Arjantin ve Türkiye: “Sol birlik” nasıl mümkün?

Türkiye ve Arjantin içinden geçtiğimiz küresel ekonomik buhrandan en fazla etkilenen ülkelerin başında geliyorlar. Görünüşte her iki ülkenin ekonomisi de 2021’de %10’un üzerinde büyüme kaydetti. Ne var ki, bu oranlar pandemi döneminde yaşanan ağır kayıpları telafi etmekten çok uzak olduğu gibi, iki ülkedeki yüksek enflasyon ve devalüasyon, emekçi kesimleri eşi benzeri görülmedik bir hayat pahalılığı ve sefaletle karşı karşıya bıraktı.  

Hükümetlerin kitlelere dönük uyguladığı ağır ekonomik saldırı paketleri her iki ülkede de mücadelelerin yükselişini tetikledi. Türkiye’de Ocak ve Şubat aylarında ücret zamları, sendikalaşma ve işten atmaların engellenmesi için son yıllarda benzeri görülmedik bir grev dalgası patlak verdi. Arjantin’de ise kitlelerin öfkesi merkez sol Peronist hükümetin IMF ile yenilediği kemer sıkma anlaşmasına yönelmiş durumda. Neoliberal merkez sağ Macri hükümetine karşı çeşitli ekonomik vaatlerle iktidara gelen Peronist Alberto Fernández hükümeti, Macri’nin önderliğindeki merkez sağın da Kongre’deki desteğiyle IMF’yle 44 milyar dolarlık yeni bir borç ödemesi ve kemer sıkma paketine onay verdi. Bu anlaşmaya karşı ülke çapında, İşçilerin ve Solun Cephesi-Birlik (kısaca Sol Cephe veya İspanyolca baş harflerinin kısaltılmasıyla FIT-U) ile mücadeleci sendikaların önderliğinde yüz binlerce kişi çeşitli defalar sokakları doldurarak protestolar gerçekleştirdi

Gerek Türkiye’de gerekse de Arjantin’de uygulanan emek düşmanı politikalar kitlelerin hükümetlere dönük hoşnutsuzluklarını giderek derinleştiriyor ve politik alternatif arayışını hızlandırıyor. Şimdilik her iki ülkede de mevcut hükümetlerin en büyük alternatifleri düzen muhalefeti olarak adlandırabileceğimiz burjuva partiler. Arjantin’de Peronist iktidara dönük tepki, 2015-2019 döneminde iktidarda olan merkez sağın oy desteğinin yeniden artmasına neden oluyor. Türkiye’de ise, Millet İttifakı partileri anketlerde Cumhur İttifakı’nın önünde görünüyor. Bununla birlikte, hükümet partilerine dönük yaygınlaşan öfke karşısında düzen muhalefeti partilerinin kitlelere hiçbir şey vaat etmeyen sinik politikaları devrimci solun kopuşçu bir alternatif geliştirebilmesi için hiç olmadığı kadar elverişli bir zemin sunuyor. 

Bu noktada, Arjantin ve Türkiye örnekleri birbirlerinden net bir biçimde ayrışmaya başlıyor. Arjantin’de programında kapitalizmden kopuşu ve bir işçi-emekçi hükümetinin kurulması çizgisini kararlı bir şekilde yükselten dört devrimci partinin meydana getirdiği Sol Cephe, geçtiğimiz Kasım ayındaki seçimlerde kendisini ülkenin üçüncü büyük politik gücü olarak konsolide ederken, Türkiye’de sosyalist solun geniş bir kesimi henüz Millet İttifakı’nı eleştirel bir şekilde desteklemekle ikameci, sekter gündelik faaliyeti sürdürmek arasındaki bir hatta salınmaya devam ediyor. Gerek yaklaşan seçimler, gerekse de yükselen mücadeleler bağlamında Türkiye’de sol hareket içerisinde ittifak/birlik tartışmalarının önemli bir canlılık kazandığı dönemde, Arjantin’deki Sol Cephe’nin başarılı örneği Türkiye sosyalist solu için de önemli deneyimler barındırıyor. 

Bu çerçevede, ilk olarak, Arjantin’de Kasım 2021’de gerçekleşen seçim sonuçlarını ve Sol Cephe’nin bilançosunu kısaca ele aldıktan sonra, FIT-U’nun on yılı aşan deneyiminin programatik ve örgütsel boyutlarına değineceğiz. Ardından, bu deneyim ışığında Türkiye’de emek eksenli, kopuşçu bir ittifakın olanakları üzerine tartışacağız.

Arjantin’de Kasım 2021 seçimleri: Peronizm’in krizi, FIT-U’nun yükselişi

Arjantin’de 14 Kasım’da gerçekleşen yasama seçimlerinde Kongre’nin alt kanadının yarısı ve Senato’nun üçte biri yenilendi. Seçimlere damgasını vuran ilk olgu, Peronizm’in çeşitli kanatlarının ortak listesinin aldığı büyük hezimet oldu. %33 oy oranıyla Peronizm, diktatörlükten çıkışın ardından, 1983’ten bu yana tarihinin en düşük seviyesine indi. Oysa 2019 başkanlık seçimlerine ortak listeyle giren Peronist ittifak, 4 yıllık sağcı Macri iktidarını yenilgiye uğratmıştı. IMF politikalarını tavizsiz bir şekilde uygulayan ve emekçi halka dönük ağır bir kemer sıkma saldırısı gerçekleştiren Macri iktidarının ardından, Alberto Fernández yönetiminin seçimlerde vaat ettiği kimi uygulamaları hayata geçirmesi ve emekçilerin yaşadığı derin yoksulluğu bir nebze olsun hafifletmesi bekleniyordu. Ne var ki, IMF politikalarının ve dış borç ödemelerinin Fernández hükümeti döneminde de aynı şekilde sürdürülmesi, başta emeklilere dönük olmak üzere yeni ekonomik saldırı paketlerinin hayata geçirilmesi, kitlelerde büyük bir hayal kırıklığı yarattı ve Peronizm’den kopuş süreci hızlandı.  

Seçimlerin galibi %42 oy alan merkez sağ ittifak Juntos Por el Cambio (Değişim için Birlikte) oldu. Sağ blok, Peronizm’den kopan oyların bir kısmını kendisine çekmeyi başardı. Bununla birlikte, bu yükseliş sağın hedeflediği gibi Kongre’de çoğunluğu sağlamaya yetmedi. Dahası, sağın 4 yıllık acı iktidar deneyimi henüz tazeyken, merkez sağın konsolide ettiği bir toplumsal tabandan ziyade, mevcut Peronist iktidarın cezalandırılmasına dönük bir tepki oyundan bahsetmek, daha gerçekçi olacaktır. Öte yandan, ekonomik ve sosyal krizin derinliğinin ve düzen partilerinin yarattığı hayal kırıklığının bir yansıması olarak, ilk kez faşizan, aşırı sağ kesim seçimlerde önemli bir başarı elde etti. Adaylıkları Buenos Aires şehir merkezi ve bölgesiyle sınırlı kalmakla ve henüz ülke çapında bir fenomene dönüşmemekle birlikte, Bolsonaro ve Trump tipi ultra liberal önerilerle gerici, emek düşmanı görüşleri birleştiren ve seçimlerden 3 milletvekili çıkartan bu kesim, tüm dünyada olduğu gibi, emek hareketi ve sol açısından önemli bir tehdit anlamına geliyor. 

Seçimlerin belki de en önemli sonucuysa, Sol Cephe’nin elde ettiği büyük zaferdi. Kazanılan 1 milyon 250 binden fazla oyla (yaklaşık %6) Sol Cephe, merkez sağ ve merkez sol düzen partilerinin ardından, kendisini ülkenin üçüncü büyük politik gücü olarak konsolide etti. Ulusal Kongre’de ilk kez 4 milletvekiline sahip oldu. Buenos Aires bölgesi gibi tarihsel olarak Peronizm’in kalesi olan işçi sınıfı bölgelerinde oyları dramatik biçimde yükseldi ve bölgesel parlamentoda milletvekilleri ve aynı zamanda belediye meclisi üyeleri kazandı. Çarpıcı örneklerden biri, ülkenin kuzeyindeki yoksul bölgelerden Jujuy’da Sol Cephe’nin 100 bin civarında oyla yani bölgedeki oyların %25’ini alarak bir milletvekili çıkarması oldu. Benzer şekilde, 20 yıl aradan sonra devrimci solun Buenos Aires merkezinde %7,8’lik oyla bir milletvekili çıkarması da belirtilmesi gereken önemli kazanımlardan birisi. 

Sol Cephe’nin bu tarihi zaferi, Peronizm’den kopan emekçilerin önemli bir kesiminin yüzünü devrimci bir sol seçeneğe dönmeye başladığını gösteriyor. Aynı zamanda, yükselişte olan kadın ve gençlik hareketinin, onurlu bir yaşam için mücadeleye girişen emeklilerin ve mücadeleci sendikal hareketin devrimci sol bir politik alternatifle kendisini ifade ettiğini ortaya koyuyor. Sol Cephe’nin yükselişinin yalnızca Arjantin’de taşları yerinden oynatmakla kalmayıp dünya çapında sol öncü nezdinde büyük bir heyecan yaratması boşuna değil. Syriza, Podemos veya Mélenchon’un France Insoumise (Boyun Eğmeyen Fransa) örneklerinden farklı olarak Sol Cephe kendisini sol reformist bir seçim aygıtı olarak değil, mücadelelerin içerisinden yükselen bir devrimci seçenek olarak inşa ediyor. Şimdi, 10 yılı aşkın bir süredir varlığını sürdüren ve gücünü giderek pekiştiren Sol Cephe deneyimine daha yakından bakalım.

Devrimci sol bir birlik deneyimi olarak Sol Cephe

Sol Cephe (FIT-U) bundan yaklaşık 11 sene önce üç Troçkist partinin önderliğinde (Sosyalist Emekçilerin Partisi –PTS-, İşçi Partisi –PO- ve Sosyalist Sol –IS-) solun çeşitli akımlarını ve işçi, kadın, öğrenci, çevre ve LGBTİ+ hareketinin önderlerini buluşturan bir seçim ittifakı olarak kuruldu. 2011 başkanlık seçimleri öncesinde, sol Peronist Kirchner yönetimi, devrimci solun mecliste temsilini engelleme adına, seçimleri iki turlu hale getirmiş ve ikinci tura kalabilmek için %1,5’luk bir baraj getirmişti. Ne var ki, Kirchner’in umduğunun aksine, güçlerini birleştiren devrimci sol partiler 2011’den itibaren seçim barajını fazlasıyla aştıkları gibi, zaman içinde kitlelerin yüzünü dönmeye başladıkları birleşik ve devrimci bir kutbun de temellerini atacaklardı.

FIT-U’nun en önemli ayırt edici yönü, hiç şüphesiz, kapitalist sistemin yıkılmasını ve bir işçi-emekçi hükümeti kurulmasını savunan devrimci programı. Kuruluşundan itibaren FIT-U bu ilkeler temelinde kitlelere önerdiği bir acil eylem programı üzerinden mücadele yürütüyor. Örneğin 2011’de FIT-U’nun ortaklaştığı seçim programına bakalım

“1) İşçi ailesinin geçimi için yeterli düzeyde bir asgari ücret! 2) Ücretlerde eşel mobil (oynak merdiven)! 3) İşsizliğe karşı çalışma sürelerinin kısaltılması yoluyla işlerin paylaştırılması doğrultusunda mücadele! 4) Güvencesiz ve esnek çalışmaya son verilmesi! 5) Dış borcun ödenmemesi! 6) Banka ve finans kuruluşlarının, petrol sektörünün, madenlerin, telekomünikasyon, doğal kaynaklar ve tarım ürünleri dış ticaretinin tazminatsız kamulaştırılması! 7) Demiryollarının işçi denetiminde kamulaştırılması! 8) Başta yakınlarda katledilen Mariano Ferreyra olmak üzere tüm siyasi katliamların sorumlularının yargılanması ve cezalandırılması! 9) Latin Amerika’nın sosyalizm temelinde birliği! 10) Arap devrimlerinin savunusu, NATO Libya’dan dışarı, Filistin’e özgürlük!”

Sol Cephe’yi oluşturan platform, ne eksik ne fazla, bu kısacık 10 maddeden oluşuyordu. Türkiye’deki sol ittifak deneyimlerini hatırladığımızda, ortaklaşılmayan teorik ve politik saptamalarla dolu uzun broşürleri veya içi doldurulmamış, farklı yönlere çekilebilecek ilkelerin vurgulanmasından ibaret girişimleri göz önünde bulundurursak, bu kısacık 10 maddeye dayalı birliktelik, belki birçoklarına anlaşılmaz gelecektir. Ne var ki, kitleleri kapitalist sisteme karşı seferber etmeye ve bu seferberlikler içerisinde kitlelerin sistemden kopuşa yönelmesini sağlamayı hedefleyen bu somut acil eylem programı; farklı politik eğilimleri bir araya getirebilmek ve birliğin somut hedeflerini ortaya koyabilmek açısından, üzerinde uzlaşılmamış teorik/politik saptamalardan veya soyut ilkelerin ilanından çok daha değerli bir nitelik taşıyor. Bununla ne demek istediğimizi iki somut örnek üzerinden anlatmaya çalışalım.

2011 Türkiye genel seçimlerinde Kürt siyasi hareketini ve Türkiye sosyalist hareketinin geniş kesimlerini bir araya getiren Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nun bağımsız adaylarla elde ettiği önemli seçim başarısının ardından, bu birlikteliğin nasıl ilerletileceği üzerine Blok içerisinde bir tartışma başlamıştı. Çok farklı politik eğilimlerden gelen partilerin ve grupların ortak bir eylem programı temelinde birleşik mücadelesini sürdürebilmesi açısından, İşçi Demokrasisi Partisi’nin öncülü olan İşçi Cephesi çevresi olarak, o dönemde, FIT-U’nun platformuna benzer, somut taleplerden oluşan bir çerçeve önermiştik. Ne var ki, Blok içerisindeki sosyalist kesimlerin çoğunluğu, Kürt siyasi hareketinin programatik hattı olan Demokratik Özerklik, Demokratik Cumhuriyet önermelerini barındıran ve AB ile entegrasyonu savunan, sınıf ekseninden uzak reformist bir programatik metni, herhangi bir tartışmaya girmeden kabul etmişlerdi. HDP’nin kuruluşuna giden süreç bu şekilde başlamıştı. Programatik temelde uzlaşılmamakla birlikte pragmatik ve kısa vadeli hedeflerle varılan uzlaşmanın sonucu, HDP içerisindeki sosyalist akımların yaşadığı deneyim ve bugün gelinen noktada, sanıyoruz, rahatlıkla görünebilir. 

Üzerinde uzlaşılmamış programatik bir hattın pragmatik gerekçelerle kabulünün zıt bir örneğini ise bugünkü tartışmalarda görmek mümkün. TKP, Sol Parti ve EMEP’in sol bir ittifak kurmak üzere sürdürdüğü girişimden söz ediyoruz. Bu partilerin sözcüleri, bu girişimin temelini antiemperyalizm, gericiliğe karşı mücadele ve emek eksenli bir hattın oluşturduğunu söylüyorlar. Bununla birlikte, bu ilkelerin nasıl somut bir politik eksene karşılık geldiğini henüz yanıtlayabilmiş değiller. Kürt meselesine ilişkin tutumdan, yükselen sınıf mücadelesine dönük nasıl bir müdahale çizgisiyle yanıt verilebileceğine dek, herhangi bir somut politika henüz ortaya konulabilmiş değil. Bu üç parti tarafından yaklaşık 4 ay önce ilan edileceği söylenen ortak çağrının halen çıkmamış olmaması da, somut politikada yaşanan ayrışmaların bir yansıması olsa gerek. Dolayısıyla, Türkiye’de sürmekte olan sol ittifak tartışmalarında gündeme gelen “ilkeler, program ve talepler” başlıklarında, FIT-U bu olumlu deneyimiyle somut bir referans oluşturuyor. 

FIT-U’nun bir diğer önemli özelliği ise, seçim başarıları arttıkça, “daha fazla oy kazanabilmek” veya başka bir nedenle programından taviz vermemesi ve başlangıçtaki devrimci çizgisini koruması oldu. Yukarıda aktardığımız 2011 seçim programının ardından, şimdi 2021 seçimleri öncesindeki bir FIT-U bildirisinden alıntı yapalım:

“FIT-U; yasal, güvenli ve ücretsiz kürtaj hakkını kazanan “yeşil dalganın” bir parçasıydı; bütün patron partileri ve koalisyonları tarafından teşvik edilen yeraltı kaynaklarının yağmalanması, tarım ticareti ve çokuluslu şirketlerin mega madenciliğine karşı mücadelenin ön saflarında yer aldı. FIT-U işçi sınıfının politik bağımsızlığı için savaşıyor ve Peronist sendika bürokrasisinin kapitalist devlete entegrasyonunu reddederek sendikalarda sınıf önderliklerinin yeniden kurulup tesis edilmesi için mücadele ediyor. Programında, Latin Amerika ülkelerini yoksulluğa mahkûm eden gayri meşru dış borcun ödenmemesini savunuyor. Ayrıca, mesai gününün 6 saate indirilmesini ve çalışma saatlerinin, ücret indirimi olmaksızın mevcut tüm işçiler arasında paylaşılmasını savunuyor. Bankaların ve dış ticaretin kamulaştırılması için mücadele ediyor. FIT-U, seçimde başarılı olmak için programatik tavizlerde bulunmak gerektiğini savunan reformistlerin aksine, açık bir şekilde “mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi” programını ve emperyalizm ile yerel burjuvaziye karşı Latin Amerika’nın sosyalist birliğini öne sürüyor.”

FIT-U’nun devrimci programdaki ısrarlı çizgisi, onu yeni reformist oluşumlardan kesin bir şekilde ayırıyor. Bir dönem dünya solu için umut olan Syriza, Podemos örneklerinden söz ediyoruz. Çıkış programında kemer sıkma politikalarının kesin bir şekilde reddini ve dış borç ödemelerinin durdurulmasını savunan Syriza, oy oranı yükseldikçe programının “radikal” kısımlarını törpülemiş ve iktidara geldiğinde ise merkez sağ hükümetin dahi hayata geçirmeye çekineceği bir kemer sıkma politikası uygulamıştı. Benzer radikal taleplerle yola çıkan Podemos da, günün sonunda merkez sol PSOE ile hükümet kurarak, İspanya’da kapitalist sistemin bekçisine dönüşmüştü. Bu deneyimleri ve Mélenchon’un evrimini de göz önünde bulundurursak, FIT-U’nun devrimci programındaki ısrarının hayatî niteliği daha iyi anlaşılıyor ve bu deneyim tüm dünya solu için başlıca referans noktasına dönüşüyor.

Sol Cephe, programının ötesinde, işleyiş biçimiyle de dünya ve Türkiye solu için önemli dersler barındırıyor. İlk olarak, Sol Cephe, onu oluşturan partilere üye olup olmadıklarına bakmaksızın işçi, öğrenci, kadın, LGBTİ+ ve çevre hareketinin önderlerine listelerini açıyor ve seçim platformunu birleşik mücadelenin bir kürsüsü haline getiriyor. İkinci olarak, Sol Cephe adına seçilen milletvekilleri, ortalama bir öğretmen ücreti kadar maaş alıyor ve gelirlerinin kalan kısmını kitle mücadelelerin ilerletilmesine hasredilen bir fona bağışlıyorlar. Üçüncü olarak, milletvekillikleri, Sol Cephe’yi oluşturan partiler tarafından her yasama döneminde dönüşümlü olarak kullanılıyor. 

Türkiye’de “sol birlik” mümkün mü?

Ülkedeki politik ve ekonomik kriz her geçen gün derinleşir ve seçim vakti yaklaşırken, sol içerisindeki ittifak tartışmaları da hız kazanıyor. Birlik veya ittifak tartışmaları bugün için, HDP’nin “üçüncü ittifak” çağrısı ve TİP’in bu çağrıya verdiği destekle, TKP-EMEP-Sol Parti’nin sürdürmekte olduğu görüşmeler ve bu iki kümelenme arasındaki ittifak ihtimalleri üzerinden şekilleniyor.

FIT-U deneyimine değinirken yaptığımız gibi öncelikle program meselesinden başlayalım ve bu yazının kapsamında sadece bu noktada kalalım. Yukarıda belirttiğimiz iki kümelenmenin ötesinde, Türkiye sosyalist hareketindeki temel tartışma, Tek Adam rejiminden nasıl çıkılacağı veya AKP-MHP ittifakının nasıl yenilebileceği noktasında düğümleniyor. Ne yazık ki, sosyalist solun çoğunluğu bu konuda kopuşçu veya devrimci bir anlayışa değil, aşamacı veya reformist bir temele dayanıyor. Bu anlayış kabaca şöyle özetlenebilir: “Şu an için en büyük tehlike olan Erdoğan yönetiminden bir kez kurtulalım da, gerisini sonra düşünürüz.” Mesele bir kez böyle ortaya konulduktan sonra burjuva partilerinden bağımsız, emek eksenli bir seçeneği yükseltmenin imkânları baştan ortadan kaldırılıyor. “Burjuvazinin ilerici kanadıyla halk/demokrasi cephesi” kurulması biçimindeki klasik sosyal demokrat/Stalinist anlayışın devamı olan bu çizgi, uzun bir süre boyunca CHP, HDP ve sosyalist partilerin birlikte oluşturacağı bir “Demokrasi Cephesi” çağrısında bulunmuştu. CHP’nin Millet İttifakı çatısı altında sağ partilerle ittifakının kesinleşmesinin ardından adeta gönülsüzce bağımsız ittifak çağrıları başladı. Bu yapılırken de, TKP, Sol Parti, TİP, EMEP tarafından yapılan açıklamalarda, “belirli koşullar dahilinde”, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Millet İttifakı’na “zorluk çıkarılmayacağı” en baştan ifade edildi. HDP ise bağımsız bir şekilde seçime katılacak olmakla birlikte, 2019’da Millet İttifakı’na verdiği eleştirel destek taktiğini, önümüzdeki seçimlerde de uygulayacak görünüyor. 

Bu tablonun karşısında FIT-U’nun güneş gibi parladığı nokta ve Türkiye sosyalist hareketinin bağımsız bir kutup olarak yükselmesinin önündeki en temel engel ortaya çıkıyor: İşçi sınıfı örgütlerinin burjuva partilerinden bağımsızlığı, rejimden ve kapitalizmden kopuş perspektifinin yükseltilmesi. Bu anlayış, AKP-MHP gerici ittifakının yenilmesi gerekliliğini dışlamak anlamına gelmiyor. Ne var ki, Troçki’nin vurguladığı gibi, siyasi arenada güçler ilişkisi aritmetikle değil mekanikle belirleniyor: “Kendisini farklı yönlere çeken ne kadar çok bileşke kuvvet varsa, bileşke kuvveti de o kadar küçük ya da zayıf olur. Müttefikler zıt yönlerde kuvvet tatbik ederlerse bileşke kuvveti sıfıra eşit olur. (…) Temel sorunlardaki çıkarları birbirlerine 180 derece zıt olan proletarya ile burjuvazi arasında bir ittifak oluşturulduğunda, genel kural olarak ancak proletaryanın devrimci gücünü felç etmiş olursunuz”.

Bu bağlamda FIT-U deneyimi bize ne söylüyor? Burjuva düzen partileri karşısında sınıf bağımsızlığı temelinde ilerlenmesi ve seçimleri hesaba katan ama temel olarak sınıf ve kitle mücadeleleri içerisinde kendisini inşa etmeye adamış bir siyasi ittifak. Türkiye’deki sol birlik tartışmalarına damgasını vuran temel problemin burada yattığını düşünüyoruz. Sosyalist hareketin bir kesimi ufkunu Erdoğan yönetiminin yenilmesiyle sınırlarken, bir diğer kesimi tüm bu tartışmaların dışında kendi sekter, gündelik politik faaliyetlerine kaldığı yerden devam ediyor. 

Kitlelerin AKP-MHP gerici ittifakından kopuşunun hızlandığı ve Millet İttifakı’nın emekçilere, ezilen kesimlere sahici hiçbir kalıcı kazanım sunmadığı bir tabloda, burjuva düzen partilerinden bağımsız bir emek ittifakının ihtiyacı hiç olmadığı kadar hayati bir önem taşıyor. Bu şartlar altında bizim HDP’ye ve tüm sosyalist harekete çağrımız, baskıcı Tek Adam rejiminden ve kapitalist sömürü düzeninden kopuş alternatifini yükselten somut bir eylem programında birleşmektir. Politik ve ekonomik krizin hiç olmadığı kadar derinleştiği bir dönemde, bizler böylesi bir ittifakın kurulabilmesi yönünde fazlasıyla iyimseriz. Kopuşçu bir perspektifte uzlaştığımız noktada, bağımsız bir ittifakın kurulabilmesi doğrultusunda diğer bütün anlaşmazlıkların kolaylıkla çözülebileceğine inanıyoruz. Arjantin FIT-U deneyiminin gösterdiği gibi böylesi bir seçeneğin inşası fazlasıyla mümkün ve zorunlu.