20. yüzyılda Levant coğrafyasının kalbinde yakıcı bir sorun olarak varlığını sürdüren “Filistin sorunu” ve onun varoluş sebebi emperyalizm-siyonizm varlığını bütün inkarlara rağmen 21. yüzyılda da sürdürüyor. Özellikle 2006’dan sonra Gazze’ye uygulanan ablukayı da değerlendirmeye kattığımızda, Filistin sorununun Levant’ta ve en genel anlamıyla Ortadoğu’da (Batı Asya) belirleyici bir önem taşıdığını söylemek mümkün.
Korsan devlet Siyonist İsrail’in ve onun hamisi olan ABD emperyalizminin, 2010’lu yılların sonlarında ve 2020’de Filistin halkını ve direnişini yok etmeyi hedefleyerek gerçekleştirdiği eylemler — Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanınması ve İbrahim Anlaşmaları bu eylemlerin en önemlileridir —, Filistin direniş örgütlerini 7 Ekim 2023’te başlayan El Aksa Tufanı silahlı ayaklanmasını başlatmaya sevk etti.
Filistinli tutsaklara her geçen gün daha kötü koşulların dayatılması, yerleşimci sömürgeciliğin Filistin’in her bir tarafında ilerliyor oluşu, gerici Arap rejimlerinin işgal devleti ile normalleşme çabaları ve bütün bunların garantörü olarak başta ABD emperyalizmi olmak üzere bütün emperyalist ülkelerin işgal devletine koşulsuz desteği Filistin’in ve halkının ismini Levant’tan silmekle sonuçlanabilir ve işgal devleti yetkililerinin her fırsatta Birleşmiş Milletler başta olmak üzere uluslararası platformlarda dolaşıma soktukları “Büyük İsrail” planlarını ilerletmeleri söz konusu olabilirdi.
İşte bu tarihsel atılım, yani El Aksa Tufanı, Filistin direniş örgütlerince bölgedeki bu koşullar ve tehlikeler altında gerçekleşti. Siyonist devletin bu atılıma yanıtı ise, 15 ayı aşkın bir süre boyunca kamuoyuna “askeri hedefler” olarak lanse ettiği yerleşimci esirlerin kurtarılması, Gazze’deki en güçlü direniş örgütü olan Hamas’ın tasfiyesi ve işgal devletiyle uzlaşacak bir yönetimin kurulması hedefleri doğrultusunda yürüttüğü soykırımcı saldırılar oldu. Lakin işgal devleti, hedefleri olarak ifade ettiği bu maddelerin hiçbirisini gerçekleştiremedi. 200’ü aşkın yerleşimci esirden 4 yerleşimciyi serbest bırakmak dışında hiçbir esire ulaşamadı, Hamas’ın askeri kapasitesini yok edemedi ve dolayısıyla Gazze’de işgal devletiyle uzlaşacak bir yönetim kuramadı. Fakat Aksa Tufanı’yla birlikte Filistin halkı ve direnişi bölgede kendisini tekrar aktör olarak dünya kamuoyuna kabul ettirdi, emperyalizmin bütün barbarlığına karşı hâlâ ayakta olduğunu ve işgali sonlandırarak topraklarına geri dönme iradelerini sarsılmaz bir şekilde taşıdıklarını tekrardan göstermiş oldu.
Gazze: bugün ateşkes yarın özgürlük
El Aksa Tufanı’nın ardından girişilen soykırım saldırıları sebebiyle Gazze’de kesin olmamakla birlikte, dolaylı ve dolaysız ölümler göz önünde bulundurulduğunda, insan kaybının 180 bini aşmış olabileceği düşünülüyor. Fakat Gazze’de sürdürülen savaşın özel koşullarını ele aldığımız zaman bu yenilgi gibi görünen tablonun aslında çok da öyle olmadığı görülüyor. Direniş örgütleri bütün bu insani kayba rağmen ateşkese değin askeri kabiliyetlerini oldukça yoğun düzeyde sürdürebildi.
2024’ün sonları ve 2025 yılının ilk ayında işgal devleti Gazze’nin özellikle kuzey bölgesine ciddi bir abluka uygulayarak Gazze’nin kuzeyini Filistinlilerden arındırmayı hedefliyordu. Sayısız insani kayba rağmen direniş savaşçılarının askeri kapasitesi bu bölgede silinmekten uzaktı ve hatta işgal ordusuna ciddi zaiyatlar verecek düzeydeydi. Tüm bu gelişmelerin ardından, ABD seçimlerini kazanan Trump’ın, işgal devletinin içinde bulunduğu krizi aşamaması nedeniyle Siyonist kabineyi ateşkese zorlaması geldi. Burjuva ve küçük burjuva kamuoyunda yaygın olarak savunulanın aksine, Trump bu adımı ne savaş karşıtı olduğu için ne de Filistin halkına dost olduğu için attı. Bu adımın nedeni, ABD emperyalizminin Ortadoğu’daki “uçak gemisi” işlevi gören işgal devletinin, içinden geçtiği krizi artık askeri yöntemlerle aşamayacak duruma gelmiş olmasıydı. Elbette bu adım işgal devletine aylardır müzakere masasında oyunbozanlık yaparak elde etmeye çalıştığı “kazanım”ları veyahut askeri metotlarla giriştiği yıkımın sonucunda elde etmeyi vaat ettiği hedefleri getirmedi, aksine bütün dünyaya işgal devletinin yenilebilir olduğunu tekrar gösterdi.
Hamas, FHKC ve İslami Cihad’ın aktif olarak müzakerelerini sürdürdüğü anlaşma üç aşamadan oluşuyordu. İlk aşamada ilerlemeler sağlanabilmişken, masada taahhüt edilen ikinci ve üçüncü aşamaların koşulları işgal devletinin saldırgan tutumlarından ötürü müzakere edilmeye henüz başlanmadı. İşgal hükümeti birinci aşamada Gazze’ye bir şekilde girişini taahhüt etmiş olduğu 200 bin çadır, 60 bin karavan/konteynır ev, yakıt ikmali ve en önemlisi de acil tıbbi malzemelerin girişini henüz tam olarak sağlamış değil. Dahası, işgal devleti kısa bir süre sonra Gazze’ye insani yardımın girişini tekrar askıya aldı, Refah sınır kapısını tekrardan kapattı ve Gazze’ye su girişini engelledi.
İsrail İşgal Güçleri’nin yeni genelkurmay başkanı olan Eyal Zamir, geçtiğimiz günlerde Gazze’ye karşı mutlak bir zafer alacaklarını ifade etmiş ve işgal ordusunun 400 bin yedek askerini tekrar orduya çağırmıştı.
Bütün bu tehditlere ve aksaklıklara rağmen direniş taahhüt ettiği esir takasını gerçekleştirerek binlerce Filistinli tutsağı işgal zindanlarından kurtardı. Direniş örgütleri gerçekleştirdikleri bütün açıklamalarda da anlaşmaya sadık olduklarını ve koşulların gerçekleştirilmesinin ardından esir takaslarının devam etmesi gerektiğini ifade ediyor. Bunun için ise işgal devletinin başta aracı ülkeler olmak üzere dünyadaki bütün özgür halklar tarafından baskı altına alınması çağrısını yükseltiyor.
Gerici Arap rejimleri zirvesi
4 Mart günü Mısır’da gerçekleştirilen olağanüstü Arap devletleri zirvesiyle birlikte dünya kamuoyu ABD başkanı Trump’ın 2.3 milyon Gazzeliyi şeridin dışına sürerek Gazze’yi yeni bir “Riviera”ya çevirme projesine karşı Arap devletlerinin tepkilerine tanıklık etti. Arap devletleri İsrail-ABD’nin Gazzelileri yerinden etme planına karşı Mısır’ın öne sürdüğü alternatif bir planı benimsediklerini açıkladılar. 53 milyar dolarlık bir fon ile Gazze’nin yeniden inşasını öneren plan, öncelikle mevcut ateşkes anlaşmasının eksiksiz bir şekilde tamamlanmasını ve üçüncü aşamanın ardından da Mısır’ın öne sürmüş olduğu bir yeniden inşa öngörüyor. Plana göre bu süreç içerisinde Hamas Gazze’deki iktidarı bırakacak, teknokratlardan ve sivillerden oluşan bir komite Gazze’yi yönetecek ve Mısır ile Ürdün aracılığıyla Ramallah merkezli Filistin Otoritesi komiteye danışmanlık edecek.
Gerici Arap rejimleri Filistin sorununun tarihi boyunca kritik bir rol üstlendi. Lakin bu rolün karmaşık niteliğini teslim etmek gerek. Bir tarafta ulusal Arap burjuvazilerinin emperyalistler tarafından çizilmiş olan yapay sınırlar içerisinde kendi çıkarlarını önceleme çabaları varken diğer yanda da işgal devletinin ve onun özünde barındırdığı emperyalist karakterin çoğunluğu yarısömürge olan bu ülkelerin sınırlarını aşındırma ve emekçi halklarını birbirine düşürecek müdahalelerde bulunması söz konusu.
Bugün de bu karmaşık ilişki varlığını sürdürmekte. 7 Ekim’in ardından Refah sınır kapısını kapatan ve işgal ordusunun adeta bekçiliğini yapan Mısır, bugün kendi çıkarları ile uyuşmayan tehcir planına karşı tepkisini yüksek bir düzeyde gösteriyor. Sebep ortada: Mısır kapitalizmi topraklarına yapılacak olan bu müdahalenin, işgal devletinin özünde var olan yayılmacı doğasına Filistin toprakları haricinde de kapı aralayacak olmasından endişeleniyor. Lübnan’da ve Suriye’de tanık olduğumuz Siyonist işgalin bir anda Arap coğrafyasının diğer parçalarına da sıçraması, elbette gerici Arap rejimlerinin kendi içlerinde zayıflamasına sebep olacaktır.
Batı Şeria: Demir Duvar Operasyonu ve Filistin Yönetiminin ihaneti
El Aksa Tufanı sadece Gazze için değil bütün tarihsel Filistin toprağı için gerçekleştirilmişti. Gazze, Batı Şeria, ‘48 toprakları ve başta Levant’takiler olmak üzere bütün Filistin diasporası, kısacası ulus oluşu reddedilen bütün bir Filistin ulusunun özgürleşmesi için atılan tarihsel bir adımdı. Gazze’deki ateşkesin aylar öncesinde Batı Şeria’da da işgal güçleri ile direniş arasında oldukça şiddetli çatışmalar gerçekleşmişti. 2024 Ağustos ayında yoğunlaşan bu saldırılar zaman zaman bizzat işgal ordusu ile zaman zaman ise işgal devletinin Filistin topraklarındaki temsilcisi, Oslo yenilgiciliğinin devamcısı olan El Fetih kontrolündeki Filistin Yönetimiyle gerçekleşti.
İşgal devletiyle işbirlikçiliğiyle bilinen Mahmud Abbas yönetimindeki El Fetih, Batı Şeria’daki Cenin ve Tulkarem gibi direnişin aktif ve güçlü olduğu farklı mülteci kamplarında hastanelerden direniş savaşçılarını silah zoru ile gözaltına alıyor ve işgal devletine teslim ediyor, kardeş kanı döküyor ve direniş askerlerinin karargahlarına saldırılar düzenlemekle meşgul oluyor. Direnişin ve Filistin Yönetiminin arasındaki gerilimin her geçen gün artması üzerine direniş ulusal birlik çağrılarını yeniledi ve kardeş kanı dökülmesini engellemek için adımlar attı. Fakat bu adımlar işgal devletinden yana tavır takınmaktan kardeş kanı dökme pahasına geri durmayan Abbas yönetimi tarafından defalarca kez boşa düşürüldü.
21 Ocak 2025 itibariyle de işgal devletinin Gazze’de ateşkes imzalamaya zorunda kalmış olmasının ardından, işgal devleti tarihinin en sağcı bileşenlerden oluşan, yerleşimci sömürgeciliğinin azılı savunucusu olan mevcut işgal hükümeti dağılmakla karşı karşıya kaldı. Otzma Yehudit (Yahudi Gücü) partisilideri ve işgal kabinesinin ulusal güvenlik bakanı olan Itamar Bin Gvir ve partisi hükümetten istifa etmiş ve işgal devletinin kriz bakiyesine bir kriz daha eklemişti. Bu krizi aşmak ve hükümetin dağılmasıyla gerçekleşecek bir kaosu engellemek amacıyla, ABD’de yeni seçilen Trump yönetimi Batı Şeria’da “Demir Duvar Operasyonu”na yeşil ışık yaktı. Böylece, başta Cenin ve ardından da Tulkarem olmak üzere Filistin halkına ve direnişine karşı bir soykırımcı saldırı daha başladı.
Demir Duvar saldırısı ABD emperyalizminin 2016 senesi ardından Batı Şeria’nın ilhakı planının devamcısı olarak görülebilir. ABD bürokrasisinin Batı Şeria’yı resmî belgelerinde “Judea ve Samara” olarak isimlendirmeye hazırlandığını da göz önünde bulundurduğumuzda, aylar öncesinde ufukta görünen Batı Şeria’nın ilhakının tamamlanmak istediğini söyleyebiliriz.
Mart ayı itibariyle sadece Cenin kampında 40 bini aşkın Filistinli yerinden edilmiş durumda. Bu sayı o kadar yüksek ki adeta 1948’deki Nakba günlerini hatırlatıyor. Birleşmiş Milletler ve bazı emperyalist devletler bu saldırılara karşı açıklamalar yapsalar da işgal devletine giden silah sevkiyatları hâlâ durmuş değil.
Nehirden denize özgür Filistin mücadelesi büyümeli
15 ayı aşkın süre gerçekleştirilen soykırımcı saldırılara rağmen Gazze’yi terk etmemekte kararlı olan Filistin halkı, direnişin bütün yaralarına rağmen, Filistin toprağı tamamen özgürleşene kadar süreceğinin garantisidir. Filistin halkını ve direnişini desteklemekse biz devrimci Marksistler açısından 21. yüzyılın en büyük sömürgecilik karşıtı mücadelesini desteklemek demektir.
El Aksa Tufanı Ortadoğu’daki dengeleri derinden değiştirmekle kalmadı, aynı zamanda Siyonist işgal devletinin barbarlığını bir kere daha dünya halklarının gözlerinin önüne sermiş oldu. Dünyanın dört bir yanı Filistin için seferberliklere tanıklık etti, “Nehirden denize zzgür Filistin” sloganı meydanlarda yankılandı. Dünya çapında özellikle genç kuşaklar Siyonist-emperyalist projeyi hiç olmadığı kadar sorguluyor ve mücadelelere atılıyor. ABD’nin dünyadaki hegemonya krizi işgal devletinin barbarlığıyla derinleşti.
Emperyalizmin iki devletli çözüm aldatmacasına karşı, Filistin sorununun tek gerçek çözümü olan, laik, demokratik ve ırkçı olmayan tek bir Filistin programı etrafında mücadeleleri ve uluslararası seferberlikleri büyütmek, öte taraftan da işgal devletini nefes alamayacak hale gelene kadar tecrit etmek bugünün en yakıcı görevleri olmayı sürdürüyor. Levant’ın bağrına saplanmış işgal hançeriyle bölünen topraklar sadece gerici burjuvazinin etki alanını değil, aynı zamanda Arap işçi sınıfını ve diğer emekçi halkları da bölmekte ve her türlü gericiliği bölgede hâkim kılmaktadır. Filistin sorunu ancak Filistin halkının direnişi ile çözülebilir. Fakat ABD, İngiltere ve Almanya gibi emperyalist ülkelerin ve Türkiye, Azerbaycan, Mısır gibi işgal devletinin stratejik ihtiyaçlarını karşılayan ülkelerin emekçi halkları Filistin halkının lehine seferber olması, bu görevin yerine getirebilmesinde hayati önem taşımaktadır.