İşçilerin Uluslararası Birliği – Dördüncü Enternasyonal’in politik yayın organı Uluslararası Haberleşme’nin Ekim 2025’te yayımlanan 55. sayısı için kaleme alınan bu yazı Troçkist dergisinin Aralık 2025 tarihli 7. sayısı için çevrilmiştir.
Yüz binlerce, belki de milyonlarca insan, Siyonist İsrail devleti tarafından gerçekleştirilen soykırıma karşı dünya çapında seferber olmakta. Bu kalabalıklar -sokaklarda, futbol stadyumlarında, müzik konserlerinde veya üniversitelerde- Filistin halkını desteklemekte ve “Nehirden denize özgür Filistin! Filistin kazanacak!” diye haykırıyor.
Bu slogan son yıllarda sıkça söylenmiştir ve ileri doğru büyük bir adımdır; çünkü, bilinçli olsun ya da olmasın, Filistin halkını destekleyen küresel hareketin büyük bir kısmı, Filistin halkının kendi toprakları üzerindeki haklarını geri kazanmasını ve 1947-1948’den beri İsrail devleti tarafından gasp edilen bölgede özgür bir Filistin olmasını talep etmekte -veya bu talebe yaklaşmakta- ve işgalci devletin varlığını bilfiil sorgulamaktadır. Filistin halkının direnişini destekleyen küresel hareket içinde, “nehirden denize” ifadesinin anlamına dair çeşitli yorumlar olduğunu biliyoruz. Bazıları hâlâ “iki devlet” olasılığını savunurken, bazıları da Filistinli-Yahudi konfederasyonunu veya başka biçimleri desteklemekte.
Bizim akımımız içinse, Filistin direnişinin tarihsel “laik, demokratik ve ırkçı olmayan tek Filistin” sloganı geçerliliğini korumaktadır. Yani, bir apartheid devleti değil, Filistin topraklarında yaşayan herkesin -Arap veya Yahudi- geniş demokratik haklarla beraber yaşayabileceği tek bir Filistin devleti. “Laik”, bu devletin hiçbir “resmi” dine -İslam, Yahudilik, Hıristiyanlık- bağlı olmayacağı veya bunları desteklemeyeceği anlamına gelir. Bu ırkçı olmayan yeni ve demokratik devlette, bugün İsrail devletinde var olan ayrıcalıkların, ayrımcılıkların ve ırksal zulümlerin hepsi ortadan kaldırılacak; Arap veya Yahudi kökenli olsun tüm vatandaşlar için anadillerini konuşma ve öğretme özgürlüğü, anadilinde basın ve kitap yayımlama hakkı ve inanç özgürlüğü dahil olmak üzere eşit demokratik haklar garanti edilecektir.
Laik, demokratik ve ırkçı olmayan tek Filistin: terk edilmiş doğru bir slogan
Bu slogan, Ocak 1969’da, Yaser Arafat liderliğindeki Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) tarafından ortaya atılmıştı. FKÖ, 1964’ten itibaren Siyonist ve emperyalist sömürgeci istilaya karşı silahlı mücadeleyi olumlu bir biçimde yürütmekteydi. 1969 Filistin Ulusal Sözleşmesi, İsrail’in yıkılması ve “laik, demokratik ve ırkçı olmayan bir Filistin devleti”nin kurulması için mücadele çağrısında bulunuyordu.
Ne yazık ki, sonraları bu slogan Arafat ve FKÖ önderliği tarafından terk edilmeye başlandı. 1982’de Arafat, İsrail’e karşı silahlı mücadeleyi bırakma yönünde ve işgalci anklavla bir arada var olacak bir Filistin “devleti” için diplomatik yollara başvurmaya yönelik açıklamalar yapmaya başladı ve Siyonist devleti meşrulaştıran 242 ve 338 sayılı BM kararlarını kabul etti. Arafat ve FKÖ’nün ihaneti, 1993 yılında Norveç’te FKÖ ve İsrail arasında “karşılıklı tanıma”yı resmiyete döken tarihi Oslo Anlaşması’nın imzalanmasıyla zirveye ulaştı. Anlaşma İsrail Başbakanı İzak Rabin, FKÖ adına Yaser Arafat ve ABD Başkanı Bill Clinton tarafından imzalandı. Önemli Filistinli örgütlerin (Hamas, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi [FHKC] ve diğerleri) yanı sıra Libya, Sudan, İran ve Irak hükümetleri bu anlaşmayı reddetti.
Başkenti Ramallah olan, Batı Şeria ve Gazze’de gelecekteki bir “Filistin devleti” tuzağı, Filistin Ulusal Yönetimi adı altında kurulmuş oldu. Böylece FKÖ, Siyonizm ve emperyalizm için kabul edilemez olduğu 30 yıl sonra ortaya çıkan, İsrail’in yanında bir Filistin devleti ütopyasını kabul etti. Bu fikir, İsrail’i tanıyan sayılı Arap ülkelerinden biri olan Mısır hükümeti gibi burjuva Arap kesimleri (Ürdün ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi) tarafından da desteklendi.
Bu gerici ütopya, aslında Filistin’in bölünmesiyle zaten formüle edilmişti. 29 Kasım 1947’de yapılan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 181 sayılı kararı, Filistin’in zorla kurulmuş bir Yahudi devleti ve bir Arap devleti olarak bölünmesini tesis ediyordu. İsrail Devleti, ABD ve İngiliz emperyalizminin Siyonizm ile anlaşmasıyla ve SSCB’nin de onayıyla kuruldu. İsrail, en başından beri BM’nin “iki devlet” planını reddetti ve 1948’de yüz binlerce Filistinliyi topraklarından ve evlerinden kovdu. Filistin halkının olarak kitlesel yerinden edildiği bu olay, Arapçada “felaket” anlamına gelen Nakba olarak bilinir.
Bugün ise Trump’ın da desteğiyle aşırı sağcı Siyonist lider Benjamin Netanyahu hükümeti, “iki devletli çözüm”ü reddettiğini açıkça ilan etmekte ve soykırım yoluyla Gazze’deki ve Batı Şeria’daki milyonlarca Filistinliyi öldürerek veya yerinden ederek “Büyük İsrail” hedefine doğru ilerlemekte.
Arafat ve FKÖ’nün teslimiyetine rağmen, Filistin halkı savaşmayı bırakmadı
9 Aralık 1987’de Gazze’de aylarca süren Birinci İntifada (ayaklanma) patlak verdi, 21 Aralık’ta ise İsrail Araplarının ilk grevi gerçekleşti. 1987’deki Birinci İntifada’nın sıcak atmosferinde, burjuva yanlısı bir İslami akım olan ve Gazze’nin kontrolünü ele geçiren Hamas gibi bir Filistin muhalefet hareketi ortaya çıktı. Hamas, Oslo Anlaşmalarına karşı çıkarak İsrail devletinin sona ermesini talep etmek amacıyla ortaya çıktı. Binlerce Filistinli Hamas’ı bir alternatif olarak gördü. Ocak 2006’da yapılan seçimleri Hamas kazandı ve El Fetih/FKÖ ilk kez azınlıkta kaldı. ABD ve İsrail bu hükümeti tanımadı ve 2008’de İsrail “Dökme Kurşun Operasyonu” adı verilen bir askeri saldırı gerçekleştirdi. Her ne kadar İsrail bu saldırıda başarıya ulaşamamış olsa da Filistinlileri bölmeyi başardı. Hamas, Gazze Şeridi’nde tecrit edildi ve El Fetih/FKÖ, Mahmud Abbas liderliğinde Filistin Ulusal Yönetimi’nin başkanlığını sürdürdü.
Hamas bir dönem burjuva Arap İslamcı akımı olan Müslüman Kardeşler ile ittifak yapmış, daha sonra İran ve Katar’ın burjuva hükümetleriyle ittifak kurmuştu. Hatalı bir biçimde, demokratik ve laik bir Filistin’e karşıydı ve bunun yerine İslami bir dini devletin kurulmasını tercih ediyordu. Şubat 2017’de Hamas liderliği, kuruluş tüzüklerinde bir değişikliğe giderek tarihi sloganlarına yaklaşmaya daha açık bir tutum benimsedi. Tüzüğünde artık Siyonist devletin yerini alacak bir İslami devlet kurulması gerektiği açıkça ifade edilmemişti. Ancak İsrail’i resmi olarak tanımadan silahlı mücadeleyi sürdürürken, bir geri adım olarak 1967 sınırlarına (iki devlet) dayalı bir Filistin devletini kabul etme isteğini ifade etti. İsrail’e karşı silahlı mücadele noktası, Hamas’ın ve FHKC de dahil olmak üzere diğer müttefik Filistin örgütlerinin ilerici yönü olmaya devam ediyor. Dolayısıyla, Hamas ile politik farklılıklarımız olmasına rağmen, onu Filistin halkının direnişinin mevcut önderliği olarak kabul ediyoruz.
Emperyalizmin hizmetindeki Nazi-Siyonist devlete karşı sömürgecilik karşıtı bir savaş
Laik, demokratik ve ırkçı olmayan bir Filistin sloganını seferberlik çağrısının merkezine yerleştirmenin önemi, mücadelenin karakterinde yatmakta. Bu; sömürgecilik karşıtı ve demokratik bir mücadeledir çünkü bir nüfusun tamamı (küçük ve büyük toprak sahipleri, burjuvazi, esnaf, kent ve kır işçileri, dindarlar, sekülerler vb.) askeri bir işgal tarafından sürülmüş ve ezilmiştir. Diasporada, topraklarına dönme hakkını talep eden milyonlarca Filistinli var.
1947 yılında İsrail’in emperyalizmin sömürge anklavı olarak kurulmasından bu yana, bu askeri işgale karşı savaş sürüyor. Bu, Ortadoğu’da, Filistin halkının öncüsü olduğu, Arap halklarının İsrail’e karşı savaşı. Burjuva basını 7 Ekim 2023’ten beri “savaş”tan bahsetse de gerçekte savaş 70 yıldan fazladır sürmekte ve farklı biçimlerde sürekli kendini göstermektedir: Arap devletleri ve İsrail arasındaki doğrudan savaşlar (1947-1948, 1967’deki Altı Gün Savaşı, 1973’teki Yom Kippur Savaşı), Lübnan’a defalarca açılan savaşlar ve İran, Suriye, Yemen ve başka ülkelere sürekli saldırılardan İsrail ordusunun yeni toprakların (Batı Şeria) ve şimdi de Gazze’nin sömürgeleştirilmesini ilerletmek için Filistin halkına uyguladığı sürekli katliamlara kadar savaşın her türlü biçimi, İsrail kurulduğundan beri hiç durmadan sürmekte.
77 yıldır, Nazi-Siyonist devlet tarafından yürütülen emperyalist bir sömürgeleştirmeyle karşı karşıyayız. İsrail bir ülke değil, kolonyal bir anklavdır. Yerleşik Filistin nüfusunun sürülmesine, ırksal ayrımcılığa, topraklarının gasp edilmesine ve tüm demokratik hakların ortadan kaldırılmasına dayanan, emperyalizm ve Siyonizm tarafından yapay olarak yaratılan bir apartheid devletidir. Emperyalizmin Afrika’da kurduğu ve 1990’larda kitlelerin ortadan kaldırdığı ırkçı “beyaz” devletlere (apartheid Güney Afrika) benzemektedir. 1948’den bu yana milyonlarca Filistinli topraklarından kovulmuş; emperyalizm ve Siyonizm, sömürgeleştirme sürecinde dünyanın her yerinden milyonlarca yerleşimci getirmiştir. İsrail, ABD tarafından da “dişine kadar” silahlandırılmıştır.
1985 yılına kadar, Troçkist sol akımımız İsrail’i sömürgeci, ırkçı ve faşist bir devlet olarak tanımlıyordu. O yıl, liderimiz Nahuel Moreno bir özeleştiri yaparak ve şu gerekçeyle tanımı “Nazi devleti” olarak değiştirmeyi önerdi: “Bütün bir ırka karşı iç savaş yöntemleri uygulanmakta. Bir ırkın iç savaş yöntemleriyle zulüm gördüğü yerlerde Nazi yöntemleri vardır” (Bkz. Filistin: Bir Sömürgeleştirmenin Tarihi,s. 105-106, nahuelmoreno.org). Kırk yıl sonra, bu tanım dünya çapında çeşitli siyasi liderler, tarihçiler tarafından benimsenmiş ve Filistin halkını destekleyen gösterilerde slogan olarak dile getirilmeye başlanmıştır. Bazı Yahudi figürler de bunu dile getirmeye başlamıştır.
Biz devrimci sosyalistler, 1948’den beri bu savaşta Filistin direnişini koşulsuz olarak destekledik. Sömürgecilik karşıtı bir savaşta, ezenlere karşı her zaman ezilen halkın tarafındayız. Bu, yerlerinden edilmiş milyonlarca insanın topraklarına dönme demokratik hakkı için bir mücadeledir. Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkını destekliyoruz, bu da el koyulan topraklarını geri almak ve ülkelerine sahip olmak adına Siyonist, ırkçı, Nazi İsrail devletini yok etmek için demokratik mücadelelerini desteklemek anlamına geliyor. Nazizm ile müzakere etmek mümkün değildir. Nazizmi, Filistin halkının ve dünya halklarının seferberliğiyle yok etmekten başka bir yol yoktur.
Bu nedenle, bu seferberlikte ve sömürgecilik karşıtı savaşta, İşçilerin Uluslararası Birliği- Dördüncü Enternasyonal (İUB-DE), “tüm tarihi Filistin topraklarında laik, demokratik ve ırkçı olmayan bir Filistin” şeklindeki demokratik sloganı yükseltmektedir.
Devrimci seferberliği yönlendirmek ve Siyonist apartheid’ı sona erdirmek için demokratik bir slogan
Filistin: Bir Sömürgeleştirmenin Tarihi kitabında belirtildiği gibi, Dördüncü Enternasyonal, İsrail anklavının yaratılmasına karşı çıkan tek sol eğilimdi. Stalinizm ve sosyal demokrasi Siyonizmi ve İsrail’in yapay yaratılışını hararetli bir şekilde desteklerken, Troçkistler şunları öne sürmüştür: “Filistin’in bölünmesine hayır! Yahudi toplumuna tam ulusal azınlık hakları tanına, birleşik ve bağımsız bir Arap Filistin! Filistin’e emperyalist müdahaleye hayır! Bütün yabancı birlikler, BM’nin ‘arabulucuları’ ve ‘gözlemcileri’ ülkeden dışarı! Arap kitlelerinin kendi kaderlerini tayin hakkı için! Genel ve gizli oy ile seçilecek bir kurucu meclis için! Toprak devrimi için!” (Quatrième Internationale, Haziran 1948, s. 30)
Kuşkusuz, kurucu meclis sloganı kısa sürede geçerliliğini yitirdi; çünkü Filistin halkının büyük bir kısmının kitlesel olarak sürülmesi ve Avrupa, ABD ve Latin Amerika’dan getirilen milyonlarca yerleşimcinin gelmesiyle Siyonist nüfus çoğunluğuna sahip bir anklav kuruldu. “Laik, ırkçı olmayan ve demokratik Filistin” biçimindeki demokratik slogan, kurucu meclisin o dönemde sahip olduğu işleve benzer bir rol oynamaktadır. Bazı akımlar bu sloganı yanlış bir biçimde kullanmaya uzun süre devam etmiştir. Bizim akımımız ise 1973’ten beri bu “laik, ırkçı olmayan ve demokratik Filistin” sloganını kendi sloganı olarak benimsemiş, ancak FKÖ liderliğine politik destek vermemiştir
Günümüzde, solda ve Troçkizm içinde bu sloganı “aşamacı” olduğu için reddeden bazı akımlar vardır. Onlar, bu sloganı sosyalizm mücadelesiyle karşılaştırarak “Nehirden denize özgür Filistin, işçi ve sosyalist bir Filistin” sloganını merkezi olarak benimsiyorlar. Biz bu görüşü hatalı buluyoruz. Troçki, Geçiş Programı’nda yaptığı formülasyonda demokratik sloganların -özellikle ulusal bağımsızlık görevlerinin, yani Filistin’de olduğu gibi halkların kendi kaderini tayin hakkının- önemini zaten vurgulamıştır; bu durum Filistin için de geçerlidir.
Troçki şöyle demiştir: “Sömürge ve yarısömürge ülkelerin temel görevi, feodal mirasların tasfiyesi anlamına gelen toprak devrimi ve emperyalist boyunduruğun devrilmesi anlamına gelen ulusal bağımsızlıktır. (…) Demokratik programı basitçe reddetmek imkânsızdır, kitlelerin mücadele içinde onu aşması gerekir.” (Geri Ülkeler ve Geçiş Talepleri Programı, Geçiş Programı)
Bu nedenle, 1934 yılında Güney Afrika örneğinde Troçki, “siyah bir cumhuriyet” için mücadeleyi merkezi slogan olarak benimsemiştir. O zamanlar Güney Afrika bir İngiliz kolonisiydi. Troçki şöyle yazmıştır: “Güney Afrika Cumhuriyeti her şeyden önce ‘siyah’ bir cumhuriyet olarak ortaya çıkacak (…) Sorunun bu yönüne gözlerimizi kapamak veya önemini küçümsemek için en ufak bir sebebimiz yok (…) Biz proleter devrimciler, ezilen ulusların kendi kaderini tayin hakkını asla unutmamalıyız.” (Güney Afrika Tezleri Üzerine, Yazılar). Troçki, “Siyah Cumhuriyet” sloganını, bu cumhuriyetin sosyalist olması şartını koşmadan, seferber edici bir slogan olarak önermiştir.
Troçki, öngörüsünde parlak biçimde haklı çıkmıştır: Daha sonra bir apartheid rejimine dönüşen Güney Afrika’daki siyah halkın mücadele dinamiğinin nasıl ortaya çıkacağını öngörmüştür. Bu dinamik 1990’da, ülke içindeki büyük işçi ve halk mücadelelerinin küresel dayanışma ve apartheid boykotu hareketiyle birleşmesiyle gün yüzüne çıkmıştır. Bu, bugün İsrail’e yönelik gelişen tepkiyle benzerlikler taşımakla birlikte elbette her sürecin kendine özgü koşulları vardır ve hiçbiri birebir tekrarlanamaz. Güney Afrika’da Nelson Mandela’nın önderliği, devrimci bir önderliğin yokluğundan da yararlanarak, Güney Afrika devrimci sürecinin kapitalizmle bağını koparmasını ve sosyalizme doğru ilerlemesini önlemiştir.
Troçki “aşamacı” değildi. Demokratik görevleri devrimci programdan ve sosyalizm mücadelesinden ayrı olarak almak yanlıştır. Tam tersine, Geçiş Programı yöntemi “günlük mücadele sürecinde kitlelerin mevcut talepleri ile sosyalist devrim programı arasında köprü kurmalarına yardımcı olmayı” amaçlamaktadır. Bu “mevcut talepler” asgari düzeyde ve demokratik niteliktedir.
Üstatlarımızın bize bıraktığı yöntem, her mücadele için politikamızın ve sloganlarımızın, somut ve “geçişsel” programımızın inşasında, asgari, demokratik ve geçiş taleplerinin birleştirilmesini ve bunun sosyalist devrimlerin nihai zaferi perspektifiyle yapılmasını öngörür.
“Laik, demokratik ve ırkçı olmayan Filistin” sloganı, Troçki’nin Güney Afrika için savunduğu “Siyah Cumhuriyet” sloganına benzer. Her iki slogan da kurucu meclis veya ulusların kendi kaderini tayin hakkı gibi demokratik, çok sınıflı ve halkçı niteliktedir. Doğru kullanımları bağlama bağlıdır; önemli olan, seferberliğe yardımcı olmalarıdır.
Tam da bu nedenle, “laik, demokratik ve ırkçı olmayan Filistin” sloganı soykırıma karşı birleştiren, Filistin topraklarını savunan, Nazi-Siyonist anklavın sona ermesi için küresel boykota çağıran, sosyalist bir Filistin’e doğru, Filistin direnişiyle köprü kurabilecek başlıca birleştirici ve seferber edici slogandır.
Siyonist İsrail devletinin devrimci yıkımı ve tarihi topraklarda tek bir Filistin devletinin kurulması, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da sosyalist devletler federasyonunun bir parçası olarak işçi ve sosyalist bir Filistin için mücadeleye giden yolu açacaktır.
Filistin halkının nihai zaferi, devrimci sürecin mevcut ve gelişmekte olan çeşitli mücadelelerinin birliğinden ortaya çıkacaktır. Filistin silahlı mücadelesi; İsrail’de yaşayan “48 Filistinlileri”nin grevleri veya isyanlarıyla, Arap halklarının işçi ve halk kesimleriyle birlikte yeni intifadaların (Filistin halk ayaklanmalarının) ortaya çıkmasıyla birleşecektir. Bir diğer önemli faktör ise, Vietnam örneğinde de belirleyici bir rol oynayan, uluslararası dayanışma hareketinin sürdürülmesidir.
Kahraman Filistin halkının zaferi için verilen mücadele, aynı zamanda yeni bir devrimci sosyalist önderliğin inşası için de zor ve çetin bir görevdir; yani laik, İslami, burjuva yanlısı vb. tüm farklı Filistinli akımlara karşı bir program ortaya koyan devrimci bir Filistin partisinin inşası görevidir. Bu nedenle, İUB-DE olarak bizler “laik, demokratik ve ırkçı olmayan Filistin” sloganını, hain FKÖ/Filistin Ulusal Yönetimi tarafından terk edilmiş olmasına rağmen, savunmaya devam ediyoruz. Bu slogan aracılığıyla, bu sloganla şekillenmiş, tarihsel hafızalarının bir parçası haline gelmiş ve Filistin davası uğruna binlerce şehit vermiş binlerce Filistinli savaşçıyla diyalog kuruyor, onlarla bir “köprü” inşa ediyoruz. Programımızın ve tarihsel stratejimizin bir parçası olarak bizler, sosyalist bir Ortadoğu’da sosyalist bir Filistin ve sosyalist bir dünya için mücadele ediyoruz.
Nehirden denize özgür bir Filistin için dünya çapındaki hareketin bir parçasıyız
Filistin mücadelesinde olumlu olan, Filistin davasını destekleyen ve Siyonist soykırımı reddeden birleşik ve kitlesel bir hareketin dünya çapında büyüyor olmasıdır. Bu hareket, geçen yüzyılın 1960’lı ve 1970’li yıllarındaki Vietnam Savaşı’na karşı antiemperyalist seferberlikle benzer boyutlara halihazırda ulaşmıştır.
Avrupa’da, ABD’de ve dünyanın dört bir yanında kitlesel seferberliklerin artması son derece ilerici bir gelişmedir. Konserlerde ya da etkinliklerde sanatçıların desteği artmakta; İsrail’in sportif veya sanatsal etkinliklerden dışlanması yönündeki talepler yaygınlaşmaktadır. İsveçli çevre aktivisti Greta Thunberg, siyasetçiler, burjuva liderler ve demokratik figürler, BM üyeleri, STK’lar, Sınır Tanımayan Doktorlar, Filistin Ulusal Yönetimi konsoloslukları ve elçilikleri ile solun tüm kesimlerinden çeşitli aktörler bu harekete katılmakta. Troçkist sol olarak İUB-DE; Filistin için bu geniş, demokratik ve çok sınıflı hareketin bir parçasıdır. Bizler, bu harekete kendi politik bağımsızlığımızla müdahale eden devrimci sosyalist kanadız.
Bu birleşik hareketin büyümesi ve genişlemesi için çalışıyoruz; çünkü bu hareket, Siyonist soykırımın yenilgisini amaçlayan açık bir karakter taşımakta ve fiilen Nazizm karşıtı bir nitelik taşımaktadır. Bu hareket, hükümetler üzerinde büyük baskı oluşturmakta; ilişkilerin kesilmesini, Siyonizme silah gönderiminin veya finansmanının durdurulmasını, ekonomik, sportif ve kültürel boykot uygulanmasını talep etmektedir.
Genel olarak, bu seferberlik “Nehirden denize özgür Filistin” sloganı etrafında birleşmekte ancak içinde “nehirden denize özgür” ifadesinin anlamı konusunda farklı pozisyonlar bulunmakta. Bazı kesimler hâlâ “iki devletli” çözümü savunurken, bazıları bir Filistin-Yahudi konfederasyonu, barış ya da başka varyantları öne sürmekte.
İUB-DE; Siyonist devleti ortadan kaldırma, soykırımı sona erdirme ve tek, laik, demokratik ve ırkçı olmayan bir Filistin kurma temel hedefiyle Filistin direnişini -silahlı mücadelesi de dahil olmak üzere- koşulsuz biçimde destekleyerek bu harekete dahil olmaktadır.
*******
Filistin’de “iki devlet”in var olması neden imkânsız?
İsrail’in yaşamakta olduğu izolasyonun bir parçası olarak Fransa, Kanada ve Avustralya’nın öncülüğünde 15 ülke, Birleşmiş Milletler’de Filistin devletini tanıyacaklarını açıkladı. Diğer imzacı ülkeler Andorra, Finlandiya, İzlanda, İrlanda, Lüksemburg, Malta, Yeni Zelanda, Norveç, Portekiz, San Marino, Slovenya ve İspanya. Birleşik Krallık da bu girişime katılma ihtimalini açık bıraktı.
Birleşmiş Milletler’in 193 tam üye devletinden 147’si, şu anda BM’de üye olmayan gözlemci statüsündeki “Filistin Devleti”ni halihazırda tanımış durumda. Bu statü, çoğu BM sürecine katılabilmeyi mümkün kılmakla birlikte, Genel Kurulda oy hakkına ve BM’nin çeşitli organlarına katılmaya izin vermemekte. Bu durum, tanımanın büyük ölçüde sembolik olduğunu ve gerçek bir Filistin devletinin mevcut olmadığını göstermektedir.
Bu tutumlar, Siyonist İsrail devletini tanıyan -hatta çoğu askeri destek de sağlayan- kapitalist hükümetlerden gelmiş olsa da tanıma kararlarının açıklanması, Filistin halkını destekleyen küresel seferberliğin siyasal bir zaferidir.
İsrail’in 1948’deki zoraki ve yapay kuruluşundan bu yana, bizzat emperyalizm, Siyonizm ile anlaşarak sömürgeciliği meşrulaştırmak amacıyla -aslında bir yalan olduğunu tamamen bilerek- “iki devlet” şeklindeki ütopyayı öne sürmüştü.
Dünyanın her yerinde, Yahudi olsun ya da olmasın milyonlarca insan, bunun “barış içinde bir arada yaşamanın” çözümü olabileceğine samimiyetle inanmakta. Peki neden 77 yıl geçmesine rağmen bu hedefe ulaşılamadı?
Basitçe açıklamak gerekirse İsrail ve Siyonizm herhangi bir Filistin devletinin var olmasını istememektedir. İsrail; ABD ve diğer emperyalist güçler tarafından desteklenen ve sübvanse edilen, işgalci ve baskıcı bir devlettir ve çıkarlarını savunmak için (nükleer silahlar da dahil olmak üzere) büyük bir askeri güce sahiptir. Kendi kadim toprakları ve en temel demokratik hakları ellerinden alınmış ezilen bir halkla barış içinde bir arada yaşaması mümkün değildir. Siyonizm, sadece ele geçirilmiş toprakların bir kısmında dahi olsa, kendi ordusu, hava kuvvetleri ve helikopterleriyle gerçekten bağımsız ve egemen bir Filistin devletinin varlığını kabul edemeyeceği için iki devletin var olması mümkün değildir. Kendi kıyılarını ve denizini özgürce kullanabilen bir Filistin devleti fikrini de kabul edemez. Bunun sebebi, Siyonizmin binlerce yıldır o toprakların “asıl sahipleri” oldukları ve “geri dönüş hakkına” sahip bulundukları anlayışını esas almasıdır. Bu; Filistin’in “topraksız bir halk için, halksız bir toprak” olduğu gibi İncil’e dayalı argümanlarla ya da kadim bir “Yahudi halkı” diye bir şey olduğu yönündeki ırkçı bir kurguyla desteklenmektedir. Bu iddiaların asılsız olduğu, İlan Pappé (bkz. İsrail-Filistin Çatışmasının Kısa Tarihi) ve Shlomo Sand (bkz. Yahudi Halkının İcadı) gibi önde gelen Yahudi tarihçiler tarafından ortaya konmuştur.
“İki devletli çözüm” gerici bir ütopyadır çünkü Siyonizm 1948’den bu yana -yalnızca bugün Netanyahu döneminde değil- İlan Pappé’nin ifadesiyle bir “yerleşimci-sömürgeci hareket”tir ve durmaksızın yeni topraklar ele geçirip Filistinlileri sürmek üzere onlarca yıldır silahlanmış durumdadır. Batı Şeria’da yerleşimciler, İsrail ordusunun desteğiyle silahlar ve buldozerlerle girerek Filistinli aileleri yerinden etmekte. İsrail’de yaşayan Araplar ikinci sınıf vatandaş konumunda. İsrail’in emperyalist bir anklav olarak tasarlanan projesi iflas etmiştir. Bu krizi her gün canlı ve doğrudan biçimde izlemekteyiz.
*********
İsrailli Yahudilerin yüzde 82’si Gazze’de yaşayanların yerinden edilmesini destekliyor
İsrailli Yahudiler arasında yapılan bir anket, Filistinlilerin hem Gazze’den hem de İsrail sınırları içinden zorla çıkarılması fikrine yönelik artan kabulü (yüze 82) ortaya koyuyor. Anket, 28 Mayıs 2025 tarihinde İsrail gazetesi Haaretz tarafından yayımlandı. Ayrıca, katılımcıların yüzde 56’sı İsrail’de yaşayan Arap vatandaşların zorla sürülmesini de destekledi.
Anket, İsrail ordusu tarafından ele geçirilen düşman şehirlerinde sivillerin toplu şekilde öldürülmesini destekleyen kayda değer bir azınlığın da bulunduğunu gösterdi. Haaretz’de yayımlanan anket, Quds News Network’ün (QNN) aktardığına göre, ABD’deki Pennsylvania Eyalet Üniversitesi tarafından İsrail genelindeki katılımcılarla gerçekleştirildi.
İsrail’in 2025 yılı nüfusunun yaklaşık 10,1 milyon olduğu tahmin ediliyor. Bu, ülkenin 1948’de sahip olduğu 800 bin kişilik nüfusa kıyasla önemli bir artışa işaret etmekte olup nüfusun 7,7 milyonu Yahudi (yüzde 77,6) ve 2,1 milyonu Arap (yüzde 20,9).
Ne yazık ki bu veriler, İsrailli Yahudi nüfusun çoğunluğunun Siyonist ve ırkçı karakterini yansıtıyor.