Annemarie Jacir’in Filistin 36 (2025) filmi, 1936 Arap İsyanı’nı arka plana alan politik bir araştırma olarak başlıyor ve Filistin tarihini uzun süredir çerçeveleyen sömürgeci bakış açısını reddediyor. Bunun yerine, İngiliz yönetimi ve Siyonist yayılmacılık tarafından uçuruma sürüklenen işçilerin, çiftçilerin ve sıradan insanların gözünden o anı baştan aşağı yeniden inşa ediyor. Jacir’in filmi, ayaklanmayı milliyetçi öfkenin kendiliğinden bir patlaması olarak betimlemek yerine, isyanı kaçınılmaz kılan günlük aşağılanmaları ve sınıf çatışmalarını yakalıyor. Her grev, tahliye ve çatışma, daha geniş bir direniş dokusunun bir parçası haline geliyor.
Filistin 36, devrimi şekillendiren toplumsal güçler üzerine bir meditasyon. Görkemli sinematografi ve samimi karakterlerin öykülerinin altında reform ve isyan arasındaki, milliyetçi önderlik ve kitlelerin radikal enerjisi arasındaki anlam mücadelesi yatıyor. Karakterlerini 1930’ların mülksüzleştirilmiş köylüleri, işsiz işçileri ve tereddütlü entelektüellerinin çelişkileri içinde konumlandıran film, bizi o nesli rahatsız eden aynı soruyu sormaya davet ediyor: Kurtuluş mücadelesinin başını kim, kimin adına çekecek?
Tarihsel bağlam: sömürgecilik, Siyonizm ve 1936 İsyanı
1936-39 Filistinli Arap İsyanı, İngiliz emperyal yönetiminin ve Siyonist yerleşimci politikalarının yoğunlaşmasıyla patlak verdi. 1930’ların ortalarında İngiliz Mandası yetkilileri, Balfour Deklarasyonu’nu (1917) hayata geçirirken, Yahudi göçünü ve arazi alımlarını kolaylaştırıyordu. Kırsal kesimde yaşayan Filistinliler, bu “İbrani işgücü” politikaları altında borç, toprak kaybı ve ücret kesintileriyle karşı karşıya kaldılar. Yahudilerin sahip olduğu endüstri hâkim hale geldi ve Yahudi işçilere Filistinli işçilerden ortalama yüzde 145 daha fazla ücret ödendi. Bu da Arap işçilerin yaşam standartlarının çökmesine neden oldu. Bu koşullar altında milliyetçi duygular yükseldi: “Tüm sınıflardan” binlerce Arap grevlere ve protestolara katıldı. Nisan 1936’da Şeyh İzzeddin el-Kassam’ın destekçileri ve kentli işçiler saldırılar ve genel grev başlattılar, bu da Filistinli liderleri (çoğunlukla ileri gelenler) Müftü Emin el-Hüseyni başkanlığındaki Arap Yüksek Komitesi’ni (AYK) kurmaya sevk etti. 1936 sonbaharına gelindiğinde isyan, “ana dayanağı… Arap köylüleri” olan, ülke çapında bir bağımsızlık ayaklanması haline gelmişti. Özetle, isyan Filistinli köylüleri, işçileri ve gençleri İngiliz yönetimine ve Siyonist projeye karşı kışkırtan, sömürgecilik karşıtı geniş çaplı bir mücadeleydi ancak önderliği büyük ölçüde geleneksel elitlerin elinde kaldı.
Sömürgeci yönetim altında sınıf mücadelesi
Mandanın ekonomik rejimi, büyüyen Yahudi kapitalist sınıf ile yoksul Arap köylüler ve işçiler arasında şiddetli bir rekabet yarattı. 1935 yılına gelindiğinde, Yahudi azınlık fabrikaların ve imtiyazların çoğunu kontrol ederken, Filistinli Arap sermayesi ve yatırımları çok geride kalmıştı. Nazi zulmü altında Yahudi göçü artarken, Filistinli kırsal üreticiler ve kentli işçiler ücretlerinin düştüğünü ve geçim kaynaklarının yok olduğunu gördüler. Örneğin, resmi anketler 1936 yılına gelindiğinde Filistinli işçilerin yüzde 98’inin “ortalamanın çok altında” bir yaşam standardına sahip olduğunu göstermekteydi. Yurtdışında yaşayan toprak sahiplerinin arazi satışları ve Yahudi işgücü politikası, köylüleri çiftliklerinden uzaklaştırarak şehirlerdeki gecekonduları şişirdi. Başka bir deyişle, sınıf mücadelesi ulusal mücadelenin içine kodlanmıştı: Arap köylülerin ve işçilerin çoğunun, hem Siyonist yerleşimcilerden hem de kendi toprak sahiplerinden/İngiliz rejiminden dolayı acil maddi sorunları vardı. Ayaklanma, kitlesel grevler ve silahlı gerilla savaşını birleştirerek hem milliyetçi hedefleri hem de sınıf öfkesini yansıtıyordu, ancak bu öfkeyi kanalize edecek bağımsız bir işçi veya köylü partisi yoktu.
Filmin isyan tasviri ve sessiz kaldığı noktalar
Filistin 36, bu dönemi insan ölçeğinde bir destan olarak dramatize ediyor. Yönetmen Annemarie Jacir, kolonyal adaletsizlik nedeniyle hayatları altüst olan çiftçiler, entelektüeller, gençler gibi birçok karakteri tasvir ediyor. Filmin anlatısı emek mücadelesiyle başlıyor: Filistinli işçiler işlerini, ücretlerini ve sosyal haklarını, İngiliz mandası politikaları altında gelen Yahudi işçilere kaybediyorlar. Film, köylülerinin (Salih Bekri’nin canlandırdığı Halid ve Yusuf) açıkça ırkçı tacizlere karşı “öfke ve kızgınlıkla doluyken” bile İngilizlere güvenen Filistinli toprak sahipleriyle çatışmasını gösteriyor. Kudüs sahneleri bizi, bir kadın gazeteciyle (Hulud) ve Siyonizmle uzlaşmaya açık bir gazete editörüyle, merkezci burjuva çevreyle tanıştırıyor. Başlıca kötü karakterler İngiliz subaylar: daha nazik olan bir vali (Wauchope) ve köyleri soğukkanlılıkla ateşe veren fanatik bir subay (Wingate). Wingate, gelecekteki bir Yahudi devletini bile ilan ediyor: Hüzünle “Bizi Yahudi işgücüyle değiştiriyorlar!” diye yanıtlayan Filistinli bir işçiye “Belki de… tarihin hangi tarafında olmak istediğinize bağlı,” diyor. Bu diyaloglar, dönemin sınıf çatışmasını yansıtıyor.
Ancak filmin kör noktaları da dikkate değer. Jacir’e göre, Yahudi yerleşimciler ve milisler ekranda hiç görünmüyor; mücadele tamamen Araplar ile İngilizler arasında geçiyor. Siyonist silahlı milislerin ve aşırı milliyetçi eylemlerin acımasız gerçekliği gösterilmiyor. Film böylece sömürgecilik karşıtı direnişi neredeyse tamamen bir Arap hareketi olarak tasvir ediyor. Ayrıca, örgütlü işçi sınıfı veya sosyalist akımları büyük ölçüde göz ardı ediyor: Hikâyede komünist liderler veya sendika liderleri yok, sadece münferit köylüler ve entelektüeller var. Özetle, Filistin 36 sıradan Filistinlilerin öfkesini ve zulümle radikalleşen yeni bir “devrimci” neslin öfkesini aktarıyor (Yusuf’un işine son verilmesiyle radikalleşmesi gibi), ancak tasvir, daha geniş sınıf dinamiklerinin veya devletlerarası dinamiklerin derinine inmeden insani düzeyde kalıyor.
1936’da önderlik ve sınıf çatışması
Filmin bir sahnesinde Filistinli ve İngiliz elitler kolonyal dönemden kalma bir törene katılıyorlar. Film, önemli şahsiyetlerin kamuoyu önünde bir birlik içinde olduklarını ima ediyor, ancak devrimci Filistinliler bu şahsiyetleri sorunun bir parçası olarak görüyorlardı. Tarihi ayaklanmada önderlik bölünmüştü. Başmüftü Emin el-Hüseyni, Arap Yüksek Komitesi’ni ve 1930’ların en büyük milliyetçi partisi olan güçlü Filistin Arap Partisi’ni (Hüseyni’nin ailesinden oluşan parti) yönetiyordu. Bu liderler kitlesel eylemleri harekete geçirdiler (1936 grevini ilan ettiler), ancak geleneksel elit zengin toprak sahipleri, dini otoriteler veya kentli önemli şahsiyetlerdi. Buna karşılık, Neşaşibi fraksiyonu (Ragıp el-Neşaşibi’nin Ulusal Savunma Partisi’nin (USP) liderliğindeki) tarihsel olarak İngilizlerle işbirliğine daha istekli olan başka bir elit aileyi temsil ediyordu. 1937 ortalarında Neşaşibiler isyandan çekildiler ve hatta isyancı gruplarla savaşmak için İngilizlerin desteklediği “barış grupları” kurdular. Her iki elit klanın da kitlelerden kopuk olduğuna dikkat çekmek gerekir: Aslında, bu partilerin birçok lideri gizlice Siyonistlere toprak satmış ve bazen faşist sempatilere eğilim göstermiştir.
Sınıf boyutu Arap tarafında da ortaya çıkmakta. İçeride, Filistinli köylüler ve işçi sınıfı, uzlaşmayı destekleyen yerel toprak sahipleri ve burjuva yetkililerle çatışmıştı. Jacir’in filmi de bunu ima ediyor: Toprak sahipleri, İngiliz yönetiminin kendi çıkarlarını koruduğunu düşünerek köylülerin öfkesini körüklüyorlar. Gerçek devrimci potansiyel, toprak sahiplerinin liderliğindeki partilerde değil, sömürülen köylülerde ve ortaya çıkan kentli proletaryada yatmaktaydı. Gerçekte, Filistin Komünist Partisi (FKP), ileri gelenlerin işbirlikçiliğini eleştirdi ve işçi-köylü gündemini savundu. FKP’nin 1936 programı, “sömürgecilikten ve Siyonizmden kurtulmak için devrimci mücadele; … Siyonist şirketlerin ve feodal toprak sahiplerinin sahip olduğu toprakların kamulaştırılması ve … yoksul köylülere yeniden dağıtılması; [ve] fabrikaların ve atölyelerin millileştirilmesi” çağrısında bulunuyordu. Bu hedefler, AYK liderliğinin çoğunlukla milliyetçi (ve sıklıkla muhafazakâr) talepleriyle keskin bir tezat oluşturmaktaydı. Geniş anlamda insan hikâyelerine odaklanan film, bu siyasi tartışmaları dramatize etmiyor, bu nedenle burjuva milliyetçiliği ile proleter devrimci perspektif arasındaki uçurum sadece ima ediliyor.
1936’da Filistin’deki başlıca siyasi güçler
- Hüseyni fraksiyonu (Yüksek Müslüman Konseyi ve Arap Yüksek Komitesi) – Emin el-Hüseyni liderliğindeki bu klan ve onun Filistin Arap Partisi (1935’te Cemal el-Hüseyni tarafından kuruldu) resmi siyaseti domine ediyordu. 1936’da Arap Yüksek Komitesi’nin başına geçtiler ve grevler ile görüşmeleri düzenlediler. Hüseyni liderliği, Mandanın sona erdirilmesini ve göçün durdurulmasını talep etti, ancak elit kesimin çıkarlarına bağlı kaldı. 1937’deki İngiliz baskılarından sonra Hüseyni liderleri (Emin, Cemal, Abdülkadir) sürgüne gönderildi; partileri yasadışı ilan edildi.
- Neşaşibi fraksiyonu (Ulusal Savunma Partisi) – Ragıp el-Neşaşibi’nin liderliğindeki bu Kudüs merkezli saygın aile, Hüseynilere rakipti. USP genellikle daha ılımlı bir çizgi izledi ve bazen İngilizlerle uzlaşma arayışına girdi. İsyanın ikinci aşamasında, Fahri Neşaşibi’nin güçleri, isyancı savaşçılara karşı sömürge birliklerinin (sözde “barış grupları”) yanında yer aldı ve Filistinlilerin birliğini keskin bir şekilde böldü.
- Filistin Arap Partisi (FAP) – Hüseyni ailesinin (Cemal el-Hüseyni) resmi partisiydi. 1935’te kurulan parti, Mandanın en büyük Arap milliyetçi partisi haline geldi. Filistin’in bağımsızlığını talep etti ve Siyonizme karşı çıktı; ancak tıpkı hamileri gibi, esas olarak toprak sahiplerini ve elitleri temsil ediyordu. (Cemal’in başkanlığında, FAP üyeleri arasında Abdülkadir el-Hüseyni ve Tevfik el-Hüseyni gibi diğer önde gelen isimler de vardı.)
- İstiklal (Arap Bağımsızlık Partisi) – 1932 yılında Darvaze, Abdülhadi ve diğerleri tarafından kurulan İstiklal, daha küçük fakat ideolojik olarak zamanına göre radikal bir partiydi. Hem İngiliz emperyalizmini hem de Siyonizmi kınayan parti, pan-Arap birliği ve vergi grevleri çağrısında bulundu. İstiklal, özellikle İngiliz sömürge yönetimininbaş düşman olduğunu vurgulayarak, Mandaya yönelik Hindistan tarzı boykotlar yapılmasını teşvik etti. Etkisi, 1930’ların başında eğitimli gençler arasında zirveye ulaştı. İstiklal, Avni Abdülhadi’nin sekreterliğinde ilk önce AYK’ye (1936) katıldı, ancak parti 1937’de AYK’nin geri kalanıyla birlikte yasaklandı.
- Filistin Komünist Partisi (FKP) – FKP (1943’e kadar resmi olarak iki ulusluydu) Arap ve Yahudi işçileri ve köylüleri sınıf temelinde harekete geçirmeyi amaçladı. 1936’ya gelindiğinde birleşik bir cepheye yönelmişti: Temmuz 1936 platformunda “sömürgecilikten ve Siyonizmden kurtuluş”, Siyonistlerin ve toprak sahiplerinin mülklerinin köylüler için kamulaştırılması ve sanayinin millileştirilmesi talep edildi. İşçi grevlerine öncülük etti ve Peel Komisyonu’nu kınadı. Ancak Komintern’in politikası ve ulusal gerilimler FKP’nin büyümesini sınırladı: 1930’dan sonraki liderliği çoğunlukla Araplardan oluşuyordu ve milliyetçi partilere kıyasla marjinal bir güçtü. (Filmde açıkça komünist figürler yer almıyor, bu da FKP tarihinin popüler anlatılarda büyük ölçüde unutulduğunu ortaya koyuyor.)
Günümüz için sosyalist dersler
Filistinli köylülerin ve işçilerin antiemperyalist coşkusu, kitle mücadelesinin gücünü göstermekte: Köylüler 1937-38’de geniş bölgelerin kontrolünü ele geçirerek isyan mahkemeleri ve postaneler kurdular. Ancak, isyanın nihai yenilgisi burjuva milliyetçiliğinin sınırlarını ortaya koymuş oldu: Bağımsız işçi sınıfı önderliği ve topluluklar arası dayanışma olmadığında sömürge güçleri isyanları bastırabilir veya kendine mal edebilir. 1936’da toprak sahibi önde gelenlerin ve AYK’nin sosyalist bir programı yoktu ve Yahudi işçilerle veya bölgesel devrimci akımlarla bir birlik kurmayı başaramadılar. İstiklal’in tutumu bu konuda yararlı bir kıyas sunmakta: İngiliz emperyalizmini başlıca düşman olarak tanımlayarak ve ilkeli boykot taktiklerini savunarak sınıf perspektifine değindiler (her ne kadar hâlâ ulusal sınırlar içinde olsa da). Dahası, FKP’nin sosyal adalet için Arap ve Yahudi emekçileri birleştirme platformu, bugün “işçilerin Filistin’i” olarak adlandırdığımız, sadece ulusal değil aynı zamanda toplumsal bir kurtuluş vizyonunu önceden haber veriyordu. Sosyalist aktivistler bugün 1936’yı, gerçek özgürlüğün tüm sömürgeci-kapitalist yönetim biçimlerinin devrilmesi ve kitle seferberliği ile enternasyonalizm yoluyla “nehirden denize” sınıf dayanışmasının inşa edilmesi gerektiğini gösteren bir ders olarak görüyorlar.
Filistin 36 ve devrimci miras
Filistin 36, kolonyal egemenliğe karşı Filistin mücadelesini güçlü bir şekilde anıyor, ancak kısmi bir tarih sunuyor. Filmin gücü, fetih kurbanlarını insanileştirmesinde ve ulusal kurtuluşa sempati uyandırmasında yatıyor – Filistinlilerin deneyimleri hakkındaki “boşlukları dolduruyor”. Ancak, Yahudi perspektifinin veya örgütlü sosyalist hareketin tamamen ihmal edilmesi, filmin önemli sınıf dinamiklerini ve enternasyonalist dinamikleri göz ardı ettiği anlamına geliyor. Filmdeki tek kötü karakterler İngiliz subaylar; gerçekte ise İngiliz emperyalizmi ve Siyonist kolonyalizm, ortak bir baskı aygıtı olarak hareket etmişti. Jacir, çeşitli Filistinli karakterlere -köylüler ve entelektüeller- odaklanarak tabandaki öfkeyi vurguluyor, ancak 1936’nın daha geniş “devrimci mirası” (toprakların yeniden dağıtımı, işçi-köylü birliği, ulusötesi dayanışma) sadece ima ediliyor. Bu nedenle Filistin 36, dramatik bir milliyetçi anlatıya katkıda bulunurken, sınıf mücadelesini kenara iterek onu çarpıtıyor. Nihayetinde film, izleyicilere Filistin direnişini hatırlatıyor. Ve 1936’nın gerçek dersi, Filistin’de sömürgeciliğin sona erdirilmesinin, Arapları emperyalizme karşı ortak bir amaç için birleştiren proleter devrimini gerektirdiğidir. Sadece bu enternasyonalist ruhu geri kazanarak 1936’nın ruhu yaşatılabilir.