Recep Maraşlı’nın 1984’te Diyarbekir Rizgarî Davası’nda yaptığı siyasi savunmadan alınmıştır.
Kaynak: Siyasi Savunma, Komal Yayınları, 1992, İstanbul, İkinci baskı.
***
I.) Genel olarak Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı
Rizgarî dergisi, 1976 yılında yayınlanan ilk sayısında, Kürt ulusunun kendi kaderini kendisinin serbestçe belirlemesi hakkını, tartışma gündemine getirirken şöyle demektedir:
Yayınımız, ulusların kendi kaderlerini serbestçe tayin etme ilkesine sonuna kadar saygılı ve taraftardır. Bu ilkeden kısaca anladığımız şudur:
Biz, ulusların kendi kaderlerini tayin etmesi kavramının anlamını hukuki tanımlamalarla cambazlık yaparak ya da soyut tanımlamalar icat ederek değil, ulusal hareketin tarihi, ekonomik şartlarını öğrenmek istiyorsak, varacağımız sonuç, kaçınılmaz olarak ulusların kendi kaderlerini tayin etmesinin, o ulusların yabancı ulusal bütünlüklerden siyasi bakımdan ayrılma ve bağımsız bir devlet kurmaları anlamına geldiğini anlarız.Bu bakımdan, Ulusların Kendi Kaderini Tayin etme derken;
– Kürt halkının bağımsız örgütlenmesi ve bilinçlenmesi,
-Kendi kadro ve dinamiklerini ulusal demokratik mücadelesi için seferber etmesini anlamak gerekir.
Kürt halkının kendi kaderini serbestçe tayin etmesi ilkesi, aynı zamanda sömürgecilikten kurtarılması, üzerindeki her türlü baskı ve tahakkümün son bulmasını da savunmayı gündeme getirmeyi zorunlu kılmaktadır. (Rizgarî, Sayı: 1, Niçin Yeni Bir Yayın?)
Bu, belirlemeye aynen katılıyoruz ve eklenecek yeni bir şey yoktur. Fakat, Rizgarî dergisindeki bu açılım üzerine sömürgecilik ile birlikte, Kürt ulusunun kendi kaderini kendisinin serbestçe belirlemesi hakkı, Türkiye’nin tartışma gündemine gelmiş ve sömürgecilik olgusu gibi ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı (UKKTH) konusunda da, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkında da çarpık, Marksizm dışı ve şoven tahribatlara uğratılmış görüşler boy vermiştir. Bu görüş sahipleri Rizgarî’yi, “Burjuva Milliyetçisi” olmaya kadar suçladılar. UKKTH üzerindeki çarpıtmalar, Rizgarî dergisinde zaman zaman cevaplanıp, bilimsel verilere dayalı olarak nesnel biçimde teşhir edilmiştir.
Savunmamın bu bölümünde Kürt ulusunun KKTH’sinin üzerinde yaratılan ambargoları, ideolojik ve siyasal yanılmaları, belli başlı noktalardan topluca bir kez daha belirlemeyi zorunlu görmekteyim.
UKKTH’ye SAYGILI OLMAK VE ONA SAHİP ÇIKMAK, sadece sosyalist olmanın, Komünist olmanın bir gereği değildir. Fakat, ezen-ezilen ulus ilişkisinin bulunduğu yerde, çeşitli ulusların bulunduğu, toplumlarda DEMOKRAT OLMANIN DA TEMEL BİR ÖLÇÜTÜDÜR. Türkiye gibi, sömürge bir ulusu içinde taşıyan, bunun yanı sıra çok çeşitli ulusların, etnik grupların, dinlerin bir arada olduğu bir ülkede de, demokrat olmanın ölçütü, ulusal soruna karşı gösterilen tavırdır. Türk “Demokratları”, bu konuda tümü ile sosyal şoven ve resmi devlet siyasetinin Kürdistan’daki uygulamalarının en hararetli savunucuları olmuşlardır. Bu yetmiyormuş gibi, Türk “Sol’u” da hem UKKTH’yi anlamaya, hem de Kürt ulusunun KKTH’sini tanımaya karşı yıllarca direnmiş, tanıdıktan sonra da onu, tanınmaz hale getirmiştir.
Türk “Demokratları”nın, üniversite çevrelerinin, yazar-çizerlerin, “Sol Kemalistlerin” eleştirisini her fırsatta yapmıştık. Fakat, bu sözüm ona demokratlarla, ittifak güden Türk ‘Sol’u, bu eleştirileri dışlamış ve Rizgarî’yi suçlamıştır. Türkiye’de demokratlığın ölçütü olarak “Öz-Türkçe kelimeler kullanmak” ile “ 141-142’ye karşı olmak” yahut da “Siyasal tutuklulara af istemek” gibi garip ölçütler kullanılmıştır. En ufak özgürlükleri savunanlara “demokratlıktan, komünistliğe kadar” tüm terfilikleri takarken, Kürt ulusunun KKTH’sini savunarak onu gündeme getiren Rizgarî’yi “Burjuva Milliyetçisi, Burjuva ayrılıkçısı” olmakla suçlamışlardır. Demokratlığın kavranması açısından bazı örneklere girmekte yarar vardır.
Örneğin Fransız demokratları Vietnam konusunu uluslararası plânda gündeme getiren ve başarılı sınav veren bir gruptur. Fransız sömürgeciliğinin Vietnam’daki tasarruflarına karşı çıkıldığı gibi, ABD Emperyalizmi’nin Vietnam’ı işgal ve ilhakına, imhasına karşı da yine, Fransız demokratları uluslararası plânda harekete geçerek, kamuoyunun, Vietnam halkının mücadelesi lehinde ve ABD Emperyalizmi’ne karşı oluşturulmasında önemli bir işlev görebilmişlerdir. Yine bunun gibi Fransa ve İspanya arasında bölüşülmüş olan Basklıların ulusal demokratik mücadelelerinde de onlara, sahip çıkıp, desteklemekten çekinmemişlerdir.
Türk demokratlarının ise, kendi hükümetleriyle aralarında çekişme yaratmayacak konularda, alabildiğine demokrat geçinmeleri ölçü değildir. Kürdistan’a ilişkin tavırları, karakterlerini tayin etmede önemli bir ölçüttür.
Kürdistan’ın özgül durumunun dünyada bir benzeri olmadığını söylerken, ille de dünyada Kürdistan’la kıyaslanabilecek örnek olaylar arayarak; bu örnek olayların çözümünü şabloncu bir anlayışla aktarma kolaylığı arayanların; dünyada Kürdistan’la benzeştirebilecekleri ya da benzeştirmeyecekleri örnekler peşinde koşmalarına da gerek olmadığı inancındayız. Kürdistan orjinalitesinin kendi özgül koşulları vardır. Ve Marksist materyalizme göre çözülmesi mümkündür.
Kaldı ki, Balkanlar’da üç ülke arasında paylaşılmış durumda olan Makedonya tipik bir benzerlik oluşturmaktadır. Balkan savaşları sürecinde, Makedonya; Bulgaristan, Yunanistan ve Yugoslavya arasında bölünmüştür. Makedonya’nın Bulgaristan kesimi bugün tamamıyla özümlenmiş durumdadır. Yugoslavya’da ise, Makedonya özerk bir bölgedir. Yönetim ve kültürel bir özerkliğe federasyon içinde sahiptir. Yugoslavya merkezi devletine bağlıdır. Yunanistan’da ise dağlık ve geri bir toplumsal yapı içerisinde bulunan Makedonya, radikal sol ve ulusal hareketlere kaynaklık eden bir bölgedir. Bu benzerliklere rağmen, her olgunun kendi tarihsel süreci içerisinde değerlendirilmesi gerektiği de açıktır.
Türkiye’de kavranmayan ve çarpıtılan konulardan biri de, UKKTH olmuştur. Temel yanılgılardan biri, UKKTH’nin bir demokrasi prensibi olduğunun unutulmasıdır. Bu hak, bir ulusun bağımsız devlet kurma, başka ulusal bütünlüklerden ayrılma hakkını belirtmektedir. Bunu, sağa-sola çekmenin, “amalı, fakatlı” açıklamalarla deforme etmenin bir anlamı da yoktur. Burjuva anlamda bile bu böyledir. Kaldı ki, Marksist anlamda da -ama uygulama böyle olmamaktadır- ulus bu demokratik hakkını nasıl kullanacaktır? Çarpıtmaların ve ilkenin özünü boşaltmaların çoğu bu noktada yapılmaktadır. “Kürt halkının ayrı örgütlenmesi gereğine” karşı çıkılarak ulusun kendi geleceğini kendisinin nasıl belirleyeceği konusu ambargo altına alınmış olmaktadır. Çünkü bir ulusun kendi kaderini kendisinin tayin edebilmesi için buna kendi özgür iradesiyle, kendi iç dinamikleriyle karar vermesi gerekir. Kürt halkının ayrı örgütlenmesine karşı çıkıp; parti programlarında “Kürt ulusunun KKTH’sine taraftarız” demek, “Devrimden sonra plebisit yaparak, ayrılma ya da birlikte kalma yolunda, irade beyanına başvuracağız” denilmesi de, UKKTH’nin deforme edilmesinin, kullanılmaz hale getirilmesinin bir ifadesidir. Çünkü ulusun iradesine ambargo koyulmuş olunmaktadır. Hak, ertelenmektedir.
II.) Kürt ulusunun KKTH’sinin teorik-ideolojik kapsamı ve bu konuda Türkiye’deki kavram kargaşası
Lenin Marksizmin Bir Karikatürü ve Emperyalist Ekonomizm adlı eserinde, UKKTH’ye karşı çıkanları, şuradan-buradan yontup küçümseyenleri şiddetle eleştirmektedir. UKKTH burjuvazinin ikiyüzlülükle savunuyor göründüğü, fakat gerçekte gasp ettiği bir haktır. Uluslararası proletarya hareketi ise, “Bu hakkı sadece en iyi şekilde savunup programlaştırmakla kalmaz, kendisi iktidarı ele aldığında da bu hakkın en iyi şekilde kullanılmasına olanak verir.” Emperyalist sömürgeciliğin köleleştirdiği, bağımlı hale getirdiği ulusların ulusal demokratik talepleri, ulusal kurtuluş hareketleri, uluslararası proletarya hareketinin en önemli müttefikleridir. Bu istemlerin UKKTH prensibi içinde çözülmesi gerekir. “Çünkü, sosyalistler, burjuva sınıflarının koruyucusu olamazlar”,”Bağımsızlık her ulusun bir diğerine göre, tercih edilmeyecek hakkıdır”. Halklar arasında her türlü ayrım ve ulusal eşitsizlik, proletarya enternasyonalizmini olanaksız kılacaktır. Halklar arasındaki ulusal eşitsizliğin çözülme yöntemlerinin başında UKKTH gelmektedir. Şu halde, “UKKTH”yi savunmayan ve onu programlaştırmayan ezen ulus sosyalistleri,
-Birincisi; proletarya hareketini, emperyalizme karşı olan mücadelesinde, sömürge uluslardan, ulusal kurtuluş hareketlerinden soyutlayacağı için;
-İkincisi; ulusal eşitsizliklere karşı mücadele etmeyerek, proletarya enternasyonalizmini boğazlayacağı için;
-Üçüncüsü; kendi hükümetlerinin sömürge siyasetlerine destek vermiş olacakları için sosyal şoven ve şarlatandırlar. Lenin, özellikle, II. Enternasyonal partilerine musallat olan, UKKTH ile ilgili sağ görüşleri eleştirirken, “Emperyalizm şartlarında tam ulusal bağımsızlık mümkün değildir. Onun için, bu ilkeyi fazlaca abartmaya gerek yoktur. Sosyalizm şartlarında, zaten bütün uluslar özgür olacaktır”, denilmesine karşı çıkmakta; ezilen ulusların, sömürgelerin emperyalizm şartlarında kurtulmalarını yüzde bir değil ama, beş yüzde bir bile olsa, ezen ulus proleter hareketinin mutlaka sömürge ulusların ayrılma hakkını savunmaları gerektiğini, bundan bir an bile, vazgeçilemeyeceğini belirtir. Ve devamla, “Biz, kendi hükümetlerimizden. sömürgelerden çıkması için, ulusların tam bağımsızlığını tanıması için talepte bulanacağız, bunun için mücadele edeceğiz; kendimiz iktidar olduğumuz zaman da ezilen ulusların bu hakkı kullanmalarını sağlayacağımızı açıkça ilan ediyoruz” demektedir. “UKKTH, Emperyalizm şartlarında mümkün değildir, sosyalizm şartlarında da gereksizdir.”, (UKKTH’yi kavramayan ve onu savunmayan düşüncenin mantığı işte budur: UKKTH gereksiz, boş bir ilkedir.)
Günümüz Türkiye’sinde aynı tarz düşüncenin çeşitli yansımalarına Kürt ulusunun KKTH konusunda rastlamak mümkündür. Lenin’in de belirttiği gibi, UKKTH sadece boş bir slogan olarak ilan edilemez. Ezen ulus proletaryası arasında bu prensibin en canlı ve kararlı biçimde savunulması, programlaştırılması zorunludur. Bu konuda gösterilecek en küçük tutarsızlık, samimiyetsizlik uluslararasındaki güven ilişkilerini daha da ağır bir şekilde yaralayacaktır. Asıl vahim olan yan, ezilen ulusun; ezen ulus proletaryasını da sömürgeci burjuvazinin yanında hissetmesidir.
UKKTH’nin savunulması perspektifinde ayrılmanın mutlaklaştınlamıyacağı, ulusun ayrı örgütlenmesinin ayrılmayı da mutlaklaştırma anlamına geleceği savunulmaktadır. Hatta “Kürdistan’ın sömürge olduğu tezinin ayrı örgütlenmeyi, ayrılmayı mutlaklaştırmak ve buna bir teorik gerekçe yaratmak üzere yaratıldığını iddia eden görüşler de mevcuttur. Demagojik planda fırtınalar koparılan en önemli nokta da burasıdır. UKKTH’nin özünde ayrılma hakkı olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Fakat ulus, “ayrılma”, “birleşme” ya da “birlikte kalmaya” yönelik hakkını nasıl kullanacaktır? Bu da, UKKTH’nin formülasyonunda açıkça bellidir. Bu hakkı, ulusun bizzat KENDİSİ ve SERBESTÇE kullanacaktır, ulusun bu hakkı, kendisinin serbestçe kullanabilmesi için, kendi ulusal güçleri ve dinamikleri içinde hareket etmesi, kısaca, ayrı örgütlenmesi bir ön koşuldur. Eğer, bu araç ulusun elinden alınırsa, ulusun kaderi de daha başlangıçta, başkaları tarafından ve zorbaca tayin edilmiş olur. “Örgütsüz halk köle halktır” özdeyişi de bunu anlatmaya çalışır. Eğer bir ulus, bir halk zulüm ve zorbalık şartları altında tek etkili aracı olarak örgütlenmeden mahrum bırakılırsa, kendi kaderini de tayin edemez. Onun için, UKKTH’yi savunurken, ayrı örgütlenmenin de bunun bir gereği ve parçası olduğunu unutmamak gerekir. Ulusun ayrı örgütlenmesine karşı çıkmak, fakat “Biz UKKTH’yi savunuyoruz” demek, bilinçli bir davranışla yalancılık, samimi ise şaşkınlık demektir.
Yine, kavram kargaşasına meydan bırakmamak için, bir noktayı daha belirtmek gerekir. Ezilen bir ulusun, sömürge bir ulusun, ulusal demokratik güçleri ezen ulustan ayrı örgütlenirler ve o ulusun sömürgeciliğine şovenizmine karşı, ulusal demokratik bir mücadele verirler. Kürdistan’da, ulusal demokratik mücadele çok eskiden beri zaten örgütlenmiştir. Burjuva demokrat bir çizgide, uzun yıllardır da silahlı bir mücadele geleneğine sahiptir. Buna, KDP’leri ve savaşçı güç olarak Peşmergeleri örnek vermek yerinde olur. TC sınırları içindeki ulusal direnme hareketlerini bir yana bırakırsak, İran’da ve Irak’ta burjuva demokratik bir çizgide seyreden örgütlerin, ulusal demokratik mücadele verdikleri ve halen de vermekte oldukları bilinmektedir.
1945 yılında, müttefik kuvvetlerin, ihtiyati ve tedbir olarak İran’ı işgal etmeleri sürecinde Mahabat’ta bir Kürt Cumhuriyeti ve Azerbaycan’da da, Azerbaycan Cumhuriyeti kurulduğu bilinmektedir. Tahran Konferansından sonra, müttefik kuvvetlerin İran’dan çekilmesinden, özellikle de SSCB’nin alanı terk etmesinden sonra, bu özerk Cumhuriyetler korumasız kalmış ve neticede, 1946 yılında Tahran hükümetinin askeri birliklerince işgal edilerek varlıklarına son verilmiştir. Mahabat Kürt Cumhuriyeti’nin yıkılması, Cumhurbaşkanı Kadı Muhammet ve Bakanlar Kurulu üyelerinin Ocak 1946’da Çarçıra Meydanı’nda asılmalarına; daha doğrusu, Kürt ulusunun KKT etmesine karşı bu imhaya, ne Birleşmiş Milletler’in ne de SSCB’nin ses çıkarmamış olmaları da ilginçtir! Elbette, bu her iki cumhuriyetin de, burjuva demokrat önderliklerin bir birleri aleyhine, Tahran hükümeti nezdinde işbirliğine girmeleri ve birbirlerini korumamaları da değerlendirilmesi gereken önemli bir olgudur.
Mahabat Cumhuriyeti’nin yıkılmasından sonra, Genel Kurmay Başkanlığını yapan, General Mustafa Barzani silahlı ekibiyle Türkiye ve İran sınırını geçerek SSCB’ye sığınmış ve on yıl sonra da, Irak’taki ulusal direnişin örgütlendirilmesine önderlik ettiği de bilinmektedir. Bu konuda sözü fazla uzatmadan, Irak’taki ulusal mücadelenin 1970 yılında BAAS Hükümetine, Kürdistan’ın özerklik programını kabul ettirmiş olduklarını, fakat sonradan bu anlaşmaların bozulduğunu, 1979-80 yılları arasında, İran’daki ulusal demokratik güçlerin özerk bölgeler oluşturmayı başardıklarını hatırlatmak isteriz. Söylemek istediğimiz şudur: Başkaları teorik ya da ideolojik olarak, ister kabul etsinler ister etmesinler, Kürdistan genelinde, Kürt ulusu, zaten ayrı örgütlenme zeminindedir. Burjuva demokratik bir zeminde de uzun yıllara dayalı bir mücadele geleneğine sahiptir.
O halde, Kürt ulusunun KKTH’sine karşı çıkılmıyorsa, bu alandaki tartışmalar boşunadır. Hiçbir aklı başında sosyalist de gelip bu boyutlarda, Kürt ulusal demokratik muhalefetine, Türk burjuva demokratlarıyla birlikte örgütlenmelerini öneremez. Kürt ulusunun varlığını bile kabul etmeyen, kendi sömürgeci burjuvazisinin paçasına tutunmuş, şekilsiz bir “Demokratlar” yığını için, bu konunun sözü bile edilemez. O halde, birlikte örgütlenme derken, Kürt ulusal demokratik hareketiyle, sosyalist hareketi mi birlikte örgütlensin denilir, bunun düzeyi nedir? Eğer, böyle deniliyorsa, hem Leninist örgütlenmeden hem de bir ulusun burjuva demokratlarının bağımsız örgütlenmesinden hiçbir şey anlaşılmıyor demektir.
III.) Kürt ulusunun KKTH bakımından ayrı örgütlenme ve Kürdistan’da proletarya örgütlenmesinin anlamı
O halde, bizim tartıştığımız konu nedir? Proletarya sosyalistleri açısından Kürdistan’da bağımsız örgütlenmenin anlamı nedir?
Kürdistan’da gelişkin ve bir geleneğe sahip ulusal demokratik muhalefet vardır. Bu muhalefete önderlik eden egemen çizgi burjuva demokratlarıdır, geleneksel önderliktir. Kürdistan’ın konumundan ötürü de bu önderlik, burjuva demokrasisi ile burjuva sosyalizmi arasında, feodal mücadele geleneği çarpıtmalarıyla birlikte, orijinal bir yapısal özellik göstermektedir. Kürdistanlı proletarya sosyalistleri için görev nedir? Bu, burjuva demokrat çizgilerle birlikte örgütlenebilir mi? Hayır. Kürdistanlı proletarya sosyalistlerinin, Kürdistan’daki burjuva demokratik platformdan, diğer sınıf ve tabaklardan mutlaka bağımsız örgütlenmesi gerekir. Dünya ölçeğinde bir sınıf olan proletaryanın, diğer bütün sınıf ve tabakalardan bağımsız örgütlenmesi, onun hem hakkı hem ödevidir. Dünya proletaryasının bir kolu olan Kürdistan proletaryası ise genel, temel ve vazgeçilmez STRATEJİK HEDEFLERİ bakımından, Kürdistan özgülünde, diğer bütün sınıf ve tabakalardan bağımsız örgütlenmesi, kısaca proletarya partisine sahip olması zorunludur.
Kürdistan proletaryasının dünya proletaryasıyla, bu arada, Türk, Fars, Arap, vd. ulusların proleterleriyle aralarında stratejik açıdan hiç bir ayrım söz konusu değildir. Aynı sınıfın, çeşitli ülkelerdeki kolları durumundadırlar. Ve biz, proletaryayı uluslara bölmeyiz. Metropol ülkelerde ve emperyalist metropollerde Kürt proletaryası da diğer uluslardan proleterlerle birlikte örgütleneceklerdir. Yine, Leninist örgütlenmenin milliyet hesabına göre olamayacağı, sendikal ve mesleki örgütlerin de bu temele ayrımlanamayacağı hatırlanmalıdır. Dünya proletaryasının, dünya ölçüsünde tek ve merkezi bir örgütü söz konusudur. O da ENTERNASYONAL’dir. Bizim görevimiz, Kürdistan proletaryasına bu bütünün bir parçası ve Kürdistan ülkesindeki öncü müfrezesi olduğunu kavratmaktır. Savunmamızın geçen bölümlerinde de belirttiğimiz gibi; “Proletaryanın vatanı yoktur. Ve ondan sahip olmadığı bir şeyi almak da mümkün değildir.” “Dünya proletaryasının bir kolu olan Kürdistan proletaryasının da ülke özgülünde ULUSUN ÖNDER SINIFI HALİNE GELMEK VE ONU YENİDEN YARATMAK TARİHSEL GÖREVİ VARDIR. İşte, bu açıdan Kürdistan proletaryası, diğer ülkelerin proleterlerinden TAKTİK OLARAK AYRI ÖRGÜTLENMEK zorundadır.” Tıpkı, Almanya’da, İngiltere’de, Japonya’da, Yunanistan’da olacağı gibi, Kürdistan’da da bu ülke özgülündeki görevleri uluslararası proletarya hareketi adına yönlendirmek için, bir proletarya partisinin örgütlenmesi zorunludur. Bu da, ülkenin tümünü kapsamalı ve merkezi olmalıdır. Çünkü Kürdistan’daki ulusal demokratik muhalefete, bilinçli bir ifade vermek, onu burjuva bir zeminden proleter bir zemine çekmek; proletaryanın stratejik hedefleri açısından bu alanda var olmak ve mücadele etmek göreviyle karşı karşıyadır. Dünya proletarya hareketinin, tek bir bütün olduğunu, bunun ideolojik, siyasal ve örgütsel bütün düzeyleri kapsayacağı açıktır. Şu halde, Kürdistan’daki proletarya hareketinin diğer bütün sınıf ve tabakalardan BAĞIMSIZ ÖRGÜTLENMESİ stratejik, diğer ülke proleterlerinden ayrı örgütlenmesi ise, taktiğe ilişkindir.
Kürdistan proletaryasının ülke temelinde (dört parçada birden) bağımsız örgütlenmesine ve ayrı örgütlenmesine karşı çıkmak, aslında, Kürt ulusal demokratik hareketini burjuva bir platforma bağlı kılmak anlamını taşır. Kendileri ulusal devlet sınırları içinde örgütlenip, enternasyonal düzeyi reddeden bir takım sol akımların Komünist öncünün Kürdistan’da mücadele alanında örgütlü bir güç olarak yer almasına karşı gösterdikleri tepkiyi mantıkla izah etmek mümkün değildir.
Keza, Kürdistan’daki proletarya hareketiyle diğer ülke proletaryalarının (Türkiye, Iran, Irak, Suriye vd.) arasında bir İTTİFAK’tan söz etmek de yanlış olur. Çünkü ittifak, iki ayrı sınıf arasında ve taktiğe ilişkin gelişir. Halbuki Kürdistan proletaryasıyla diğer ülke proletaryaları arasında İTTİFAK DEĞİL BİRLİK GEÇERLİDİR.
Gerek bu bilimsel gereklerden ötürü, gerekse Kürdistan’ın Ortadoğu’daki konumu, Kürdistan ihtilalinin enternasyonalist bir temelden yükselmesini zorunlu kılar. Kürdistan ihtilalinin enternasyonalist muhtevasını kavramayanlar ve bunun gereğine göre hareket etmeyenler, burjuva ideolojisinin manyetik alanı içerisinde yer alırlar. Kürdistan ihtilali perspektif olarak İran, Irak, Türkiye, Suriye ülkelerindeki iktidar mücadeleleri ile sıkı bağlar içindedir. Kürdistan özgür olmadıkça, Kürt halkı sömürge olarak kaldıkça, bu ülkelere, demokrasi gelmesi de mümkün değildir.