Devrimci Marksist akım içerisinde en fazla tartışılan konulardan biri de Kurucu Meclis talebi ve bu talebin hangi koşullar altında kullanılacağı olmuştur. Akımımız içerisindeki kimi eğilimler, kurucu meclis talebini bütünüyle bir burjuva demokratik talep olarak ele alıp, işçi sınıfının bilincinde demokrasi yanılsaması yaratacağı fikrinden hareketle kategorik olarak reddederken; kimi eğilimler ise onu antiemperyalist içeriğiyle çağımızdaki en belirgin mücadele talebi olarak kabul edip, yine kategorik olarak hemen her koşul altında savunmuşlardır.
İşçi Cephesi ve onun bağlı olduğu enternasyonal inşa yapıları da sıkça Kurucu Meclis talebini Türkiye’de ve dünyanın kimi bölgelerinde kullandı, kullanıyor. Aynı zamanda inanıyoruz ki akımımız Kurucu Meclis’i hep, bir geçiş talebi mantığıyla verili koşullara bağlı olarak seferber edici bir formül biçiminde algıladı ve hiçbir zaman iktidar perspektifini yitirmedi. Pratik tarafından sınanmış kimi önemli dönemeçlerde ise, işçi sınıfının iktidara bir adım daha yaklaşmasını sağlayacak yeni taleplere yönelmeyi bildi ve bize göre tarihin bazı önemli sınavlarından geçmeyi başardı.
Mesafe’nin Rejim dosya konulu bu sayısında da, Kurucu Meclis talebini 1917 Rusya ve 2003-2007 Bolivya örnekleri üzerinden inceleyerek biraz daha somutlamanın faydalı olacağına inanıyoruz. Ancak şimdiden şunu belirtmemiz gerekir ki, bu makale ne Rusya ne de Bolivya’nın içerisinden geçtiği dönemleri ayrıntılandırmak amacını taşımakta, yalnızca Kurucu Meclis talebinin bu iki örnek içerisinde ne şekilde kullanıldığını biraz olsun açma çabasını gütmektedir.
Türkiye’de çoğunlukla sıcak bakılmayan, hatta ne olduğu pek de bilinmeyen Kurucu Meclis talebinin bir geçiş talebi olarak neyi ifade ettiği hususunda bir katkı sunabileceğimizi umuyoruz.
Bunun için Rusya ve Bolivya örneklerine geçmeden önce, Kurucu Meclis talebinin Geçiş Programı içerisindeki yerini incelemekte fayda görüyoruz.
Geçis Programı ve Kurucu Meclis talebi
Kurucu Meclis talebi geçiş programı içerisinde, “Geri Ülkeler ve Geçiş Talepleri Programı” başlığı içerisinde şu şekilde geçmektedir:
Sömürge ve yarı-sömürge ülkelerin merkezi görevi tarım devrimi ve ulusal bağımsızlıktır; tarım devrimi ile feodalizmin mirasının tasfiyesi, ulusal bağımsızlık ile emperyalist boyunduruktan kurtulmak. Bu iki görev birbirine sıkıca bağlıdır.
Demokratik programın bir başına reddi mümkün değildir; kitlelerin kendilerinin mücadele içinde bu programı aşmaları zorunludur. Ulusal (ya da Kurucu) Meclis sloganı, Çin Hindistan gibi ülkeler için bütün geçerliliğini korur. Bu slogan ulusal bağımsızlık ve tarım reformu sorunlarına kopmazcasına bağlanmalıdır. […] kitlelerin devrimci demokrasi sloganlarıyla seferber edilmelerinin belli bir aşamasında sovyetler kurulabilir ve kurulmalıdır. Sovyetlerin her bir dönemindeki tarihsel rolünü, özellikle ulusal meclis ile ilişkilerini belirleyecek olan, proletaryanın politik düzeyi, köylülükle arasındaki bağ ve proleter partinin politikasının niteliği olacaktır. Sovyetler burjuva demokrasisini er geç devirmelidir. Demokratik devrimin sonuna kadar götürülmesini ve böylece sosyalist devrim döneminin açılmasını yalnızca sovyetler sağlayabilir.
Tek tek demokratik ve geçiş taleplerinin proletaryanın mücadelesi içindeki ağırlığı, karşılıklı ilişkileri ve sunuluş sıraları, her geri ülkenin özellikleri ve özgül koşullarına ve önemli ölçüde ülkenin geriliğinin düzeyine göre belirlenir. Bununla beraber bütün geri ülkelerde devrimci gelişmenin genel eğilimi, Rusya’daki üç devrimin (1905, 1917 Şubat, 1917 Ekim) sürekli devrim formülüne verdiği kesin anlam çerçevesinde belirlenir.(1)
Bu uzun alıntıdan yola çıkarak Kurucu Meclis talebinin, sömürge ve yarısömürge ülkelerde, ancak her ülkenin gerilik düzeyine göre, “tarım devrimi” ve “emperyalizmden bağımsızlık” sorunlarına karşı, “kitlelerin devrimci demokrasi sloganlarıyla seferber edilme”si için formüle edildiğini söylemek mümkündür. Bu slogan kitlelerin seferberliğinin ikili iktidar organları yaratılmasına yönelmesi ve iktidarın zaptı için kurgulanmış ve uygulanmıştır.
Ancak Troçki’nin yukarıdaki alıntısı kimi çevreleri Kurucu Meclis talebini hiç kullanmamaya götürür. Argümana göre, Troçki bu formülü yalnızca, “Çin ve Hindistan” tipi ülkeler için dile getirmiştir. Ve günümüzde bu tipteki sömürge ülkelerinin sayısı azalmıştır. Sömürge tanımlarındaki ayrışmaları bir kenara bırakacak olursak dahi, bu “temkinli” yaklaşımının Geçiş Programındaki “demokratik program” (yani düzeyleri ne olursa olsun, geri ülkelerin ihtiyaç duyduğu demokratik sorunlara cevap verecek bir programa duyulan ihtiyaç), tarım devrimi ve mali açıdan emperyalizme alternatif olamayan ve bağımlı olan ülkelerdeki ulusal bağımsızlık sorunlarına dair ve hatta Kurucu Meclis’in seferber edici niteliğine dair tek kelime ile değinmedikleri ve çözümü sosyalist devrime havale ettikleri görülebilir.
Kurucu Meclis talebinin işbirlikçi totaliter rejimlere yönelik olarak da artan bir önemi olduğunu belirten Moreno’daki ifadesi ise şöyledir:
Emperyalizmin ve tekellerin olduğu kadar bürokrasinin de en derin eğilimlerinden ötürü, demokratik sloganlar ve görevler giderek daha büyük önem kazanmaktadır. Bu üçü de totaliter devletlere doğru sürekli bir eğilime sahiptir…
Kurucu Meclis sloganı (veya ona benzer bir organ lehindeki sloganlar) bu nedenden ötürü dünya ölçeğinde devasa bir önem kazanmıştır. Ama Şubat devrimine öncül olan bu görev, işçiler ve halk için çok daha önemli ve belirleyici olan başka bir görevle bağlantılı olarak ele alınmalıdır: Kahrolsun Bonapartist hükümet veya diktatörlük!. Şubat devrimi, illa Kurucu Meclis olması gerekmeyen çok daha temel bir slogan çerçevesinde gerçekleşir: Kahrolsun diktatörlükler!. Bu slogan, aynı Portekiz’de Caetano’ya ve Yunanistan’da Albaylar Cuntası’na karşı kullanıldığı gibi Fransa’da, İngiltere’de, İspanya’da ve Hıristiyan Demokrat İtalya’da da veya Kahrolsun Somoza örneğinden de görüldüğü üzere geri kalmış ülkelerde de kullanılabilir… Yalnızca işçileri değil tüm halkı bu totaliter, diktatoryal veya en azından Bonapartist ve aşırı gerici hükümetleri yıkmaya sevk eden bu slogan esas bir önemdedir. Ancak ulaşılır ulaşılmaz bu hedef, pek çok ülkede (özellikle de yıkılan iktidarın totaliter bir rejim olduğu ülkelerde) derhal demokratik mücadelenin en yüksek ifadesi olan Kurucu Meclis hedefiyle birleşir. Yine de bu sloganın burjuva bir slogan olduğunu bir an için bile unutmamalıyız, zira bu slogan herkesin bir oy hakkına sahip olduğu bir anayasa için çağrıda bulunur. Ama bu sloganın seferber edici bir slogan olduğunu ve çoğunlukla burjuva demokratik karakterinden farklı sonuçlara yol açtığını da kabul etmeliyiz. Bu en son bahsettiğimiz özellik, geniş bir orta sınıfın, özellikle de köylülerin mevcut olduğu ülkeler için bu sloganın en önemli özelliğidir.(2)
“Bu sloganın seferber edici bir slogan olduğunu ve çoğunlukla burjuva demokratik karakterinden farklı sonuçlara yol açtığını” ifade eden Moreno, sloganın kullanılışına ilişkin bazı önşartlar da sunar:
Slogan, burjuvaziyle mücadele etmenin, kitle hareketini eğitmenin ve işçi sınıfı ile köylülerin birliğini geliştirmenin aracıdır. Ama Kurucu Meclis sloganı, bir sloganlar bütününün parçası olmalıdır. Örneğin, Kurucu Meclisi köylülere toprak dağıtımının ve proletaryanın silahlanmasının oylanması için, işçi ücretlerinin ve çalışma saatlerinin belirlenmesi için ve tekellerin mülksüzleştirilmesi için talep ediyoruz. Kurucu Meclis talep ediyoruz ama şöyle diyoruz: Biz eğer gerçek demokratlarsak, iktidardaki diktatörlüğü yıkan tüm politik akımlara radyo ve televizyonu kullanma hakkının verilmesini savunmalıyız. Bu sloganların hiçbiri, herhangi bir devrimci aşamanın, ister Şubat öncesi ister Şubat sonrası olsun, temel eksenini ve ana sloganını gölgelememelidir: işçilerin ve halkın iktidarının geliştirilmesi. Kurucu Meclisi devrimci bir aşamada temel slogan olarak ele almaya yönelik her girişim, Troçkist politikaya doğrudan bir ihanet olacaktır, zira Troçkist politikanın hedefi bir demokratik devrim değil, devrimci örgütlenmesi eşliğinde işçi sınıfını ve müttefiklerini iktidara taşıyacak bir devrimi gerçekleştirmektir.(3)
Şimdi, kimi baskıcı rejimlere dair devrimci demokratik bir talep olarak, çeşitli sorunlara odaklanmış, seferber edici bir slogan içeriğinde kullandığımız Kurucu Meclis talebini, iki somut örnek üzerinden inceleyebiliriz.
Rusya’da Kurucu Meclis
Devrimci sosyal demokrasinin Kurucu Meclisin toplantıya çağrılmasını kendi programına yazması son derece haklı idi. Çünkü o, burjuva cumhuriyette, demokrasinin en yüksek biçimidir ve çünkü Kerenski tarafından yönetilen emperyalist cumhuriyet, ön parlamentoyu kurarak seçimlerin bu tahrifini ve demokrasiye karşı bu saldırılar dizisi hazırlıyordu.(4)
Lenin Aralık 1917’de, tarihsel Kurucu Meclis talebinin savunulmasının haklılığını bu biçimde dile getiriyordu.
Kurucu Meclis talebi, “burjuva demokrasisinin en yüksek biçimi” olarak, önce
Çarlık Rusyası’na karşı, sonrasında da Kerenski’ye karşı Bolşevik program içerisindeki yerini korumaktaydı.
Ancak sovyetlerin güçlendiği ve özellikle Kornilov ayaklanmasının ardından kitlelerin karşıdevrimin nefesini ensesinde hissettiği koşullarda, parti içerisindeki Kurucu Meclis tartışmaları iktidarın işçi sınıfı tarafından ele geçirilmesi ya da bir Kurucu Meclis ile burjuvaziye teslim edilmesi olarak kendisini ifade etti.
Devrimden iki hafta önce, başını Zinovyev ile Kamanev’in çektiği bir grup bütün iktidarın sovyetler tarafından ele geçirilmesi fikrine şiddetle karşı çıkarak, güç toplamak gerekçesiyle Kurucu Meclis’in derhal toplanması için bir çağrıda bulunulması gerektiğini söyler.(5)
Parti içersindeki, iktidarı burjuvaziye devretme ve bu sırada partinin daha da büyümesini bekleme taraftarları yalnızca Zinovyev ve Kamanev’den ibaret değildir. Aynı zamanda bu eğilim kendisini, yalnızca 11 Ekim tarihli İçerisinde bulunduğumuz durum üzerine başlıklı mektupta değil, 4 ve 5 Kasım tarihli (devrimden iki gün önce!) kimi yazılarında da derhal bir Kurucu Meclis’in toplanılmasından yana bir çağrıda bulunarak ifade ediyordu.
Buna karşılık Lenin partisinden çok, halet-i ruhiyesini çok iyi kavradığı işçi sınıfına yaslanarak parti merkez komitesi ve parti organlarına bu konuda uyarılar gönderdi ve partiyi tarihsel bir hatanın eşiğinden döndürdü. Böylece 7 Kasım 1917’de kansız bir ayaklanma ile bütün iktidar sovyetlerin elinde toplanmış oldu.
Ancak bu durum, Kurucu Meclis talebinin Lenin tarafından programatik olarak da taktiksel olarak da reddedildiği anlamına gelmiyordu. Moskova, Petrograd ve cephede Bolşevikler çoğunlukta olmalarına rağmen, ülkenin geri kalan kısmında halen güçsüzdüler, Sosyal Devrimciler’in(6) (SR) güçlerini henüz kıramamışlardı. Tam bu koşullar altında Kurucu Meclisin toplanması gündemdeydi. 1918’de parti içerisinde yapılan bir tartışmada Lenin Kurucu Meclis’in toplanmasının ertelenmesi ve Bolşevik Parti’nin seçmen listelerinin güçlendirilmesinden yanaydı. Buna karşılık, ülkenin geri kalan kısmında yeterince güçlü olunmadığını söyleyen Bolşevikler, Kurucu Meclis’in toplanmasının çok faydalı olacağını ve bunu ertelemenin mümkün olmadığını ileri sürüyorlardı.
Parti ve devrim büyük bir ikilemin içerisindeydi. Bir yanda Bolşevikler ülke genelinde güçsüz olduklarından Kurucu Meclis’te yeterli güce sahip olamayacaklardı. Öte yandan, Bolşeviklerin güç kazanabilecek zamanları yoktu. Partinin Sverdlov gibi önderleri de Kurucu Meclis’in bir an önce toplanmasından yanaydılar. Çünkü, bunun Bolşeviklere bir prestij getireceğini ve de ertelemenin kitleler tarafından kabul görmeyeceğini düşünüyorlardı. Lenin, Severdlov’un desteğini alan parti MK’sının karşısında geri adım atmak durumunda kalmıştı. Ancak şunu hatırlamak gerekir: Lenin, kategorik olarak Kurucu Meclis’in toplanmasına karşı değildi. Bunun zamanlamasının Sovyet iktidarına zarar vermeyecek bir döneme denk getirebileceğini düşünüyordu. Troçki ise bu sırada Brest-Litovsk’ta olduğundan tartışmanın bir parçası olamamıştı.(7)
Sonuç olarak, 18 Ocak 1918 tarihinde Kurucu Meclis toplanabildi. 703 vekilin 370’i SR ve ancak 175’i Bolşevikti. Bolşevikler güçsüzdü ve Kurucu Meclis’in prestiji karşısında işler daha da kötüye gitmekteydi. Ancak Kurucu Meclis tüm meşruiyetini yitireceği bir adım atmıştı. Daha ilk toplantısında ve ilk kararında Sovyet iktidarını tanımadığını ilan etmişti. Bu bile artık kitlelerin Kurucu Meclis’i desteklemeyeceğinin bir göstergesiydi. İşçi ve köylülerin taleplerinden bu denli uzak olduğunu ispatlayan Kurucu Meclis’i dağıtmak için Bolşeviklerin yalnızca toplantı salonunun elektriklerini kesmesi ve toplantıyı ertesi güne bırakması yetecekti. Ertesi gün de toplantı salonunun kapalı olması, Kurucu Meclis’in ömrünün 13 saat ile sınırlı olduğunu gösterecekti.
Sonrasında Lenin Troçki’ye: “Kurucu meclisi toplanmasını ertelememek bizim için büyük bir riskti”, diyecektir ve ekleyecektir: “Fakat sonunda olabilecek en iyi şey olmuş oldu.” Çünkü bu olay herhangi bir burjuva modelin, sovyetlerin varlığından yana olan kitlelerin gerçek devrimci taleplerini karşılayamayacağını somut olarak ispatlamıştı. Hemen ardından SR’ler ve Menşevikler içerisinde büyük yarılmalar yaşandı ve Bolşeviklere katılım gerçekleşti. Kitleler için ise, sovyetlerin tek savunucusunun Bolşevikler olduğu görüldü ve “Kurucu Meclis” bahsi bir daha açılmayacaktı.(8)
Rusya’daki Kurucu Meclis deneyiminin bizlere kattığı üç temel dersten bahsetmek mümkündür. Birincisi Kurucu Meclis talebi çarlık gibi baskıcı bir rejime karşı dile getirilebilecek bir taleptir. Aynı zamanda çarlığın yıkılmasının ardından da Kurucu Meclisi toplamak işbirlikçi bir hükümetin (Kerenski hükümeti) yerine getiremeyeceği bir talep haline gelmiştir. Bu sorunun çözümü ise, tüm iktidarın sovyetler elinde toplanması olmuştur ve Ekim devrimine rağmen Kurucu Meclisin toplanmasının ilkesel bir zararı yoktur. İkincisi, Kurucu Meclis talebinin kitlelerin zihninde bir karşılığının olabileceği ve yaratılan seferberlikten pekâlâ proletarya diktatörlüğünün fayda görebileceği de Rus Kurucu Meclisi’nden çıkan bir derstir. Üçüncü ve sonuncusu ise, tarih bu pratikle bizlere, genç ve henüz kendini ispatlayamamış bir proletarya diktatörlüğünün dahi, burjuvazinin en gelişmiş demokrasisinden daha demokratik olduğunu ispatlamıştır.
Bolivya’da Kurucu Meclis
Rusya’da Kurucu Meclis, hem tarihin tanıdığı bir şans (ya da burjuvazinin çürümüşlüğünün proletarya diktatörlüğüne bir armağanı) hem de burjuvazi için bir tuzak olmuştu. Ancak 1952 devriminde iktidarın eşiğine gelen ve buna rağmen iktidarı ele geçiremeyen Bolivya işçi sınıfı için 2003 devrimi ve sonrasında gerçekleşen süreçte, Kurucu Meclis bu kez işçiler için bir tuzak olacaktı.
Yoksul Bolivya’da 2002 yılında hükümet, ABD ile doğalgaz satımı konusunda bir anlaşmaya varır. Yoksul halkın ve işçilerin doğalgaza ulaşamadığı koşullarda hükümetin bu adımı büyük bir tepki doğurmuştur. IMF ile yapılan anlaşmalar uyarınca ücretlerin düşürülmesi, su gibi doğal varlıkların özelleşmesi ve işsizliğin patlaması üzerine Bolivya’da “Gaz Savaşları” olarak bilinen dönem başlar. İşçi ve köylü örgütleri ve Bolivya işçi sınıfının tarihsel sendikal mevzisi Bolivya İşçi Merkezi’nin (COB) yoğun protestolarıyla 17 Ekim 2003 günü devlet başkanı Gonzalo Sanchez de Lozada istifasını verir. Böylece Bolivya’da devrim başlamıştır.(9)
Hükümetin istifa etmesinin hemen ardından başkan yardımcısı Carlos Mesa, COB’dan hizmet yemini edebilmesi için destek ister. Yani bu süreç içerisinde yönetim fiili olarak COB’un elindedir. Ancak COB, başından itibaren bir iktidar perspektifiyle hareket etmediğinden ötürü genel grevleri sonlandırarak Mesa’ya desteğini sunar. Bu sırada, politik taleplerin demokrasinin önüne geçeceği savıyla hareket eden, bir koka yetiştiricisi olan Evo Morales de bu süreci destekler.(10)
Ancak yeni kurulan hükümet de kitlelerin taleplerini karşılayamaz hale gelir. Mesa hükümeti istifa edince yoğun işçi desteği alan Evo Morales de Kurucu Meclis talebini desteklemeye ve bunun için mücadele etmeye başlar. Çünkü tehlike büyüktür: Ya, işçiler, işsizler, köylüler ve yerli halklar içerisinde örgütlü olan COB iktidara gelecek ya da kitlelerin bu basıncı bir Kurucu Meclis ile soğurulacaktı.
Tam bu süreçte Uluslararası İşçi Birliği’nin (LIT-CI) 8. Dünya Kongresinde Bolivya’daki Kurucu Meclis tuzağına ilişkin şu görüşler dile getirilir:
Burjuvazinin ve emperyalizmin temel kaygısı, devrimci süreci nasıl parçalayabileceği ve yıkıntı halindeki burjuva rejimini ve iktidarını nasıl yeniden ayağa kaldırabileceğidir. Bu amaçla Mesa hükümeti “demokratik gericilik” diye adlandırdığımız politikaya baş vurarak bir Kurucu Meclis çağrısında bulundu. Bundan amaçlanan, Bolivya işçilerinin seferberliğini ve mücadelesini köklü bir dönüşüme yönelik olmaktan saptırıp, her şeyin bu mecliste tartışılması gerektiği savlarıyla seçim mekanizmalarının ve burjuva kurumlarının tuzağına düşürmektir. Öyle ki, Santa Cruz’da düzenlenen Toplumsal Alternatif Zirvesi adlı toplantıda, biraraya gelen farklı halk kesimlerinin hükümetin petrol ve gaz yataklarını emperyalizme peşkeş çeken yasalarla özelleştirmelerinin iptal etmesine yönelik baskıları karşısında, hükümet yetkilileri bütün bunların burjuva demokratik kurumlar içinde tartışılması gerektiğini ileri sürerek işin içinden sıyrılmaya çalıştılar.
İşin en kötüsü, Kurucu Meclis önerisinin, Bolivya halkının politik açıdan güven duyduğu önderlerden Evo Morales tarafından da şiddetle destekleniyor olmasıdır. Ve ne yazık ki bu politika Latin Amerika’da kendini Troçkist ve devrimci olarak adlandıran akımların çoğunluğunca da savunulmaktadır. Bütün bunlar, burjuva kurumlarının krizi karşısında temel görevin, kimilerince “devrimci” ya da “halk” öntakılarıyla makyajlanarak da olsa, bir Kurucu Meclis çağrısında bulunmak olduğunu iddia etmektedirler. Arjantin’de olduğu gibi Bolivya devrimi de kendini Troçkist olarak adandıran pek çok akımım programatik açıdan ne tip bir bozulmaya uğradıklarını açığa çıkarmaktadır. En derin devrimci süreçlerin içinde bile çözümü burjuva demokratik rejimin içinde aramaya kalkmaktadırlar.
Biz ise, bunun tam tersinin üstlenilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Ülkedeki krizden çıkışın yolu burjuva demokrasisi çerçevesindeki çözümlerden değil, işçi, köylü ve halk alternatifine dayalı tutarlı bir mücadeleden geçmek durumundadır. Bu, başını COB’un çektiği ikili iktidar durumunun göstermiş olduğu bir çözümdür. Bu nedenle merkezi görev, bu organın güçlendirilerek burjuva Kurucu Meclisin karşısına dikilmesi ve işçi iktidarının olanaklı kılınmasıdır.(11)
LIT’in bu doğru programının yanında, seçim sonuçlarında Morales’in devlet başkanı olması ve kitlelere yönelik pek çok taviz vermesi, seferberliklerin kontrol altında alınması adına atılmış bir adım olur.
Ancak tavizler gerçekten de kitlenin taleplerini dizginlemekte yeterli kalmaz. Söz gelimi, reklamı çok yapılan millileştirmelerinin dahi ciddi sınırlılıkları vardır:
Bolivyalı kitlelerin zaferini kutlamakla birlikte, Evo Morales hükümetinin millileştirme kararındaki yetersizliklere ve tehlikelere de işaret etmek gerekiyor. Her şeyden önce 28701 no’lu kararname, bir yıl kadar önce Carlos Mesa’nın başkanlığı sırasında liberal hükümetin kitleleri aldatmak için çıkardığı 3058 sayılı yasanın derinleştirilerek uygulanmasının pek ötesine geçmiyor. Tek yenilik, işletim ve taşımacılık şirketleri hisselerinin küçük bir bölümünü satın alıyor olması (sırasıyla %3 ve %17). Morales’in kararnamesi sadece yatakların mülkiyetini çokuluslu şirketlerin elinden alıyor, gaz ve petrolün çıkarılması, işlenmesi ve taşınması süreçlerini 180 gün içinde “yeniden pazarlık etmek” kaydıyla bu şirketlere bırakıyor. Dolayısıyla, en iyimser kestirimle Bolivya’nın gelirlerinde vergilerden kaynaklanan 750 milyon dolarlık bir artış olacak, buna karşılık şirketlerin gelirleri yıl başına 3,5 milyar dolar olmaya devam edecek. Petrol ve Gaz Yatakları bakanı Andres Soliz, bu durumu basın konferansında açıkça kabul etmiş ve millileştirmeden beklenen yararın, çokuluslu şirketlerin vergilerinde oluşacak bir artışın ötesine geçmeyeceğini söylemişti.(12)
Bu gibi kısmi tavizleri bir an önce burjuvaziye iade etme derdindeki Morales, kitlelerin hoşnutsuzluğunu gidermek için, 2 Temmuz 2006’da bir Kurucu Mecis toplamak zorunda kaldı. Ancak toplanan Kuru Meclis’e damgasını vuran yine Molares’in uzlaşmacı politikaları oldu. Oyların %55’ini alıp, parlamentoda mutlak çoğunluğa sahip olan Molaras’in partisi MAS (Movimiento al Socialismo – Sosyalizme Doğru Hareket), sağ partiler ile Kurucu Meclis’ten bir kararın çıkabilmesi için vekillerin 2/3’ünün onayının gerektiği hususunda anlaşmıştı. Bu durum Bolivya sağına hibe edilmiş bir veto hakkı anlamına gelmekteydi. Ve yalnızca bu olgu dahi toplanan Kurucu Meclis’in halkın en acil ihtiyaçlarını çözmeye muktedir olmadığını göstermekteydi.
Peki son üç yıl içerisinde ikinci kez gündeme gelen Kurucu Meclis talebine dair devrimci Marksistlerin tavrı ne olmalıydı? İşin doğrusu, 2003’te olduğu gibi, 2006’da da Devrimci Marksist çevreler bu konuda birbirinden farklı tavırlar sergilemişlerdi. Öte yandan, 2003 ile 2006 Bolivya’sı arasında derin farklar mevcuttu. Öncelikle COB ikili iktidar organı olma niteliğini yitirmişti ve işçi sınıfının Molares’e duyduğu derin bir güven vardı. Bir Kurucu Meclis’in toplanması ve halkın temel taleplerinden yola çıkarak yeni bir anayasanın hazırlaması yığınların istekleri arasındaydı. Ayrıca bu kez tartışma değişmiş ve bir Kurucu Meclis toplanmıştı. Mesele bu noktadan sonra onu destekleyip ile desteklememek arasında idi. Bu hususta 2006’da LIT’in öğretici tavrı şu olmuştu:
Burjuva devletin bu yapısına bakarak, Evo’nun [Morales-çn.] ve sağın anlaşmaları üzerinden söyleyebiliriz ki, bu meclis ülkenin ve halkın ciddi hiçbir sorununu çözemeyecektir. Ancak otonomilerin seferberliği ve kitlelerin örgütlenmesi bu sorunları çözebilir. Bu iki olay da, kitlelere Kurucu Meclis’in gerçek sınıf karakterini sabırla anlatmamızın gerekliliğini açıklamaktadır.
Ancak devrimci siyaset yalnızca burjuva kurumlarının yetersizliğini açığa çıkarmakla sınırlandırılamaz. Devrimciler aynı zamanda, Kurucu Meclis’in ülkenin temel sorunlarına odaklanarak çalışması için, Bolivya halkının demokratik haklarını savunmalıdır. Özellikle sağın kotasına karşı, seferberlikleri Kurucu Meclis’i savunmaya teşvik etmek ve meclisin yalnızca kitlelerin taleplerini yerine getirmekle yetkili olduğunu söylemek çok gerçekçi bir yaklaşımdır.
Ana fikir olarak ‘Hükümetin sorunları çözmesi imkânsızdır’ diyeceğiz; fakat bu gerçeklikle beraber, seferberlikler ve çatışmalar farkındalığı yaratacak unsur olacaktır ve bunların birlikteliği Evo’nun empoze edilen kotasını yenerek, devrimci sürecin gelişimini belirleyecektir.(13)
Özetleyecek olursak LIT, COB’un iktidar alternatifi olduğu bir süreç içerisinde, demokratik gericilik yöntemi olarak ve seferberlikleri sönümlendirmeye dönük bir Kurucu Meclis talebine cepheden karşı çıkmıştı. Ancak seferberliklerin eski düzeyinin gerisine düştüğü ve kitlelerin Morales’e duyduğu güvenin arttığı koşullarda toplanan Kurucu Meclis’i de, bu kez seferberlikler lehine, burjuva uzlaşmacı karakterini ifşa ederek, ama toplanma gerekçelerini savunarak (doğal kaynakların kamulaştırılması ve özellikle yerli halkların özlük haklarının tanınması) desteklemiştir. Ancak bu destek LIT’in Kurucu Meclis’e verdiği doğrudan bir destek anlamına gelmemektedir. LIT, Kurucu Meclis’in toplanma gerekçelerini sahipleniyordu. Buna karşılık, sağın sahip olduğu fiili veto hakkından ötürü (kota sorunu) Kurucu Meclis’in bu sorunu çözemeyeceğini ifade ediyordu. Buna karşı kitleleri, “Kurucu Meclisi savunma lehine, Meclis’teki kota sorununa karşı” seferber ediyordu.
Sonuç olarak, Bolivya deneyimi Kurucu Meclis talebinin hangi koşullarda gericileşebileceği hususunda önemli bir örnek sunmaktadır. Bunun yanı sıra Bolivya deneyimi, değişen koşullar karşısında Kurucu Meclisin Troçkist politika içerisindeki yeri konusunda, bugün için de eğitici bir örnek olmayı sürdürmektedir.
İki örnek ışığında Tunus ve Mısır
Bugün Kurucu Meclis talebinin yeniden ön plana çıktığı iki ülke Tunus ve Mısır’dır. Bu iki ülkede yaşanan devrimlere baktığımızda, Kurucu Meclis talebinin tam da Troçki ve Moreno tarafından formüle edildiği gibi kullanılabildiğini görmekteyiz. Dahası Kurucu Meclis talebi önderliğin yokluğu altında dahi, “seçimlerin derhal yapılması” ve sonuç olarak rejimin yeniden tesis edilmesi içeriğindeki karşıdevrimci talebe karşılık, devrimci bir talep olarak kitleler tarafından savunulmakta.(14)
Bu iki ülkeye baktığımızda “Kahrolsun Bin Ali!” ve “Mübarek Defol!” sloganlarıyla başlayan seferberlikler, Kurucu Meclis talebi ile sürekliliklerini koruyabiliyorlar. Dahası henüz ikili iktidar organının ancak bir embriyonu olabilen komitelerin iktidarı ellerinde toplama gücüne sahip olmadığı koşullar altında “Kurucu Meclis” talebi, gerçek anlamda rejime yönelmiş bir talep haline geliyor.
Bugün bu iki Arap devriminin salladığı Bonapartist rejimler “kendilerini değiştirmemek için her şeyi değiştiriyorlar.” Hükümetler, bakanlar, devlet başkanları… Bunların yetmediği noktalarda ise kitlelerin seferberliklerini dizginlemek için ilk elde baş vurdukları taktik derhal seçimlere gitmek ya da seçimlerin hazırlığına girişmek oluyor. Bu doğrultuda emperyalizm ve Arap burjuvazisi, muhalefetteki kimi burjuva ve küçük burjuva partilerinin de yer aldığı bir koalisyon hükümetiyle rejimin bekasını hedefliyorlar.
Buna karşılık, genel grev gibi geleneksel mücadele araçlarını yeniden kullanmayı öğrenen ve bir devrimin deneyimine sahip olan Arap işçileri ise, emperyalizm ve Arap burjuvazisinin karşısına Kurucu Meclis talebiyle çıktıklarında, bu durum emperyalizmin tüm dengelerini altüst eden bir niteliğe bürünüyor.
Bu iki devrimin kaderini tayin edecek olan şey de, Arap işçilerinin rejimi karşılarına alan talepler ve sloganlar çevresindeki seferberliklerini sürekli kılmalarıdır. Devrimci Marksistler -maalesef ki- bu iki devrime son derecede hazırlıksız yakalandı. Arap işçileri güçlü bir siyasi önderlik olmaksızın devrimi başlatmak zoruna kaldılar. Ancak önümüzdeki süreçte, küçük bir devrimci Marksist öbek dahi, eski rejimlerin tamamen parçalanması için derhal bir Kurucu Meclisin toplanması gibi, rejime doğrudan yönelen talepler etrafında güçlü bir partinin inşa edilmesini sağlayabilir ve ilerleyen süreçte tüm iktidarı işçi sınıfı örgütlerine geçmesini sağlayarak devrimi bir adım, hem de koca bir adım daha ileriye taşıyabilir.
Sonuç yerine: Türkiye’de Kurucu Meclis sloganına bir örnek
Yazımız boyunca Kurucu Meclis sloganının seferber edici bir geçiş talebi olma niteliği üzerinde durmaya çabaladık. Aynı zamanda Kurucu Meclis talebinin bir fetiş haline gelmemesi için, ancak belirli amaçlara yönelik olarak (yoksulluk sorunun çözülmesi, ulusal hakların tanınması vb.) dile getirilebileceğini ifade ettik. Bunun yanı sıra, kimi devrimci koşullarda Kurucu Meclis talebinin gericileşebileceği (Bolivya 2003), ancak kimi devrimci koşullarda ise, iktidarın fethi talebinin yanında ve hatta iktidardan sonra dahi yine de bir Kurucu Meclis talebinin dile getirilebileceğini (Rusya, Ekim 1917) örneklemeye çabaladık.
Tüm bunlara rağmen okuyucunun kafasını en sık kurcalayan meselenin verilen örnekler ile Türkiye arasında bir analoji kurmak olduğunu sanıyoruz. Hatta Kurucu Meclis talebine itiraz eden okuyucunun, referandum döneminde tekrar dile getirdiğimiz Kurucu Meclis talebini düşünerek: “Türkiye Rusya, Boliya, Mısır ya da Tunus ile aynı konumda değildir ki Kurucu Meclis talebi savunulsun” savını öne süreceğini de sanıyoruz. Bugün bir taktik olarak Türkiye’de Kurucu Meclis talebinin dile getirilip getirilemeyeceği sorusu bizim yazımızın sınırlarını aşmaktadır. Ancak buna rağmen, sunduğumuz bu tarihsel perspektife ek olarak, akımımızın Türkiye’de Kurucu Meclis talebini ifade ettiği öğretici örneklerinden biri ile yazımızı sonlandırmanın faydalı olacağını düşünüyoruz:
Burjuva düzenin bugünkü siyasal iktidarı ANAP hükümetidir. Kitleler ANAP hükümetinin ardında yatan dev burjuva sistemi ve devlet düzenini henüz yeterince kavrayabilmiş ve mücadelelerini buna yöneltmiş değildir. Ama içinde bulundukları olumsuz koşulların sorumlusu olarak ANAP hükümetini görmektedirler. Oysa biz devrimciler biliyoruz ki, ANAP hükümetinin devrilip bir başka burjuva partisinin işbaşına gelmesi antidemokratik baskı rejiminde pek bir değişikliğe, devlet düzeninde ise hiçbir değişikliğe yol açmayacaktır. Ama bunu kitlelere propaganda araçlarıyla anlatmak yetmez, çünkü kitleler kendi eylemleri içinde bilinçlenir. O halde devrimci önderliğe düşen görev, kitlelerin eylemine yön vermektir. Bu yön verilirken de onların verili bilinçlerini hesaba katmak, oradan hareket etmek ve bu bilinç düzeyini mücadele içinde yükseltmektir. Bu ancak somut taleplerle olanaklıdır. Eğer bugün işçi sınıfı ve emekçi yığınlar ANAP hükümetinin gitmesini istiyorlarsa, onların bu talplerini desteklememiz ama alternatif burjuva çözümler yerine onların mücadelelerini ilerletecek somut sloganlar üretmemiz gerekir. […] Özetle ANAP Hükümetine karşı muhalefet ile proletaryanın devrimci iktidarı arasında bir köprü kurulabilmelidir.
ANAP iktidarı yalnızca genel olarak burjuva düzenin değil, aynı zamanda özel olarak 12 Eylül rejiminin siyasal temsilcisidir. Dolayısıyla ANAP hükümetine karşı mücadelenin 12 Eylül rejiminin süregiden antidemokratik uygulamalarına karşı mücadeleyle birleştirilmesi gerekir. Öbür burjuva çözümlere mahkûm olmayıp, ANAP hükümetine karşı mücadeleyi, antidemokratik baskıcı yarı parlamenter rejime karşı mücadeleye dönüştürmenin yolu, buna uygun ve işçi sınıfının ve emekçi yığınların kendi iktidarına doğru yürüyüşlerinin önünü açıcı bir iktidar alternatifinin geliştirilmesinden geçmektedir. Proletaryanın devrimci iktidarı sloganının verili mücadele ve bilinç düzeyine uygun olmayan propagandif bir talep olduğu ortadadır. İşte Sosyalizm gazetesi bu siyasal alternatifi Kurucu Meclis sloganı ile ifadeye kavuşturmuştur.(15)
***
Dipnotlar
1.) L. Troçki, Geçiş Programı, Kardelen Yayınları, İstanbul, sayfa 35-36.
2.) N. Moreno, Geçiş Programının Güncellenmesi, Tez 27: Demokratik Sloganlar ve Görevlerin Temel Önemi. Kurucu Meclis, bak. Mesafe içinde, s. 68.
3.) Moreno, age.
4.) Lenin, Kurucu Meclis Üzerine Tezler, Aralık 1917, bak.: http://www.kurtuluscephesi.com/lenin/kurucu.html.
5.) Bak.: http://www2.cddc.vt.edu/marxists/turkce/trocki/1924/eylul/ekim/6.htm
6.) Sosyal Devrimciler: Çeşitli Narodnik (Çarlığın yıkılıp Rusya’nın dönüştürülmesi mücadelesinde, önderlik için gözünü köylülüğe diken, Marksist olmayan bir akım) eğilimlerin kaynaşmasıyla 1900’lerin başında kurulan köylü partisi.
7.) Parti içerisindeki Kurucu Meclis tartışmalarına ilişkin daha ayrıntılı bilgi için bak.: http://www.marxists.org/archive/trotsky/1925/lenin/05.htm
8.) Rus Kurucu Meclisine ilişkin kronolojik bilgi için bak.: http://tr.wikipedia.org/wiki/Kurucu_Meclis_%28Rusya%29, ayrıca Lenin’in ilgili konuşmaları için bak.: http://www.marxists.org/archive/lenin/works/1918/jan/06b.htm ve http://www.marxists.org/archive/lenin/works/1917/sep/28.htm
9.) Süreci daha ayrıntılı incelemek için, bak.: http://www.antimai.org/bn/bnbolivya.htm.
10.) Bak.: http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=2666.
11.) LIT-CI 8. Dünya Kongresi, Bolivya: Gündeme Gelen Sosyalist İşçi Devrimi, Kasım 2003.
12.) Arif Benol, ”Bolivya’da millileştirme ve sınırlılıkları”, Haziran 2006, İşçi Cephesi Yeni Dönem, Sayı: 28.
13.) Bak.http://www.litci.org/en/index.php?option=com_content&view=article&id=109:artigo109&catid=7:bolivia.
14.) Tunus’taki Sidi Boizid Halk Direniş Komitesi’nden Garbi Lazar’ın yayımladığı destek çağrısında, Kurucu Meclis talebi şu şekilde ifade ediliyor: “Biz, halkın demokratik bir kurucu meclisi için mücadele veriyoruz. Biz halk tarafından demokratik yöntemlerle seçilmiş meclisin yeni bir anayasa hazırlamasından yanayız. Talebimiz: Yasadışı Gannuşi hükümetinin yıkılması ve Bin Ali’nin parçalanması gereken faşist partisinin yok olmasıdır!”. Bak: http://www.iscicephesi.net/gundem-analiz/guncel-haber-akisi/1168-tunustan-destek-cagris.
15.) Yusuf Barman, “İşçilerin Partisi ve Kurucu Meclis”, Sınıf Bilinci 9-10, s. 117-118.