Giriş
Kadın emeğini konu edinen birçok araştırmada, bu emeğin, ya sadece emek pazarındaki durumuna bakılarak bir analiz geliştirilir ya da ataerkilliğe ve buradan izler taşıyan kültürel pratiklere odaklanılır. Oysa, bizzat kadının, “ikinci cins” olma durumunu var eden ve besleyen de, kapitalizm ve ataerkillik arasındaki ilişkidir. Dolayısıyla bu ilişkinin kendisi ve kadın emeği üzerindeki etkisi tahlil edilmeden, kadının, ücretli ve ücretsiz emeği arasında gidip gelen kısır döngü, kolay kolay çözülemeyecektir. Bu tahlil, aynı zamanda bir biyolojik cinsiyetin, toplumsallık kazanma sürecinin maddi temelini gösterme çabasıdır ki, bu maddi temel de, kuşkusuz emektir ve bu emek, cinsiyetçi iş bölümü üzerinden kendisini gösterir.
Bu yazıda, kadının yeniden üretim süreçlerinde oynadığı rol bağlamında ev içindeki ücretsiz emeği tahlil edilecektir. Bu emeğin tahlili, kadın emeğinin kapitalizmdeki özgül durumunu anlayabilmek; emeğin cinsiyete dayalı iş bölümünü ve toplumsal cinsiyet ilişkilerini maddi bir temele oturtabilmek açısından gereklidir. Öte yandan kadının emek pazarına sunduğu ücretli emeği ile ev içinde kullandığı ücretsiz emek arasında diyalektik bir ilişki söz konusudur ki, bu iki emek biçimi de birbirini etkiler ve besler. Yazının devamında ise, sosyal devlet uygulamalarının ortadan kalktığı neoliberalizm dönemi politikalarının, kadın emeğini ev ekseninde yeniden kurgulayışı; bu kurgunun ev emeğine ve ataerkil ilişkilere etkisi konu edilecektir. Tüm bu analizlerin ışığında, kadının özgürleşmesi için, karşılıksız ev emeğinin ortadan kaldırılmasının zorunlu bir uğrak noktası olması ve bunun nasıl bir sistemde, ne şekillerde ortadan kaldırılabileceği de, yazının sonuç bölümünün tartışma konusu olacaktır.
Emeğin Eve Hapsolması
Ekonomi sözcüğünün kökeni olan “oikos” ev, “nomos” idare anlamına gelmelerine rağmen, kapitalist üretim tarzı, gelişiminin bir gereği olarak üretim ve yeniden üretim alanlarını birbirinden ayrıştırmıştır. Bu ayrışmada, kapitalizm, kendisinden önceki toplumlardan devraldığı cinsiyetçi işbölümüne uygun olarak, bu alanın sorumluluğunu kadının üstlenmesine sebep olmuştur. Ancak kadının bu sorumluluğu/zorunluluğu evle sınırlı kalmamış, buna ek olarak, kadın, ihtiyaç duyulduğu oranda emek pazarına çekilmiştir. Yani, kapitalist toplumda kadın, cinsiyetçi işbölümü sürecini iki durumda yaşamak zorunda kalır: ilkin ailede, aile üyelerinin daha çok maddi gereksinimlerine cevap verecek hizmetleri üreterek, yani ev işi yaparak, çocuk bakarak ve emek gücünü yeniden-üreterek; daha sonra, toplumsal üretim için, ev dışında tıpkı erkek gibi ücret karşılığı çalışarak ve üretim yaparak.
Marx, yeniden-üretimin üretim süreciyle birlikte düşünülmesi gerektiğini ve yeniden üretimin toplumun gelişiminde, üretime eşdeğer maddi bir unsur olduğunu söyler. Engels ise; yeniden üretimin tahlilini şöyle yapar:
Materyalist anlayışa göre, tarihteki egemen etken, sonunda, maddi yaşamın üretimi ve yeniden üretimidir. Ama bu üretim ikili bir özlüğe sahiptir. Bir yandan yaşam araçlarının, beslenmeye, giyinmeye, barınmaya yarayan nesnelerin, ve bunların gerektirdiği aletlerin üretimi; öbür yandan bizzat insanların üretimi, türün üremesi. Belli bir tarihsel dönem ve belli bir ülkedeki insanların içinde yaşadıkları toplumsal kurumlar, bu iki türlü üretim tarafından, bir yandan çalışmanın, öbür yandan da ailenin erişmiş bulunduğu gelişme aşaması tarafından belirlenir.(1)
Yani, kadının emek piyasası ve üretim süreçlerindeki konumu ile yeniden üretimdeki konumu arasındaki bu diyalektik, emeğin yeniden üretim süreçlerini, sermaye ilişkisinden tamamen bağımsızlaşmış bir alan olarak okumamızı engeller. Çünkü tam da, bu iki emek sürecinin, farklı niteliklerine rağmen, birbirleriyle olan ilişkisi ve birbirlerini etkileyen bir dinamiğe sahip oluşu; kadın emeğinin tahlilinde bu iki süreci de göz önünde bulundurmak gerektiğini gösterir.
Yeniden üretimde kullanılan emek, toplumsal anlam taşıyan ve tarihsel dönüşüme açık bir emek harcama biçimidir. Bu yüzden her kadın karşılıksız olarak yapılan bu emek sürecinin, birer öznesidir. Fakat bu emeğin biçimi ve niteliği sınıflara bağlı olarak değişkenlik gösterir. Dolayısıyla her kadın bu emeği aynı biçimde sarf etmez ve bu her kadının bu süreçte aynı biçimde ezildiği anlamına gelmez. Öte yandan bu emek, süregiden toplumsal yapının da yeniden-üretimini üstlenir. Örneğin, bir işçi ailesindeki kadın, ev ve bakım emeğinin yanı sıra, emek-gücünün de yeniden üretimini üstlenir, bu da aslında sermayenin bu emek aracılığıyla, gizli bir emek gücü beslenimine dayandığının önemli bir göstergesidir. Yani kapitalizm yapısı gereği, ataerkil ilişkilere yaslanarak kendisini var edebiliyor ve bunu da en yalın biçimiyle kadının ev-içindeki harcadığı emek sürecinde gözlemleyebiliyoruz.
Ücretli ve Ücretsiz Emek Döngüsü
Kapitalizmde, nesnelerin kâr amaçlı üretimi, kadınların karşılıksız olarak ev içinde harcadığı duygusal, zihinsel ve manevi emeği görünmez kılar. Bu emeğin görünmez oluşunun yarattığı değersizleşme ve ev emeğinin, kendi başına kapitalist pazarda bir “değer” yaratmaması; öte yandan bu emeğin kadının emek pazarına katılmasının önünde bizzat bir engel oluşturması, kadının ücretli emeğinin de bu bağlamda değersizleşmesini/ucuzlamasını sağlar. Bu emek ancak, piyasada satın alınabilir hale geldiği ölçüde “görünür”.
Bu alanın örtüklüğü ve bu emeği harcayanın görünmezliği, bir takım söylemlerle meşrulaştırılmıştır. Bunlardan en önemlisi de: kadının doğurganlığının ya da bizzat anatomisinin bazı işlere olan yatkınlığı. Bu yetenek savı, kadının karşılıksız emeğinin doğallaştırılmasını sağlar. Ev-içinde çalışan kadının, bu süreçte edindiği becerilerin, emek pazarında “beceri”den sayılmaması, bu emeği doğallaştıran bir diğer unsurdur. Esasında ev ve bakım işleri kapitalizm açısından bir hayli maliyetlidir. Buna rağmen bu işler ücretli olarak yapıldığında -bakıcılık, hizmetçilik gibi-, yine kadınlar tarafından çok düşük ücretlere yapılır. Yani ev ya da bakım işleri, ücret karşılığı yapıldığında bile; bu iş, cinsiyetler arasında değil de, kadınlar arasında yeniden dağılır. Bu “doğal” yetenek gibi gösterilen karşılıksız emek, hem kadının ücretli emeğini etkiler; hem de emeğin cinsiyete dayalı işbölümünü yeniden-üretir.
Maria Mies, kadının ücretli emeğinin niteliğini, ücretsiz emeğiyle ilişkilendirerek şöyle açıklar:
Ev kadınlığı ücretli bir iş olmadığından, kadınların ev dışında gerçekleştirdikleri her işin gelir arttırıcı etkinlik olarak görülmesi,
Kadınların ev kadını olması, yalnızca emeklerinin ucuza alınmasını değil, aynı zamanda emeklerinin kolay kontrolünü de sağlaması,
Bu işgücünün serbest tipik proleter işgücü yerine, marjinalleştirilmiş, eve bağımlı ve serbest olmayan bir niteliğe sahip olmasındandır.(2)
Mies’ın da belirttiklerinden hareketle, kadın eve bağımlı olduğundan, kısmi zamanlı ve esnek işleri tercih eder. Ancak ev emeğinin izin verdiği sürelerde çalışır, yani emek pazarındaki konumu kesintili ve eğretidir. Bir kadının çocuk doğurduğunda ya da evlendiğinde iş yaşamını terk etmesinin anlamı, onun ücretli çalışan kimliğinin erkeğinkinden farklı olmasından kaynaklanır. Kadınlar bu sebeple erkeklerle eşit ücret alamazlar ve kesintili çalışmaları sosyal güvenlik sistemlerinin dışına itilmelerine sebep olur.(3)
Yıldız Ecevit, Kentsel Üretim Sürecinde Kadın Emeğinin Konumu ve Değişen Biçimleri adlı makalesinde emek pazarındaki ataerkil ilişkilerin, kadınların ev içinde ücretsiz emek kullanıcıları olarak alıkonulmaları için gerekli olduğunu söyler. Benzer şekilde, kadının ücretli emek pazarına katılımında da kuşkusuz ev içindeki emeğinin niteliğinin, harcanma derecesinin, yani ataerkil ilişkilerin etkisi belirleyicidir.(4)
Kadın, bazen, üretime; ev emeğinin uzantısı olan işler aracılığıyla katıldığı gibi; bazı durumlarda da ev emeğinin yarattığı meşruiyetle, üretim sürecine bile ücretsiz olarak katılır. Bunlardan, en tipik olanı da, ücretsiz aile işçiliğidir. Bu iş aracılığıyla kadın, endüstriyel üretim için değer yaratsa bile karşılığını alamaz. Özellikle Türkiye gibi geç kapitalistleşen ülkelerde, tarımda, konfeksiyon atölyelerinde ailelerine gelir sağlamak amacıyla, aile işletmelerinde ya da tarımda çalışan kadınların sayıları kadın istihdamının önemli bir bölümünü oluşturmaktadır.(5) Bu sektörlerde, kadının emeği ücretlendirilmez ve açıkça bu çalışma, ev içi emeğinin bir uzantısı haline gelir. Zaten bu kadınlar da aynı ev işlerini niteledikleri gibi, bu süreci de bir çalışma olarak değil; yardım olarak görürler. Bu emeğin tercih sebebi de, bu tür işgücünün, hem güvenilir hem de sadık olmasıdır. Çünkü hiç kimsenin çalışamayacağı saatlerde, bazen de tüm gece çalışabilirler. Öte yandan ücretsiz aile üyesi kadın emeği kullanımı atölyeler için “yaşamsal” bir öneme sahiptir, çünkü bu kadınlar atölyede iş olmadığı zamanlar kolayca evlerine ve çocuklarına dönebilir. Bu tür bir çalışma, kadının emeğinin ve hatta tüm yaşamının denetim altına alınmasının koşullarını yaratır.(6)
Dolayısıyla hem ev içindeki, hem de iş yaşamındaki ataerkil ilişkiler birbirini besler; kadın emeğinin marjinalliğine ve emek pazarındaki cinsiyete bağlı ayrımcılığa da zemin hazırlar.(7) Fakat bunu söylerken, bir diğer gözden kaçırılmaması gereken konu da, bu ikincilliğin sebebini yalnızca, emek pazarındaki toplumsal cinsiyet ayrımcılığı olarak nitelendirmek, meselenin eksik kavranmasına sebep olabilir. Özellikle de son zamanlarda, bu ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve “fırsat eşitliği” yaratmak adına; bazı devletlerin bakım emeğini ha etme girişimlerine tanık oluyoruz. Aile ve iş yaşamını uyumlulaştırma/uzlaştırma adı verilen bu girişimler, ebeveyn izni, özel ve devlet bakım merkezleri, aile ödeneği, ebeveynlerin çalışma saatlerinin çocuklarına bakabilecek şekilde ayarlanması ve uzlaştırma için esnek çalışma gibi uygulamaları içeriyor. Bu uygulamalar bazı kesimlerde, kapitalizmin kendi işlerliği içinde kadın ve erkek eşitliğini sağlayabileceği mitini yaratmış durumda.(8)
Bu düzenlemeler, önemli olmakla birlikte, devletin ev emeğini es geçip de, sadece bakım hizmetlerini üstlenmeye odaklanması biraz düşündürücü. Bu uygulamaların altında yatan niyet ise, ekonomik büyüme ve kalkınmanın kadın işgücüne ihtiyaç duyduğu ve bu tür uzlaştırma politikalarının yokluğunda ise, üreme oranının düştüğü şeklinde ifade ediliyor. Bu yüzden de devlet politikası, üretim ve doğurganlık rollerini uzlaştırma ekseninde, bakım hizmetlerini üstlenme yönünde gelişiyor. Bu aynı zamanda “ekonomik büyüme motoru” olarak görülüyor. Yani bir anlamda kapitalist “kalkınma”; ucuz kadın emeğinin istihdamına, eş zamanlı olarak da yeni işçi kuşaklarının yetiştirilmesine ihtiyaç duyuyor. Bunun için de kadına yardım ediyor. Bu şekliyle de, kapitalizmin yine kendi ihtiyacı oranında bu tip düzenlemelere gittiğini, bunun da toplumsal cinsiyet ayrımını ortadan kaldırmaya hiç bir zaman muktedir olamadığını görüyoruz. Çünkü bu yardım bile, başlı başına, işe giden kadının, eve olan bağımlılığını azaltmıyor; bilakis pekiştiriyor. Dolayısıyla bu ayrımcılık, kadının maddi konumunun bir sonucu olduğuna göre; ev-içi emek ortadan kaldırılmadığı sürece de kadının toplumsal yaşama “eşit ve özgür katılımı”nı görmek mümkün değildir.
Ev Emeğinin Niteliği ve Ataerkil İlişkiler:
Bir kıyaslama yapacak olursak, kadının evde harcadığı emeğin, işte harcadığı emeğe oranla çok farklı niteliklere sahip olduğunu görürüz. Bir kere ev emeği, hayatı sürdürmek için gerekli olan bir etkinliktir; fakat bunun için gerekli yaşam araçlarını satın alabilecek geliri sağlamaz. Bunun için bu gelir ya çalışmakla sağlanır ya da çalışan birinin eline bakmakla. Çalışmanın kadın için çifte yük olduğu gerçeği hâlihazırdayken, bu emeği sarf eden olmak bile tek başına; eline bakılan kişiye, yani babaya, kocaya olan bağımlılığı yaratır.
Öte yandan, bu emeği, diğer emek biçimlerinden farklı kılan da sevgi ilişkileriyle içi içe geçmiş olmasıdır. Evde yapılan işler ve bakımda sarf edilen emek, modern istihdam biçimlerine benzemez, bu işlerin çalışma saatleri yoktur ve yapılan işlerin başı sonu belli değildir. Diğer yandan bu emeğin, zihinsel ve duygusal bir yanının da oluşu, bu emeği “maddi” bir emek olarak tanımlayamayışımıza sebep olur. Sevgiyle peçelenmesi ve kadınlığın bir gereği olarak yapılması, kapitalizmde “sevgi” anlayışını da sorgulatacak cinstendir ki, nedense bu sevgi kadının ev işlerini aksatmamasıyla doğru orantılı olarak gelişir, büyür.
Ev işlerinin gündelik ve tekrara dayalı doğasını Simone de Beauvoir, şöyle tarif eder:
Bu tür bir çalışma, negatif temele oturur: temizlik, pisliğin yok edilmesi, toplama, düzensizliğin ortadan kaldırılmasıdır. Ve yoksulluk koşullarında herhangi bir tatmin mümkün değildir; mezbele kadının terine ve gözyaşına rağmen, hala aynı mezbeledir: Yeryüzünde hiçbir şey onu hoş hale getiremez. Kadın tümenleri kire karşı herhangi bir zafer kazanmadan bu bitip tükenmez mücadeleyi sürdürürler. (…) Pek az iş Sysphus’un işkencesine, sonsuzca tekrarlanan ev işleri kadar benzer. Temiz olan kirlenir, kirlenen temizlenir, tekrar ve tekrar, gün be gün. Ev kadını, zamanın dışındadır; o hiçbir şey yapmaz, sadece şimdiyi sürükler.(9)
Bu emeğin, kocaya, çocuklara ya da yaşlı ve hasta akrabalara karşılıksız olarak sarf edilmesi; başta erkeğin, bu emeği denetim altına almasının maddi zeminini oluşturur. Tersinden okursak; böyle bir söz hakkını doğuran da, bu tür bir etkinliğin, kadın cinsinin tarihsel görevi olmasıdır. Ev-emeğinin üzerindeki bu denetim; kadının üretime katılabilmesinde erkeğin söz sahibi olmasını sağlar ve kadının bedeni, kimliği üzerindeki diğer denetimlere yol açar. Bu durum, gerek devlet tarafından yasalar aracılığıyla meşru kılınarak, gerekse de şiddet, tecavüz gibi kadını, baskı altına alma mekanizmalarıyla da toplumsal olarak erkek-egemenliğinin yeniden-üretilmesine olanak tanır. Elbette ki bu denetimi/tahakkümü, sadece erkeğin aile reisliğini elinde tutmasıyla açıklayamayız. Çünkü erkek-egemenliği de, tıpkı aile gibi karmaşık ilişkilere dayanan tarihsel ve toplumsal bir olgudur. Yani erkeğin yokluğu durumunda dahi, aile reisinin kadın olması bu egemenlik ilişkisini değiştirmez. Çünkü bu sistemin kendisine içkindir.(10)
Kuşkusuz, bu egemenlik ilişkisi erkeklere kendi öznel niyetlerinden bağımsız olarak, bir takım ayrıcalık ve çıkarlar sağlar. Erkeklerin becerilerini daha farklı şekilde geliştirmelerine olanak tanır. Ev-işini üstlenmek zorunda olmamaları onlara boş zaman sağlar ve bu, kadınlar üzerinden sağlanan bir avantajdır aslında. Bu boş zaman faktörü, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bir sonucudur ve kadınların politik bir özne olarak var olabilmelerinin, örgütlenebilmelerinin de koşullarının ne kadar zor olduğunun maddi temellerini ortaya koyar.
Neoliberalizme “Ev”in İçinden Bakmak
Ekonomi dışı bir etkinlik gibi görülen ev emeğinin, kapitalizmin iktisadi politikalarından birebir etkilenmesi, çelişkili bir gerçekliktir. Neoliberalizm dönemi, sosyal devlet anlayışlarının hezimete uğradığı, kapitalizmin daha fazla kâr anlayışını ise, ucuz emek deposu olarak, kadın ve çocuk emeğini emek pazarlarına çekerek gerçekleştirdiği bir dönem olarak incelenmeye değerdir. Fakat bu bölümde, daha çok bu dönemin politikalarının kadının ücretli emeğinde yarattığı dönüşümleri, ev emeğiyle ilişkilendirerek incelemeye çalışacağız.
Kapitalizm, 70’li yıllardaki krizini aşabilmek için, emek süreçlerinde belli yapılanmalara gitmiştir. Bu yapılanma, kuşkusuz, düşen kâr hadlerini artırma çabası olarak, düşük ücretle çalışmaya uyum gösterecek hazır işgücü ordusuna gereksinim duymuştur. Bununla birlikte, piyasa içerisindeki rekabete uyum sağlayabilecek, özellikle de emek-yoğun sektörlerdeki esnek çalışma koşullarına uygun, monoton ve genel beceri isteyen iş tipine “doğal” yatkınlığı bulunan kadınlar, bu sürecin vazgeçilmezlerini oluşturmuşlardır.
1970-1980 arasında birçok ülkede kadınların işsizlik oranı erkeklere göre yükselirken, 1980’lerle birlikte birçok ülkede erkeklere oranla kadın işsizliği düşmüştür. Öncelikle yapısal uyumun ve krizlerin dayattığı sefalet, zorunlu göçler ve kadının en fazla istidam edildiği tarımda ve kamu sektörlerinde, iş olanaklarının daralması kadını tipik olmayan işlerde çalışmaya zorlamıştır. Öyle ki, dünya çapında çalışabilir durumdaki kadınların yarısından fazlası işgücüne katılmıştır. Emeğin feminizasyonu olarak adlandırılan bu süreçte, kadın istihdamı artarken, bu kadınların çalışma koşullarında ciddi farklılaşmalar meydana gelmiştir. Bu süreçte kadınlarca yapılan işlerin birçoğu düşük ücretli ve iş güvencesinden yoksun işlerdir.(11)
Bu işlerde çalışmak kadınlar için zorunlu bir tercih olmuştur. Çünkü özelleştirmelerin artması ve asgari ücretin aile yerine bireysel geçimlik düzeyine çekilmesi kadınları da gelir getirici işlere yöneltmiştir. Sosyal devlet hizmetlerinin ortadan kalkmasıyla; işyerlerindeki kreşler kapatılmış, doğum izinleri ve aile ödenekleri büyük ölçüde azaltılmış, bakım hizmetlerini görece üstlenen devlet, bunun yükümlülüğünü kadının üzerine yıkmıştır. Dolayısıyla kadın da, evini terk etmeden ve evde yaptığı işlerin bir uzantısıymışçasına, üretime katılmayı tercih etmek zorunda kalmıştır.
Bu bağlamda, görünmeyen emekten izler taşıyan bir ücret ilişkisi olarak, ev işçiliği örneği kadın emeğinin uğradığı dönüşümleri somutlaması açısından incelenmeye değerdir. Gündelikçi, aylıkçı, bakıcı, servis, ütücü, aşçı olarak evlerde çalışan ya da evin içinde imalat, giyim gibi sektörlere parça başı iş üreten, hayatı evin içinde kazanan ev işçisi kadınlar, kadın istihdamının önemli bir bölümünü oluşturuyor. 80’den sonraki panoramayı görmek açısından, sayılarla ifade edecek olursak, 1990’lı yılların ilk yarısında ev işçilerinin sayısının Avrupa Birliği’ne üye 15 ülkede toplam 2 milyon, Japonya’da ise 1 milyon civarında olduğu tahmin edilmektedir. Arjantin’in Buenos Aires kentinde imalat sektöründeki işçilerin %8’ini, Cordoba ve Rosario’da imalat sektöründeki işçilerin ise %10’unu oluşturdukları; Avustralya’da giyim sanayisinde çalışan ev işçilerinin sayısının ise, fabrika işçilerinin iki katına yaklaştığı ve 60.000 civarında olduğu tahmin edilmektedir. 1990’lı yıllarda Almanya, Hong Kong, İtalya, Japonya ve Meksika’da kadın ev işçilerinin oranı ise %87 ile %93 arasında değişmektedir. Yani ev işçilerinin önemli bir kısmı kadındır. Ev işçilerinin sayısındaki olağanüstü büyüme, sendikaların yetersizlikleri ile birlikte, yeni örgütlenme oluşumlarına gebe olmuştur.(12)
Ev Emeğinin Tazmini: Ücretlendirmek, Toplumsallaştırmak ve Dahası…
Emeğin ücret üzerinden bir değer teşkil etmesi, kuşkusuz emek-sermaye ilişkisinin olduğu toplumlara mahsustur. Bu ücret ilişkisinin bir sonucu olarak, işçiye verilen ücret de, onun emek gücünü yeniden-üretebilmesi için gereken toplumsal emek miktarıdır ki, kuşkusuz bu yeniden üretimde, başat rol oynayan kadının ev emeğinin varlığı, bu ücretin düşük olmasını garanti altına alan etkenlerden biridir. Ne var ki, piyasa ilişkilerinin dışında kalan ev-içi emek de, tam da bu sebeple, metalaşmamış bir ilişki olduğu için ücretlendirilmez.
Üzeri her ne kadar örtülse ve doğallaştırılsa da, ortada bir emek harcandığı genel kabuldür. Peki bunun karşılığı ne olmalıdır? Kapitalist ataerkil ideolojinin bu konudaki genel yaklaşımı, kadının emeğinin, kocası vasıtasıyla, karşılandığı yönündedir. Hatta bazı dönemlerde, bu yaklaşımda iyileştirme adına, “aile ücreti” gibi uygulamalar gerçekleştirilmiştir. Aile ücreti, ev emeğinin karşılığı olarak, aile reisine ek ödeme yapılmasıdır. Mevcut ayrımcılığı gidermeyen, aksine pekiştiren bu anlayış; kadın kurtuluşunu iktisadi ve kültürel bir sorun olarak algılayan bakış açısının ürünüdür. Bunların yanı sıra, toplumsal muhalefet hareketlerinin de temel tartışma konularından biri olagelmiştir: ev emeğinin nasıl tazmin edileceği. Bu miktarı belirlemek, bu emeğin ölçümünü gerektirir; hatta bazı kesimlerce bu ölçüm, ev içindeki cinsiyetçi işbölümünü ortadan kaldıracak kamusal bir politika olarak dillendirilmektedir. Bu tip basınçların etkisiyle, 1912, 1935-43, 1946-49 yıllarında Norveç’te ve zaman zaman başka İskandinav ülkelerinde ev emeği GSMH’ye (gayri sa milli hasıla) dahil edilmiştir. 1950’den itibaren Birleşmiş Milletler’in GSMH için uluslararası standartlar getirmesiyle birlikte ev emeği bu ülkelerde de GSMH hesaplarının dışında tutulmuştur.(13) Buna benzer olarak, son zamanlarda bazı erken kapitalistleşmiş ülkelerde, özellikle de kadınların bakım emeğine yönelik belli ödenekler söz konusu olmaya başlamıştır. Türkiye’de de yaşlı ve engellilere yönelik maaşlar, düşük de olsa, bu uygulamalarla benzerlik taşır. Öte yandan devletlerin bu temelde ayırdıkları fonlara gelince, son derece yetersiz ve kadınların bakım emeğini ha etmekten uzaktır. Yalnız bu uzaklığın sebebi, tek başına ödemenin yetersiz olması değildir. Çünkü ev içinde sarf edilen bu emeğin ücret bazında karşılığını bulması da ciddi çelişkileri içinde barındırır.
Bu sonucun nedenlerini irdelemeden önce ev emeğinin doğasına dönmek faydalı olacak. Ev işlerinin ve bakım emeğinin mesai saatlerinin olmayışı ve yapılan işin gündelik yaşamla iç içe geçmiş olması; hangi zamanın iş, hangisinin boş vakit olduğunun değerlendirilmesi son derece belirsiz ve görelidir. Bu da, bu emeğin ölçümünü ve bunun ücret bazında bir değerinin belirlenmesini ciddi anlamda zorlaştırır. Yapılan çalışmalarda da, bu emeğin ölçümünde genel olarak iki yöntem kullanılmıştır. Birincisi, bu işleri piyasada ücretli olarak yapan işçilerin aldıkları değer göz önüne alınır ve bir kıyas yapılarak hesaplanır. İkincisi ise, eğer kadın evde “oturmayıp”, ücretli bir işte çalışsaydı ne kadar ücret alabilirdi üzerinden bir değer belirlenir.(14) Kuşkusuz bu iki yöntem de nesnel olma iddiasını taşımaktan uzaktır. Çünkü çeşitli sınıflardan farklı farklı kadınların yaptıkları işlerin niceliği aynı olmadığı gibi, -örneğin bazı kadınlar bu işlerin bir bölümünü satın alma gücüne sahiptirler-, ev emeğinin kendi özgüllüğü de belirli ölçütlerin olmasını engeller.
Bu zorluklara rağmen, yapılan çalışmalarda, evin içinde devasa miktarda emek harcandığı ortaya çıkmıştır.(15) Elbette ki, ev emeğinin görünürlük kazanması açısından, bu tip ölçümlerin önemini teslim etmek gerekir. Fakat, ev emeğinin bu sayede, bir ücretinin belirlenmesi yukarıda da belirttiğimiz gibi, çelişkili bir durumdur. Öncelikle, bir kadının ev emeğinin ücretlendirilmesi talebi, bir işçinin daha fazla ücret talep etmesiyle aynı şey değildir. Cinsiyetçi işbölümü nasıl ki, bu sistemin yapısal bir sorunuysa; ev işi için ücret talebi de bu yapısal dinamikleri hedef almaz. Aksine, cinsiyetçi işbölümünün yeniden üretilmesine, ev ve bakım işlerinin sadece kadınlar tarafından üstlenilmesine sebep olur. Bu yüzden bu sorun, salt iktisadi bir sorun değildir; kadınların kendi kurtuluşlarını gerçekleştirmeleri tam da evin dışına çıkarak başlangıç verilecek bir süreçken; ücretli ev-kadınlığı yaratmak onu bu süreçten alıkoyar. Nitekim ev işi ücretli olsa dahi, bunu yapan kadın, özel alan tarafından izole edilmiş, ev işinin monoton ve beceri katmayan doğasıyla bütünleşmiş, toplumsal hayattan koparılmış bir kadın olmaya devam edecektir. Tam da özel alanın dönüştürülmesi, kadının ücretsiz ev içi emeğinin varlığıyla ne kadar ilintiliyse, bu emek de ücretli emeğin ortadan kalkması için verilecek mücadeleyle o kadar ilişkilidir. Dolayısıyla kadınların ev içindeki emeğine ücret talep etmek, ne ataerkilliği ne de kapitalizmi hedef alır; kadının ezilmişliğini yeniden üretmenin bir aracı haline gelir.
Ev işlerini ve bakım yükünü, bir cinsin sorumluluğu haline getirmek, kadının tarihsel yenilgilerinin başında gelir. Bu nedenle, hem bu işin toplumsal bir iş haline gelmesi hem de kadın ve erkeğin bu işleri ortak olarak üstlenebileceği mekanizmalar yaratılması, ev ve bakım emeğini “kadın işi” olmaktan çıkaracak zorunlu bir önkoşuldur Öncelikle, ev ve bakım işlerinin toplumsallaştırılmasından ne anladığımızı ayrıntılandırmak ve bunun SSCB gibi geçiş rejimlerindeki deneyimlerden bazı dersler çıkararak, sonuçlar sunmak konumuz açısından önemli olacaktır.
Toplumsallaştırmak; ev ve bakım işlerinin, devlet tarafından ya da çeşitli haneler aracılığıyla örgütlenmiş kolektifler ile; ortak mutfak, çamaşırhane, kreşler ve bakım merkezleri tarafından gerçekleşmesi; kadını hem ev yükünden kurtaracak hem de özel alanı dönüştürebilecek önemli bir adımdır. Böyle bir adım, kadınların kamusal yaşama eşit ve özgür katılımını sağlayabilecek, aile ve ataerkil birçok kurumu kırılgan ve dönüşüme açık hale getirebilecektir.
Örnek olarak, SSCB deneyimi bu konuda, bize yol gösterici olabilir. 1917 Ekim Devrimi’nden sonra işçi sınıfının iktidarı, Çarlık Rusya’sının ardından, kadının özgürleşmesi noktasında önemli aşamalar kaydetmiştir. Nitekim bugün, ev ve bakım işlerinin toplumsallaşmasının gerekliliği üzerine yaptığımız tahlil, teorik bir öngörüden çok, pratik bir deneyimden çıkan derslere dayanmaktadır. Konumuz gereği, özellikle de bakım emeğinin toplumsallaşması örneğini incelemek üzere Kollontai’ın satırlarına bakalım:
En fazla önem; toplu yemekhanelere, yuvalara, genç öncü kamplarına (çocuklar için yaz ve kış tatillerinde düzenlenen kamplar), oyun alanlarına ve kreş tipi örgütlenmelere veriliyordu. Bu tip yapılar, tıpkı Lenin’in yazdığı gibi, kadınların pratik hayata katılımını kolaylaştırıyor ve yine pratikte, erkeğe kıyasla kadının eşitsiz durumunu azaltıyordu. SSCB’de, yarısı kırsal yerlerde olmak üzere, kadın ve çocuklar için 7 binden fazla danışma merkezleri açılmış, 20 binden fazla kreş örgütlenmişti. Burada muhakkak belirtilmesi gereken 1913 Çarlık Rusya’sında yalnızca 19 kreşin ve 25 yuvanın bulunduğu gerçeğidir, hatta buna rağmen bu hizmetlerin yine de devlet tarafından değil hayırsever kuruluşlarca nanse ediliyor oluşudur.(16)
Sovyet deneyimi, bir dizi olumsuzluk ve eksikliğine rağmen, kadınların yaşamında muazzam dönüşümler yaratmıştır. Ev emeğinin büyük bir kısmının toplum tarafından üstlenilmesi, kadınların çalışma haklarını elde edebilmeleri için yeter neden olabilmiştir. Bu deneyimden çıkardığımız derslerle birlikte konuyu ele alacak olursak; toplumsallaştırma, kendi başına nihai bir çözüm olmamakla birlikte, bir dizi düzenlemeyle bir bütün olarak ele alındığında, karşılıksız ev emeğinin ortadan kaldırılmasını sağlayabilecek sıçramayı yaratabilir. Peki, bu diğer düzenlemeler neden gereklidir? Örneğin, ev ve bakım işlerinin kolektif olarak üstlendiği işletmelerde de yine kadınlar çalışırsa ya da kreşlerin bakamayacağı yaştaki çocukların bakımını da yine birileri üstlenmek zorunda kaldığında, erkeğin de bunu üstlenebileceği düzenlemeler geliştirilmezse, yine gizli olarak cinsiyetçi yapı kendini var edecektir. Bu yüzden devletin, bakım işlerini nitelikli emek gerektiren bir iş haline getirmesi ve bu işlerin değerinin yükseltilmesi, erkeklerin de bu meslekleri edinmesini sağlayacak uygulamalar, bakım işlerinin sadece kadınlar tarafından karşılanmasını engeller. Öte yandan, devletin ucuz/ücretsiz ve nitelikli bakım merkezleri kurması, bu kurumların işleyişini de, yine buradaki hizmetlerden yararlananlar ve çalışanlar vasıtasıyla sağlanması, toplumsal örgütlenme ve işleyişin de, yeniden organize olmasını sağlayacaktır
Kadınların ve erkeklerin eşit olarak ev işlerini üstlenmesi de, yine kendiliğinden gerçekleşebilecek ya da bu iki bireyin öznel niyetleriyle halledilebilecek bir şey değil; işgücü piyasasındaki toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin giderilmesiyle mümkün olabilecektir. Çünkü bu işlerin, kadın işi olması, tamamen toplumsal koşulların sonucudur, bu koşullar değişmedikçe her uygulama beyhude çözümler olarak karşımızda durur. Yani meseleyi tersinden okursak, bu işlerin kadın ve erkek arasında ortak paylaşımı çalışma yaşamındaki köklü değişikliklerle gerçekleşebilir. Bu sebeple, işgününün kadın ve erkek için eşit olarak kısaltılması, eşit işe eşit ücret, doğum dönemlerinde ücretli ve zorunlu ebeveyn izni gibi uygulamalar da, bu işlerin birlikte üstlenimi ve toplumsallaşma düzenlemeleriyle el ele yürümelidir.
Son söz
İlkel toplumlardaki basit bir iş paylaşımı, çeşitli tarihsel etmenlerin etkisiyle, cinsiyetçi bir yapı ve işbölümünün oluşumuna sebep olabilmiştir. İnsanlığın yazılı tarihinin tutulduğu günden bu yana, bu ideolojik basıncın etkisiyle düşünme şeklimizden kullandığımız dile kadar; kadının öteki olduğunu içselleştirmişizdir. Şimdi ise, fark ettiğimiz ev kadınlığının doğal değil tarihsel bir zorunluluk olduğu ve bütün çağların egemen sınıflarının da, bunu kendileri için bir avantaja dönüştürdüğüdür. En azından artık mücadeleyle dolu yaşamlarımızı, bu tarihsel yenilgiye karşı bir mücadeleye dönüştürmenin bir şart olduğudur.
Bu noktada, evin içindeki cinsiyetçi işbölümünün dönüşüme uğraması; ciddi anlamda emek piyasasındaki cinsiyetçi yapılanmanın ve ücret eşitsizliğinin ortadan kalkmasına sıkıca bağlı; fakat sadece bununla sınırlı da değil. Tersine, ücretli emek pazarından başlayan ve toplumsal yaşamın her bir hücresine yayılan bu ayrımcılığın aşılması, kuşkusuz kadının karşılıksız harcadığı ev ve bakım emeğinin üzerinden alınmasıyla da mümkün. Yine, bu faaliyetlerin bir cinsin ezilmesine sebep olacak şekilde değil de, insani bir faaliyet haline gelmesi; ücretli ve ücretsiz emek kıskacından kadının kopuşuyla mümkün olacaktır.
Nitekim bu kopuş, daha fazla kâr mantığıyla işleyen bir sistemin, bütün mekanizmalarıyla çarpışır, çatışır. Kendisine ataerkilliği eklemlemiş ve bütün kurumlarını bunun üzerinden örgütlemiş kapitalist devletlerin bu işleri üstlenmesi, kadınlarla erkeklerin aynı işleri yapabilmesi ve eşit ücret alabilmeleri kârlı olmadığından; bu taleplerin de bu sistemin işlerliği içinde çözülebileceği yanılsaması, gökyüzünde bir cennet hayali gibidir. Bu yüzden kadının özgürleşmesi, ancak ön koşulu olan erkek egemen kapitalist sistemin ortadan kalkmasıyla başlayabilir. Bunu sağlayacak olan sosyalist bir devrim ise yine, zorunlu bir başlangıç noktasıdır. Bu başlangıç, kendisini, bir cinsi ezerek ya da yücelterek var etmeyen bir toplumun kurulması; cinsiyetçi iş bölümünün ve karşılıksız emeğin tarih sahnesinden silinmesiyle kendi tanımını gerçekleyebilir. Böyle bir gelecek tasavvuru da, kuşkusuz kadın cinsinin kurtuluşunu sağlayabilecek bir toplumda var olabilir.
Kasım 2009
Dipnotlar:
1.) F. Engels, Ailenin Devletin ve Özel Mülkiyetin Kökeni, Sol Yayınları, sy.12, 2008.
2.) Maria Mies, Patriarchy and Accumulation on a World Scale,1986, Zed Books, London.
3.) Kadının Görünmeyen Emeği, Yordam, 2008, der: Gülnur Acar-Savran, Nesrin Tura- Demiryontan, 11.
4.) Y. Ecevit, “Kentsel Üretim Sürecinde Kadın Emeğinin Konumu ve Değişen Biçimleri”, 1980’ler Türkiye’sinde Kadın Bakış Açısından Kadınlar içinde, der: Şirin Tekeli, İletişim, 1993, sy.125
5.) TUİK, Hane Halkı işgücü anketi sonuçları, Temmuz 2008.
6.) Saniye Dedeoğlu, Ataerkillik ve Enformel Emek: Konfeksiyon Atölyelerinde Ücretsiz Aile İşçileri, Praksis, sayı 20, 2009.
7.) Kadının, işgücü piyasasındaki ikincil konumunu açıklarken “marjinalleşme” tezi önemli bir yer tutagelmiştir. 1970’lerde egemen olan bu görüşe göre kadın, modern imalat sanayiinden her geçen gün daha fazla dışlanmaktadır. 1980’lerle birlikte ise marjinalleşme yaklaşımında bir değişiklik olmuş; ekonomik kriz sonrasında kadın emeğinin işgücü piyasasından dışlanmadığı; fakat düşük ve güvencesiz işlerde istihdam edildiği kabul edilmiştir.
8.) İstihdamda Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Doğru: İş ve Aile Yaşamını Uzlaştıma Politikaları Konferansı, 27 Mayıs 2009, İstanbul Teknik Üniversitesi, İstanbul.
9.) Simone de Beauvoir, The Second Sex, Newyork: Vintage, 1974. çev: Aksu Bora, Kadınların Sınıfı: Ücretli Ev Emeği ve Kadın Öznelliğinin İnşası içinde, İletişim, 2005.
10.) 1971’de Fas’ta yapılan bir araştırma kadının ailenin reisi olmasının sonuçları üzerine. Kadın evde geçimi sağlayan tek kişi olduğundan ötürü, bu durum kadınların emek arzının fiyatlarını bastırmakta kullanılıyor. Bkz. Saniye Dedeoğlu, Toplumsal Cinsiyet Rolleri Açısından Aile ve Kadın Emeği, Toplum ve Bilim, sayı 86, sy.152.
11.) Başak Ergüder, Türkiye’de Kadın Emeğinin Değişen Yapısı: Enformel Kesimde Kadın Emeği ve Kadın Emeğine Talep, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.
12.) Örgütsüzlerin Örgütlenmesi: Enformal Sektörde İşçi Örgütleri (Organizing the Unorganized: Labor Organizations in the Informal Sector). Ankara: Atölye Yayınevi, 2002.
13.) Gülnur Acar Savran, Kadınların emeğini görünür kılmak: Marx’tan Delphy’e ufuk taraması içinde “Beden Emek Tarih”, s. 71, Kanat Yayınları, İstanbul, 2009.
14.) A.g.y.
15.) İngiltere’de yapılan bir araştırmada, kadınların ev işleri ve çocuk bakımı için haftada ortalama 74 saat vakit harcadıkları, bu iş başkasına yaptırılmış olsa bu kişiye 32 bin 812 sterlin (80 bin lira) ödenmek zorunda kalınacağı hesaplandı. http://www.haber24.com/Guncel/1- 35492/Kadinlar-evde-80-bin-liralik-is-yapiyor.html. Erişim Tarihi: 24.11.2009.
16.) Alexandra Kollontai, The Soviet Woman- a full and equal citizen of her country, http://www. marxists.org/archive/kollonta/1946/full.htm. Erişim Tarihi: 24.11.2009