Her yıl gerçekleşen namus cinayetlerine ilişkin kesin sayılarla kir yürütmek, maalesef mümkün değil. Çünkü, bu vahşeti olağan kılan ataerkil kapitalist örgütlenme ve zihniyet, katilleri ve maktulleri yine aynı olağanlık içinde görünmez kılıyor. Öte yandan, kamuya yansıyan – belgelenen – vakalar sayının azımsanamayacak önemde olduğunu kanıtlıyor ve aynı zamanda sistemin, kadına yönelik şiddeti vardırabileceği noktayı ve hatta son noktayı – maddi varlığının ortadan kaldırılması – ahlaki düzlemde nasıl yeniden üretebileceğini…
Bu durum şu gerçekliği beraberinde sunuyor: Bu cinayetler, kadına yönelik şiddet başlığı altında sınıflandırılabilir. Ancak buna gerekçe sağlayan “namus”, hem kavramsal hem pratik düzeyde, toplumsal cinsiyet(ler)in yeniden üretimi bağlamında ayrıca incelenmelidir.
Öyle ki, Türkiye’de de çokça birbirinin yerine kullanılmasına rağmen “namus” ve “töre” eş kavramlar değillerdir. Elbette töre de bir namus algısının üzerine kuruludur ve töre cinayetleri de birer namus cinayetidir. Ancak töre, belli bir dönemin ve yaşayışın yasası olarak, değişim ve gelişim karşısında durağanlaşmış ve tarihdışı kalmış ‘eski’bir ‘namus’lu yaşam yorumunu işaret eder. Mesela, berdel bu farka göre artık modern dünyanın uygulamalarından biri değildir; uyulmaması bu sistemi ‘namussuz’ kılmaz. O bir töredir ve artık akıldışıdır! Bu yüzden bugün ona karşı verilen mücadele, eskinin kalıntılarına, gericiliğe karşı verilen mücadele olarak sembolleştirilir. Namus ise çoktan yeni içeriğine bürünmüştür. Çünkü o, toplumsal değişime paralel ve toplumsal cinsiyetin bu değişim karşısındaki seyrine içkin olarak yeniden içerik ve pratik kazanan bir canlılığa sahiptir.(1) Toplumsal değişimin ataerkil yapı, zihniyet ve söylemi yeniden ürettiği noktada ise, bu canlılık bizzat sistemin meşruluğunun taşıyıcısı olur. Başka bir deyişle, her sistem namusludur!
Bu nedenle, Türk Ceza Kanunu’nda 2005’te yürürlüğe giren değişiklik (Yeni TCK’nın 82’nci maddesinin (k) fıkrasında, kasten insan öldürme suçunun töre saiki ile işlenmiş olması durumunda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası uygulanacağı belirtilir), töre cinayetlerinde haksız tahrik indirimini kaldırırken, namus gerekçesi ile işlenen cinayetlerde ağır tahrik indirimini çeşitli gerekçeler yaratarak ilen uygulamaktadır ve daha da önemlisi, bu indirimler hâkimin takdirine bırakılmıştır. Başka bir ifadeyle, modern olmanın, gelişkinliğin bir ifadesi olarak karşı durulan, feodal ve ona yerleşmiş dinsel kalıntılardır; yoksa duyarlılık, ataerkil sisteme bir tepki noktasından kök almaz.
Aynı algı, Batı’nın bu cinayetlere ve Doğu’ya bakışını da belirlemektedir. Karşılığında kullanılan kavramlar değişiklik gösterse de, Batı da, namus cinayetleri (honour killings, daha çok bizdeki töre cinayetleri vakalarına karşılık kullanılmakta) adı altında Doğu’yu ve onun geriliğini işaret etmekte, ama ihtiras/aşk cinayetleri (passion killings) olarak nitelendirdiği durumlarda, bizdekine benzer “hassasiyeti” ve “anlayışlılığı” gösterebilmektedir.
Bu “hassasiyet” ve “anlayış”, bugün elbette ataerkil kapitalist sistemin sürekliliğine yönelik bir sahiplenme ve tam da bu, kavramsal belirsizlikle olanaklıdır. Hukuki düzlemde namus, töreye indirgenir, geçmişin kalıntısı olarak aşağılanır ve ötekinin kılınırken (Türkiye’de Kürtler örneğinde olduğu gibi); pratik anlamda yeni düzenin namuslu efendilerinin hissiyatı, toplumsal değer olarak korunmakta ve toplumsal cinsi- yeti cins-etnisite ve sınıf kesişiminde farklılaşan kadınlık ve erkeklik hiyerarşisi içinde, yalnızca kadını değil, erkeği de biçimlendirerek yeniden üretmektedir.
Bu kesişim elbette, konumuz gereği “namus”a ve konumuzun doğrudan ve dolaylı tüm unsurlarına yönelik çok yönlü bir tartışmayı gerektiriyor. Ve ne mutlu ki, bu tartışmalar son yıllarda yabancı dilde ve Türkçede derinlik kazanmaya başlamış durumda. Bizler içinse, ilk sayımızdaki bu girişi, toplumsal cinsiyetin yeniden üretim döngüsü içinde büyüyen ve yaygınlaşan sorunları, mağduru nesne değil özne kılan bir yaklaşımla tartışmanın önemine inanan bir niyetin göstergesi olarak nitelemek yanlış olmaz. Şimdilik ufak bir dokunuş, belki bir değinme… Umuyoruz ki hem zihinsel hem pratik bir yaratım dinamiğin kışkırtıcısı olur… Mesafemizi ölçmeye, uzağı tanımlamaya, yaklaşmaya ve yakınlaşmaya vesile kılar…
Bu gerekçeyle, ilk sayımızda, bu sorunların en önemlilerinden birine – namus cinayetlerine – ilişkin farkındalığın, bir görünür kılma çabasının naif bir ifadesi olarak, Tarık Ali’nin Namus Cinayetleri/Honour Killings yazısının çevirisini üstlendik, yayımlıyoruz.
Dipnotlar
1.) Dicle Koğacıoğlu bu meseleye, “Geçmişin aslında her zaman bir şimdiki zaman içinde akmış olduğunu, bu şimdiki zamanın insanların kısmi yaratıcılıklarıyla ürettiği stratejilerle doldurduğunu kabul ettiğimizde o zaman soru gelenekten toplumsal ilişkilerin yeniden yapılmasına, yeniden üretilmesine dönüşüyor” tespitiyle değiniyor ve ataerkil toplumsal ilişkilerin yeniden üretilmesinde kurumların rolünü vurguluyor. (Bak. “Gelenek Söylemleri ve İktidarın Doğallaşması: Namus Cinayetleri Örneği”, Cogito, sayı 58, 2009.)