçekten de dört büyük kriz geçirmişti: 1922’nin 25-27 Mayıs’ında, 1923’ün 13 ve 22 Aralık’ında (birkaç kriz bu iki tarihin arasında da nüksetmişti) ve yine 1923’ün 9-10 Mart’ında. Yine de bu, Lenin’i politik dokümanlar üretme ve ulusal hayatın en yakıcı sosyal sorunlarına eğilme uğraşından alıkoyamadı. Tarihçi N. Valentinov, 1971 tarihli Yeni Ekonomi Politikası ve Lenin’in Ölümünün Ardından Parti Krizi kitabında şöyle yazıyor:
“Lenin’i tedavi eden doktorlardan birisi olan Kramer daima, Lenin’in canlılığının, onun bu hastalığa karşı direnme gücünün, bu hastalığın tarihinde olağandışı bir olay olduğunu söylerdi.”(6)
Kotkin ile Güleç’in, kendisini sahte bir vasiyet kaleme almakla suçluyor olmalarına karşın, nadir sayıdaki biyografilerinden birine bakma zahmetine katlanmadıkları Krupskaya’nın hayat hikayesinin anlatıldığı Robert H. McNeal’in Devrimin Gelini – Krupskaya ve Lenin kitabında şöyle yazıyor:
“Lenin’in yaralarından iyileşmesi müthiş gözüküyordu ve 1919 ile 1920’de çok yoğun bir iş temposuna ayak uydurdu. Sadece, Smolensk bölgesine kadar genişleyen birkaç av gezisine ve küçük tatile çıktı ama hiçbir zaman, bazen kendisinin emirleriyle yoldaşlarının yaptığı gibi, Kırım deniz kenarına veya Kafkas Dağları’nın ünlü iyileştirici tatil yerlerine gitmedi. (…) Lenin medikal nasihatler almaktansa, onları vermek konusunda çok daha iyiydi.”(7)
Krupskaya’nın, son ayları haricinde bütün bu hastalık döneminde Lenin’in politik üretimindeki gerçek payı üzerine, yine aynı kitapta, şöyle yazıyordu:
“Mayıs 1922’deki ilk kriziyle aynı yılın sonbaharı arasında Lenin gözle görülür bir iyileşme yaşadı ve iki ayın üzerindeki bir süre dahilinde işinin başına bile dönebildi. Onun hastalığının bu aşaması Krupskaya için çok da zor geçmedi çünkü o Lenin’le çalışabilmek için, alışık olduğu iş yükünün bir çoğunu bırakmıştı. (…) Lenin ziyaretçiler alabiliyor ve onlarla tek başına konuşabiliyordu; yani eşinin üzerinde ilaveten bir politik yük yoktu.”(8)
Yine, Krupskaya’nın Lenin’in ajandasına işaretlemiş olduğu anti-bürokratik savaşımın başlatılmasından ne denli haberdar olduğuna ilişkin olarak, aynı kaynak aşağıdaki satırlara yer veriyordu:
“Lenin kesinlikle, 1922’nin Aralık ortasındaki ikinci krizin onu derinden etkilemesiyle, kendi amaçlarının kaderi üzerine derinden kaygılıydı. (…) Onları (Bolşevik liderleri kastediyor, b.n.), sistemdeki ‘bürokratizmin’ yükselişinden sorumlu tutuyordu (…) 1922’de Gorki’deki uzun kalışları sırasındaki herhangi bir zamanda bu kaygılarını Krupskaya ile tartışmış olması bir hayli ihtimal dışıdır. (…) Troçki’nin kendisine, Bolşevik evinde düzeni sağlamasında yardımcı olacağını umuyordu (…).”(9)
Lenin’in, en şiddetli felç ataklarını geçirirken nasıl mücadele ettiği ve Krupskaya’nın, Lenin’den gizli ve onun adına herhangi bir bürokrasi karşıtı siyasal faaliyete girip giremeyeceğiyle ilgili olarak, aynı kitaptan, aşağıdaki ifadeleri okuyucuyla paylaşmanın faydalı olabileceği düşüncesindeyim:
“Yeni krizler dalgası başladığında Lenin reform kampanyasına daha yeni başlamıştı. 1922’nin Aralık ortasından 9 Mart 1923’e dek tamamen kapasitesini kullanamadı değil ama kendini Kremlin’deki odasıyla sınırladı ve dış dünyadan kesildi. Sert baş ağrıları, hafıza kayıpları, sağ tarafında bölgesel felçler ve genel zayıflıklar yaşadı ama yine de Sovyet siyasal düzenini reforme etmek için kahramanca mücadele etti.
Mutlak dinlence en belli reçete olarak duruyordu ve Krupskaya hiç şüphe yok ki, eskiden Lenin’in, birkaç ciddi sinir krizinin ardından Alpler’de yürüyüşe çıkarak ve politikayı mümkün olduğunca unutarak canlılığını yeniden kazandığını hatırlıyordu. Ama bu sefer Lenin işbirliği yapmayı reddetti; parti liderlerinin medikal mazeretleri öne sürerek önce davranıp onu engellenmesinden korkarak az zamanının kaldığını hissediyordu. (…) O sırada (ilk yaralandığı zaman, b.n.) Krupskaya, Lenin’e İç Savaş haberlerini okumaktan sorumluydu ve Lenin, onun kendisine her şeyi anlatmadığını seziyordu. Hemşirelerden birine göre, Nadejda’ya meydan okudu ve sordu: ‘Senin için hangisi daha önemli; ben mi, parti mi?’ Krupskaya bu sorudan, şu cevabı vererek kaçındı: ‘Birisi ve ötekisi. Sen önemlisin ve parti önemli.’ Bu bağlamda Lenin’in iyileşmesi iyiydi (…)”(10)
Krupskaya’nın, Lenin’in son notları üzerinde herhangi bir tahrifata gitmişse, bunu Troçki lehine mi yapacağı şeklindeki olasılık sorusuna dair olarak da, aşağıdaki alıntıyı paylaşmak istiyorum:
“Krupskaya’nın bakış açısından Troçki ideal bir müttefik olmaktan uzaktı. Lenin’le 1903’teki kopuşlarından önce, Londra’daki sürgün günlerinden bu yana onunla fazlaca bir bireysel ilişkileri olmamıştı ve sürgünün son yıllarında arkadaş olduğu Kamenev ile Zinovyev’e kendini daha yakın hissediyordu.”(11)
Lenin’in Troçki’ye, parti plenumunda dış ticaret üzerindeki devlet tekelinin radikal bir biçimde korunmasıyla ilgili olarak kendilerinin görüşlerini savunmuş ve kazanmış olmasından dolayı tebrik mesajı gönderdiği ve bu mesajda, aynı konu üzerinden yaklaşan kongrede Stalin’e saldırıyı sürdürmeyi önerdiği mektubunun, Krupskaya tarafından Troçki’ye iletilmiş olması, Stalin’i çileden çıkartmış ve Krupskaya’ya hakaretler yağdırmasına yol açmıştı. Stalin, Krupskaya’nın Lenin’in notunu iletmiş olmasını parti disiplininin ihlali ve Lenin için Politbüro tarafından uygun görülen tedavi şartlarının bir çiğnenişi olarak okudu. Güleç’in oldukça hatalı bir biçimde bahsettiği bu olay (Güleç, Stalin’in öfkesinin kaynağının “bir rapor” olduğunu söylüyor) aslında, Stalin’in haksız olduğunu gösterecek şekilde, aşağıda aktarılan şekliyle yaşanmıştı:
“Aslında not, doktorların izniyle dikte ettirilmişti ama olay Stalin’e disiplinle ilgili yaptırım bahanesi vermişti.”(12)
Lenin’in hastalığının şiddeti ile Lenin’in bu hastalıkla mücadelesinin şiddetinin oranının ne olduğuna dair, konuya dair meşhur bir çalışmanın yazarı olan Moshe Lewin’in Lenin’in Son Mücadelesi kitabından da birtakım bulguları buraya eklemek istiyorum:
“Konuşmasından birkaç gün sonra, Lenin Gürcü meselesiyle ilgili olarak en vahim şüphelerinden rahatsız olmaya başlamıştı; doktoru ona, çok daha az iş yapmasında ısrarcı oldu. Lenin zor bir hastaydı; eylemsizliği kibar karşılamıyordu ama fiziksel gücünün düşmekte olduğuna zorunlu olarak ikna oldu. Sonunda Moskova’nın yakınındaki Gorki’deki kır evine gitmeye ve dinlenmeye razı oldu ama politik hayatta mektup ve telefon üzerinden aktif kalmayı sürdürdü. Kafkaslardan yakında dönmesi beklenen Rikov ile Dzerzhinsky’den sabırsızca haberleri bekledi ama zamanının çoğunu, hükümetteki vekillerinin işlerini organize ederek geçirdi (…) Aralık’ın başında Lenin Troçki’den, kendisini bir kere daha ziyaret edip görmesini istedi. Sohbetin akışında ‘bürokrasiye karşı bir bloğun’ kurulmasını önerdi (…) Lenin aynı zamanda Troçki’nin, kendisinin hükümetteki vekillerinden birisi olması gerektiğini önerdi.”(13)
“İnsomnia ile geçen bir gecenin ardından, 16 Aralık sabahında Lenin çok ciddi bir kriz daha geçirdi. Her şeye rağmen, yardımcılarına, doktorlar gelmeden önce son bir not dikte ettirmede acele etti. (…) Böylece Lenin’in, kendisini ilgilendiren ne varsa onun hakkında bilgilendirilme, görüşlerini formüle etme ve onları doğru insanlara ulaştırma mücadelesi başlamış oldu. Bu, ölümle yüzleşmeyi reddeden hasta bir adamın kaprisi değildi. Tam tersine Lenin, her an ölebileceğini ve açık bir eylem programı olmadan, izlenilmesi gereken yola dair olumlu belirlenimler olmadan partiyi ve ülkeyi aşırı zor bir durumda bırakabileceğini biliyordu. Daha yakıcı olan sorunlar konusunda esaslı şeyleri söylemesi gerektiğini hissediyordu (…) Siyasal ilgiyle hastanın durumunun kötüleşeceği düşünülüyordu ama devletin başının, görevini tamamlamaya dönük insani olarak ne kadar mümkünse, o kadar iş yapamaması daha kötüydü.”(14)
Lenin’in hayatının son evresini özel olarak mercek altına yatırıp inceleyen uzmanların ve dönemin tanıklıklarının aktardıkları; Lenin’in, vücudu üzerinde son derece vahim etkilerde bulunan korkunç ataklara karşı sonsuz bir dirençle dayanıp politik üretimini sürdürdüğü yönünde. Kotkin kendi kitabında Lenin’in doktorundan alıntılar yaparken, sadece doktorun, hastalığın etkilerini ve doğasını anlattığı bölümleri alıntılamakla kalmıyor ancak aynı zamanda doktorun; yukarıda bahsettiğimiz Kramer’in, Lenin’in bu hastalığa karşı nasıl karşı koyup siyaset yapmaya devam ettiğini aktardığı bölümleri sansürlüyor.(15) Burada üzücü olabilecek olan taraf, sıkı bir anti-komünist olan Kotkin’in, kendi burjuva tarih anlatımının çıkarına ters düşen gerçekleri sansürleyerek falsifikasyona başvurmasından çok, sol bir formasyona sahip olduğu iddiasındaki Güleç’in, sırf Stalin’in canice siyasi günahlarının affı yolunda kullanılabilir bir mazeret olduğu için, Lenin’in hastalığının çapını ve buna karşı Lenin’in gösterdiği direnci hiç araştırmaya kalkışmamış olmasıdır. Güleç, Lenin’in vasiyeti yazmış olabileceğine dair herhangi bir göstergenin mevcut olmadığını yazarken, oldukça sorunlu bir çarpıtmaya imza atıyor çünkü bu belge ile diğer makaleler, mektuplar ve notlar, somut olarak arşivlerde mevcuttur.
Vasiyetin var olmadığını, vasiyetin aslında sahte olduğunu kanıtlama görevi, iddia makamındadır. Kotkin ile Güleç’in çok sağlam ispatlar, kanıtlar ve belgeler şeklindeki laf salatasıyla doldurdukları yalan dolu varsayımlarının biricik dayanak noktası, spekülatif bir akıl yürütmeden ibaret: Lenin, bu denli hastayken nasıl oldu da metinleri dikte ettirebildi? Vasiyet neden 12. Kongre’de okunmadı? Krupskaya çok şüpheli davrandı ve benzeri saçmalıklar… Bu soruların, Stalinizm lehine verilecek cevaplarının ontolojik şartları mevcut değildir zira bu komplocu ve ezoterik tarih okuma metodunun dayandığı bilimsel bir zemin ve maddi kanıtlar silsilesi yoktur. Lenin’in vasiyetinin sahte olduğunu ispatlamaya dönük başlatılan acınası girişim, Stalin’in ve onun politik suçlarının, Lenin ile Leninizm’in yadsınması değil doğrudan devamı olduğunu hatalı bir biçimde göstermek isteyen burjuva tarihçilerinin, kendi karşıdevrimci programları çerçevesinde gerçekleştirmeye çalıştıkları bir tahrifattır. Tarihin, burjuvazinin cephesinden yorumlanması, zorunlu olarak Lenin’in, Stalin’e bir alternatif olmadığını; Lenin’in anti-bürokratik mücadelenin öncülerinden olmadığını savlamaya dönüktür. Vasiyete dair başlatılan bu tahrifatçı kampanyanın siyasal ve ideolojik kökenleri, Stalinizm’in yüz kızartıcı suçlarının faturasını, bir alternatif olarak devrimci Leninizm’in kendisine kesmek istemekte yatmaktadır. Kotkin’in amacı budur. Ancak Güleç bununla ilgilenmiyor ve en yüzeysel yorumlarıyla, Kotkin’in kitabına dair herhangi bir devrimci perspektif sunmayı tercih etmiyor. Onun tek işlevi, belgeleri ve ispatları olmayan kaba, anti-Leninist dedikoduları, kendi çarpık şablonlarının uğruna yeniden ve yeniden üretmektir.
3.) 1994’te arşivlerde yapılan keşif: Stalin, Lenin’in vasiyetini nasıl çarpıttı ve değiştirdi?
Stalinizm’in SSCB’de kapitalizmi restore ederek onun yaşantısına son vermesinin ardından Moskova’da açılan arşivler, Lenin’in vasiyeti üzerine, tam da Kotkin ile Güleç’in okuyucuya sundukları iddiaların tam tersine işaret eden birtakım bulguların keşfedilmesine vesile oldu. Okuyucunun da tanık olacağı üzere 1994 senesinde Moskova arşivlerinde yapılan keşif, yazarının Leninizm’i Stalin’in suçlarıyla itibarsızlaştırma girişiminin bir parçası olarak Kotkin’in kitabına girmeye hak kazanamıyor. Ancak daha da önemlisi, Kotkin’in çalışması, bu keşfe yer vermediği ve aslında bu keşfin parmak bastığı gerçeği sansürlediği dolayısıyla tarihçilerden ve bilim insanlarından sert eleştiriler alırken, bu kitabın tanıtımını yaptığı iddiasındaki Güleç de bu keşfe yer vermiyor. Bu noktada karşımızda iki seçenek var: Birincisi Güleç’in bu keşiften haberinin olmamasıdır ki bu, tarihsel olarak özellikle son derece değerli ve ciddi bir belge üzerine bir yazı kaleme almakta olan bir gazeteci için, affedilmez bir boşluk ve tembelliktir. İkincisi Güleç’in bunu bilmesine rağmen sansürlemesidir; yani kendi çarpık Stalinist şablonlarına sığmayan gerçeklere ihanet etme derecesine varan bir omurgasızlığı göstermiş olmasıdır. Bu iki seçenekten hangisi söz konusu olursa olsun, şu kesindir ki, insanlar bundan böyle Kotkin’in yazdığı tarih anlatılarının doğruluğundan veya varlığından daima şüphe edecekler ve yine insanlar, Güleç’in bütün gazetecilik ve yazarlık faaliyetlerinin sonuçlarını, en temel belirleyenlerin eksik olabileceği ve üstünkörü bir çabanın neticesinde ortaya çıkmış olan ürünler olarak okuyacaklardır.
1994’teki keşfi anlayabilmek için Lenin’in vasiyetinden bir bölüme dönmek gerekiyor. Söz konusu bölüm şöyle:
“Merkez Komitesi’nin öteki üyelerinin kişisel özellikleri üzerinde tek tek durmayacağım. Ancak bu arada, Zinovyev ve Kamenev’in Ekim olayının da rastlantısal olmadığına değineceğim. Fakat nasıl Troçki’yi Bolşevik olmamakla suçlayamazsak, bu olay nedeniyle de Zinovyev ve Kamenev’i suçlayamayız.”
Lenin’in bahsettiği olay, Merkez Komite’nin 23 Ekim ve 29 Ekim 1917 tarihli toplantılarında Zinovyev ile Kamenev’in Ekim Devrimi’nin gerçekleştirilmemesi, partinin iktidarı ele geçirmeye çalışmaması yönünde aldıkları tutumdur. Bunun üzerine bir de, bu ikili Maksim Gorki’nin Novaya Zhizn (Yeni Yaşam) gazetesine verdikleri bir röportajda, Bolşeviklerin silahlı bir ayaklanma hazırlığında olduğunu söyleyerek, parti disiplinini ihlal etmiş ve kadroların güvenliğiyle eylem planını tehlikeye atmıştı. Lenin bu suçlarından dolayı onları “eşi görülmemiş bir grev-kırıcılıkla” suçladı ve ikisinin de partiden atılmasını talep etti.
“Troçki’yi Bolşevik olmamakla suçlayamazsak”(16) kısmında ise Lenin, Troçki’nin 1903’ten 1917 Şubat’ına dek var olan bağımsız konumuna gönderme yapmakta; Troçki’nin, ancak kendisinin Nisan Tezleri’nde ifade edilen sürekli devrimci tutumunun ardıdan Bolşevik Parti’ye girdiğini söylemektedir. Troçki’ye dair vasiyette yer alan görece “negatif” olan tek atıf budur. Troçki bu atfın, kendisini bürokratizme karşı mücadelede müttefiki olarak gören Lenin’in fikir yürütüşünün bağlamı içinde ele alınması gerektiğini belirtmişti.
Lenin’in baskılanan vasiyeti hakkında başlıklı yazısında Troçki, Stalinizm’in bu cümleyi yorumlamada başvurduğu çarpıtmanın, onun bu cümleden bir “sentez” çıkarma ihtiyacının sonucu olduğunu söylüyor; bu sentezin ise vasiyetin orijinal içeriğiyle herhangi bir ilgisi olmadığını kaydediyordu.
Vasiyette Lenin, Troçki’yle ilgili bu notu düşmeden hemen önce, ondan övgüyle bahsediyordu. O, Troçki hakkında “kişisel yetenek açısından bugünkü Merkez Komite’nin belki de en güçlü, en üstün yetenekli üyesidir” diyordu. Sonrasında ise Troçki’nin Bolşevik Parti’de yer almadığı dönemlerle ilgili suçlanmaması gerektiğini, Zinovyev ile Kamenev’in karşı-Ekimci tutumları dolayısıyla suçlanmamaları gerektiği argümanıyla savunuyordu.
Troçki – en azından kamuya açık bir şekilde – vasiyetin bu kısmını hiçbir zaman sorgulamamıştı. 1994’e dek vasiyetin bu biçimi, orijinali sayılıyordu. Ancak yine de yerine oturmayan taşlar vardı: Lenin neden, hakkında “Anlaşma mı? Bundan ciddi bir şekilde söz dahi edemem. Troçki çok önceleri bu birliğin imkânsız olduğunu söyledi. Troçki bunu anlamıştı ve o zamandan beri ondan daha iyi bir Bolşevik yoktur!”(17) dediği birisinin, kendisinin yanında devrimin ikinci önderi olan Troçki’nin Bolşevik-olmayan geçmişine dönüyor ve onu, Kamenev ile Zinovyev’in ihanete varan kaypaklıklarıyla bir tutuyordu? Stalin ile onu yaratan bürokrasiye karşı Troçki’yi temel müttefiki ve politik yol arkadaşı olarak deklare eden Lenin neden, Stalin’in eline böyle bir silah vermeyi göze alıyordu?
On seneler boyunca bu çelişki bir düşünce egzersizi konusu olarak, bir sır olarak kaldı. Ta ki Moskova arşivleri açılana dek. 1994 senesinde tarihçi Yuri Buranov, gizli Sovyet arşivleri çalışmasının sonuçlarını bir kitap hâlinde yayımladı. Kitabın başlığı şöyleydi: Çarpıtılmış ve Unutulmuş Lenin’in Vasiyeti – Eski Sovyetler Birliği’nin Gizli Arşivlerinden. Buranov, kitapta, 1991 senesinde zaten Rus dergileri tarafından tartışılmış olan ve Giulietto Chiesa tarafından İtalyan La Stampa gazetesinde de kendine yer ayrılmış olan konulara değiniyordu. 1991’deki makalelerinde ve 1994’teki kitabında Buranov, arşivlerde tarihi 23 Aralık 1922 olan bir el yazmasına rastladığını, bu el yazmasının Lenin’in vasiyeti olarak bilinen metnin açılışı olduğunu söylüyor. Belgenin, el yazısı uzmanları tarafından incelenmesinin ardından, Lenin’in sekreterlerinden biri olan ve Stalin’in de eşi olan Nadya Alliyüva’ya ait olduğu anlaşılıyor.
Bu durum birkaç nedenden dolayı ilginç. İlk olarak Lenin’in ajandası ve çalışma programı incelendiğinde, Alliyüva’nın o gün Lenin’in yanında veya çalışma odasında görevli olmadığı görülüyor.(18) O gün görevde olan Lenin’in sekreteri Maria Volodiceva idi. Volodiceva’nın 1967 yılında tarihçi Aleksandr Bek ile gerçekleştirdiği bir dizi röportaj 1989’a kadar sansürlenmiş ve yayımlanması yasaklanmıştı; ancak 1989’da bu röportajların ortaya çıkmasıyla Volodiceva’nın itirafları gün yüzüne çıktı. Bu itiraflara göre Lenin’in dikte ettirdiği her not, sekreterlerinin bir kısmı tarafından hemen Stalin’e ulaştırılıyordu ve bu, Stalin’in bürokratik emirlerinden biriydi.(19)
Volodiceva 1967 röportajında başka itiraflarda da bulunuyor. Lenin’in sekreterlerinin yönetiminde olan Fotieva, Stalin’in emriyle Lenin’in dikte ettirdiklerini Volodiceva’nın Stalin’e götürmesini istediğinde, Volodiceva odada Alliyüva, Buharin ve bazı başka liderlerle karşılaştığını söylüyor.
Volodiceva’nın aktarımına göre Stalin, Lenin’in vasiyetinin açılışını okumaya başladığında “görünür bir şekilde korkmuş” ve onun “yakılmasını emretmiş”.(20) Ertesinde ise Stalin farklı bir taktiğe yönelmeye karar vermiş; hemen orada eşine, vasiyetin bir kopyasını çıkarmasını söylemiş ve Volodiceva’ya da bu kopyanın üzerine, aslında Lenin’in dikte ettirmemiş olduğu birkaç cümle eklemesini belirtmiş. Stalin kendi cümleleriyle çarpıttığı bu kopyanın arşivlere konulmasını emretmiş. Bugün bizim Lenin’in vasiyeti diye bildiğimiz metin, Stalin’in kendi bürokratik çıkarları çerçevesindeki cümleleriyle çarpıttığı ve beş adet kopyasının saklandığı modifiye edilmiş olan versiyonun kendisi.
Anlaşılacağı üzere Buranov’un arşivlerde keşfettiği Stalin’in eşinin el yazması, Lenin’in dikte ettirdiği metnin bir kopyası. Vasiyetin bu falsifikasyonu, Lenin’in orijinal vasiyetinden bir cümleyle ayrılıyor. Lenin’in, Stalin tarafından yönetilen Devlet Planlama Komisyonu (Gosplan) konusu üzerine Troçki’yle bir ittifak kurduğunu söylediği ve “Bu bağlamda, yoldaş Troçki’ye katılıyorum” diyerek pozisyonunu ilan ettiği bölümün sonuna, Stalin’in emriyle şunlar eklenmiş: “Belli bir noktaya kadar ve belli şartlar altında.”
Bu birkaç kelime, Lenin’in son mücadelesinin bütün içeriğini değiştirebilecek nitelikte. Öncelikle Gosplan olayında Lenin’in gösterdiği politik tutum, onun Stalinist bürokrasiye dönük başlattığı acımasız savaşın ilk adımıydı. Bu kelimelerle beraber bu ilk adım da önemsizleştiriliyor. İkinci olarak Lenin, mektuplarında açık bir şekilde kendi görüşlerini savunma yetkisini Troçki’ye vermiş, Troçki’den bunu talep etmiş olsa da, bu kelimelerle birlikte Lenin-Troçki ittifakının aslında göreceli ve geçici olduğu havası yaratılıyor. Üçüncü olarak bu kelimeler, Lenin’in katı bir anti-Stalin mücadelesi başlatmamış olduğunu ve katı bir Troçki taraftarı pozisyonu savunmuyor olduğunu; ama bu iki kişinin arasında, kısmî tavizler verilerek olayın çözümlenebileceğini savunduğunu ileri sürüyor.
İşte Lenin’in vasiyetinin üzerindeki Stalinist falsifikasyonun boyutları bu derecede ciddi politik yorumlara dek evrilebiliyor! Buranov’un keşfi tarihsel bir karakter taşıyor. Bu keşfin neden Kotkin’in ve Güleç’in ilgi alanına girmemiş olduğu, okuyucunun da kavrayacağı üzere, bu ikilinin kendi gerici ideolojik formasyonları uğruna gerçekliği çarpıtmaya varabilecek olan rezil ve cahil anti-Troçkizm’lerinin cevaplayabileceği bir sorudur. Buranov’un keşfettiği el yazması kopya, Lenin’in vasiyeti üzerinde Stalin tarafından kurgulanmış olan tahrifatı açıkça belgelemektedir (asla herhangi bir belge sunamayan Kotkin ve Güleç’in aksine!).
Pekiyi, şüpheci ve bilimsel reflekslere sahip bir kimse, Stalinist tahrifatın bununla sınırlı kalmış olduğuna inanabilir mi? Lenin’in kendisini tecrit etmek istemiş olan, onun sağlığını bahane ederek politikaya katılımını engellemeye çalışmış olan, Lenin’in çevresinde bürokrasinin çıkarlarına hizmet eden bir ajanlar silsilesi yerleştiren ve bu ajanlar aracılığıyla Lenin’in dikte ettirdiği her kelimenin kendisine ulaştırılmasını emrederek, en stratejik noktalarda kendi kelimeleriyle falsifikasyonlara giden aşağılık bir işçi sınıfı ve Leninizm düşmanının, Stalin’in, yalnızca bununla yetindiği düşünülebilir mi?
Buranov’un çığır açan keşfinden seneler sonra başka bir tarihçi daha, bu sefer farklı sorularla tartışmaya dahil olur. Bu sefer bahsettiğimiz isim Troçki ile Troçkizm’den hiç haz etmeyen, Stalinist bir eğitim görmüş olan Luciano Canfora’nın ta kendisi. Canfora’nın çalışmasının başlangıçtaki amacı, Stalin ile Togliatti arasında, aslında var olmayan birtakım siyasal farkları keşfetmekti. Canfora, tarihin en korkunç Stalinist önderlerinden biri olan Togliatti’nin reformist hattının ismi olan “sosyalizme doğru İtalyan yolu” önermesini kutsamayı diliyordu.
Bu çalışmasının sonucunda, birtakım tarihsel metinlerin nasıl çarpıtıldığına dair bir kitap yayımladı (La storia falsa, 2008). Bu metinlerin arasında Lenin’in vasiyeti de vardı. Buranov’un, 23 Aralık tarihli el yazması üzerinden gerçekleştirdiği, inkarı mümkün olmayan keşiflerini özetleyen Canfora, şunu soruyordu: Aynı metot, yani cümleler ekleyerek metnin politik içeriğini budama ve tahrip etme yöntemi, ya vasiyetin başka kısımları için de kullanıldıysa?
Vasiyeti okuyunca, en çelişkili bölümün, yukarıda da aktardığımız, Troçki’nin Bolşevik-olmayan geçmişinin gündeme getiriliş tarzı olduğu göze çarpıyor. Bu cümle, on senelerden beri Stalinistler tarafından, Troçki’nin 1903 ile 1917 Şubat’ı arasındaki bağımsız geçmişini, Zinovyev ile Kamenev’in teslimiyetçi rotalarında ifade edilen ihanete eşitlemek için kullanılıyor.
Ancak Canfora yeni bulgularla, bu cümlenin bir kurgu olabileceğini ileri sürüyor. Canfora kitabında, önde gelen Rus dilbilimcileriyle yaptığı görüşmelerin sonuçlarını aktarıyor. Rus dilbilimcileri ve Rusça uzmanları, bütün vasiyet boyunca yalnızca o cümlenin dilbilgisi kurallarına aykırı olduğunu – tam çevirisiyle “gramatikal olmadığını” – ve sadece o cümlenin, vasiyetin şartlı tümceleriyle sözdizimsel (sentaktik) bir tezatlık içinde olduğunu söylüyor.(21)
Canfora’nın buradaki mantıksal ilerleyişi bir hayli basit: Stalin’in, daha vasiyetin başında onu çarpıttığını biliyoruz; sekreterler aracılığıyla Lenin’in dikte ettirdiği bütün metinlerin, Stalin’in masasına geldiğini, Stalin’in bu metinlerde bürokrasinin çıkarları uyarınca gerici revizyonlara gidebildiğini ve Lenin’in, bundan hiçbir şekilde haberdar olmadığını biliyoruz; yine bahsini ettiğimiz bu cümlenin, Lenin’in vasiyetindeki genel içerik ve politik hatla bir aykırılık içinde olduğunu biliyoruz; ve yine bu cümlenin, uzmanların incelemesinin sonucunda, dilbilimsel olarak vasiyetin geri kalanına uymadığını, vasiyetle bütünleşmediğini biliyoruz.
Stalin’in, bu falsifikasyonunun ardından, öncesinde yaptığının aksine yine bir kopyasını çıkartmamış olması muhtemel. Veya kopyasını çıkartmış olmasına rağmen, orijinal metnin arşivlerde kaybolmuş veya yok edilmiş olması da muhtemel. Bu arada, arşivlerin bir yerlerinde, hala kamuya ve araştırmalara açılmayan kısmında da, bu metnin veya kopyasının bulunması olasılıklar dahilinde. Ne olursa olsun Troçki’ye de, Troçkizm’e de sempati beslemeyen tarihçi Canfora’nın tezi ise şu şekilde: Bütün kanıtları göz önünde bulundurduğumuzda, neredeyse kesin olarak diyebiliriz ki; Lenin’in, Troçki’nin Bolşevik-olmayan geçmişi hakkında vasiyetinde herhangi bir şey dikte ettirdiği yanlıştır.
Stalin’in iktidar dönemi boyunca Ekim Devrimi tarihini korkunç yalanlar, sansürler ve iftiralar eşliğinde yeniden yazmış olması; kendisi aslında devrim sırasında ve sonrasında yalnızca silik bir gölgeyken, yazılmasını emrettiği resmi tarihte kendisini bütün stratejik atılımların baş mimarı ve bütün önderlik pozisyonlarının merkezileştiği biricik şahıs olarak lanse etmiş olması; bütün kritik virajlarda Bolşevik önderlerin üstlendiği rollerin bütününü silmesi ve hepsinde kendisinin öncülüğü üstlendiğini iddia etmesi; iktidarı boyunca Sovyet resmi tarihini üç defa değiştirmiş olması, elbette bu tezin cephaneliğine gücü şüphe götürmez mühimmatlar ekliyor (Bir bilgilendirme olarak burada bir özet geçmek istiyorum: Stalin, karşıdevrimci bürokrasiyle birlikte iktidara yerleştiği sırada Troçki, Sovyet resmi tarihinde hak ettiği yerdeydi: 1905 devriminde Sovyet başkanı, 1917 Şubat’ından sonra Sovyetlerde yönetici, Ekim Devrimi’nin askeri planlayıcısı, Kızıl Ordu’nun ve Kızıl Filo’nun kurucusu, İç Savaş’ta “Zaferin Babası”, Brest-Litovsk’ta yeni işçi cumhuriyeti adına başarılı görüşmeler yürüten Dış İşleri Halk Komiseri, Savaş Komiseri, Lenin’den sonra SSCB’nin ikinci kurucusu. Stalin bu tarihi birçok kereler değiştirecekti. İlk değişiklikte Troçki, İç Savaş sırasında Kızıl Ordu’ya mı, yoksa Beyaz Ordu’ya mı katılacağını bilemeyen, arada kalan bir sosyalist entellektüel olarak sunulacaktı. İkinci değişiklikte Troçki, doğrudan doğruya Beyaz Ordu saflarında yer alıyordu. Üçüncü falsifikasyonda Troçki diye biri yoktu ve hiçbir zaman da var olmamıştı).
Elbette ne Buranov’un somut bulguları, ne de Canfora’nın dilbilimcilerle geliştirdiği tez, bilinmeyen veya saklı kalmış bir siyasal gerçekliği yoktan var etti. Stalinizm’in sansürcü ve tahrifatçı olduğu; tarihin akışı, gerçekçiliğin inatçılığı ve olguların ortaya konuşu karşısında korkudan tir tir titrediği, bu keşiflerden önce de biliniyordu. Bu yeni keşifler, halihazırda bilinmekte olan şu maddî hakikati pekiştirdi o kadar: Lenin ile Stalin arasında; yani Leninizm ile Stalinizm arasında herhangi bir politik ve programatik köprünün inşasının mümkün olamayacağı denli geniş bir açı vardır. Birisi devrimin ve Bolşevik Parti’nin mimarıdır; diğeri devrimin mezar kazıcısı ve partinin (’36, ’38, ’39 kurmaca mahkemelerinin de gösterdiği üzere) katlinden sorumlu bir canidir.
Yazımızın başındaki bir dipnotta Güleç’ten bir alıntı yapmıştık. Hatırlatmak için alıntıyı tekrarlayalım:
“Söz konusu olan Ekim Devrimi olunca Cu En-Lay’in devrimden iki yüz yıl sonraki bu cevabı belki fazlasıyla doğru olabilir. Bunun nedenlerinden birisi de uzun yıllar bu konudaki belgelere ulaşmanın zorluğuydu. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra, on yıllarca arşivleri araştırmacılara kapalı olan Demirperde’nin kayıtlarına tarihçiler daha kolay ulaşabiliyorlar.”
Şimdi okuyucudan şu soruyu sormasını rica ediyoruz: “Demirperde’nin” (bu asla Troçkistlerin SSCB’yi tanımlamak için kullandığı bir sosyolojik kategori olmamıştır; bürokratik de olsa bir işçi devleti olan SSCB’ye Demirperde diyenler ABD emperyalizminin ideoloji üreticileri ve liberaller olmuştur) kayıtlarına ulaşmış olan bu tarihçilerin yeni bulguları, neden Güleç’in ve hatta Kotkin’in çalışmasının birer unsuru; yorumlanması ve hesaplaşılması gereken gerçekliğin bir fragmanı olarak ele alınmamıştır? Bu sorunun cevabı, onların tarih okumalarının ne denli materyalizmden ve Marksizm’den kopuk olduğuyla eşgüdümlüdür.
4.) Bir tarih yalanına daha cevap: Troçki koltuğundan ne zaman fırladı?
Lenin’in vasiyetiyle ilgili son gelişmeleri ve keşifleri aktarırken, Stalinist tarihçiler tarafından sıkça ve bilinçli bir şekilde yanlış bir biçimde aktarılan ve Canfora’nın da kitabında bir moment olarak yer verdiği bir tarih yalanına daha cevap vermemiz gerekiyor. Bu yalanı ilk defa ortaya atan yazar Emil Ludwig olmuştu. Ludwig anlatısında, parti önderlerinin Lenin’in vasiyetini dinlemek için bir odada toplandığını aktarır. Bu Merkez Komitesi toplantısı sırasında, Stalin vasiyeti yüksek sesle okurken, Troçki’nin Bolşevik-olmayan geçmişiyle ilgili kısma gelip burayı da okuduğunda, o sıralarda Stalin’e yakın olan bir başka Bolşevik önder Karl Radek’ten Ludwig’in alıntıladığına göre, Troçki “koltuğundan fırlar” ve ayağa kalkar. Ludwig’e göre ve Canfora’nın da tekrarladığına göre, Troçki bu noktada Stalin’den o kısmı yeniden okumasını ister.
Canfora doğru bir şekilde vasiyetin ilk okumasının Mayıs 1924’teki 13. Kongre sırasında, kapalı bir oturumda yapıldığını söylüyor. Ancak Ludwig ile Radek’in hikayesini bu noktadan itibaren sorgulamıyor ve Troçki’nin bu okuma sırasındaki sözde “koltuğundan fırlayışını”, onun, vasiyetin bu kısmının sahte olabileceğinden kuşkulanmasından dolayı olabileceğini aktarıyor. Canfora aynı zamanda Troçki’nin metnin orijinal versiyonunu biliyor olabileceğinden, “koltuğundan fırlamasının” bu nedenle olmuş olabileceğinden ve vasiyetin orijinal halini de, kendisine siyasal olarak yakın olan ve Lenin’in sekreterlerinden biri olan Marija Gljasser üzerinden bilebiliyor olabileceğinden bahsediyor.
Ancak bu tahminler doğru değil. Troçki 1932 tarihli “Lenin’in baskılanmış vasiyeti üzerine” başlıklı metninde bu iddiaya zaten çoktan cevap vermişti. Troçki, Ludwig-Radek ikilisinin bu yalanı, sadece Lenin’in Troçki’nin Bolşevik-olmayan geleceğini sürekli olarak vurguladığı yönündeki Stalinist miti güçlendirmek ve abartmak için ortaya attıklarını yazmıştı. Vasiyetin çarpıtılan formunda dahi Lenin, Troçki’nin “Bolşevik-olmayan” geçmişinin ona karşı kullanılmamasını söylerken, Stalinistler vasiyetin tam tersini söylediğini, bu geçmişin politik odak olarak alınması gerektiğini savlıyorlardı.
Öncelikle Ludwig-Radek yalanında vasiyet Mayıs 1924’teki 13. Kongre’nin kapalı bir oturumunda değil, yalnızca parti önderlerinin katıldığı özel bir okuma seansında, bir Merkez Komitesi buluşmasında okunuyor, ki bu yanlış. Yine Ludwig-Radek yalanında vasiyeti yüksek sesle okuyan Stalin iken, aslında gerçekte olan, vasiyeti Kamenev’in yüksek sesle okumuş olmasıydı.
Ancak Troçki gerçekten de bir noktada “koltuğundan fırlar”. Ancak bu eylem bir başka gündemli, bir başka toplantıda gerçekleşmiştir. 1926’daki Merkez Komitesi Plenumu’nda, Lenin’in yayımlanmamış birtakım son mektupları ve belgeleri okunmaktadır; bu sefer gerçekten Stalin tarafından. Troçki, 5 Mart 1923 tarihli mektubun okunuşu sırasında “koltuğundan fırlar” ve Stalin’i böler. Bu mektupta Lenin, bir sonraki MK toplantısında Troçki’yi Gürcü sorununda kendi bloklarının politik pozisyonlarının savunmaya davet eder. Lenin’in Troçki’ye olan mektubu özel bir sevgi ibaresiyle sonlanır: “En içten yoldaşça selamlarımla.”
Stalin mektubun sonunun okunması sırasında, bu samimi selamlamayı sansürlemeyi uygun görür ve onu daha kuru, daha resmi bir formata dönüştürür: “Komünist selamlarla.” İşte Troçki bu sırada ayağa fırlar ve keskin hafızasının kaydetmiş olduğu o sözcüklerin hatırasını zihnine kazımış bir vaziyette Stalin’e mektubun sonunda ne yazıyorsa, onu okumasını söyler. Stalin’in utandığı ve kendisi ile kendisinin temsilcisi olduğu dejenerasyona karşı Troçki’yle bir olarak savaş açmış olan bu büyük işçi sınıfı önderinin içten selamlama mesajını toplantıda okumak zorunda kaldığı söylenir.(22)
5 Mart 1923 tarihinde, Lenin’in Troçki’ye “en içten yoldaşça selamlarını” ilettiği aynın günün içerisinde, Lenin’in bir de Stalin’e yazdığı bir mektup mevcuttur. Bu mektupta Lenin Stalin’e, Krupskaya’dan “özür dilemek ya da aramızdaki ilişkileri koparmak arasında tercih yapmak üzere iyice düşünmenizi istiyorum” der ve mektubunu şöyle bitirir: “Saygılarımla.”
5.) Lenin’in son kavgası: Stalinist bürokratikleşmeyi hangi gündemler üzerinden, nasıl durdurmaya çalıştı?
Lenin’in vasiyeti olarak bilinen belgeler zincirinin dikte edilmesine 23 Aralık 1922’de başlanmış ve bu, 4 Ocak 1923’e dek sürmüştür (Lenin 4 Ocak günü, önemli bir konuda son kez notlar aldırabilecektir). Bu metinlerin bir kısmı 12. Kongre için hazırlanmış olup; özellikle Buharin, Troçki, Stalin ve diğerleri üzerine belirtilen görüşlerin yer aldığı doküman, ölümünden sonrası için saklanmıştır. Lenin’in bu kadrajda anılan metinlerinden ilki Stalin’e sert bir saldırıyla açılır: Gosplan (Devlet Planlama Komisyonu) üzerinde yaşanan tartışmada Lenin, Troçki’nin programatik tutumuna hak verdiğini kaydeder.
Lenin, katıldığı son parti kongresi olan 1922’nin sonbaharındaki XI. Kongre’den itibaren, Sovyet devlet aygıtının içinde güçlenen bir eğilim olan bürokratikleşmeye karşı bir savaş ilan etmişti. Kongre’de 27 Mart’ta yaptığı bir konuşmada, şöyle diyordu: “Makine, kendine rehberlik eden ele itaat etmeyi reddediyor.”(23) Bu yüzden birkaç ay sonra Troçki’yle yaptığı özel bir konuşmada, ondan “genelde bürokrasiye, özelde ise Örgütlenme Bürosu’na karşı”(24) kendisiyle bir blok oluşturmasını önerdi. Sovyet tarihine aşina olanların bileceği üzere, Örgütlenme Bürosu, Stalin’in bina etmeye koyulduğu bürokratik aparatının kalbiydi. Stalin bu Büro üzerinden, kendisinin bürokrasiye uyarlanma anlamına gelen gerici politik hattını destekleyecek olan birçok Bolşevik-olmayan ve eski Menşevik unsuru, partiye doluşturacaktı. Kotkin Örgütlenme Bürosu’ndan “Stalin’in gücünün kaynağı” diye bahsediyor.(25)
12 Aralık’ı 13 Aralık’a bağlayan gece Lenin bir kriz daha geçirdi. Bu, onun Merkez Komitesi’ne katılımını engelledi ancak Lenin yine de 16 Aralık’ta MK’ya dönük bir metin kaleme aldı ve burada, yukarıda da belirttiğimiz üzere, Troçki’yle tamı tamına bir görüş birliğinde olduğunu, bir sonraki toplantıda kendisinin fikirlerini Troçki’nin savunacağını deklare etti. 18 Aralık’taki Merkez Komitesi toplantısında Lenin ile Troçki’nin oluşturduğu blokun önerisi kabul edildi ve Stalin’in önceki gerici revizyonu geri çekildi. Ancak Stalin, yarı felçli bir Lenin’in dahi politik olarak aktif kalmayı sürdürdüğünü gördüğünde panikledi ve MK toplantısından bir karar geçirdi: Lenin’in bakımının tamamen kendisine verilmesini, Lenin’in sağlığından tamamen kendisinin sorumlu olmasını istiyordu. Stalin, Lenin’i izole etmek istediği için doktorlardan, Lenin’in politik faaliyetlere gün içinde sadece birkaç dakika ayırabileceği yönünde bir rapor hazırlamalarını bile istedi.(26) Lenin günde yalnızca birkaç satırlık metinler dikte ettirebilmeye başladı; mektuplarına verilen cevaplar kendisine iletilmiyor ve zaten nadiren sahip olduğu misafirleriyle de odasında birkaç dakikadan fazla konuşulmasına izin verilmiyordu.
Tarihçi Jean Jacques Marie’nin de belirttiği üzere, Lenin’in üzerinde kurulan bu “bürokratik” tecrit, medikal gerekçelere dayanmıyordu. Bu yasaklamalar, hayatını işçi sınıfı siyaseti içinde ve onun için geçirmiş bir devrimcinin, Sovyet devlet aygıtının en yakıcı sorunlarına dönük kendi devrimci cephesinden politika yapmasını engellemek içindi. Politikasız bir Lenin, güçten düşmüş bir Lenin’di. Stalin’in asıl kaygısı Lenin’in sağlığı değil, yine tarihçi Jean Jacques Marie’nin de yazdığı üzere “Troçki’yle beraber kendisine karşı bir mücadele başlatmaya karar vermiş olan adamın üzerinde” kontrol sahibi olabilmekti.
Stalin, Lenin’in Troçki’ye mektup yazdığı haberini alınca, telefonla Krupskaya’ya ulaştı. Stalin telefonda Krupskaya’ya, Lenin’in mektup yazmasına izin verdiği için hakaretler yağdırdı ve onu, Lenin’in “sağlığını” (aslında kendi konumunu) tehlikeye atma suçlamasıyla partinin disiplin kurumlarına vermekle tehdit etti. Lenin’in bu olaydan ancak üç ay sonra haberi olacaktı ve karşılığında Stalin’e, onunla olan bütün ilişkilerini kestiğini söylediği o meşhur mektubunu yazacaktı. Bu nokta özellikle önemli çünkü Kotkin’in ve Güleç’in, vasiyetin Stalin-Krupskaya tartışması dolayımıyla var olduğu yönündeki iddialarına karşıt olarak, Lenin vasiyetini bu tartışmayı üç aylık bir periyodun sonunda öğrenmeden önce dikte ettirmeye başlamıştı (evet ne Kotkin, ne de Güleç tarihlere bakma zahmetine girmemiş! Aynı zamanda bu, Güleç’in söz konusu tartışma hakkında en ufak bir bilgi kırıntısına bile sahip olmadığını gösteriyor çünkü Güleç yazısında, bu kavganın başlangıç sebebini şöyle veriyor: “Gönderilmeyen bir rapor konusunda Stalin ve Krupskaya arasında sert bir tartışma yaşandı.” Bu, ya affedilmesi olanaksız bir cahillik örneği, ya da yine affedilmesi olanaksız bir tahrifattır).
Lenin’in vasiyetine dair tarihsel falsifikasyon metodunu sahiplenen ekolün öğrencilerinden biri olan Candan Badem, söz konusu vasiyeti analiz ederken aşağıdaki bakış açısını ortaya atmıştı:
“Lenin, Stalin için bir kez ‘kaba’ demiştir ancak öteki Bolşevik önderler için birçok kereler çok daha ağır siyasi ifadeler kullanmıştır. Örneğin Buharin’in diyalektiği anlamadığını söylemiştir. Troçki’nin işlerin idari yanına fazla düşkün olduğunu söylemiştir. (Bu bir eleştiri değil, uyarıydı – b.n.) Bolşevik olmayan geçmişini hatırlatmıştır. Kamenev ve Zinovyev’in Ekim devrimini burjuva basınında ihbar etmiş olduklarını hatırlatmıştır. Bütün bunlar içinde Stalin’in ‘suçu’ pek hafif kalmaktadır.”(27)
İlk olarak apaçık bir hatayla başlayalım: Kamenev ile Zinovyev Ekim Devrimi’ni burjuva basına değil, verdikleri bir röportaj sırasında Maksim Gorki’nin gazetesine ihbar etmişlerdir. İkinci olarak Troçki’nin Bolşevik olmayan geçmişiyle ilgili olan kısmın bir tahrifat olabileceği, Badem bu yazıyı yazdığı sırada somut bulguları ve bilimsel analizleri eşliğinde ortaya konmuştu. Üçüncü olarak, Badem her ne kadar üzerinden atlamayı tercih etmiş olsa da, Lenin’in vasiyetinin Stalin ile ilgili olan bölümü, diğer Bolşevik önderler üzerine olan bölümden, çok önemli bir “detayla” ayrılmaktadır: Lenin vasiyetinde, Stalin hariç hiçbir ama hiçbir Bolşevik önderin, görevinden alınmasını önermemiştir. Lenin vasiyetinde, saydığı isimlerden yalnızca Stalin’in görevinden alınmasını talep etmiştir. Bu, onun Stalin’e ve onda cisimleşen bürokrasiye karşı mücadeleyi, en radikal önlemlerin alınmasına dek genişletmeyi düşündüğünü göstermektedir.
Dikkat çekici olan şudur: Lenin vasiyetinde Stalin’le uzlaşmayı veya Stalin mevcut konumunda bırakılırken onun üzerinde basınç uygulanmasını önermez. Lenin, lafı hiç uzatmadan Stalin’in görevden alınmasını ister ve dahası, bürokratikleşmenin sonuçlarına karşı harekete geçeceğine inandığı kadroları, parti sekreterliğinin pragmatik olabilecek manevraları üzerine de uyarır.
Gosplan tartışmasını Lenin’in Stalin’e karşı yeni bir saldırısı izler. Lenin Gürcistan ulusal sorunu konusunda Stalin tarafından desteklenen şoven politik çizgiyi topa tutar.
Mart 1923 ile Ocak 1924 arasında (Lenin’in öldüğü ay), Lenin Stalin’le bir kere bile görüşmez çünkü onunla görüşmeyi kabul etmez. Burada biz, Lenin’in son kavgasının en çok öne çıkmış olan iki politik cephesini; dış ticarette tekel ve Gürcistan sorunlarını incelemeye tabi tutacağız. Bunlar, Lenin’in Stalin’de somutlaşan bürokratik politik hatta karşı, en acımasız şekilde mücadele verdiği iki alandı. Elbette burada, Lenin’in son kavgasının bütün cephelerini ayrı ayrı incelemek isterdik ancak bu hem, Güleç’e bir cevap olması gereken bu metni bir hayli uzatır, hem de aslında, ayrı bir yazıda bağımsız bir konu olarak işlenmeyi hak eden değerli bir başlık olarak meselenin değerini azaltabilir.
Yine de okuyucunun sonrasında Lenin’in son mücadelesine dair kapsamlı bir bilgi edinmek istemesi durumunda, bizim aşağıda ele alacağımız iki konu haricinde, Lenin’in NEP, dünya devrimi, köylülük ile ittifakın güçlendirilmesi, işçi denetiminin yeniden organize edilmesi, Doğu halklarının devrimlerinin karakterinin ne olduğu üzerine olan son yazılarına ve mektuplarına bakılabilir. İlgilenenler, Lenin’in anti-bürokratik Marksist perspektifinin somutlandığı aşağıdaki metinleri detaylıca inceleyebilir:
- Komünist Enternasyonal’in Dördüncü Kongresi’ne Rapor, 13 Kasım 1922.
- Dış Ticaret Tekeli Üzerine, 13 Aralık 1922.
- Kongreye Mektup, 23 Aralık 1922 – 4 Ocak 1923.
- Bir Günlükten Sayfalar, 2 Ocak 1923.
- Kooperatifçilik Üzerine, 4 Ocak 1923.
- Bizim Devrimimiz, 16-17 Kasım 1923.
- İşçi ve Köylü Denetimini Nasıl Yeniden Örgütlemeliyiz?, 23 Ocak 1923.
- Az Olsun Öz Olsun, 2 Mart 1923.
a.) Dış ticaret tekeli
6 Ekim 1922’deki Merkez Komitesi toplantısında Lenin mevcut değildi çünkü atlattığı suikast girişiminin kendinde bıraktığı felç krizleri, ilerlemesini sürdürüyordu. Bu toplantıda Stalin, daha o sıralarda temsilciliğini üstlenmeye başlamış olduğu bürokrasinin ekonomik çıkarları yönünde MK’ye bir önerge sundu. Önergeye göre dış ticaret üzerindeki devlet tekeli bir hayli sınırlandırılıyordu. Lenin’in bir işçi devleti tanımlamasının şaşmazlarından olan dış ticaret üzerindeki devlet tekelinin hafifletilmesi yönündeki bu öneri MK tarafından onaylandı. Bunun üzerine Lenin 13 Aralık’ta Troçki’te bir mektup yazdı. Bu mektupta Troçki’nin dış ticaret üzerindeki sıkı devlet tekeli pozisyonunu paylaştığını söyledi ve bir sonraki yönetim toplantısında Troçki’nin kendisiyle bir blok oluşturmasını rica etti.
Lenin, 1921’den itibaren dış ticaret üzerindeki devlet tekelinin korunması yönünde saplantılı bir mücadele veriyordu. Stalin ve onunla birlikte Politbüro’nun çoğunluğu, sürekli olarak dış ticarette devlet tekelinin zayıflatılmasına dönük yeni öneriler sunuyorlardı. Pekiyi neden Lenin ve Troçki kararlı birer devlet tekeli savunucularıyken, Stalin ve bürokratik çetesi tam tersine anti-tekelciydiler? Bu tamamen, bu iki politik cephenin, toplumsal düzlemde dayandıkları sınıfsal güçlerle ilgiliydi. Dış ticaret üzerindeki devlet tekelinin hafifletilmesi veya kaldırılması, Rusya’daki Nepmen’lerin (NEP’in yarı-piyasacı politikaları neticesinde zenginleşmiş olan yarı-kapitalist bir toplumsal kesim) dünya pazarıyla doğrudan ticari ilişkiler kurabilmesini sağlıyordu. Lenin, Politbüro’nun çoğunu arkasına toplamış olan ve bürokratlar ile Nepmen’lerin çıkarlarını şahsında kristalize eden Stalin’in serbest ticaret taraftarı kesintisizleşen önerileri karşısında alarm durumuna geçti ve bunun Sovyet ekonomik sistemi için ifade edeceği tehlikelerin detaylı bir anlatımı eşliğinde, karşı saldırıya geçti; Troçki’yle!
12 Aralık 1922’de Lenin, Troçki’ye gönderdiği mektupta şöyle yazacaktı:
“Size Krestinsky’nin mektubunu yolluyorum. Fikrinizi bir an önce bana bildirin; plenumda tekel adına mücadele edeceğim. Ya sizin fikirleriniz?”(28)
O sıralarda ismi Rus Sovyet Sosyalist Federal Cumhuriyeti (RSSFC) olan Sovyetlerin Almanya’daki tam yetkili temsilcisi olan N. N. Krestinsky, Almanya ile ticareti geliştirme olasılıkları ve dış ticaret tekelini sürdürme gereği konusunda yazmıştı. Lenin bu konuda Troçki’nin fikrini soruyordu. Aynı gün içinde, 12 Aralık’ta, Troçki Lenin’e yazdığı mektupta fikrini belirtecekti:
“Dış ticaret tekelini sürdürme ve güçlendirme, olmazsa olmaz bir zorunluluk içermektedir. Ancak şu an için dış ticaret konusunda karşı taraf doğrudan saldırmak yerine karışık kuşatma taktikleri kullanmaktadır. (…) Krestinsky planını, cumhuriyetin doğrudan ticaret (satış ve alış) organı olan ticaret temsil kurullarına dayandırmaktadır. Ekonomik birimlerin her biri kendi çalışmalarını ticaret temsil kurullarının bu kısımları aracılığıyla yürütürken, söz konusu kısımlar da karşılık gelen ekonomik birimlerle uyumlu biçimde örgütlenmektedirler. (…) Her şey bir yana, en önemli sorun, Rusya dışı satış ticaretimizin (ihracatımızın) genel olarak ekonomik çalışmalarımızla bağlantılı olarak düzenlenmesi idi ve hala da öyledir. Biri neyin alınıp alınmayacağı, neyin satılması ve kendimize ayrılması gerektiğinden sorumlu olmalıdır.”(29)
Lenin hızlıdır. Yine aynı gün Frumkin ile Stomonyakov’a aşağıdaki satırları yazar:
“Yoldaş Troçki’nin ilişikteki mektubunu bugün aldım ve belki Devlet Planlama Komisyonu’na ilişkin son satırlar dışında, mektupta yazılı tüm esaslara katılıyorum.”(30)
Lenin, yukarıda da görüldüğü üzere ilk başta katılmamış olsa da, birkaç ay içinde, Troçki’nin Gosplan (Devlet Planlama Komisyonu) üzerine olan fikirlerinin de kararlı bir savunucusu olacaktı (bunu yazının devamında ayrıntısıyla açıklayacağız). Bir gün sonra, 13 Aralık’ta Lenin Troçki’ye, aşağıdaki satırların yer aldığı mektubu yazar:
“Sizinle tam bir görüş birliğinde olduğumuzu düşünüyorum ve bu durumda Devlet Planlama Komisyonu sorununun, Devlet Planlama Komisyonu’nun yönetsel haklara sahip olması gerekliliği üzerindeki tartışmaları ortadan kaldırdığı (ya da ertelediği) inancındayım. En azından, gelecek toplantıda (plenumda), dış ticaret tekelini mutlaka sürdürme ve güçlendirme gereği üzerindeki ortak görüşümüzü savunma işini üstlenmemizde ısrar ediyorum.”(31)
Aynı gün (13 Aralık) Lenin, Stalin’e yazdığı bir mektupta, kendisinin en karakteristik taraflarından birisini yeniden konuşturarak, lafı uzatmadan şu soruyu yönlendirir:
“Dış Ticaret Halk Komiserliğimiz Nepmen’in mi yoksa proleter devletimizin yararına mı çalışacaktır?”(32)
İki gün sonra, 15 Aralık’ta Lenin Stalin’e şunları yazar:
“Ayrıca dış ticaret tekeli konusundaki görüşlerimi savunmak üzere Troçki ile bir anlaşmaya vardım.(…) Herhangi bir gerekçeyle bu tartışmanın bir sonraki genel toplantıya bırakılması halinde buna kesinlikle karşı çıkarım, çünkü öncelikle, Troçki’nin benim görüşlerimi benim kadar savunacağından eminim…”(33)
Yine 15 Aralık’ta, Lenin’den Troçki’ye aşağıda bir kısmını alıntılayacağımız mektup ulaşır:
“Yoldaş Troçki, tam bir görüş birliğine vardığımızı düşünüyorum. Plenumda bu dayanışmamızı ilan etmenizi rica ediyorum sizden.”(34)
Bu noktada kısa bir parantez açıp; hem Kotkin’in hem de Güleç’in, Lenin’in bunları yazamayacak durumdu olduğunu çünkü onun çok hasta olduğunu iddia ettiklerini hatırlatayım. Onların spekülasyonuna göre Lenin bütün bu politik metinlerin ve mektupların yazımının hiçbirisiyle alakadar olmuş olamazdı çünkü feci bir şekilde fiziksel zorluklar yaşıyordu. Candan Badem, bu hipotezi en kaba ve aşağılıyıcı sonuçlarına dek götürüyor ve Lenin’e hakaret etme pahasına, Kıvılcım Çağla mahlasıyla aşağıdaki gibi yazıyor:
“Evet Stalin’e kaba demiştir, genel sekreterlikten alınsın demiştir ancak bu bir vasiyet değildir, sadece bir nottur. Ağır hasta bir adamın geçici tepkileridir…”(35)
Lenin’in vasiyeti olarak anılan makaleler, mektuplar ve konuşmalar serisinin politik içeriğini itibarsızlaştırmak ve önemsizleştirmek uğruna politik bilincinin keskinliğini hiçbir zaman yitirmemiş olan Lenin’in hayatının son döneminin son mücadelesi için “ağır hasta bir adamın geçici tepkileri” tanımlamasında bulunmak, yeni bir seviyesizlik göstergesi olarak tarihe geçmiştir. Bu, Badem’in aymazlığı ve söz konusu Stalin’in şahsi prestiji olunca nasıl da anti-Leninist olabildiklerinin bir göstergesi olarak burada kayıtlı olarak dursun, biz hastalık meselesiyle ilgili, hiçbir Stalinistin yapmaya cesaret edemeyeceğini yaparak, Lenin’den bir alıntı yapalım. Dış ticarette devlet tekeli tartışmasının plenumun gündem maddelerinden çıkarılması önerilerinin havada uçuşmaya başladığı bir sırada, Lenin Troçki’ye şöyle yazmıştı:
“Bu konunun beni kaygılandıracağı ve sağlığım üzerinde kötü bir etki yapabileceğine dair bir korku varsa bunun tümüyle yanlış olduğu kanısındayım, çünkü en temel sorunlardan biri üzerindeki politikamızı tamamıyla kararsızlığa düşürecek bir gecikme beni çok daha fazla üzer.”(36)
Plenumda Troçki, Lenin’le birlikte formüle ettikleri ekonomik görüşleri savunacak ve toplantı, Lenin-Troçki bloğunun programı lehinde alınan bir kararla sonuçlanacaktı. Ancak Lenin, Stalin’in kaypak politikalarına karşı mücadeleyi burada sonlandırmayı düşünmüyordu. 21 Aralık’ta Troçki’ye yazdığı bir mektupta şöyle diyordu:
“Tek bir el ateş etmeden yalnızca basit bir manevra ile mevziyi ele geçirmiş görünüyoruz. Durmamamızı ve saldırıya devam etmemizi, dolayısıyla da parti kongresinde dış ticaretimizi güçlendirme ve uygulamalarında iyileştirmeye dönük önlemler almayı gündeme getirecek bir önergeyi tamamlamamızı öneriyorum.”(37)
Dış ticaretteki devlet tekeli konusunda Merkez Komite’de alınan ilk zaferden sonra Lenin, 21 Aralık’ta Troçki’ye işte yukarıdaki bu mektubu yazdı: “Durmamamızı ve saldırıya devam etmemizi öneriyorum.” Lenin’in bahsini ettiği saldırı Stalin ile Stalin’in sekreterlikte ve MK’de kendi çevresinde toplamaya başladığı bürokratlara dönüktü.
Lenin ile Troçki, neden Stalin ile Buharin’e karşı dış ticaret tekelini savunmak konusunda birbirlerine adeta sımsıkı tutunarak kararlı ve acımasız bir siyasal savaşım yürütmüşlerdi? Bu, genç işçi cumhuriyetine mal giriş çıkışlarının devlet tarafından planlı biçimde kontrolünün zorunlu olmasının gündeme getirdiği bir hadiseydi. Dış ticaret tekelini kaldırmak, yabancı sermayenin basınçlarına teslim olmak anlamına geliyordu. Sovyetik devlet aygıtı, dış ticaret tekeli sayesinde kasasında biriktirdiği paradan olabilirdi. Lenin, “Emperyalizm çağında tek dikkate alınmaya değer korunma sistemi dış ticaret tekelidir.”(38) diye yazarken, Buharinci sağ kanada ve Stalinci merkeze karşı Sovyet cumhuriyetinin varlık şartlarını muhafaza etmeye çalışıyordu.
b.) Gürcistan sorunu
Lenin’in ölmeden önce, Stalin’in önderliğindeki politik yozlaşmaya karşı savaşım verdiği en önemli cephelerden biri de genelde ulusal sorun, özelde de Gürcistan sorunuydu. 1917 Ekim Devrimi yalnızca Rus Sovyet Sosyalist Federe Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla değil, Ukrayna, Beyaz Rusya ve Yukarı Kafkasya Sovyet Cumhuriyetleri’nin de kurulmasıyla sonuçlanmıştı. Lenin federatif bir birlik fikrini savunuyordu. Federatif birlik çerçevesinde, birbirlerinden ayrı Sovyet cumhuriyetleri, bağımsızlıklarını ve ulusların kaderlerini kendilerinin tayin hakkı bağlamında da siyasal özerkliklerini koruyabileceklerdi.
10 Ağustos 1922’de çeşitli Sovyet cumhuriyetlerinin birbirleri arasındaki ilişkinin niteliğini düzenlemesi ve bu yönde bir kararname hazırlaması görevleriyle, Stalin, Kuybişev, Ordzhonikidze, Rakovski ve Sokolnikov’dan oluşan bir komisyon oluşturuldu. Söz konusu kararnameyi Stalin 24 Eylül 1922’de kaleme alacak ve Ukrayna, Beyaz Rusya, Azerbeycan, Gürcistan, Ermenistan gibi farklı Sovyet cumhuriyetlerinin, RSSFC’ye “katılmasını” önerecekti.(39) Halbuki eski Çarlık rejimine bağlı halkların kendi gelecekleri üzerinde söz sahibi olma hakları Kasım 1917’de, devrimin ilk kararnamelerinden birisiyle verilmişti ve Ocak 1918’deki üçüncü Sovyet kongresi de, ulusların kaderlerini kendilerinin tayin hakkını yasal bir düzenlemeyle güvence altına almıştı. 1922’nin sonlarına doğru bu karar uyarınca, 21 adet özerk cumhuriyet kurulmuştu.
Lenin, Stalin’in seçtiği kelimeyi okuyunca dehşete düştü ve 26 Eylül 1922’de, Kamenev’e yazdığı mektupta şunları söyledi:
“Stalin, 1. maddede geçen RSSFC’ye ‘katılma’ ifadesi yerine, ‘Avrupa ve Asya Sovyet Cumhuriyetleri Birliği bünyesinde RSSFC ile resmi birleşme’ ifadesini kullanmayı kabul etmiş durumdadır.
Umarım bu kabulün anlamı ortadadır: Biz kendimizi, Ukrayna SSC’si ve ötekileri ile eşit görüyor ve bunlarla bu eşitlik temeli üzerinden yeni bir birlik, yeni bir federasyon halinde Avrupa ve Asya Sovyet Cumhuriyetleri Birliği bünyesinde birleşmeyi kabul ediyoruz.”(40)
Lenin’in enternasyonalizmi, Sovyet devletleri arası ilişkilerde yeni bir boyuta çıkaran devrimci perspektifi, Stalin’in 27 Eylül tarihli bir mektubunda ilginç bir şekilde cevaplandı: Stalin, “Yoldaş Lenin’in bu aceleciliğinin ulusal liberalizmin zararına bağımsızlık yanlısı güçlere destek sağlayacağı su götürmez”(41) yazarak Lenin’i, “ulusal liberalizmin” zararına ve bağımsızlıkçı güçlerin yararına politika üretmekle suçladı.
Lenin o sıralarda, Güleç’i oldukça memnun edecek bir biçimde, şiddetli bir diş ağrısı çekiyordu. Bir mektubunda “tüm bir hafta boyunca beni çalışmaktan alıkoydu” diye bahsettiği diş ağrısı, her ne kadar tahrifatçıları üzecek olsa da, Lenin’in politik olarak Stalin’in büyük Rus şovenizmine doğru savrulmasına karşı savaş açtığını duyurmasına engel olmadı. Lenin Politbüro’ya bir nota verdi:
“Egemen ulus şovenizmine karşı ölümüne bir savaş ilan ediyorum. Onu bu berbat diş ağrımdan kurtulur kurtulmaz, tüm sağlam dişlerimle yiyip bitireceğim.”(42)
6 Ekim tarihli Merkez Komitesi plenumu Stalin’e karşı Lenin’i destekledi ve SSCB’nin kurulmasına ilişkin yasa tasarısını hazırlayacak olan komisyon kuruldu. 30 Aralık’ta, bugün sıkça kullandığımız kısaltmasıyla SSCB ilan edilmiş oldu. Ancak ulusal sorun noktasında, Stalin hizbinin temsilcisi olduğu ezen ulus refleksli politik ihlaller yaşanmaya devam etti. Kasım 1922’de Politbüro’da, hararetli bir tartışmanın ortasında Ordzhonikidze, sinirlenerek Gürcistan Komünist Partisi muhalif liderlerinden Kobakhidze’ye fiziksel bir saldırıda bulundu. Ordzhonikidze, Kafkasya Dağlılar Cumhuriyeti’ne bir resmi ziyareti sırasında beyaz bir atı hediye olarak kabul etmiş olmasına dayanarak kendisini rüşvetçilikle suçlayan Kobakhidze’ye dayak atmıştı.
Bu olaylar Lenin’e, 12 Aralık’ta Dzerzhinsky tarafından özetlendi. Lenin dehşete kapıldı; hem rüşvetçilik suçlamasının işaret ettiği bürokratikleşmenin ne gibi ciddi mevziler elde etmeye başlamış olduğunu görerek, hem de Stalin’in politikasının, ezen ulus psikolojisini, büyük Rus şovenizmini komünistler arasında nasıl yeniden canlandırdığına tanık olarak, ciddi bir meydan savaşı verecek olmasının gerekli teorik ve politik hazırlıklarına derhal girişmeye başladı.
Lenin, olayın kendisine aktarılmasından yaklaşık üç hafta sonra, 30 Aralık 1922’de Milliyetler (Uluslar) ya da Otomizasyon (Özerkleştirme) Sorunu olarak bilinen notlarında, Stalin’i topa tuttu:
“Bir birleşik devlet aygıtı gerekliydi, deniyor. Bu konudaki güvenin kaynağı ne idi? Günlüğümün daha önceki bölümlerinden birinde de vurguladığım üzere, bu güven Çarlık’tan devralıp biraz da Sovyet yağına buladığımız Rus devlet aygıtından gelmiyor muydu? (…) Bizim dediğimiz devlet aygıtı, aslında, hala bize bize yabancı, alışamadığımız bir yapıdadır. Bir burjuva ve Çarlık karışımı türdedir. (…) Stalin’in herkesçe bilinen ‘milliyetçi sosyalizm’ kini ile birlikte aceleciliği ve salt yöneticilik sevdasının, bu noktada çok tehlikeli bir rolü olduğunu düşünüyorum. Politika kin genelde en kötü rolü oynar.”(43)
Lenin, Stalin’in bürokrasinin çıkarlarının biçimi haline gelmeye başlayan Rus şovenisti hatalı politik yönelimini “milliyetçi sosyalizm” diyerek mahkum ederken, onun ezilen uluslara dönük “kin” beslediğini ve “yöneticilik sevdasının”, kendisini “çok tehlikeli” kıldığını yazıyordu. Stalin ile onun temsilciliğini üstlendiği bürokratik kastın siyasal düzlemde kendisini ifade etmesinin “en kötü rolü oynayacağı” yönünde çıkarımda bulunuyordu. Lenin, 31 Aralık’ta notlarına şöyle devam etti:
“Bir ezen ulus milliyetçiliği ile bir ezilen ulus milliyetçiliği, büyük ulus ve küçük ulus milliyetçiliği arasında mutlak bir ayrım yapılmalıdır. (…) Tam da bu nedenle (yalnızca şiddetleri ve zorbalıkları büyükse de) büyük ulus denenler ya da ezenler tarafında enternasyonalizm, yalnızca ulusların biçimsel eşitliğinin gözetilmesi değil, aynı zamanda gerçek hayatta var olan eşitsizliğin, ezen, büyük ulusun aleyhine çevrilmesi olarak anlaşılmalıdır.”(44)
Lenin’in ortaya koyduğu ezen ulus milliyetçiliği ile ezilen ulus milliyetçiliği arasındaki kategorik fark, onun Rus milliyetçiliği karşısındaki küçük ulus milliyetçiliklerine pozitif ayrımcılık tanınması gerektiğini belirten önermesinde politik olarak somutlaşıyordu. Ekim Devrimi’nin önderi, Gürcistan sorununda Çarlık rejimine ait bir küçük-burjuva ulusalcılık şeklinde kristalize olan bürokratik hattın en ağır şekilde cezalandırılmasını ve politik faturanın, 31 Aralık’taki notlarının devamında bizzat Stalin’e kesilmesini istiyordu:
“Üçüncü olarak, Yoldaş Ordzhonikidze’ye ibret alınacak bir ceza verilmesi (yakın dostum olduğu ve yurtdışında birlikte çalıştığımız için bunu üzülerek söylüyorum) ve Dzerzhinsky komisyonunun toplamış olduğu malzemelerle ilişkin soruşturmanın tamamlanması ya da kesinlikle barındırdığı sayısız yanlış ve taraflı yargının düzeltilip yeniden hazırlanması gereklidir. Bu gerçek Büyük Rus Milliyetçiliği hareketinin tüm politik sorumluluğu, elbette ki, Stalin ve Dzerzhinsky’ye yüklenmelidir.”(45)
Lenin’in kararlı mücadelesi, Dzerzhinsky komisyonunun incelenmesi için sekreterlerini görevlendirmesiyle devam etti. Lenin, parti yönetimi içinde bir seferberlik ilan etmek ve bu seferberliğin ezilen ulus sorunundaki devrimci Marksist tutuma bir geri dönüşü temsil etmesini sağlamak istiyordu. Lenin, bu seferberlik sırasındaki siyasal müttefikinin, Gürcistan sorunu boyunca fikren uyuştuğu tek Bolşevik önderin, Troçki’nin olmasını istiyordu. Lenin 5 Mart’ta, başına “çok gizli” ve “özel” diye belirttiği mektubunda şöyle yazacaktı:
“Sevgili Yoldaş Troçki. Parti Merkez Komitesi’nde Gürcistan davasının savunmasını üstlenmenizi içtenlikle rica ediyorum. Bugün bu dava, Stalin ve Dzerzhinsky’nin baskıcı ellerindedir ve onların tarafsızlığına güvenemem. Tam tersi. Bunun savunmasını üstlenmeyi kabul ederseniz huzurlu olabilirim. (…) En içten yoldaşça selamlarımla.”(46)
Lenin kısa bir süre içinde, Troçki’nin Gürcü komünistleri savunmayı kabul eden yanıtını aldı. 1923 Mart’ının sonlarındaki bir Merkez Komitesi toplantısında Troçki, Transkafkasya Federasyonu’nun aşırı merkezi yapısını, Lenin’le oluşturdukları hat üzerinden eleştiriye tabi tuttu ve Gürcistanlı muhalif komünistlerin yanlış bir politika yürütmemiş olduklarını ilan eden ve Ordzhonikidze’nin Gürcistan’dan geri çağrılmasını öneren bir önergeyi bu toplantıda sundu. MK Troçki’nin önergesini kabul etmeyerek, ulusal sorunda Leninizm karşıtı çizgisinin savunuculuğunu yapmayı sürdürdü. Troçki, 19 Mart 1923’te ulusal sorun konulu bir makale kaleme almıştı. Lenin Troçki’ye, makalesinde belirttiği öneriler üzerinden ittifak teklif etti.
Lenin’in sekreterlerinden Fotieva’nın, Troçki’nin bu makalesinin yayımlanmasının ardından 16 Nisan 1923’te Kamenev’e yazdığı bir mektubunda, şu satırlara rastlıyoruz:
“31 Aralık 1922’de söylediğim üzere, Vladimir İlyiç ulusal sorun üzerine bir makale yazdırdı. Bu sorun onu son derece kaygılandırmıştı ve Parti Kongresi’nde üzerinde konuşmak üzere hazırlanıyordu. (…) Vladimir İlyiç bu makalenin yol gösterici ve son derece önemli bir makale olacağını düşünmüştü. Vladimir İlyiç’in bu konudaki görüşleri, dayanışmaları adına parti kongresinde savunmakla yetkili kıldığı yoldaş Troçki’ye yine kendi talimatıyla iletilmiştir.”(47)
Yine Lenin, Stalin’in şovenist bir çizgi eşliğinde aralarındaki eski tahakküm ilişkilerini yeniden bina etmeye çabaladığı Gürcü komünistlere yazdığı son mektubunda, şunları kaydedecekti:
“Sevgili yoldaşlar. Davanızı tüm kalbimle destekliyorum. Ordzhonikidze’nin kabalığı ve Stalin ile Dzerzhinsky’nin kayıtsızlığına öfkeliyim. Sizin için notlar ve bir konuşma hazırlıyorum.”(48)
Lenin’in son mücadelesinin cephelerini oluşturan bütün başlıklar içinden belki de en çok Gürcistan sorunu üzerine Stalinizm’e açmış olduğu savaşın belgeleri, bürokrasi tarafından sansürlenecek ve yasaklanacaktı. Güleç, Lenin’in vasiyetinin sahte olduğu yalanı üzerinden, vasiyetin yalnızca bir belgeye ve momente ait olduğu yanılgısını yaratırken ve Lenin’in son mücadelesinin anti-Stalinist içeriğini, kendi ideolojik çıkarları uyarınca es geçip sansürlerken, Stalin’in karşıdevrimci ve şovenist konumlara doğru hızlı kayışının, aslında Lenin tarafından eleştiriye tabi tutulmadığını iddia ettmiş oluyor. Bu, Lenin adına işlenebilecek en ciddi politik suçlardan birisidir.
Bu arada, Stalin’in Gürcistan’a dönük Büyük Rus milliyetçisi politikalarının sonucunun ne olduğuna dair en iyi cevabı, öyle düşünüyorum ki, dönemin Sovyet istihbarat şeflerinden Pavel Sudoplatov aktarabilir:
“Stalin’in Gürcistan parti teşkilatını temizleme girişiminde bulunduğunu da gene ondan öğrendim. Merkez Komitesi’ndeki herkesin Gürcistan partisinde kadro değişikliği teklif etmekten korktuğunu, çünkü konu Yoldaş Stalin’i yakından ilgilendirdiği için çizgiyi aşma tehlikesiyle karşı karşıya olduklarını söylemişti. Anna ve ben, o zamanlar Stalin’in Gürcistan’daki yozlaşmaya tepki gösterdiğini düşünüyorduk. Ne kadar saf olduğumuzu şimdi anlıyorum. Arşiv belgeleri sayesinde, bugün Megreller Olayı olarak adlandırılan sürecin, Stalin dönemine damga vuran son büyük kargaşa ve tasfiye dalgası olduğunu biliyoruz.”(49)
6.) Kotkin’in anti-Leninizmi, Güleç’in yüzeyselciliği: Anti-komünizm neden Lenin’in vasiyetinin sahte olduğunu ilan etmek zorunda?
Kotkin yeminli bir anti-Leninist. Ve onun bu formasyonu, Stalin biyografisinin her tarafına sıçramış durumda. Kotkin’in komünizm karşıtı ve dahası emperyal ekonomik paylaşımın savunucusu olan görüşleri, onun yalnızca Lenin’in politik mirasını değil, Lenin-Stalin ilişkisini de çarpıtmasını beraberinde getiriyor. Onun, bugün bize yeni diye sunulan bütün falsifikasyoncu iddiaları, tam da kendisinin siyasal olarak Bolşevizm fobisinden beslenmesinden doğuyor. Dolayısıyla Kotkin’in Lenin ve Lenin’in metodolojisi ile öngörüleri üzerine ileri sürdüğü çarpık argümanlarla, onun Leninizm karşısındaki saldırgan pozisyonu birbirlerinden ayrıştırılması mümkün olmayan bir tane birleşik ideolojik-sosyolojik kümeyi ifade etmektedir.
Daha açık söyleyecek olursak durum şudur: Kotkin’in Ekim Devrimi’ne ve Rus işçi sınıfının iktidar mücadelesine dönük bakış açısının çerçevesini oluşturan Bolşevo-fobik sanrılarıyla, onun Lenin ve Stalin hakkındaki hipotezlerini, birbirlerinden tamamen kopuk ve ayrı olarak ele alma girişimleri, doğrudan doğruya tarihsel materyalizmin bir terki ve Lenin ile Leninizm’i kriminalize etme uğraşlarının sac ayağı olacaktır.
İşte Güleç tam da bunu yapmaktadır. Hem de, tabiri caizse, büyük bir pişkinlikle bunu yapmaktadır: Sözde kitap tanıtımı olan, özde ise Ekim Devrimi’ne hayat vermiş prensiplere bir Stalin öğrencisinin saldırısı olan yazısında, Kotkin’in bu siyasal angajmanından önemsiz bir detaymış gibi, öylesine bahsetmektedir:
“(…) yazarın, Sovyet Devrimi, Bolşevik Partisi ve Stalin hakkındaki kendi ideolojik duruşundan kaynaklanan yorumlarına takılmazsak…”(50)
Güleç birkaç kelimeyle söz konusu biyografiye anti-komünist içeriğini kazandıran ideolojik gericiliği es geçerken, bunlara neden “takılmamamız” gerektiğini belirtmiyor. Bunun elbette bir sebebi var. Zira Güleç buna neden “takılmamamız” gerektiğini söylerse, yazısını üzerine kurduğu bütün o çürük temel, ardından büyük bir enkaz bırakarak çökecek de ondan. Bu, Güleç’in oldukça önemli bir “detayı” savuşturma girişimi olsa da; hem Kotkin’in hem de Güleç’in tarihsel tahrifatında yatan felsefî temelin içeriğini özetliyor.
Kotkin’in anti-Ekimci ve anti-Sovyetik tarih okumasının, sözde bir politik Lenin-Stalin dostluğu kurgulaması, kendi perspektifinden, zorunludur. Çünkü Kotkin kitap boyunca, Stalin ile Stalinizm’in işlediği siyasal günahların ve cinayetlerin kaynağının, doğrudan doğruya Lenin ile Leninizm’de yattığını, bunların çıkış noktasının bizzat Lenin’de bulunduğunu söylemektedir. Kotkin’in Lenin’in vasiyeti üzerinden Stalin lehine bir çarpıtmaya gitmek zorunda kalmasının biricik sebebi, Stalinizm’in Leninizm’den türediğini kanıtlamaya çalışıyor olması; yani Stalinizm’den başka ve farklı türde bir komünizmin mümkün olmadığını; sınıfsız toplum idealinin zorunlu olarak Stalin döneminden kristalize olan kıtlık ve baskıya yol açacağını iddia ediyor olmasıdır. Kotkin, bir küçük-burjuva tarih tahrifatçısı olarak şöyle haykırmaktadır: “Başka bir sosyalizm mümkün değil!” Ve onun bu tedirgin yakarışının temelleri bizzat tarih tarafından doğrulanmak zorunda olduğu için, Lenin’in verdiği son mücadele anti-Stalinist bir devrimci perspektifin kurucu programı olarak sunulamaz! Lenin, Stalinizm’den ayrı ve bağımsız bir proletarya diktatörlüğü rejiminin alternatif siyasal ve tarihî temsilcisi haline gelemez yoksa Kotkin, ıkınarak ve sıkılarak ve bir hayli de bocalayarak, başka türde bir sosyalizmin mümkün olabileceğini kabul etmek zorunda kalabilir.
Kotkin’in Lenin’in vasiyeti konusunda ileri sürdüğü yalanlar, dolaysız olarak bir gerçeğin üzerini kapama ihtiyacından doğmaktadır: Lenin ve onun mirası ile yöntemi, Stalin ile Stalinizm’in bürokratik despotizminden ve Sovyet Bonapartizmi’nden ayrı ve farklı; ona alternatif bir tarihsel inşa önerisini somut bir biçimde işçilerin önüne koyuyordu. Leninist 1918 anayasası ile Stalinist 1936 anayasası, birbirlerinden tamamen farklı iki tür toplumsal programın hukuki ifadeleri olarak hayat buluyordu.
Kotkin bu açıyı kapatmalıydı; kapatmalıydı ki, kendi anti-komünist formasyonunun en sağlam argümanlarından olan “Stalinizm harici bir komünizm denemesi mümkün değildir” şeklindeki kötü niyetli ve yanlış iddia, okuyucuda belirli bir karşılık bulabilsin. Bu açının kapanmasında en işlevsel rolü oynayacak olan olay-olgu ise Lenin’in vasiyetinin kendisiydi. Kotkin açısından Lenin vasiyetinde bürokratikleşmeye ve onun temsilcisi olan Stalin’e dair parti kadrolarını ve dünya işçi sınıfını uyarmış olamazdı; zira Lenin böyle yapmış olsaydı, Kotkin’in gerici iddiası, küçük-burjuva kuşkuculuğu ve politik basiretsizliği cevapsız kalacak, ayakları yere basmadan gökte salınıp duracaktı. Komünizmi ve onun yeni kuşaklarda bulduğu karşılığı sindirebilmek uğruna Lenin’in bir şekilde varisi olarak Stalin’i gördüğü ispatlanmalıydı! Ancak Kotkin, elinin altındaki yayınevlerinin prestiji ile gücüne ve Türkiye’de sahip olduğuna benzer sorgulama yetisi düşük yardakçılarına rağmen, bunu kanıtlamayı başaramadı. Yeni belgelerle donattığını ileri sürdüğü yeni kitabında, vasiyetle ilgili bir tane bile yeni belge gösteremedi. Yazının başında dedik ya; kendisi Kantçı “saf aklın” deney öncesi sorgulama ve düşünme egzersizleri ile yetinmek zorunda kaldı ve hiç de parlak olmayan şu iki soruyla, Lenin’in vasiyeti üzerindeki iddiasını temellendirmeye çalıştı: 1.) Lenin’in vasiyeti neden 12. Kongre’de bilinmiyordu (aslında biliniyordu)? 2.) Lenin o kadar hastayken nasıl oldu da vasiyet yazdırabildi?
İnsan, devrimci işçilerin kendi kaderlerini tayin etmiş olmasına karşı tarihsel bir öfkeyle dolup taşan bu tip küçük-burjuva falsifikasyoncuların Marksizm’i ve komünizmin inşa deneyimlerini çürütmeye ant içip, sayfa sayıları binleri bulan çalışmalara girişmeleri neticesinde, ortaya çıkacak metnin iskeletinin ve argümanlarının belirli bir omurgaya ve zemine sahip olmasını bekliyor. Ancak bilanço işte burada, hepimizin karşısında: Bir insanın, yarı felçliyken nasıl olur da kendisini dış dünyaya ifade ettiğini merak eden seviyesiz ve aşağılık sorularla örülmüş, yüzeysel ve kaba bir Bolşevizm karşıtlığıdır önümüzdeki. Bundan daha vahim olan nedir diye sorarsanız; bu sosyalizm karşıtlığının ve işçi nefretinin, Türkiye’de, yalnızca Stalin’in lehine küçük argümanlar üretebileceği pahasına, Marksizm’e ilgi duyan yeni kuşakların karşısına, gerçekçi bir tarih okumasıymış gibi çıkartılmasıdır. Bu, mücadeleci emekçi nesillerin ve devrimci Leninist kadroların tarihsel birikimine açık bir ihanettir. Güleç, bu ihaneti yeniden üretmiştir ve suçu, hiçbir şekilde bundan daha aşağı bir şey değildir.
Lenin’in vasiyetinde anti-Stalinist ibareler bulunması ve Troçki lehine ifadelerin yer alması, Kotkin’in sansürcü ve çarpıtmacı yorumlamasından geçmek zorundaydı. Çünkü Troçki, Marksizm’in bu büyük ustası ve işçi sınıfı önderi; Marksizm ile Leninizm’i Stalinizm ile eşitleyen, bu üçünü birbirlerine indirgeyen ve üçüncüsünün, ilk ikisinden doğduğunu söyleyen çağdaş anti-komünist önyargının önündeki en sağlam barikattır. Marksizm’in 21. yüzyıldaki olanaklı biricik biçimi ve hâli olarak Troçkizm, Kotkin tarafından Lenin’in vasiyeti aracılığıyla itibarsızlaştırılmalıydı. Devrimci Marksizm’in Troçki tarafından muhafaza edilmiş ve aktarılmış gerçek metodolojisi ve ilkeleri, Kotkin’in küçük operasyonu aracılığıyla tablonun dışında bırakılmadan, Kotkin dilediği anti-Leninist görüşleri savunabileceği bir arka plan yaratamazdı.
Lenin’in vasiyetinden sadece Kotkin tipi burjuva tarihçiler değil, Stalinist ve sosyal-demokrat tarihçiler de nefret eder. Bunun nedeni yine aynıdır: Bu vasiyet ve daha birçok metodik miras, Lenin’in Marksizm’ini Stalin’in bürokratizmine bağlamayı, ikisini birbirlerine eşitlemeyi olanaksız kılar. Bu vasiyet karşısında bir yandan Stalinist bürokratlar işçi sınıfı düşmanı ve karşıdevrimci suçlarını Lenin’de doğrulayamaz, Lenin’i mazeret olarak kullanıp haklı çıkaramazlarken; burjuva yöneticiler ile tarihçiler de, anti-komünist histerilerinin tatmini noktasında önemli olan Stalinizm’in Leninizm’den kaynaklandığı iddiasını ileri süremeyerek kudururlar.
Kotkin tam da anti-Leninist olduğu için, Lenin’in vasiyetinin içeriğinin anti-Leninist olduğunu iddia etmek durumunda kaldı. İşte Güleç’in “yorumlarına takılmazsak” diyerek, bir orta sınıf kurnazlığıyla üzerinden atladığı “yorumlar”, arka planlarında bu tip bir siyasal gericiliğe sahip olan yorumlardır. Marksizm, hiçbir zaman “yorumlara takılmadan” yorumlamanın yüzeyselciliğine ve kolaycılığına inanmamıştır; inanmamaktan da öte, bu tip görmezden gelişlerin, tarihin okunuşu ve kavranması sırasında idealist dışavurumlara sahip olanacağını, bunun da kişiyi bilimsel içerikten uzaklaştırıp, türlü dedikoduların ve hurafelerin esiri yapacağını söylemiştir.
7.) Sadık Güleç’in tarihsel falsifikasyon okulu
Fark edilebileceği üzere Güleç’in yazısı boşluklarla, yanlışlarla ve bilinçli çarpıtmalarla dolu. Yazımızın buraya kadar olan kısmında bu hataların ve yalanların bir kısmına değindik ve devamında da, karşımıza çıktıkça Güleç’in falsifikasyonlarını teşhir etmeyi sürdüreceğiz. Yine de, Güleç’in özellikle üç konuda söylediği yalanı, ayrı başlıklar altında masaya yatırmak faydalı olacaktır.
a.) Troçki’nin “ekonomik diktatörlüğü”
Kotkin’in küçük avukatı şöyle yazıyor:
“2 Temmuz 1923’de Krupskaya Devlet Planlama Komisyonu ile ilgili olarak Lenin’in dikte ettirdiğini söylediği bir metni Zinovyev’e ulaştırmıştı. Bu metinde Troçki’nin uzun süredir istediği ekonomik diktatörlük anlamına gelecek istekler kabul ediliyordu. Oysa felç geçirmeden önce ve sonrasında Lenin’in bu konuda Troçki’ye çok sert karşı çıktığı biliniyor.”
Güleç burada bir kere daha Sovyetler Birliği tarihi ve Komünist Partisi içi tartışmalar üzerine olan cahilliğini sergiliyor. Açık olarak anlaşılan bir konu varsa, o da, yüksek ihtimalle, Güleç’in Kotkin’in Stalin biyografisi haricinde bir Rus devrimi tarihi veya Lenin’in kendisini – en azından büyük bir titizlik ve bilimsel duyarlılıkla – okumadığıdır. Öncelikle “Troçki’nin uzun süredir istediği ekonomik diktatörlükün” ne olduğu sorunsalı karşımıza çıkmaktadır. Ve bununla beraber, ortaya konan “ekonomik diktatörlük” teriminin ne gibi bir sosyolojik kategoriye denk düşmekte olduğu da bir soru işareti olarak akıllarda belirmektedir. Güleç’in Troçki’yi sorumlu tuttuğu “ekonomik diktatörlük”, işçilerin, ulusal kapitalist sınıfları zor yoluyla mülksüzleştirerek ülkenin iktisadi yaşamı üzerinde devrimci bir diktatörlüğü bütün anti-kapitalist tedbir politikalarıyla bina etmiş olması mıdır? Eğer öyleyse, bu suç bizim kabulümüzdür. Troçki tam da bunu savunuyordu. Yoksa Güleç’in “ekonomik diktatörlük”ten kastı, Troçki’nin Sovyet ekonomisinin “diktatörü” olması mıydı? Böyle bir durum nasıl mümkün olabilir bilmiyoruz ancak eğer suçlamada kastedilen buysa, bu tamamen yanlıştır ve bunu kanıtlamak da, iddiayı ortaya atanın görevidir. Dahası suçlama buysa, Lenin neden “Troçki’nin uzun süredir istediği ekonomik diktatörlük anlamına gelecek isteklerini” kabul etmiştir? Güleç bunu cevapla(ya)mıyor.
Şimdi sorgulamamızın ikinci kısmına geçelim: Güleç’in bahsettiği, acaba Troçki’nin İç Savaş sırasında, ülke içi sınai üretimin düzeyi düşmesin diye önerdiği işçi-asker taburları mıdır? Ancak hayır, Güleç bunu da kastediyor olamaz çünkü Güleç, ortaya attığı Troçki’nin öznel “ekonomik diktatörlük” heveslerinin daha sonra Lenin tarafından kabul gördüğünü yazıyor ki, Troçki ile Lenin arasındaki başlıca tartışma konularından birisi, Troçki’nin işçi-asker taburları önerisi olmuş ve Lenin bu fikre karşı çıkmıştır.
O halde Güleç’in muhteşem kelime oyunlarıyla “ekonomik diktatörlük” olarak sözünü ettiği iktisadi tedbirler, dış ticaret üzerindeki devlet tekeli önermesi olabilir. Çünkü Lenin gerçekten de bu konuda, Troçki ile sıkı bir siyasal işbirliğine gitmiş; dış ticaret tekelinin savunuşunu, yeni yeni doğmakta olan Stalinist bürokrasiye karşı başlıca mücadele alanlarından birisi olarak addetmiştir. Ama bir dakika! Lenin’in kabul ettiği o çok özel ve bencil Troçkist “istek”, o kötücül “ekonomik diktatörlük” dış ticaret üzerindeki devlet tekeli de olamaz. Çünkü Güleç hemen sonra şöyle yazmaktadır: “Oysa felç geçirmeden önce ve sonrasında Lenin’in bu konuda Troçki’ye çok sert karşı çıktığı biliniyor.” Halbuki Lenin, 1921 senesinin başlarından itibaren sıkı bir şekilde dış ticarette devlet tekelini savunmuştu.
Güleç burada müthiş bir sinsiliğe başvurmuş ve konuyu zaten “biliniyor” diyerek geçiştirmiş. Halbuki Lenin’in Troçki’ye, hangi “ekonomik diktatörlük” meselesi dolayısıyla “çok sert çıkıştığını” bilmek iyi olurdu. Bu, yüksek ihtimalle, her ne kadar kendisi konuya bir açıklama getirmese de, Güleç’in bir satır öncesinde bahsettiği konuyla ilgili olabilir: Devlet Planlama Komisyonu (Troçki’nin “ekonomik diktatörülük” isteklerini soruştururken, bir satır öncesinde bulunan bu konunun neden aklımıza hemen gelmediğini aşağıda açıklayacağız).
Güleç, dikte ettirilip Zinovyev’e ulaştırılan, bu konuda Troçki’nin görüşlerinin benimsendiği bir Lenin metninden söz ediyor ve bundan söz ederken şöyle diyor: “2 Temmuz 1923’de Krupskaya Devlet Planlama Komisyonu ile ilgili olarak Lenin’in dikte ettirdiğini söylediği (…)” Özetle Güleç, aslında metni Lenin’in yazmamış olduğunu, Krupskaya’nın bu tip bir falsifikasyon macerasına kalkıştığını, zaten Lenin’in bu konuda öncesinde Troçki’ye “çok sert çıkmışken” şimdi onun tarafına geçmesinin manidar olduğunu ima ediyor. Güleç, Krupskaya’yı kendisi ve Kotkin gibi bir tahrifatçı, Lenin’i de aptal sayıyor! Bir küçük-burjuva aydın şarlatanın, birkaç kelimeyle Sovyet tarihinin en önemli politik ve ekonomik tartışmalarından birinde imza attığı çarpıtmanın çapına bakar mısınız? Rezalet.
Güleç’in sayıklamalarını bir kenara bırakıp, Lenin’in “felç geçirmeden önce” kaleme aldığı, yani Krupskaya’ya dikte ettirmek zorunda kalmadığı, Devlet Planlama Komisyonu ile ilgili olan bazı yazılarını inceleyelim:
“Devlet Denetleme Komiserliği memurları, (özel bir talimat uyarınca), öncelikle İşçi ve Köylü Denetimi temsilcilerini tüm uygulamalarına çağırmalı ve ardından işçi ve köylülerin katılacağı parti dışı konferanslarda konuşmalar yapmalıdırlar (Bunlar, Devlet Denetleme Komiserliği’nin ilkeleri ve yöntemlerine ilişkin özel onaylı bir program çerçevesinde yapılacak halk konferanslarıdır; belki de bunların yerini sağlamlaştırmalıyız…) (…) Devlet Denetleme Komiserliği’ne emekçi katılımının parti ve sendikalarca onaylanmasına yavaş yavaş başlanmalıdır; yani, bu örgütler aracılığıyla herkesin katılıp katılmadığı ve devlet yönetme işini öğrenme durumu gözetilerek katılımdan ne gibi sonuçlar alındığı denetlenmelidir.” (‘İşçi ve Köylü Denetimi Yönetmeliği’ Tasarılarına İlişkin Uyarılar ve Ekler, 24 Ocak 1920)
“Tüm Rusya Merkez Yürütme Komitesi Genel Kurulu ve Devlet Kontrol (Denetleme) Komiserliği’nden aşağıda sıralanan RKPMK talimatlarını izlemesi istenecektir: (…) İşçi ve Köylü Denetimi, tüm çalışmalar Devlet Denetleme Komiserliği’ndeki işçi ve köylülerin tam sayısal üstünlüğünü sağlamaya yöneltilerek, her yönden geliştirilecek, güçlendirilecek ve genişletilecek.” (Bir İşçi Denetimi Konusunda Politbüro Talimatları, 23 Ocak 1920)
Yani Lenin, daha 1920 senesinin Ocak ayında, Devlet Planlama Komisyonu’nun işlevi üzerine net bir görüşe ve anlayışa sahipti. O halde Güleç’in bahsettiği Troçkist “ekonomik diktatörlük” istemi bu da olamaz. Geriye sadece bir seçenek kalıyor; o da Troçki’nin, Devlet Planlama Komisyonu’nun yasama alanında da yetki sahibi olmasını öngören planı. Troçki, Devlet Planlama Komisyonu’nun yalnızca ekonomik düzlemle sınırlı kalmamasını ve hukuki aygıtın da organik bir parçası haline getirilmesini önermişti. Ancak, okuyucu her ne kadar yorulmuş olsa da, Güleç’in sözünü ettiği ve “Troçki’nin uzun süredir istediği” “ekonomik diktatörlük”, bu da olamaz. Çünkü Güleç yazısında – yukarıda görülebileceği üzere – Lenin’in bu “ekonomik diktatörlük” isteklerini 2 Temmuz 1923 tarihli bir metinle kabul ettiğini ileri sürüyor (daha doğrusu Lenin değil de, Krupskaya o tarihte kabul etmiş!).
Çok güzel. Fakat Lenin’in 27 Aralık 1922 tarihli aşağıdaki notuna bakacak olursak, sorunun nereden kaynaklandığını anlarız:
“Bu fikir, uzun bir süre önce, Yoldaş Troçki tarafından ortaya sürüldü. O zamanlar bu görüşe karşı çıktım çünkü yasama kurumlarımızın çalışma sisteminde temel bir koordinasyonsuzluk doğacağı düşüncesindeydim. Ama konuyu daha yakından inceleyince, özünde sağlam bir görüşü içerdiğini gördüm: Devlet Planlama Komisyonu, tecrübeli kişilerden, uzmanlardan, bilim ve teknoloji dallarının temsilcilerinden oluşmuş bir kurul olarak devlet işlerinde daha doğru yargıya varabilecek durumda olmasına karşın, yasama kurumlarımızın oldukça dışında kalmaktadır. (…) bugünkü koşullarda, Devlet Planlama Komisyonu’nun yetkilerini genişletme yolunda bir adım atmamızın zamanı gelmiştir sanıyorum. (…) Bu açıdan Yoldaş Troçki’nin isteğine uyabiliriz ve uymamız gereklidir kanısındayım. Ancak siyasal liderlerimizden birinin ya da Yüksek Ekonomik Konsey Başkanı’nın Devlet Planlama Komisyonu Başkanı olması gerektiği yolundaki öneriyi kabul edemeyiz.” (Devlet Planlama Komisyonu’na Yasama İşlevi Verilmesi)
Belirtildiği üzere yukarıdaki alıntının alındığı metnin tarihi 1922’ydi; Güleç ise Lenin’in Troçki’nin Devlet Planlama Komisyonu’nun yasamada da yer alması üzerine olan fikirlerini kabul edişinin tarihinin 1923 Temmuz’u olduğunu söylüyor (dersine çalışmamış bir Stalinist falsifikasyoncudan beklenebilecek “dikkat” hataları). Dahası, yukarıdaki alıntının tonundan da anlaşılabileceği üzere, ortada öyle “çok sert çıkışlar” yoktu. Ne Lenin, ne de Troçki, Stalin’in bürokratik sindirme metodunun taraftarıydılar; onlar yoldaşça tartışmanın doğasını herkesten daha iyi biliyordu.
Güleç’in 2 Temmuz 1923 tarihini verdiği mektup (51) gerçekten de Gosplan üzerineydi ve Krzhizhanovski’ye yazılmıştı. Ama Troçki’nin herhangi bir görüşünün bu mektupta “yeni yeni” kabullenişi yoktu; Lenin, Gosplan üzerine olan tutumunu mantıksal sonuçlarına vardıran birtakım uygulamaların, hayata geçirilmesini istiyordu.
Kotkin’in kitabında, hatalı bir şekilde Troçki’nin ekonomi üzerinde diktatoryal bir denetim kurmak istediğini söylediği bölüm – Güleç bunu okuyucu için açıklama zahmetine katlanmasa da – Troçki’nin sözde NEP karşıtlığını anlattığı yerde geçiyor. İlk olarak Troçki, NEP’e (Yeni Ekonomi Politikaları) hiçbir zaman metot olarak karşı çıkmadı; özellikle de 10. Kongre’de Sovyet tarımının sorunları ile köylü kitlelerin yaşam koşulları etraflıca tartışıldıktan sonra. Bu konuda Troçki’nin NEP yazıları örnek gösterilebileceği gibi, kaynak olarak Pierre Broué’nin meşhur Troçki biyografisinin ilgili kısımları ve Sovyet tarihi uzmanı Viktor Danilov’un 1990 tarihli “Troçki hakkında öğrenmeye başlıyoruz” başlıklı makalesi önerilebilir. Danilov bu makalesinde, Troçki’nin 1920 Şubat’ında prodrazviorstka’yı terk etmeyi; yani köylerdeki “artık tahıla” zorunlu olarak el konulmasından vazgeçilmesini öngören ekonomik önermelerini, 1921 tarihli NEP’in başlangıç noktası olarak okumanın mümkün olduğunu söylüyor.
Daha da önemlisi, Güleç “ekonomik diktatörlük” yazarak geçse de, Troçki’nin Gosplan’ın neden yasamada da yetkili olması gerektiğini önerdiğinin anlaşılmasıdır. Bu tamamen, Troçki’nin şehirdeki işçi ile kırdaki köylü arasındaki devrimci ittifakın muhafaza edilebilmesi için önermiş olduğu bir yöntemdi. Troçki, ekonomideki planlı sektörlerin ağırlığının göreceli olarak artırılırken, temel olarak kıra refah sağlayan market ilişkilerinin rolünün küçültülmesinin nasıl olur da bu devrimci ittifakı zedelemeyecek bir biçimde yapılabileceğini sorguluyordu. Sorgunun sonucunda çözüm olarak Gosplan’a yasama yetkilerinin verilmesini önerdi ve 1922 başlarında buna karşı çıkan Lenin’i, aynı yılın Kasım ayında kendi fikirlerine kazandı. Güleç’in, Lenin’in “çok sert çıktığı” diyerek çarpıttığı eski görüş ayrılığı ise, Lenin için taktiksel önemde bile değildi. Söz konusu ayrılık hakkında Lenin’in kendisi, Troçki’ye olan ve yukarıda da alıntıladığımız mektubunda şöyle diyordu:
“Sizinle tam bir görüş birliğinde olduğumuzu düşünüyorum ve bu durumda Devlet Planlama Komisyonu sorununun, Devlet Planlama Komisyonu’nun yönetsel haklara sahip olması gerekliliği üzerindeki tartışmaları ortadan kaldırdığı (ya da ertelediği) inancındayım.”
Lenin, hakkında Troçki’ye “çok sert çıktığı” iddia edildiği görüş ayrılığının, Troçki’yle sağladığı politik ittifakın ilkeleri çerçevesinde “ortadan kalktığı (ya da ertelendiği) inancında” idi.
b.) XII. Kongre ve Lenin’in metodu
Güleç, Kotkin’in komik ve aslında aptalca olan bir fikir yürütüşünü, okuyucuya inkârı imkansız bir kanıt olarak sunuyor ve şöyle yazıyor:
“Kotkin, eğer ünlü vasiyet 1922 Martı’nda yazılmış ise bu metnin neden 1923 yılı Nisan ayında yapılan 12. Parti kongresinde ortaya çıkmadığını soruyor. Krupskaya dahil hiç kimse böyle bir metnin varlığından söz etmediği gibi imada dahi bulunmamıştı.”
Böylesine bir iddia karşısında, eski bir Türkiye cumhurbaşkanının popülerleşmiş deyişiyle, “insan gerçekten hayret ediyor”. Güleç’in usta bir bilgelik ve ayrıntı okuması olarak gördüğü sorunsalın cevabı, aslında sorunsalın kendisinde yatıyor: Evet, gerçekten de neden okunmamıştı? 12. Kongre’de bugün Lenin’in vasiyeti kapsamında sayılan birtakım notların ve makalelerin okunmamasını Stalin, Kamenev ve Zinovyev üçlüsü, fraksiyoncu çatışmaları kızıştırabileceği mazeretiyle ve 1921 tarihli Fraksiyonların Yasaklanması kararına dayanarak, yönetime önermişti. Buna rağmen Lenin’in, notlarının 12. Kongre’de okunmasını istemiş olması spekülatiftir; mesela 1968 tarihli The New Cambridge Modern History serisinin 12. cildine göre, Lenin Krupskaya’dan, bu notların kendisinin ölümünden sonra okunmasını istemişti.(52)
Bunun da ötesinde Lenin Mart 1923’te bir felç krizi daha geçirmişti. Bu onun Kongre’ye katılımını fiziksel olarak engelledi ancak Troçki’den, Kongre’de birlikte geliştirdikleri siyasal hattı savunmasını rica etmesini engellemedi.
Lenin’in 30-31 Aralık 1922 tarihli Parti Kongresi’ne mektup başlıklı metni, Lenin’in kendi isteği doğrultusunda kongrede okunmak istendi. Bu ve ardından bürokrasinin Lenin’in notlarına erişim noktasında getirdiği sansürcü kısıtlama, Güleç’in büyük bir aymazlıkla atladığı bir detaydır. Kongre 17 Nisan 1923’te başladığında, Yönetici Komitesi bu makalenin yayımlanmasına ve okunmasına karşı çıktı. Bu makalede Lenin, Gürcistan ve diğer yakıcı sorunlar üzerinden Stalin ile onun çevresinde kümelenmiş bürokratları topa tutuyor, onların en ağır ölçütler üzerinden cezalandırılmasını ve bu kesimin politik olarak yenilgiye uğratılması gerektiğini yazıyordu. Komite, Lenin’in makalesinin kongre oturumlarında kullanılmaması ya da görüşülmemesi koşuluyla, metnin kongre delegelerince bilinmesine izin verdi. Yani Lenin’in “vasiyeti” 12. Kongre’nin katılımcıları tarafından biliniyordu ancak Stalinist bürokrasi, onun okunmasını yasaklamıştı.
Stalin, kongrenin üzerinde bir hayalet gibi dolaşan Lenin’in metnine karşı ikiyüzlü ve pragmatik bir kavga örebilmek için, Sovyet Merkez Yürütme Komitesi Sekreteri A. S. Yenukidze’nin, Lenin’in tek taraflı ve yanlış bilgilendirmelerin kurbanı olduğu yönündeki beyanını destekledi. Nepmen’lerin yeni temsilcileri, kongre boyunca Lenin’i itibarsızlaştırmak için yoğun bir kampanya yürüttüler. Gürcistan sorunu noktasında Lenin’in ileri sürdüğü tezleri, Stalin kesin bir dille reddetti. Stalin için “işçi sınıfının diktatörlüğünün politik temeli öncelikle ve en başta merkezi, endüstriyel bölgeler”, yani Rus bölgeleri idi.(53) Stalin, Lenin’in sözde “köylü sınır bölgeleri” öne çıkarmasına itiraz etti.(54) Böylece Stalin, daha sonra defalarca yapacağı üzere, Lenin’in görüşlerini çarpıtmaya başlıyor ve Lenin’in ezen-ezilen ulus ilişkilerinde ortaya koyduğu Marksist tavrı, ekonomik olarak gelişmiş ve gelişmemiş bölgelerin yeni işçi cumhuriyeti nezdinde sahip olduğu stratejik değer sıralamasına kabaca indirgemeye çalışıyordu.
Stalin bununla yetinmedi ve “Büyük Rus işçi sınıfının eski ezilen uluslar karşısında eşit olmayan bir konuma sokulmasını gerektiren yeni bir teoriye”(55) karşı uyarıda bulunarak, kendisinin okunmasını yasakladığı Lenin’in metnine saldırılarını sürdürdü. Lenin’in Troçki’yle birlikte kongrede desteğini açıkladığı muhalif Gürcü komünistler, parti merkezinden hemen hemen hiç destek görmediler. Gürcistanlı muhalif komünistlerden Mdivani, Lenin’in kendisine olan desteğini açıkladığı mektubunu okumak isteyince, bunu yapması yasaklandı. Stalinist güruh, Mdivani’nin bu isteğini “milliyetçi bir sapma” olarak çarpıtarak lanse etti.(56)
Kongre boyunca, Lenin’in hiçbir önerisinin ciddiye alınmaması için, Stalin önderliğindeki Nepmen ve bürokrasi temsilcileri, ellerinden geleni yaptılar. Güleç, Lenin’in vasiyeti olarak bilinen politik müdahale metinlerinin 12. Kongre’de okunmamasını, bu vasiyetin sahte olduğuna dair bir gösterge olarak utanmazca okurken, yukarıda özetini geçtiğimiz 12. Kongre’nin sansürcü ve tahrifatçı tarihinin anlatımını neden es geçiyor? Tam olarak, bu tarihin okuyucu nezdinde bilinmesi neticesinde, aymazca yalan söylediğinin anlaşılacak olmasından dolayı olabilir mi?
Lenin bir insandı ancak o, bu kadarla da sınırlı değildi: Lenin, Nietzsche’nin “süper insan” kategorisinden de ileri bir düzey olan “politik insan” tanımının içinde yer alıyordu. “Politik” Lenin, “vasiyeti” addettiği bir beyan üzerinden, hele hele bu “vasiyetin” kendi manevi değeri eşliğinde kutsallaştırılması üzerinden parti içi program mücadelesini ve partinin siyasal çizgisini proletaryanın devrimci diktatörlüğünün organlarının muhafaza edilmesine yöneltmeye çalışmazdı. O bunu, çocukluğundan beri nasıl yaptıysa, küçük yaşından beri kendine aşıladığı Marksist metot bunu nasıl öngördüyse öyle yapardı: Emekçi tabanın içinde, işçilerle tartışarak ve ortaklaşarak devrimci bir çıkış ve inşa yöntemini demokratik olarak ortaya çıkarıp koymak ve ardından bu hat için, yine işçilerle yan yana durarak ve onların yanından ayrılmaksızın, kitleler içinde yorulmak nedir bilmeksizin çalışmak.
Lenin’in SSCB’deki anti-bürokratik Marksist mücadelenin kurucularından ve savaşçılarından biri olmadığını gösterme uğraşının, onun 12. Kongre’de, vasiyetinin işçiler nezdindeki manevi değerini kullanarak “Troçkist” bir darbe yapmamış olması şeklindeki histerik ve gerici bir tarihsel çerçevenin içinden doğrulanmaya çalışılıyor olması, sapına kadar anti-Leninist bir reflekstir. Parti kongresinde kristalize olmuş biçimiyle sınıflar mücadelesinin ve SSCB’deki Stalinist dejenerasyona karşı devrimci işçi muhalefetinin bu tip bir idealist okunuşunun savunucuları karşısında Lenin ancak, o çok sevdiği kelimeyi, “darkafalıları” kullanıp, iç geçirirdi.
c.) Stalin’i sekreter atayan Lenin: Yalan, yalan ve yine yalan
Güleç, öyle sanıyoruz ki, kendini tutamıyor ve bol keseden sallamayı sürdürüyor:
“Lenin parti genel sekreterlik kurumunu kurarak başına geçirdiği Stalin hakkında şunları söylüyordu: ‘Yoldaş Stalin genel sekreter olmasıyla birlikte sınırsız bir güce sahip oldu ama bu gücü her zaman gereken özenle kullanacağından emin değilim.’”
Yukarıdaki Lenin alıntısı haricinde Güleç’in kendi yorumları olan kelimelerin hangisiyle başlayacağımı bilemiyorum. Ancak sanırım ilk olarak, tarihsel çarpıtmanın kendisinden başlamak gerekir: “Lenin parti genel sekreterlik kurumunu kurarak başına geçirdiği Stalin…” Bu, o denli bariz bir yalan ki, bunu okuyunca insan, Güleç’in tam olarak neye güvenmiş olduğunu merak ediyor. Güleç okuyucuyu Bolşevik Parti tarihinden bihaber mi sanıyor? Güleç okuyucunun kaynakları açıp kontrol etmeyeceğini mi sanıyor? Güleç bizi aptal yerine koyup, açık açık yaptığı tahrifatların kokusunun çıkmayacağını mı hayal ediyor?
Stalin’in genel sekreterliğe getirilmesini Merkez Komite’ye, 1922 senesinin Nisan ayında Zinovyev önermiştir. Önceki sekreterya 1921’deki 10. Kongre’de görevlerinden çekilmiş olan ve Troçki’nin en yakın yoldaşları arasında olan Serebriakov, Krestinski ve Preobrazhenski’ydi. Ondan önceki sekreterya da Sverdlov’un denetimindeydi. Troçki, Zinovyev’in MK’ya genel sekreter olarak Stalin’i önermiş olması hakkında Hayatım isimli otobiyografisinde şöyle yazıyor:
“Bu aslında basbayağı Lenin’in isteğinin karşısındaydı. Kimse bu atamaya çok önem vermedi. Lenin’in altında, 10. Kongre tarafından kurulan genel sekreterlik konumu asla politik bir karaktere sahip olamazdı, sadece teknik bir karaktere sahip olabilirdi. Yine de Lenin’in korkuları vardı. ‘Bu aşçı sadece acı yemekler yapar’ derdi Stalin hakkında.”(57)
Lenin, Güleç’in tarif ettiğinin tam tersine Genel Sekreter’in gücünü azaltmaya çalışıyordu. Lenin’in Merkez Komitesi Denetim Komisyonu’na verdiği saplantı derecesindeki önem, onun partinin yozlaşması ve bürokratikleşmesi karşısında ne denli ciddi tedbirler almayı tasarladığının bir işaretiydi. Lenin 23 Ocak 1923’te kaleme aldığı bir makalede, Merkez Kontrol Komisyonu’nu Genel Sekreter’in, MK’nin ve Politbüro’nun, yetki bakımından üstüne koyuyordu:
“Siyasal büronun her oturumunda belirli bir sayıda katılmaktan sorumlu bulunan Merkez Denetim Komisyonu üyeleri de hiçbir etkinin, ne genel sekreterin, ne de öteki MK üyelerinden herhangi birinin etkisinin bir soruşturma yapmalarına, dosyaları denetlemelerine ve genel olarak bütün işlerde tam bir açıklık ve sıkı bir düzenlilik sağlamalarına engel olamamasına – ‘kimseye aldırmadan’ göz kulak olacak tutarlı bir topluluk oluşturacaklardır.”(58)
Lenin’in ölümüyle beraber bu önerisi rafa kaldırılacak ve Genel Sekreter, partinin bütün organlarına egemen olacak şekilde yeniden ve yeniden tanımlanacaktı.
Güleç’in bu önermesindeki bir başka sıkıntılı ve tahrifatçı taraf, Lenin’in keyfine göre herhangi birisini, herhangi bir yerin “başına geçirdiği” veya geçirebilecek biri olduğu yönündeki algıdır. Hayır; Lenin, sizin bürokratik parti içi işleyiş anlayışınızdan son derece uzakta ve onun tam karşısında olan bir yetkilendirme ve atama metodolojisine sahipti. Lenin partinin bir kongreler iktidarı olduğuna; yani işçilerin sıkı denetimi ve yönetimi altında işleyen bir savaş mekanizması olduğuna inanıyordu ve kendi Bolşevik Partisi’ni de bu düşünce etrafında örgütlemişti. Lenin’in partisinde, Lenin de dahil hiç kimse hiç kimseyi, gerekli parti içi proleter denetim ve karar mekanizmalarından onaylatmadan, bir mevkinin başına koyamazdı.
Güleç, bu yanılgısını bir noktada daha tekrarlıyor ve şöyle yazıyor:
“Eğer Lenin’in Merkez Komitesi’nin sayısını arttırmasını istediği Stalin bu isteği yerine getirmeseydi Merkez Komite’ye dahi seçilmeyecekti.”
Yukarıda da belirttiğimiz üzere, mesele “Stalin’in bu isteği yerine getirmesi” değildi; öncelikle Lenin’in MK sayısının artması için verdiği mücadele, köküne kadar anti-bürokratik kaygılar taşıyordu! Güleç’in anlatımından; Lenin ile Stalin arasında bir emir-komuta zincirinin olduğu ve Lenin’in keyfî bir şekilde dilediği bütün uygulamaları, partide hiçbir tartışma mekanizmasını tetiklemeden, Stalin eliyle hayata geçirdiği sonucu çıkıyor. Bu, Bolşevik Parti’nin iç işleyişinde başvurduğu işçi demokrasisi metotları üzerine rezil bir çarpıtmadan başka bir şey değildir.
8.) Kotkin’in biyografik Stalin çalışması: Tarihsel hatalarla bezeli Bolşevo-fobik bir demagoji
2014’ün Kasım ayında Penguin Yayınevi, Princeton Üniversitesi profesörü Stephen Kotkin’in üç ciltlik Stalin biyografileri projesinin ilk cildini bastı. İletişim Yayınları bu ilk cildi geçtiğimiz sene; 2018’de Türkçe’ye “Stalin: İktidar Paradoksları – 1878-1928” başlığıyla çevirdi. Kotkin’in kitabı, 2015 senesinde Pulitzer Ödülü’nün biyografiler bölümünde finale dahi kaldı.
Kotkin’in çalışmasının özgün bir tarafı yok. Kendisi daha çok Soğuk Savaş döneminin anti-komünist ve Stalinist yalanlarını yeniden üretiyor ve araya da kendi yorumlarını katıyor. Bir insanın hayatının ciddi bir bölümünü bu denli yeni fikir ve yorum yoksunu bir projeye adamış olması, kimilerine üzücü gelebilir. Ancak kitaba göz gezdiren herkes, Kotkin’in, hayatını böylesine boş bir çaba içinde harcayarak dünyaya ve insan düşüncesi ile kültürünün kendisine daha fazla zararda bulunmamış olmasına sevinecektir.
Kotkin, öncelikle maddeci bir tarihsel perspektiften yoksun. Stalin’i; 1920’lerin başında parti içinde oldukça önemsiz olan bu adamı, 1920’lerin ikinci yarısında mutlak iktidara taşıyan somut süreçleri ve bu süreçlerin niteliğini yorumlayabilmekten uzak bir tarihçi. Kotkin kitabı boyunca Stalin’in iktidarının yolunu döşeyen süreçlerin; yani 1918 Alman Devrimi’nin ve 1923 Hamburg ayaklanmasının yenilgisinin; Macaristan Sovyet Cumhuriyeti’nin Romanya işgal güçleri tarafından dağıtılmasının; 1927’de Çin Devrimi’nin yenilmesinin; 1926’da İngiltere genel grevinin yenilmesinin; 5 sene süren İç Savaş sırasında Ekim Devrimi’ni var eden öncü işçi kadrolarının önemli bir kısmının öldürülmesinin; NEP politikaları sonucundan ortaya çıkan yeni varlıklı toplumsal kesimlerin kendilerini siyasal olarak ifade edebilmek için nasıl partiye doluştuklarının; yani dünya proletaryasının geri çekilişi ve Sovyet işçi sınıfının yorulmasıyla Stalin’in nasıl Kremlin’deki bürokratik diktatörlüğünün köşe taşlarını inşa ettiğinin analizini yapmıyor. Kotkin daha çok, Leninizm’den kaynaklandığını iddia ettiği “totaliter” ve “diktatoryal” kurumsallaşmalarla, idealist bir biçimde Stalinist iktidarı açıklamaya koyuluyor.
Kotkin’in bin sayfayı aşan çalışmasına rağmen bu konudaki bilimsel ve maddeci biricik açıklama, Troçki’nin yaptığı açıklama olmayı sürdürüyor:
“Tek parti hakimiyetinin totaliter Stalinist rejime hukuki çıkış noktası olarak hizmet ettiği tartışılmaz bir gerçektir. Ama böylesi bir evrimin nedeni ne Bolşevizm’de, hatta ne de geçici bir askeri önlem olarak diğer partilerin yasaklanmasında değil, proletaryanın Avrupa’da ve Asya’da uğradığı bir dizi yenilgide aranmalıdır.”(59)
Kotkin kitap boyunca Marx’la dalga geçiyor, Lenin’le alay ediyor ve özellikle de Troçki’ye asparagas saldırılarda bulunuyor ancak sonunda da şunu ekliyor: Stalin gerçek bir Marksist’ti ve o, Lenin’in sadık birer öğrencisiydi. Kotkin bunu tam da, Stalinizm’in günahlarını sosyalizme ve Marx, Lenin, Troçki’de kristalize olan ortodoks Marksizm’in ilkesel hattına yükleyebilmek; ikisi birbirlerinden programatik ve kategorik olarak ayrı değillermiş gibi gösterebilmek için yapıyor. Bunu yukarıda detaylarıyla açıkladık.
Bu, Kotkin’in Marksizm’e saldırmak için, onun Stalin’de vücut bulduğunu ileri sürdüğü ilk sefer değil. Kotkin, bir diğer kitabı olan 1995 tarihli Magnetic Mountain: Stalinism as a Civilization (Manyetik Dağ: Bir Medeniyet Olarak Stalinizm) kitabında, Stalinizm’in “topluma rasyonal bir düzen empoze etmek için devletin araçsallığıyla örnek niteliğinde bir aydınlanmacı ütopya bina etmeyi denediğini ve bu sırada 19. yüzyıl endüstrileşmesinin getirdiği zorlu sınıf ayrımlarını aşmaya çalıştığını” söylüyor ve “bu denemenin, aydınlanmayı mümkün kılmada ona yardımcı olan geleneksel olarak kent-modelli toplum-odaklı ütopyaların kökeninden çıktığını” iddia ediyordu.(60)
Kotkin’in Stalin’i bu rehabilite etme uğraşının kökenleri, onun anti-Marksist perspektifinde bulunuyordu. Kotkin, aydınlanma çağının insan düşüncesine getirdiği en ilerici kazanımların doğal sonuçlarına ulaştırılarak rasyonal bir toplumsal-ekonomik planlamanın yapılmasının ve sınıfları ortadan kaldırmaya dönük tarihsel siyasi faaliyetin, zorunlu olarak Stalinizm’in terörist despotizminin bir benzerine yol açacağını savlıyordu. Onun için sınıfsız toplumsal oluşuma gidişin herhangi bir metodunu savunan herhangi bir kimse, Stalin’in uyguladığı ve işçilere dönük olan katliamcı ve baskıcı tedbirleri yeniden uygulamak zorunda kalacaktı. Kotkin yeni kuşaklara, Stalin haricinde başka ve alternatif bir sosyalizm ile Marksizm olmadığını; sanayinin bilimsel planlanmasından veya işçilerin devrimci iktidarından bahseden herhangi birisinin, mantıksal olarak Stalinizm’in işlediği rezil suçları işlemekten bahsettiğini argüman olarak ileri sürüyordu. O, işte bu anti-komünist formasyonu dolayısıyla Marx, Lenin ve Troçki’yle dalga geçiyor ama Stalin’e sağlam bir Marksist diyordu.
Kotkin’in kitabı aslında Stalin’in Marksizm’le olan ilişkisi bağlamında çelişkili ifadeler barındırıyor. Kotkin, hiçbir şekilde doğrulama uğraşına girmediği bazı ifadelere ve tamlamalara kitabı boyunca yer veriyor: “Stalin’in Marksizm’e tutulması”, “Stalin yeniden ve yeniden Lenin’in yazılarının ışığına geri döndü. Onunla ilgili temel gerçek, dünyayı Marksizm’den görmesiydi”, “kesin olay şey ise onun komünist ideolojide marine edilmiş oluşuydu”, “Lenin’in inanç dolu öğrencisi olarak Stalin 1924-25’te hem bir ideolog (‘sermaye’, ‘burjuvazi’, ‘emperyalizm’), hem de jeostratejik bir düşünürün embriyonu olarak ortaya çıkıyordu” ve benzerleri.(61)
Ancak Kotkin kitap boyunca şu ifadeleri de kullanıyor: “Pek az kimse onun ‘Anarşizm mi Sosyalizm mi?’ (1906-7) metninin, merhum Giorgi Teliya’dan çaldığını bilir. Şimdi, ‘Leninizm’in İlkeleri’ kitabına gelince, onu da o sırada hala hayatta olan Filipp Ksenofontov’un el yazması olan ‘Lenin’in Devrim Doktrini’nden’ çalmıştır.” Kotkin dönemin bütün ileri gelen Marksistlerinin I. Dünya Savaşı’nın patlak vermesinin ve II. Enternasyonal’in çöküşünün nedenleriyle ilgili yoğun bir teorik-politik çalışmaya girdiklerini ve bu bağlamda eserler verdiklerini söylerken, Stalin için şunu söyler: “Ne var ki geleceğin bu söz sahibi, hiçbir savaş zamanı düşünce bırakmamıştır, bir günlük bile.” Yine Kotkin şunu yazar: “Stalin’in faşizmi anlamaya dönük yeteneksizliği, fena halde açıktır.”(62)
Büyük Sovyet tarihçisi E. H. Carr, Stalin’in Marksizm’i için “yüzeysel ve göstermelik” derken haklı bir noktaya parmak basıyordu. Kotkin, Carr’ın bu konuda hatalı olduğunu söylese de, sık sık yaptığı üzere, Carr’ın neden hatalı olduğunu açıklamıyor. Sadece Stalin ve onun Marksizm’le ilişkisi üzerine bir dolu çelişkinin ortaya çıkışına sebebiyet veren izlenimci çıkarımlarını sıralamayı sürdürüyor.
Kotkin’in bibliyografyası, kişide bazı şüpheler uyandırmıyor değil. Misal, bibliyografyada 1920’lerde SSCB’de basıldığı söylenen 21 ciltlik Troçki’nin Tüm Eserleri’nin bulunduğunu görüyoruz. Ancak Troçki’nin 15 ciltlik Tüm Eserleri’nin basımı Stalin tarafından 1927’de durdurulduğunda, daha henüz 12 cilt yayımlanmıştı. Kotkin’in dipnotlarını kontrol eden birisi bol sayıda tarih hatası yapıldığını, yanlış cildin veya sayfa numarasının verildiğini ve hipotezlerinin önemli bir kısmının belgelendirilmediğini görebilir. Bunun yanı sıra Kotkin’in ilginç yorumlarına da dipnotlarda rastlamak mümkün. Kitabın İngilizce baskısının 204. dipnotunda Kotkin, Zinovyev, Buharin ve diğerlerinin 1923’te Kislovodsk’ta gerçekleştirdiği buluşmayı tarif ediyor ve sonrasında ekliyor: “Harvardlı Rusya tarihçisi Richard Pipes, bu buluşmanın ertesi günü Polonya’da doğmuştu (11 Temmuz).” Kısaca kitabın iyi bir editörü olsaydı, hacminin yarı yarıya azabileceğine şüphe yok. Kotkin organize edemediği bir malzemeler yığınını, yer yer kendi anti-Marksist karalamaları eşliğinde Penguin Yayınevi’ne teslim etmiş ve ortaya da, bu kitap çıkmış.
Hazır kitabın yapısını, hatalarını, kaynaklarını ve dipnotlarını tartışıyorken, bir pencere açarak Güleç’in korkunç yalanlarından birini daha bu noktada gündeme getirmenin faydalı olabileceğini düşünüyorum. Gazete Duvar’daki yazısında Güleç şöyle yazıyor:
“Kotkin, kitabında, Lenin’in ölümünden sonra partinin liderinin kim olacağı konusunda yapılan tartışmalar sırasında ortaya çıkan, Lenin’in Vasiyeti olarak bilinen mektup hakkında, çok tartışılacak bir iddiada bulunuyor. Mektup aslında partiye Lenin’in Bolşevik Partisi’nin liderleri hakkında yaptığı bir değerlendirme. Bugüne kadar bu mektubun ‘düzmece’ olabileceği şeklinde ne muhatapları ne de tarihçiler tarafından bir iddiada bulunulmadı.”
Bu, o denli vahim bir iddia ki, iddianın okuyucuyu yanıltamaya dönük derin tahrifatçı özü, Güleç’in kalemini bir kenara bırakması gerektiğini söylüyor ve gazetecilik/yazarlık serüvenini artık sonlandırmasını talep ediyor. Güleç bunu ciddi ciddi düşünmeli. Çünkü Kotkin’in kitabında en çok alıntı yaptığı üçüncü tarihçi Valentin Sakharov’un kendisi, zaten Lenin’in vasiyetinin sahte olduğu iddiasını ortaya atan kişi. Kendini sıkı bir Stalinist olarak tanımlayan Moskova Üniversitesi öğretim üyesi Sakharov, Politicheskoe zaveshchanie (Lenin’in ‘Politik Vasiyeti’) başlıklı çalışmasında, Lenin’in hayatının son dönemindeki birtakım makalelerin, dikte edilen notların ve mektupların sahte olduğunu iddia ediyor. Kotkin’in bütün iştahıyla argümanlarını çaldığı-aldığı; Kotkin’in, Lenin’in hayatının son dönemlerinde Troçki ile birlikte Stalin’e ve bürokratikleşemeye karşı siyasal bir savaşıma giremeyecek oluşuna dair illüzyonlarını devraldığı isim Stalinist Sakharov’un kendisinden başkası değildir. Burjuva Kotkin, Lenin’in vasiyeti konusunda gösterdiği anti-Leninist ve komplocu idealist tarihsel metodu, pek sevgili ideolojik babası Stalinist Sakharov’un temelsiz iddialarından devralmıştır. Güleç söz konusu biyografiyi okuduğunu iddia ediyorsa bunu nasıl olur da bilemez? Yoksa Güleç, bunu biliyor olmasına rağmen, Sukharov’un iddiaları Moshe Lewin tarafından çürütüldüğü için mi, Lenin’in vasiyeti üzerine olan bu kirli yalanın ilk defa dile getirildiğini deklare etme ihtiyacı hissetmiştir? Güleç argümansız, kanıtsız ve temelsiz falsifikasyonunda bu kadar ileri gitmiş olabilir mi? Gerçekten de Sukharov’un rezil edilerek yanlışlandığını bildiği için, bu çıkarcı ve gerici iddianın ilk defa Kotkin tarafından ortaya konduğunu savlamak zorunda hissetmiş olabilir mi kendisini? Bu, Güleç’in yazısı boyunca söylenen yalanlar ve çarpıtılan tarihsel olgular göz önünde tutulduğunda, hiç de olasılık dışı değil. Anti-Marksist ve Lenin düşmanı Kotkin’in, Sukharov’un utanç verici Stalinist yalanlarını büyük bir hevesle kucaklaması ve Güleç’in, Sukharov’un karşıdevrimci Stalinist hayallerinin Kotkin’in burjuva kurgusunun malzemesi olmasının üzerinden atlaması, bir “hafıza kaybı” değil aksine, hiçbir şekilde siyasal affı mümkün olan bir falsifikasyondur.
Sukharov’un ve onun yalnızca bir burjuva öğrencisi olan Kotkin’in, Moshe Lewin’i ve onun Lenin’in Son Kavgası kitabını neden yok saydıkları anlaşılabilir (Kotkin’in kitabında ona sadece 21 atıf var). Bu kitap ve yazarı, söz konusu ikilinin bütün pragmatist kurguları ile şablonlarını çökertti de ondan. Ancak yine de insan, Stalin’e sempati besleyen ve Troçki’yi eleştirel bir süzgeçten geçiren N. I. Kapchenko’nun iki ciltlik “Politicheskaia biografiia Stalina” (Stalin’in Politik Biyografisi, 2004) başlıklı serisinin, neden Sukharov ve Kotkin tarafından dikkate alınmadığını merak ediyor. Sanırım bu, araştırmalarının neticesinde Kapchenko’nun vardığı siyasal ve tarihsel bilançoyla ilgili olabilir:
“Ayrıntılara ve farklılıklara girmeden şunu belirteceğim ki, akademisyenlerin emrinde olan dokümanlar ve devasa sayıdaki insanların tanıklıkları, Lenin’in siyasi vasiyetinin varlığının reddedilemez gerçeğini sorgulamak için en ufak bir neden olmadığını söylüyor.”(63)
Bu kadar basit.
Kotkin, biyografik çalışması boyunca Marksizm’in sınıf, sınıf mücadeleleri, Bonapartizm, emperyalizm, sosyalizm, küçük-burjuva kategorileri ile alay ediyor ve bunları kullanarak dünyayı anlamaya ve değiştirmeye çalışanların, yalnızca iki yüzlü despotlar olduklarını söylüyor. Kotkin’in bu kitabı kaleme alırken, hedef kitle olarak seçtiği okuyucu profilinin sağcı ve toplumsal eşitlik düşmanı olduğu bariz; Kotkin’in bu çalışmasına bayılan Stalinistlerin de haliyle bu sağcı ve toplumsal eşitlik düşmanı demografik tanımın içine girmesi şaşılacak bir durum değil. “Lenin özünde sadece bir hiciv yazarıydı” diyerek Lenin’i tarif eden Kotkin, onun hakkındaki görüşlerini şöyle sürdürüyor: “Lenin, bırakalım pazar teşviklerini; Rus tarımı, toprak kullanımı, göçmen emek veya köylü komünlerinin aktüel faaliyetleri üzerine hiçbir şey anlamıyordu.”(64) Öyle sanıyorum ki Lenin’in “Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi” kitabına veya onun Kapital’in toprak rantını anlattığı bölümlerini özetlediği yazılarına aşikar olan herkes, Kotkin’in bu iddiasına yalnızca gülecektir. Lenin için “politik şiddetin bir ilkeye yükseldiğini” söyleyen Kotkin, Stalin’in bu konuda Lenin’in en sadık öğrencisi olduğunu belirtiyor.
Kotkin Lenin hakkındaki falsifikasyonlarını, kitap boyunca çizdiği Troçki karikatürüyle tamamlıyor. Troçki söz konusu oldu mu Kotkin’in başvurduğu kaynak neo-Stalinist Sukharov’un yanı sıra, Stalinist rejimin ve dolayısıyla onun tarihî ve politik bütün günahlarının başlıca temsilcilerinden olan Molotov ile Kaganoviç. Kotkin, Stalinist aygıtın bu iki hizmetkârının Troçki ve Troçkizm üzerine söylediklerini hiçbir eleştirel yorumlamaya tabi tutmadan, aynen kabul ediyor. Aslında bu, Kotkin’in, Ekim Devrimi, Bolşevik Partisi ve Lenin ile Leninizm düşmanı olan burjuva tarihçiliğinin doğrudan doğruya ideolojik bir sonucu. Kotkin’in kitap boyunca, Troçki’nin devrimdeki rolünü inatla küçültmeye çalışmış olması ve bunun karşısında Stalin’e üstlenmemiş olduğu, gerçekleştirmemiş olduğu türlü türlü rolleri atfetmeye kalkışmış olması, onun, bütün bir ciddi Sovyet tarihçileri silsilesini ve onların eserlerini reddetmesini beraberinde getirmiş. Kotkin, Rus devrimleri tarihi boyunca Troçki’nin aslında minimal bir pozisyon işgal ettiğini iddia edebilmek için Deutscher, Carr, Lewin, Rabinowitch, Daniels, Knei-Paz, Day, Rogovin, Souvarine, Volkogonov, Medvedev ve Cohen de dahil birçok Sovyet tarihi uzmanını çürütmeyi deniyor ancak elbette, bu operasyonun bilançosu, yalnızca korkunç bir başarısızlık oluyor.
Kotkin’in Bolşevik önderleri değerlendirişinde kesif bir anti-Semitizm kokusu her tarafı kaplıyor. Sovyetlerin yönetiminde bulunan kadroların dörtte üçünün Yahudi olduğunu iddia eden 5 Mart 1919 tarihli London Times nüshasını, hiçbir yorumda veya eleştiride bulunmadan alıntılayan ve bunu parantez içindeki bir ünlemle (!) niteleyen Kotkin, ardından Lenin’in, Kamenev’in, Zinovyev’in ve Troçki’nin Yahudi kökenlerine dair hatalarla dolu açıklamalar yapıyor ve ekliyor: “Tepede, yalnızca Gürcü Çuvaşgili-Stalin, herhangi bir tarafıyla Yahudi değildi.” Öncelikle bu, bariz bir biçimde yalan. İkinci olarak aktardığı bir anekdotla Troçki’nin aslında Yahudi olduğu için iktidar savaşını kaybettiğini savlayan Kotkin, bugünün Putin rejiminin ve onun çevresinde kümelenmiş oligarşinin devlet kanalları aracılığıyla çizmiş olduğu karikatürize Troçki falsifikasyonuyla tamamen benzer bir çarpık Troçki portresi çiziyor. Bu, onun tarihçiliğinin ne denli ideolojik ve politik ajandalar üzerinden belirlendiğini, objektiviteden tamamen kopuk olduğunu, bilimsel metotla ve ampirik bulgularla hiçbir bağının kalmadığını; yani aslında onun tarihçiliğinin bir tarihçilik değil, şaklabanlık olduğunu gösteriyor. Hiçbir şüphe yok ki Kotkin’i, Nazi propaganda kitapçığı “Der jüdische Bolschewismus”tan (Yahudi Bolşevizmi) eleştirisiz bir biçimde alıntı yapmaya iten bu aşağılık anti-Semitist önermeleri, onun akademik ve bilimsel kariyerini nitelik olarak sonlandırmıştır. Kotkin şu veya bu üniversitede akademisyenlik yapmayı sürdürebilir; ancak akli melekelerini koruyan hiç kimse, onun dikkate değer bir zihin ve insan olduğuna kanaat getirmeyecektir. O, zavallı bir insan tozudur.
Kotkin’in kitabı, türü tükenmekte olan bir söylemin; Bolşevizm’e dönük Soğuk Savaş söyleminin bir devamcısı. Bolşevizm’in mümkün olan biricik sonucunun Stalinizm’in suçları olduğuna kanaat getiren Kotkin, Ekim Devrimi için “darbe” tanımlamasını kullanmaktan çekinmiyor. Bu anlayışın bir getirisi olarak Lenin’in ünlü “Ne Yapmalı?” kitabı ile başlayan ve Moskova Mahkemeleri ile sonuçlanan doğrusal ve nedensel bir çizgi olduğunu savlıyor.
Stalinistler, Kotkin’in kitabının hacmiyle bir hayli övünüyor olsalar da, gerçekten de kalın olan bu kitabın içinde 1917 senesinin neden bu kadar az sayıdaki sayfaya sığdırılmış olduğunu açıklamıyorlar. Bolşevik Parti’nin işçi sınıfıyla aslında gerçek ve kalıcı bağlara sahip olmadığı kanısındaki Kotkin için, 1917 senesine dair Amerikan emperyalizmi Soğuk Savaş’ta hangi argümanı ürettiyse, o doğru.
Stalin biyografisinin yazarı, birçok konuda çarpıtmalara başvuruyor. Bunlardan birisi devrim sırasında patlak vermiş olan İç Savaş. Kotkin’in temel tezlerinden birisi, Kızıl Ordu’nun Troçki’den nefret etmekte olduğu; bunu, çeşitli tarihsel dokümanlar, tanıklıklar ve belgelerle birçok kereler yanlışlanmış bir çalışma olsa da, Francesco Benvenuti’nin 1988 tarihli “Bolşevikler ve Kızıl ordu, 1918-1922” kitabına dayandırıyor. Burada 1919’daki 8. Kongre’de yaşanan askeri tartışma çarpıtılarak sunuluyor. Halbuki kongrede Troçki’nin sunduğu askeri tezler Stalin, Voroshilov ve Budenni’nin muhalefetiyle karşılaşırken, Lenin’in desteğiyle birlikte kabul edilmişti.
Troçki’nin Kızıl Ordu tarafından sahiplenilmesi ve onun askeri tezleri üzerine iyi bir referans olabilecek olan Lenin, 1919’da ünlü Rus yazarı Maksim Gorki’ye şöyle yazıyordu:
“Bir tek yıl içinde örnek bir ordu örgütleyen ve askeri uzmanların saygısını kazanan başka bir adam gösterin bana. Elimizde böyle bir adam var. Her şeyimiz var. Ve harikalar yaratacağız.”(65)
Daha sonra bu pasaj, Stalin’in emriyle Gorki’nin hatıratlarından çıkarılacaktı.
Yine de Kotkin, Troçki’nin askeri ve politik rolünü minimalize etme uğraşının ardından, eğer Lenin 1919’da Troçki’nin askeri tezlerini kabul etmeseydi, Bolşeviklerin İç Savaş’ta kaybedebileceğini; Stalin’in yetersiz ve faydasız önerilerinin Beyazlar karşısında bir mağlubiyete sebebiyet verebileceğini söylüyor. Bu zaten, 1920 Polonya Savaşı’nda ispatlanmadı mı? Mart 1920’de Pilsudki’nin Polonya birlikleri Sovyet topraklarını işgal ettikten sonra Kızıl Ordu bir karşı saldırı başlatmış ve Varşova’ya doğru yürüyüşe geçmişti. Lenin ile Troçki’nin çizgisi, Polonyalı işçileri kendi burjuvazilerine karşı ayaklandırmak ve onların iktidarı ele geçirerek Sovyet Polonya’yı bütün dünyaya ilan etmelerine yardımcı olabilmekti. Varşova’nın güneyindeki Lviv’e doğru harekete geçen birliklerin başında bulunan Stalin’in, komuta kademesinden gelen merkezi emirlere dönük yaygaracı itaatsizliği, ancak Kotkin gibi bir anti-Bolşevik tarafından, bu kadar allanıp pullanabilirdi. Ağustos başında, gelen emire rağmen Stalin’in güçlerini kuzeyde Varşova’ya doğru seferber etmemiş olması, neredeyse Kızıl Ordu’nun felaketle sonuçlanacak olan bir yenilgi almasına neden olacaktı. Stalin ve Voroşilov daha sonra bu başarısızlıklarını gizlemek için Sovyet askeri tarihinde açık bir sansür uygulayacaklar ve tarihi, onu çarpıtarak yeniden yazacaklardı.
Stalin, savaş alanında gösterdiği korkunç yeteneksizliğin ve daha da önemlisi itaatsizliğin sonucunda, parti içi basınçların etkisiyle 17 Ağustos’ta askeri görevlerinden istifa etmeyi talep etti ve Politbüro bunu hemen kabul etti. 1920 senesinin Eylül ayındaki 9. Kongre geldiğinde Stalin, Lenin ile Troçki’den kendisine yöneltilen sert eleştirilere karşı bir savunma yapmak zorunda kaldı.
Sovyet mareşali Mikhail Tuhaçevski, Pokhod za Vislu (Vistül’ün Ötesinde Seferberlik) başlıklı kitabında şöyle yazacaktı:
“Devrimi ihraç etmek bir olasılıktı. Kapitalist Avrupa temellerinden sarsılıyordu ve stratejik hatalarımız ile bu alandaki yenilgimiz için Polonya Savaşı, 1917 Ekim Devrimi ile Batı Avrupa’daki devrim arasında bir bağlantı olabilirdi.”(66)
Tuhaçevski, daha sonra düzmece Moskova Mahkemeleri sırasında Stalin’in emriyle öldürülecekti. Ancak Kotkin, Polonya Savaşı’na böyle bakmıyor; ona göre “proleter Stalin, bu tip maceracılıklara karşı uyarmış olmasına rağmen, itaatsizliğin günah keçisi yapılmıştı.” Bu yorum, tarihin ve sayısız tanıklık ile maddi verinin açık bir çarpıtmasıdır ve bu çarpıtma tam da, Stalin üzerinden, o kullanılarak, Bolşevizm’i kötülemek için kullanılmıştır. Öncelikle Kotkin’in, Stalin’in maceracı olmadığı için Polonya’da parti emirlerine ihanet ettiği iddiası, hiçbir belgesi ve temeli olmayan bir yalan olarak karşımıza çıkmaktadır (özellikle de Kotkin’in Lenin ile Tuhaçevski’ye maceracı dediğini hatırlarsak). 13 Temmuz 1920’de, Bolşevik genel kurmayını “maceracılıklara karşı uyarmış” olan Stalin, Polonya birlikleri yarı-dağınık bir vaziyetteyken, Lenin’e şöyle bir telgraf çekecekti: “Polonya’nın yenildiği şu anlarda, emperyalizmin hiç şimdiki kadar zayıf olmadığını ve bizim de hiç şimdiki kadar güçlü olmadığımızı düşünüyorum; dolayısıyla kendimiz için ne kadar kararlı davranırsak, Rusya ve uluslararası devrim için de o kadar iyi olur.”(67) Rus tarihçi Oleg Khlevniuk buna bir ekleme daha yapar ve 24 Temmuz’da Stalin’in Lenin’e çektiği bir telgrafta İtalya’da, Macaristan’da ve Çekoslovakya’da ayaklanmalar organize edilmesini önerdiğini yazar.(68) Kotkin neden, Stalin ile “maceracılıktan” bahsederken, bu telgrafların içinde yatan politikanın doğasını inceleme gereği duymuyor; dahası bu telgraflar yokmuş gibi davranıyor?
Kotkin, kendi resmi burjuva-Stalinist tarih yazımının aleyhinde olan bütün tanıklıkların, politik makalelerin, mektupların ve devlet belgelerinin sahte olduğunu ileri sürüyor. Kotkin, kendi anti-Bolşevik duruşunu zora sokacak bütün olaylar ile olguların, kitap boyunca aslında yaşanmamış olduğunu savlıyor. Bunun uğruna Kotkin, vasiyet teorisini çökerten tanıklıklar ve belgeler bırakmış olan insanların hepsinin kronik birer yalancı ve sahtekar olduğunu söylüyor. Bunlar arasında olan insanların bir kısmı şöyle: Troçki, Krupskaya, Fotieva (Lenin’in sekreterlerinden biri), Volodicheva (Lenin’in sekreterlerinden biri), Maria Ulyanova (Lenin’in kız kardeşi) ve Lenin’in doktorlarından birkaçı.
Sadık Güleç yazısının bir noktasında, Lenin’in vasiyeti hakkında “setenografik orijinal yazı arşivlerde bulunamadı” diyor (stenografik kelimesinin yanlış yazımı Güleç’e aittir). Burada Kotkin’in akıl hocası olarak gördüğü ve 1999 tarihli “The Unknown Lenin – From The Secret Archive” (Bilinmeyen Lenin – Gizli Arşivden) kitabında Lenin’in önemli konularda Troçki’nin değil Stalin’in görüşlerine değer verdiğini söyleyen Richard Pipes, konu hakkında şöyle yazıyor:
“Bu gerçekler göz önüne alındığında, Kotkin’in vasiyeti büyük olasılıkla bir imalat olarak reddetmesi büyük bir sürpriz gibi geliyor. O, vasiyete, özgünlüğü asla kanıtlanmayan ve Lenin’e ‘atfedilen’ bir belge olarak atıfta bulunuyor. Kotkin vasiyetin özgün olabileceğini kabul ediyor olsa da, bütün tarihçilerin yaptığının aksine onu açık bir şekilde kabullenmiyor. Dediğimiz gibi, vasiyet Lenin’in Bütün Eserleri’ne dahil edilmişti. Kotkin, belgenin stenografik orijinallerinin bulunmadığına işaret ediyor. Ama Stalin’in vasiyete atfını ve onu kabulünü alıntılayarak kendisiyle çelişiyor (…) Kotkin’in de kabul ettiği üzere, vasiyeti sahte olarak açıklamada çıkarı bulunan Stalin, bunu hiçbir zaman yapmadı: Aksine ona, ‘yoldaş Lenin’in bilinen mektubu’ diye atıfta bulundu. (…) Kotkin’in Lenin’in Stalin karşıtı sert eleştirilerine karşı şüpheciliğini açıklamak zordur; belki de Lenin’in Stalin’i, ölümcül hastalığına kadar desteklediğini, yaşamının sonunda ise kararlı bir şekilde ona karşı döndüğünü kabul etme konusundaki isteksizliği dışında.”(69)
Kotkin’in günümüz dünyasında yerine getirdiği bir işlev mevcut: Bu, kapitalizme karşı alternatif arayan kimselerin, Lenin ile Troçki’nin Marksizm’i sayesinde başarıyla hayata geçmiş olan Ekim Devrimi örneğini takip etmemeleri için, Bolşevizm’in siyasal ufkunu ve hedeflerini, Stalinizm’in barbar ve cani siyasal günahlarına eşitleme yönündeki kirli faaliyetin kendisidir. Kotkin’in Stalin biyografisi boyunca kanıtlamaya çalıştığı yalan, Marksizm’in istemsizce Stalinizm’in kriminal katliamcılığına dönüşeceğidir. O, bu sebeple, Stalinizm’in alternatifi olarak okunabilecek bütün Marksist olgulara ve hareketlere; özellikle de Lenin’in vasiyeti ile onun son mücadelesine ve Troçki’nin devrimci perspektifine, soluk almadan saldırmaktadır. Güleç, yazısında okuyucu için bu yönde hiçbir bakış açısı geliştirmeyerek, Kotkin’in karşıdevrimci faaliyetlerinin siyasal bir ortağı olmuştur (bu, Kotkin’in bir Mussolini sempatizanı olduğunu bilince, daha da ağır bir yük olarak beliriyor). Güleç Stalin’i savunmayı hedeflerken, Stalin’i ve Stalinizm’i savunmayı dileyen herkesin başına geleceği üzere, emperyalizmin ideolojik çıkarlarının lehinde bir performans sergilemiştir.
9.) Peki ya Sukharov, Kotkin ve Güleç haklı olsalardı, o zaman Troçkizm’in politik perspektifi nasıl değişirdi?
Lenin’in metodolojik mirasını, onun politik ve programatik olarak Stalinizm’in ilksel icraatlerine ve bürokrasiye dönük yorulmak bilmez savaşımını ve bizzat kendisinin orijinal vasiyetinin pro-Troçki içeriğini, hemen hemen gereken bütün detaylarıyla okuyucuya sunduktan sonra, geriye cevaplanması gereken bir soru kalıyor: Peki ya Lenin gerçekten Stalin’in bürokratik dejenerasyonunun siyasal bir parçası haline gelseydi, vasiyetinde Stalin’in aslında görevden alınmasını hiç talep etmemiş olsaydı ve Stalin’in Gürcü meselesinden Gosplan’a dek şaşmaz bir savunucusu olsaydı, o zaman Troçkizm’in programatik hattı ve siyasal ilkeleri ne gibi değişimlere uğrardı? Cevap basit: Hiçbir değişime uğramazdı.
Lenin’in vasiyeti, yalnızca Lenin’in hayatı boyunca devrimci Marksizm’in metodolojisine ve ilkelerine, aynı zamanda Rusya’daki sürekli devrim programına sadık kalmış olması çerçevesinde bir anlam kazanabilir. Vasiyet, Lenin’in bu şaşmaz sadakatinin mantıksal sonuçları olan bürokrasi karşıtı (anti-Stalinist) mücadeleyi örgütlemeye çağırdığı ve yaklaşan karşıdevrimci tehlikeye karşı uyarılarda bulunduğu için, işçi sınıfının mücadele tarihinde önemli bir yere sahiptir.
Troçki-Stalin ayrışmasında kişilerde kristalize olan, ancak daha derinlerde, programatik düzlemde Marksizm’in bir kere daha epigonlar ile devrimciler şeklinde bölünüyor olmasının bir ifadesinden başka bir şey olmayan söz konusu tartışmada kişi; tarafını Marksizm’in bilimsel metodolojisi uyarınca değil, yalnızca Lenin’in vasiyetinde işaret ettiği siyasal varisin kim olduğu üzerinden seçiyorsa, o kişi en yüksek anti-Leninist suçu işlemekte olan birisidir. Bunu söyleyen Troçkizm; Lenin’in vasiyetinin politik içeriğinin gerçek temsilcisi olan Troçkizm’dir.
Lenin’in vasiyetinin sanılanın aksine, aslında bambaşka bir adres gösterdiğinin bir argüman olarak sunuluyor olması, en temelde Stalinizm’in bir program anlayışı olarak ne olduğunun kavranamamasından ileri gelmektedir. Bu kavrayışsızlık, Lenin’in vasiyeti üzerinden söylenen tarihî yalanlar eşliğinde, ifadesine radikal ve izole bir öznelcilikte kavuşmaktadır. Marksizm’in sınıflar mücadelesi, devlet ve devrim teorileri noktasında edindiği metodik birikim bir anda arka plana itilir ve Lenin’in vasiyeti, proletaryanın iktidarı fethi yolunda defetmesi gereken sol içi oportünizm örneklerinden biri olan Stalinizm’in siyasal günahlarının affı için kullanılmak istenir. Bu, tam anlamıyla olayların ve olguların yorumlanmasında en güçlü silahımız olan tarihsel materyalist anlayışın kaba bir çiğnenişinden ve reddinden başka bir şey değildir.
Hiçbir Troçkist, Lenin vasiyetinde bu yönde bir devrimci perspektif geliştirmiş olduğu için anti-Stalinist değildir. Ancak her Troçkist, devrimci Marksizm’in ilkelerinin Stalinizm tarafından gerici bir revizyona tabi tutulmasına cepheden karşı olduğu için ve Lenin de, bürokrasiye karşı mücadelede izlenecek yolu gösteren öncülerden biri olduğu için, Lenin ile Leninizm’in savunuşunu en ciddi ve önemli görevlerinden biri olarak kabul eder. Kurulan ilişki bu yöndedir ve öteki türlü de değildir.
Yukarıda da belirttiğimiz üzere, Stalinizm’in sınıf suçlarını aklamaya dönük olarak politik ve tarihî bir perspektif oluşturmaya çabalamak yerine (ki aslında bu hiçbir zaman yapılamayacak), Lenin’in vasiyetinin yalanlanması üzerinden, tarihin yargısından beraat kararı çıkartmaya çalışmak, Stalinizm’in siyasal ve sosyal kökenleri hakkında açık bir cahilliğin göstergesidir.
Stalinizm, dünya proletaryasının ve bununla birlikte de dünya devrimci sürecinin geri çekildiği bir sürecin, Ekim Devrimi’nin müthiş bir kazanımı olarak üretim araçlarının kamulaştırıldığı ancak yine de ekonomik olarak geri bir ülkedeki gerici ifadesidir. Stalinizm, Ekim Devrimi’nin kendisinde ifade edilmiş bulunan sürekli devrim programına, enternasyonalist bir Bolşevik önderliğin bilinçli müdahaleciliğine ve Leninist dünya devrimi perspektifine sağdan gösterilen muhafazakar ve milliyetçi refleksin-tepkinin ismidir. Stalinizm’den söz ederken, sadece onun Stalin’in bireysel suçlarını da kapsayan içeriğinden değil; dünya proletaryasına sunulan teslimiyetçi ve sınıf işbirlikçi bir hattan, her yerde işçi sınıfının çıkarlarının önüne bürokrasinin çıkarlarının konulmasından ve dünya devriminin diyalektik çerçevesinden sınıf bilincini geriletmeye ve parçalamaya dönük ortaya konulan tahrifatçı, maceracı veya işbirlikçi politik çizgiden söz ediyoruz. Tıpkı sosyal-demokrasi gibi Stalinizm de, işçi sınıfı hareketinin içerden yenilgiye uğratılmasını hedef olarak belirleyen emperyalizmin küçük-burjuva ulusalcı bir politik-programatik ajanıdır.
Troçki sonrası Dördüncü Enternasyonal’in, Nahuel Moreno ile birlikte iki büyük önderinden biri olan Amerikan Troçkizm’inin kurucusu James P. Cannon, Stalinizm’e dair devrimci perspektifi aşağıdaki gibi özetliyordu:
“Stalinizm işçi hareketinin bir iç sorunudur ve bütün diğer iç sorunlar gibi, yalnızca işçiler tarafından çözülebilir.”(70)
Yaşlılığında hareketçi eğilimler sergileyen, hayatının önemli bir bölümünde Stalinizm’e politik ve örgütsel kapitülasyonlar tanımanın devrimci atılımlara yol açabileceğini hatalı bir şekilde savunan, ancak yine de Troçkist akımın önemli teorisyenlerinden biri olan genç Mandel, Stalinizm üzerine aşağıdaki doğru tanımı ortaya atıyordu:
“Bizler şimdiye kadar, Stalinizme yönelik bütün tavrımızı, onun faaliyetini dünya devrimi bakış açısından yargılayarak gerekçelendirdik. Bizler, tarihsel maddeciliğin, üretim biçimlerini üretici güçleri geliştirme kapasiteleri ile değerlendirmeye dayanan ölçütünü hiçbir zaman terk etmedik.
Bizler, Stalinizmi asla soyut ahlakçı bakış açısından hareketle mahkum etmedik; bütün değerlendirmemizi, Stalinist yöntemlerin kapitalizmin dünya çapında yıkılmasını gerçekleştirme kapasitesine sahip olmadığı üzerine kurduk. Bizler, Kremlin’in başvurduğu utanç verici yöntemlerin dünya devrimi davasına katkıda bulunamayacağını; onu yalnızca engelleyeceğini açıkladık.
Bizler, kapitalizmin küresel ölçekte yıkılmasının, ‘herhangi bir yolla’ mümkün olmadığını; başvurulacak tek yöntemin proleter kitlelerin kendi proleter demokrasisi organları aracılığıyla devrimci seferberliği olduğunu açıkladık.”(71)
Ve yine Cannon, Stalinizm üzerine aşağıdaki analizi yaparak, bu akımın nasıl proleter devrimin gecikmiş olmasının ve belirli bir aşamada dondurulmuş olmasının sonucu olduğunu açıklıyordu:
“İnsanlık, geriye, barbarlığa ve köleliğe değil; ileriye, sosyalizme ve özgürlüğe yürüyor. Ne faşizmin ne de Stalinizmin bunu engellemeye tarihsel olarak hakkı var… Stalinizm, işçi hareketinin yozlaşmış bir uru; proleter devrimin, bütün koşulları çürüme noktasında olgunlaştıktan sonra gereğinden fazla engellenmesinin ve gecikmesinin ürünüdür. Ne faşizm ne de Stalinizm ‘geleceğin dalgası’nı temsil ediyor. Her ikisi de gerici ve geçici olgulardır. Ne faşizm ne de Stalinizm tarihsel gelişmenin ana çizgisini ifade ediyor. Tersine onlar, tarihsel gelişmenin bir sonraki sömürge ayaklanmaları ve proleter devrimleri dalgasında yok edilmesi gereken ve edilecek olan sapmalarıdır.”(72)
Şimdi Güleç, gazeteciliğin veya bir kitap tanıtımı yazmanın gerekli bilimsel ve eleştirel perspektifinden tamamen vazgeçtiği veya zaten daha en baştan bu perspektifi hiç benimsememiş olduğu için, onun Lenin’in vasiyeti üzerine Sukharov ile Kotkin’in yalanlarının incelikten yoksun yeniden üretiminden ibaret olan temelsiz ve dayanaksız, okuyucuyu aptal yerine koyan soyutlamalarla dolu yazısını okuyan herhangi birisi, Lenin’in ve onun devrimci Marksist metodunun, Stalin ile Stalinizm’in karşıdevrimci ve sınıf işbirlikçi aşağılık politik suçlarının siyasal ve organik birer ortağı olduğunu düşünecek. Güleç, kendi tarihsel sorumsuzluğunun, politik sansürcülüğünün ve ideolojik tahrifatçılığının, Lenin ile onun metodik ve ilkesel mirasında bıraktığı lekelerle hiç ilgilenmiyor; Lenin’i, Stalinizm’de vücut bulan “tek ülkede sosyalizm” şeklindeki gerici ütopyayla, bürokratik çıkarların ifadesi olmakla, Marksizm’in temellerine dönük sol içi bir tahrifatçı siyasal saldırıyla eş tutuyor olması, onun suratını kızartmıyor. Güleç, Stalin’in bir öğrencisi ve hayranı olarak, Leninizm’in kendi programatik doğasına aykırı olan ne varsa, onu Leninizm olarak pazarlamaya; böylece de günümüzün işçi sınıfı öncüsünün gözünde Ekim Devrimi’ni ve Leninizm’i itibarsızlaştırmaya çalışıyor.
Güleç, yine Stalinizm’in iyi bir takipçisi olarak, Lenin’in Marksizmi ve politik mirası üzerine ispatlama zahmetine girmediği yalanlarını sıraladığı yazısını yayımlamasının ardından, bu tarihsel falsifikasyonunda cisimleşen oportünist siyasal eğilimini, Türkiye’nin güncel toplumsal gündemlerine uyarlayarak, ÖDP’nin sınıf işbirlikçi çizgisinin CHP’nin Beyoğlu belediye başkanlığı kampanyası çerçevesinde yeniden ve yeniden üretilmesine olan sempatisini ilan etti ve ücretlerini alamayan Şişli Belediyesi çöp toplama işçilerinin iş bırakma eylemini, Mustafa Sarıgül’ün CHP’li belediyeye dönük organize ettiği bir komplo olarak okuduğunu ima ettiği bir işçi düşmanı haber daha kaleme aldı. Türk ulusal kapitalizminin kurucu siyasal öznesi ve yeni başkanlık rejiminin organik bir parçası ve savunucusu olduğunu ispatlamada en gerici siyasi omurgasızlıkları hayata geçirmeye yeminli olan bir partinin, Beyoğlu’ndaki yerel seçim kampanyasına dönük soldan yanılgılar yaratılması ile bir sınıflar mücadelesi momentinin, bu partiye karşı girişilen sinsi bir komplo olduğunun ilan edilmesi; Lenin’in siyasi vasiyetinin, Stalinizm’in lehine olacak şekilde sahte olduğunun söylenmesinin doğrudan doğruya mantıksal bir sonucudur. Bu üç karşıdevrimci uğrağın, birbirlerinin şartı olduğunu; birbirlerinin siyasal önbelirlenimleri olduğunu inkâr eden bütün savlar, yalnızca gevezelik yapıyor olacaktır.
10.) Yalanlar için özür, tarihsel tahrifat için pişmanlık talep ediyoruz
Güleç’in bir kitap tanıtımından ziyade, bir Stalin güzellemesi olması amacıyla tarihsel falsifikasyonlar, politik çarpıtmalar ve ampirik yalanlar silsilesi olan metni; en temel görevi gerçeklere sadık kalmak olan devrimcilerin olaylara bakış açısı ve onları aktarış metodunun penceresinden, kabul edilemez bir siyasal suçtur. Bu beyanımız hiçbir biçimde bir abartı değildir. Güleç, mürekkebinin kağıtta bıraktığı yalanlar ve ispatı olmayan tahrifatlar üzerinden, Lenin’in en temel metinlerini ve son kavgasını, anti-Leninizm’in cephaneliği için kullanmaktadır. Her gerçek Marksist, bu yazının ardından yatan bürokratik ve ideolojik kaygıların, çarpık çıkarların kokusunu alabilir ve bu kokuyla beraber midesi bulanabilir.
Yazı boyunca yalnızca Kotkin ile Güleç’in bilinçli tahrifatçılar ve yalancılar olduğunu değil, daha birçok şey ispatlamış olduğumuzu düşünüyorum. Bunlardan iki tanesini şöyle sıralayabiliriz:
1.) Lenin, bürokratik olarak yozlaşmaya başlamış olan Sovyet devlet aygıtının yeniden işçi demokrasisi temelinde tanımlanabilmesi için ve sözcüleri olarak Stalin’i seçmiş olan bürokrasinin karşıdevrimci politik gidişatını durdurabilmek için, son derece keskin, açık ve dinamik bir savaş yürütmüştür. Lenin’in, hayatının son döneminde atıldığı mücadelenin, anakronizm olabilecek olsa da, anti-Stalinist karakteri şüphe götürmez bir gerçektir ve tam bu sebeple, 21. yüzyılda Bolşevizm hala, Chavizm ve Castroculuk benzeri Stalinizm’in küçük-burjuva ulusalcılığının karşısında, sosyalizme gidişin biricik politik metodu olmayı sürdürmektedir. Lenin, asla sahte olmayan ve gayet de gerçek olan, Stalinistleri kudurtan vasiyetinde de ispatladığı üzere, bir devrimci Marksist olarak ölmüştür.
2.) Bugün, Ekim Devrimi, Bolşevik Partisi ve Lenin’in Marksist mirası ile yöntemi gibi kritik önemdeki meselelerin tarihsel düzlemde bütün tarafları ve derinliğiyle savunulması, son derece açıktır ki, Troçkizm’in sorumluluğundadır. Bu yazı boyunca hiçbir şey kanıtlanamamışsa bile şu açıkça anlaşılmıştır ki, Stalinizm ve onun çeşitli küçük-burjuva ideolojik varyantları, Ekim Devrimi-Bolşevik Partisi-Lenin’in devrimci mirası üçlemesinin tarihini kalemle değil, silgiyle yazmaktadır. Bu onun karşıdevrimci özünün tahrifatçı dışavurumundan başka hiçbir şey değildir. Bu bağlamda, yetişmekte olan kuşaklar, bu falsifikasyon ekolüne karşı kendilerini Sovyet tarihinin ve Leninist metodolojinin iyi birer öğrencileri olarak yetiştirmek zorundadırlar. Hiç kimse çıkıp, ispatlayamacağı yalanları ve varsayımlarıyla Lenin’i ve Troçki’yi itibarsızlaştırıcı illüzyonlarının argüman niyetine kullanılmasıyla, anti-Leninizm ve anti-Troçkizm yapamamalıdır. Öyle sanıyorum ki Troçkizm’in bu alanlarda gösterdiği politik ve tarihsel direnç, Güleç ve benzeri şarlantanları, yalanlarını kaleme almadan önce iki defa düşünmeye itecektir.
Şimdi biz, Güleç’ten, yazısı boyunca sıraladığı ve okuyucudan saklamaya çalıştığı, hiçbir bilimsel yöntemle ve somut delille doğruluğunu gösteremediği yalanları ve tahrifatları için özür dilemesini talep ediyoruz. Bu, onun işlemiş olduğu politik günahın yükünü hiçbir şekilde hafifletmeyecek olsa da, gerçeğin savunulmasının siyasal tartışmalarda odak alınmaya başlanması bakımından, ilerletici ve verimli bir adım olacaktır.
Bibliyografya
- Diary of Secretaries of Lenin. (Kasım 1922 ile Mart 1923 arasında Lenin’in yakınındakiler tarafından alınan notlardan oluşuyor. İlk defa 1963’te, Rusya’da bir tarih dergisi tarafından basıldı. Cahiers du monde russe et soviétique’in Nisan-Haziran 1967 sayısında yayımlandı.)
- On the suppressed Testament of Lenin, Leon Trotsky.
- Lenin-Trotsky. In lotta contro lo stalinismo. La vera storia del Testamento di Lenin, 1988, Centro Studi Pietro Tresso, Paul Casciola.
- The death of Lenin. The interregnum, 1923-1924, E.H. Carr, Cambridge University Press, 1965
- The Lost Revolution. Life of Trotsky, 1879-1940, Pierre Broué.
- The Life of Lenin, Louis Fischer, Harper & Row, 1964.
- Lenin’s will. Falsified and forbidden; from the Secret Archives of the former Soviet Union, Jurij Buranov, Prometheus Books, 1994.
- La storia falsa, Luciano Canfora, Rizzoli, 2008.
- On the Ninetieth Anniversary of Lenin’s death: new aspects of his Testament, litci.org
- A review of Stephen Kotkin’s Stalin: Paradoxes of Power, 1878-1928, wows.org (Dört kısmın dördü de)
- Lenin’in Son Kavgası, V. İ. Lenin, Öteki Yayınevi, Çeviri: Meral Delikara Topçu, Ocak 1999.
- Lenin’s Last Struggle, Moshe Lewin, Ann Arbor Paperbacks for the Study of Russian and Soviet History and Politics, 2005, The University of Michigan Press.
- Bride of the Revolution – Krupskaya and Lenin, Robert H. McNeal, 1972, The University of Michigan Press.
Dipnotlar:
1.) Söz konusu ibare şöyle: “Söz konusu olan Ekim Devrimi olunca Cu En-Lay’in devrimden iki yüz yıl sonraki bu cevabı belki fazlasıyla doğru olabilir. Bunun nedenlerinden birisi de uzun yıllar bu konudaki belgelere ulaşmanın zorluğuydu. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra, on yıllarca arşivleri araştırmacılara kapalı olan Demirperde’nin kayıtlarına tarihçiler daha kolay ulaşabiliyorlar.” Bkz. https://www.gazeteduvar.com.tr/kitap/2019/02/14/leninin-stalin-vasiyeti-sahte-mi/?fbclid=IwAR0pM7W7wDJSDjXm6UPrcMSL4FiCBPecOe7s-QuVKTHD3-nAqog8mFDPMEQ
2.) Güleç şöyle buyuruyor: “(…) yazarın, Sovyet Devrimi, Bolşevik Partisi ve Stalin hakkındaki kendi ideolojik duruşundan kaynaklanan yorumlarına takılmazsak…” Bkz. agy.
5.) Bkz. agy.
6.) Bkz. The New Economic Policy and the Party Crisis after the Death of Lenin, N. Valentinov, Hoover Institution Press, 1971, syf. 38-39.
7.) Bkz. Bride of the Revolution – Krupskaya and Lenin, Robert H. McNeal, 1972, The University of Michigan Press, syf. 213.
8.) Bkz. agy. syf. 215.
9.) Bkz. agy. syf. 217.
10.) Bkz. agy. syf. 218.
11.) Bkz. agy. syf. 218.
12.) Bkz. agy. syf. 220.
13.) Bkz. Lenin’s Last Struggle, Moshe Lewin, Ann Arbor Paperbacks for the Study of Russian and Soviet History and Politics, 2005, The University of Michigan Press, syf. 67.
14.) Bkz. agy. syf. 69-70
15.) Aktaran için bkz. https://www.wsws.org/en/articles/2015/06/04/kot4-j04.html
16.) Bkz. https://www.marxists.org/archive/trotsky/1932/12/lenin.htm
17.) Bkz. 1 Kasım 1917’nin Petrograd Komitesi tutanakları. Bu tarihi oturumun büyük bir cilt oluşturan tutanakları, Stalin’in özel bir emri ile devrimin yıldönümüne ayrılan kitaptan çıkarıldı ve partiden gizlendi. Zira Zinovyev, Kamenev, Rikov, Molotov ve Stalin Menşeviklerle bir anlaşmadan yanaydı.
18.) Bkz. The Diary of Secretaries of Lenin, 1963, Rusya. Bu kitap Lenin’in sekreterlerinin ve çalışanlarının Kasım 1922 ile Mart 1923 arasında tuttuğu günlüklerden ve notlardan oluşuyor. Daha sonra bu kitap şurada da yayımlandı: Cahiers du monde russe et soviétique, Nisan-Haziran 1967, ed. Moshe Lewin ve Jean Jacques Marie.
19.) Bkz. https://litci.org/en/on-the-ninetieth-anniversary-of-lenins-death-new-aspects-of-his-testament/
20.) Bkz. agy.
21.) Bkz. La storia falsa, Luciano Canfora, Rizzoli, 2008. Aktaran için bkz. https://litci.org/en/on-the-ninetieth-anniversary-of-lenins-death-new-aspects-of-his-testament/
22.) Bkz. https://litci.org/en/on-the-ninetieth-anniversary-of-lenins-death-new-aspects-of-his-testament/
23.) Bkz. V. I. Lenin, Collected Works, vol. 33, p. 253.
24.) Bkz. L. Trotsky, My Life, p. 441.
25.) Aktaran için bkz. https://www.wsws.org/en/articles/2015/06/04/kot4-j04.html
26.) Bkz. https://litci.org/en/on-the-ninetieth-anniversary-of-lenins-death-new-aspects-of-his-testament/
27.) Bkz. http://haber.sol.org.tr/yazarlar/kivilcim-cagla/yasanmis-sosyalizm-2-2277
28.) Bkz. Lenin’in Son Kavgası, V. İ. Lenin, Öteki Yayınevi, Çeviri: Meral Delikara Topçu, Ocak 1999, syf. 169.
29.) Bkz. agy. syf. 170-171.
30.) Bkz. agy. syf. 172.
31.) Bkz. agy. syf. 176.
32.) Bkz. agy. syf. 178.
33.) Bkz. agy. syf. 183.
34.) Bkz. agy. syf. 185.
35.) Bkz. http://haber.sol.org.tr/yazarlar/kivilcim-cagla/yasanmis-sosyalizm-2-2277
36.) Bkz. Lenin’in Son Kavgası, V. İ. Lenin, Öteki Yayınevi, Çeviri: Meral Delikara Topçu, Ocak 1999, syf. 187.
37.) Bkz. agy. syf. 188.
38.) Bkz. agy. syf. 180.
39.) Bkz. “Özerkleştirme” Tasarısı: RSSFC ile Bağımsız Cumhuriyetler Arasındaki İlişkiler, 24 Eylül 1922, Joseph Stalin.
40.) Bkz. Lenin’in Son Kavgası, V. İ. Lenin, Öteki Yayınevi, Çeviri: Meral Delikara Topçu, Ocak 1999, syf. 88-89.
41.) Bkz. agy. syf. 92.
42.) Bkz. agy. syf. 95.
43.) Bkz. agy. syf. 208-209.
44.) Bkz. agy. syf. 210-211.
45.) Bkz. agy. syf. 213.
46.) Bkz. agy. syf. 273.
47.) Bkz. agy. syf. 322-323.
48.) Bkz. agy. syf. 276.
49.) Bkz. Özel Görevler – Sovyet İstihbarat Şefinin Anıları, Pavel Sudoplatov, Ayrıntı Yayınları, Çeviren: Emrah Arıcılar, Haziran 2015, syf. 347.
51.) Söz konusu mektup için bkz. https://www.marxists.org/archive/lenin/works/1921/jun/02.htm
52.) Bkz. https://books.google.com.tr/books?id=LLg8AAAAIAAJ&pg=PA453&redir_esc=y#v=onepage&q&f=false
53.) Bkz. Lenin’in Son Kavgası, V. İ. Lenin, Öteki Yayınevi, Çeviri: Meral Delikara Topçu, Ocak 1999, syf. 323.
54.) Bkz. agy. syf 323.
55.) Bkz. agy. syf. 323.
56.) Bkz. agy. syf. 323.
57.) Bkz. My Life, Leon Trotsky, New York: Pathfinder Press, 1970, p. 467.
58.) Bkz. Ekim Devrimi Dosyası, V. İ. Lenin, Çeviri: Kenan Somer, Sol Yayınları, 1999, syf. 628.
59.) Bkz. Lev Troçki, Bolşevizm mi, Stalinizm mi?
60.) Aktaran için bkz. https://www.wsws.org/en/articles/2008/12/aaas-d01.html
61.) Bütün bu aktarımlar için bkz. https://www.wsws.org/en/articles/2015/06/01/kot1-j01.html
62.) Bkz. agy.
63.) Aktaran için bkz. https://www.wsws.org/en/articles/2015/06/01/kot1-j01.html
64.) Aktaran için bkz. https://www.wsws.org/en/articles/2015/06/02/kot2-j02.html
65.) Aktaran için bkz. https://www.wsws.org/en/articles/2015/06/03/kot3-j03.html
66.) Aktaran için bkz. https://www.wsws.org/en/articles/2015/06/03/kot3-j03.html
67.) Aktaran için bkz. agy.
68.) Bkz. Oleg V. Khlevniuk, Stalin: New Biography of a Dictator, New Haven: Yale University Press, 2015, p. 60.
69.) Aktaran için bkz. https://www.wsws.org/en/articles/2015/06/04/kot4-j04.html
70.) James P. Cannon, The Struggle for Socialism in the ‘American Century’; James P. Cannon Writings and Speeches, 1945-47 (‘Amerikan Yüzyılı’nda Sosyalizm Uğruna Mücadele; James P. Cannon’ın Yazıları ve Konuşmaları 1945-47), ed. Les Evans, Pathfinder Press, New York, 1977, syf. 374.
71.) Bkz. SWP International Information Bulletin (SWP Uluslararası Bilgilendirme Bülteni), Ocak 1950, syf. 40-41.
72.) James P. Cannon, Speeches for Socialism (Sosyalizm için Konuşmalar), Pathfinder Press, New York, 1971, syf. 375-376.