Neo-Stalinist tahrifat ekolü açısından tarih, sınıfın mevzilerinin ilerletilmesi uğruna gerekli derslerin çıkarılacağı ve devrimci Marksizm’in maddeci süzgecinden geçirileceği bir somut deneyimler bütünü değil; araçlaştırılarak yeni oportünizmin örgütsel çıkarlarına paralel olacak biçimde yeniden şekil verilecek olan bir hamurdur. Ne var ki tarihin maddesi hamurdan değil, tuğladan oluşur; hamur yoğurucularının tahrifatlarına karşı gerçeği ve onun politik programını hâkim kılmak isteyenlerin duvar işçiliği, bu ilişki üzerinden hayat bulur. Hamur ustaları, konjonktürel bürokratik ihtiyaçlarına cevap arayabilme uğraşında yerel ve uluslararası egemen blokların günden güne değişen ekonomi politikaları karşısında şekilden şekile girerlerken, tıpkı su gibi girdikleri kabın biçimini alırlarken, duvar ustalarının tuğla tuğla dizdikleri metodolojik gelenek, önünde kol kola girilerek kenetlenilmesine gereksinim duymaktadır.
Hamur ustalarının yoğurup durmaktan usanmadıkları ve tekrar tekrar sergilemeye açtıkları en kullanışlı araçlardan birisi de Kruşçev’in meşhur konuşmasının damgasını vurmuş olduğu 20. Kongre’dir. Neo-Stalinizmin vakanüvislerinin buyurduklarına göre Stalin’in önderliğinde ilan edilmiş olan “komünizm” (sınıfsız toplum!), Kruşçev’in tarih sahnesine çıkmasıyla beraber yok olmuştur. Kendilerinin anti-Marksist literatürünün kelimeleriyle ifade edecek olursak “tarih geriye gitmiştir”! Bu noktada elbette, rasyonel cevaplar arayan bütün akıllar, şu soruları sormayı uygun görecektir: Sınıfsız toplumun ontolojik koşulu, Stalin’in organik hayatının fiziksel devamı mıydı? Stalin’in önderliğindeki kongrelerin ilan ettiği komünist toplumun şartı, Stalin’in kalp atışları mıydı? Kruşçev’in programı, tarihte “geriye gidişe” nasıl önayak olabilmişti? Tarihte geriye gidilebilir mi? Sovyetler Birliği’nde geriye mi gidilmiştir? Eğer Kruşçev’in konuşması, Stalinist rejimden sosyo-politik bir kopuş anlamına geliyorsa, neden Stalin’in kendi rejimini bina ederken Lenin’in bütün öğrencilerini kurşuna dizmesine benzer bir şekilde, kendisi de aynı uygulamaları hayata geçirmedi? Kruşçev neden, Stalin’e en yakın olan kadroların, bırakalım fiziksel varlıklarına, politik hayatlarına ve yetkilerine bile dokunmadı? Lenin sonrası parti kongrelerinin “epigonlarının” bunlara bir cevabı var mı?
Biz ilk tezimizle başlayalım: Kruşçev’in önderliğinde siyasal yöneliş kararlarını alan 20. Kongre, Stalin’in önderliğinde siyasal yöneliş kararlarını alan 19. Kongre’nin doğrudan bir politik devamıdır. Neo-Stalinist vakanüvislerin “tarihin geriye gidişi” olarak yorumlamayı tercih ettikleri 20. Kongre kararlarının bütünü, aslında 19. Kongre’de Stalin’in önderliğinde alınmış olan kararların basit birer kopyalarından ötesi değildir. Kruşçev’in yapmış olduğu, Stalin ile onun Stalinist bürokrasisinin adım izlerini takip etmekten farksızdı. Kruşçev, Stalin döneminde atılmış olan kapitalist restorasyoncu temellerin üzerine kat çıkıyordu.
19. Kongre’yi önemli kılan etkenlerden birisi, 13 sene aradan sonra toplanan ilk kongre olmasıydı. Bunun yanı sıra Stalin’in katılmış olduğu da son kongreydi. Bu iki veri, 20. Kongre ile teorik ve ideolojik bir hesaplaşma kaygısında ve iddiasında olan herkesin öncelikle 19. Kongre’nin gerçekliğiyle hesaplaşması gerektiğini ortaya koyuyor. G. Malenkow’un 1952’de Merkez Komite’nin adına 19. Kongre’de okumuş olduğu rapordan yola çıkarak başlayalım. Raporun birinci bölümünü “Sovyetler Birliği’nin Uluslararası Durumu” başlıklı kısım oluşturmaktadır. Bu kısmı yorumlamaya geçmeden önce, Stalinist 19. Kongre’nin birtakım pasajlarını okuyucuya aktaralım:
“Savaş sonrası dönemde Sovyetler Birliği, savaşla kesintiye uğrayan XVIII. Parti Kongresi’nin gösterdiği yolda, barışçıl gelişme ve tedricen sosyalizmden komünizme geçme yolunda ilerleyişini sürdürmektedir. (…) Sovyetlerin barış ve halkların güvenliği siyaseti, her iki tarafta da işbirliği isteği ve alınan yükümlülükleri yerine getirme hazırlığı varsa, eşitlik ilkesine ve diğer devletlerin iç işlerine karışmama ilkesine uyulursa, kapitalizmin ve komünizmin barış içinde bir arada varolmasının ve iş birliğinin tamamıyla mümkün olduğundan yola çıkıyor. (…) İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden sonra Parti (…) uluslararası iş birliğinin geliştirilmesine yönelik dış siyasetini sürdürdü. (…) Biz, sosyalist iktisat sisteminin kapitalizmle barışçıl rekabet içinde her geçen yılda gözle görülürcesine kapitalist sisteme üstünlüğünü kanıtlayacağı kanısındayız.”
Yukarıda Stalinizmin kongre kararları aracılığıyla kristalize olmuş olan hatalı siyasal anlayış, yalnızca birtakım dönemsel ihtiyaçların gereği uyarınca zaman zaman revize edilecek olsa da, Kruşçev’in 20. Kongresi’nden Gorbaçov’un 27. Kongresi’ne dek, özü itibariyle korunacaktır. Stalinist bir gelenek olarak parti kongreleri defalarca SSCB’nin sınıfsız toplum evresine geçişin eşiğinde olduğunu iddia edecek ancak hemen ardından kapitalizmle bir arada ve “barışçıl” yollarla yaşamanın demagojik felsefi gerekçeleri sıralanacaktır. Emperyalist üretim ve bölüşüm ilişkileriyle kalıcı “ticari ilişkileri geliştirme siyaseti” ve kapitalist ülkelerin anti-komünist dış politika programlarına “barışçıl çözüm” yöntemiyle entegre olma perspektifi, Stalin’in önderliğinde ve Kruşçev’in çok öncesinde egemen olmuştur. Bu, Kruşçev’in 20. Kongresi’nde başlamış olan bir “tarihsel geri gidiş” değil, Stalinizmin karşı-Ekimci parti memurları eşliğinde fitilini ateşlemiş olduğu ve Marksist enternasyonalizm ile dünya devrimi anlayışlarının teslimiyetçi naralar eşliğinde terk edildiği bir politik karşı-devrimdir. Neo-Stalinist tahrifat ekolünün SSCB’nin akıbetini sormaya hakkının olmasının biricik şartı, 19. Kongre’nin işçi sınıfı hareketine düşürdüğü Stalinist gölgenin karşısında hesap vermesidir.
19. Kongre’nin, Marksist metodolojik geleneğin ve birikimin üzerinde gerçekleştirdiği Stalinist tahrifat, kendisinden sonra gelenlere de mum ışığı olmuştur. Sadece Kruşçev değil, ancak geri kalan bütün bürokratik işçi devletleri ile beraber onların bürokratları da, küçük-burjuva “tek ülkede sosyalizm” teorisi yönündeki karşı-Ekimci anlayışlarının ideolojik cephaneliğini, altında Stalin’in imzası bulunan bu kongrenin kararlarından sağlamıştır. Kruşçevci 20. Kongre, Stalinci 19. Kongre’nin tarihsel düzlemde adeta politik-organik bir devamıdır ve “tarihsel geri gidiş” olarak adlandırılan “revizyonist” dönemin kapıları, inanın bize, 19. Kongre’den bile çok önce başlamıştır!
Ancak Stalin’in katıldığı son kongrenin Kruşçev’e kapı aralayan politik kararları bunlarla sınırlı değil. 20. Kongre revizyonizmini yaratmış olan tahrifatçı tezlerin devamı da var. 19. Kongre Raporu’nun ikinci kısmı olan “Sovyetler’in İç Durumu” bölümünde, Stalinist tahrifatçılar önderlerinin izinden giderek komünist ilkelerin en tartışılmaz olanlarına saldırırlar:
“Parti (…) komünizmde de devletin varolacağı sonucunu çıkardı ve gerekçelendirdi.”
Evet, Stalinizm sınıfsız toplumda sınıf aygıtlarının var olabileceğini (özür dileriz, muhakkak olacağını!) ileri sürmüştür. Ve hiçbirimizi şaşırtmayacak bir şekilde, hiçbir neo-Stalinist tahrifat ekolü 19. Kongre’nin ikinci bölümünün bu oportünist argümanıyla hesaplaşmamıştır. Sosyalizmde antagonist sınıfların ve sınıflar arası çelişkilerin ve dolayısıyla da sınıflar mücadelesinin olacağını/olması gerektiğini/olduğunu ileri süren Stalinist tarih tezinin, Leninist devlet ve devrim anlayışından yaşadığı kopuş, en ikirciksiz anlatımına Kruşçev öncesi Stalinist kongre kararları ile kavuşmuştur. Kongre raporunun anti-Marksist mantığı, karşı-Ekimci bürokrasinin çıkarlarının uygun düşeceği şekilde, idari devlet mekanizmasının varlığını sınıfsız toplumun varlığına eşitlemeyi gerekli görmüştür. Neo-Stalinizm Kruşçev’in revizyonizminden mi şikayetçi? İyi de o, kendilerinin çocuğu!
20. Kongre, Stalinizmin politik krizinin doğrudan bir sonucuydu. Stalinizm siyasal varlığını ve sürekliliğini muhafaza edip geliştirebilmek için, 20. Kongre aracılığıyla Stalin’e saldırmak zorunda kaldı. O çok sevilen deyişi ters çevirecek olursak, politik karşı-devrim kendi çocuğunu yemişti! Stalin’in ölümünün ardından Doğu Avrupa’da patlak veren politik devrim girişimleri ve 20. Kongre’de Stalinizmin resmi delegelerinin Stalin’in politik hatalarından şiddet içermeyen metotlarla geri dönüleceği yönündeki açıklamaları, bürokrasinin kitlesel bir destek olmadan hüküm sürdüğüne işaret ediyordu. 20. Kongre’nin içeriği, Stalinist bürokrasinin yeni devrimci dönemle ilişkilenmeye çalışmasının ve ona verdiği reaksiyonun bir sonucuydu. Özetle Kruşçev’in ilan ettiği revizyonizm, zaten uzun bir süre önce kopulmuş olan Bolşevizmin değil, Stalinizmin revizyonizmiydi ve Kruşçev, ustası olan Stalin’den ne gördüyse onu uyguladı.
Dördüncü Enternasyonal, Kruşçev’i tarihinin hiçbir döneminde desteklememiştir. Yine aynı şekilde Dördüncü Enternasyonal, ne Kruşçev’in pasifist reform önerilerine ilericilik payesi atfetmiştir, ne de Kruşçev’in programının anti-Stalinist olduğunu iddia etmiştir. Tam tersine Troçkizm, Kruşçev’in 20. Kongre’deki söylevinin, SSCB’nin şiddetli bir politik devrim içermeyen yollarla gerçek bir değişim yaşayabileceğine inanan anti-Stalinist komünistlerin tam karşısında yer almıştır. Amerikan komünizminin ve aynı zamanda Troçkizm’inin kurucusu olan James P. Cannon, Troçki’nin politik devrim tahlilinden sapanları “yeni revizyonistler” olarak adlandırıyor ve Kruşçev’in 20. Kongresi’nin anlamlarını tartıştığı makalesinde aşağıdakileri ekliyordu:
“Şimdi, zamanla, Troçki’nin öğretileri revizyonist ameliyat masasına yerleştirildi ve devrimci program için yapılan savaş, bir kez daha ortodoks ilkelerin savunması şeklini aldı. Yüz yıllık Marksist düşünce tarihinde üçüncü kez, onun, dışarıya dönük biçimi için saygısı korunurken, devrimci özünden uzaklaştırılması deneniyor.
Tıpkı Sosyal Demokratlar’ın Marx’ın öğretilerini parçalamış olduğu gibi ve Stalinistlerin Lenin’in öğretileri için aynı şeyi yapmış olmaları gibi, yeni revizyonistler Troçki’nin öğretilerini katletmeye çalışırken, aynı zamanda onun otoritesine atıfta bulunmaya çalışıyorlar. Bu hile, Troçki’nin teorisinin Lenin sonrası Sovyetler Birliği’ndeki gelişmelerin yorumlanmasında, devrimciler arasında ayakta kalabilen tek teori olduğu basit ve bariz gerçeği üzerinden dayatılıyor. Başka herhangi bir ‘otoriteye’ referans vermek gereksiz olurdu. Çünkü zaten hiç yok.”(1)
Cannon’un vurgusu, Troçkizm’in Stalinizm üzerine sahip olduğu tezlerin ve Sovyetler Birliği’ne dönük geliştirdiği perspektiflerin, 20. Kongre ile birlikte ilkesel temelde değişmeden korundukları yönündedir. Kruşçev’in Stalinizm’i Stalin’den kurtarmak uğruna ilan ettiği girişim, ne Stalinizm’in dünya kapitalizminin sol içerisindeki bekçisi olduğu gerçeğini, ne de işçilerin kazanımları üzerine çöreklenmiş olan ayrıcalıklı bürokrasinin şiddet dışı reformist yollarla devrilemeyeği gerçeğini, değiştirmemiştir.
Bu denklemi, Associated Press’in 1956’da 20. Kongre’nin çıkışında delegelerle röportaj yapmak için hazır bekleyen bir muhabirinin kişisel bir hatırası da destekliyor. Kongre delegelerinden birine Stalin heykellerine ne yapacaklarına soran muhabir, şu cevabı alıyor: “Heykeller kalabilir.”(2) Delege neden bu cevabı veriyor? Sebebi açık; zira delegenin kendisi de farkında olacak ki, kongrede yargılanmış olan Stalinizm değil, Stalin’di. Kruşçev, Stalin kültüyle bir mücadele başlatacağını ilan etmişti, ancak Stalinizm’in teorisiyle ve pratiğiyle ve en önemlisi de onun tarihsel bilançosuyla hesaplaşılacağı yönünde bir önerme yapmamıştı. 20. Kongre, Stalinizm’in 1926 Çin devriminde, 1933 Alman devriminde, 1936 İspanya İç Savaşı’nda ve Hitler-Stalin Paktı’nda gösterdiği ihanetçi tutumlara dair tek kelime dahi etmedi. 20. Kongre, dünyanın dört bir yanındaki komünist partilere sosyal-yurtseverliğin ve aşamacı devrim şablonlarının Stalinizm tarafından nasıl bir deli gömleği gibi giydirildiğine dair hiçbir bilanço sunmadı delegelere. 20. Kongre, Avrupa ülkelerinde ve Birleşik Devletler’de Kremlin’in dış politika uyduları gibi çalışan komünist partilerin, ikinci emperyalist paylaşım savaşının ardından neden kendilerinin kapitalist hükümetleriyle beraber burjuva yeniden inşanın siyasal aktörleri haline getirildiklerini sorgulamadı. 20. Kongre, savaşın ardından uluslararası yasal hükümler yeniden hazırlanırken, Stalin’in neden bütün grev kırıcı yaptırımların altına imza attığını da tartışmadı. 20. Kongre, savaşın ardından iktidarı ellerinde tutan Fransız ve İtalyan komünist partizanlarının neden Stalin, Churchill ve Roosevelt eşliğinde silahsızlandırıldığını da masaya yatırmadı. 20. Kongre, karşı-Ekimci mahkemelerce kurşuna dizilmiş on binlerce militanın dosyalarını yeniden açma kararı almadı ve onlara itibarlarını iade etmedi. 20. Kongre Stalinizm’i yargılamadı, onu yeniden üretti ve onu yeniden üretebilmesi için yapması gerekeni yaptı; sözde bir Stalin kültü karşıtı mücadele başlatacağını duyurdu. Bütün bu sebeplerden dolayı, muhabirin delegeden aldığı cevap bu oldu: “Heykeller kalabilir.” Cannon’un, 9 Mart 1956’da Los Angeles’ta partililere vermiş olduğu bir demeçte söylediği gibi “Stalin kültünü reddettiler, ancak Stalinizmi ve Stalinizmin suçlarını henüz reddetmediler. Bu, profesyonel bir suçlu gibi, cinayet suçlamalarıyla ilgili yargılanmaktan kaçınma umuduyla kaldırıma tükürmekten suçlu bulunmaya benzer.“(3)
Doğru, Kruşçev’in konuşması dünyanın her tarafındaki komünist parti bürokratlarını derin bir şaşkınlığa uğrattı. Bürokratlardan, daha birkaç sene önce Stalin’in “anayurdu” nasıl kahramanca savunduğu üzerine kendi tabanlarına nutuklar vermesi istenirken, şimdi Stalin kültüne karşı pozisyon almaları talep ediliyordu. Misal 1956’dan birkaç sene önce, Amerikan Stalinizminin önderi William Z. Foster kendi otobiyografisini yazmış, başlığını da “Bryan’dan Stalin’e” olarak koymuştu. Kruşçev’in konuşması basında yer aldıktan sonra birçok bürokrat, artık bir rutin haline gelmiş olan resmi Kremlin inkarını bekledi. Ancak o inkar gelmemişti. Stalinizm derinleşen krizinin faturasını Stalin kültüne çıkarmıştı.
Troçkizm, 20. Kongre’yi Sovyet demokrasisinin restorasyonu olarak okumadı, zira öyle de değildi ve olamazdı da. Haliyle 20. Kongre bir “devrim” de değildi. Cannon’un ifadesiyle kendi kendini reforme eden bir bürokrasi, toplumsal anlamıyla olanak dışıydı. Stalin kültünün yerle bir edilmesi, proleter hareketin devrimci zaferinin şartlarından sadece birisiydi, hepsi değil. Bunları unutmadan belirtmekte fayda var ki, 20. Kongre’nin Stalin kültüne dönük verdiği olumsuz politik tepki, Sovyet işçi sınıfının saflarında büyükmekte olan anti-Stalinist öfkenin dışa vuran bir ifadesiydi. 1953 Haziran’ında ayaklanan Doğu Alman işçilerini Vorkuta genel grevi takip etmişti ve işçilerin pankartlarında, Sol Muhalefet’in 1920’li senelerdeki sloganı yazılıydı: “Lenin’e dönüş!” Stalinist polis devletinin bürokratları, işçilerin kontrolüne geçmiş olan sokaklardan kaçarak kendi bakanlık bürolarında saklanıyorlardı. 20. Kongre’de Stalinizm’in Stalin’i baypas etmesinin sosyo-politik temeli, dejenere olmuş işçi devletlerinin proleter sınıflarının bir kere daha tarih sahnesine çıkmış olmasıydı. Bürokrasinin krizi, devrimci hareketin anti-Stalinist reflekslerinin bir göstergesiydi ama buna rağmen Stalinizm’e sadık kalan bürokrasi fiziksel olarak şiddetli bir politik devrim aracılığıyla bertaraf edilmesi gereken varlığını sürdürüyordu.
Zira mesele tam da Cannon’un özetlediği gibiydi:
“Bürokratlar ayrıcalıklı elit kesimdir. İmtiyazlarından asla gönüllü olarak vazgeçmeyeceklerdir. Onların, tarihteki diğer imtiyazlı grupların devrilmesi gerektiği gibi devrilmeleri gerekiyor. Troçki, yirmi yıl önce bu konuda, büyük kitabı olan İhanete Uğrayan Devrim’de şöyle demişti: ‘Hiçbir şeytan kendi pençelerini hiçbir zaman gönüllü olarak kesmedi.”
Dipnotlar:
1.) Bkz. https://www.marxists.org/archive/cannon/works/1954/tord.htm
2.) Bkz. https://www1.wsws.org/IML/heritage/heritage_full.shtml#anchor22
3.) Bkz. https://www1.wsws.org/IML/heritage/heritage_full.shtml#anchor22