Osmanlı Devleti’nde eğlence ve iktidar

Dışımızdaki gerçekliğin tam olarak kavranabilmesi, ancak, maddi koşulların tam olarak kavranabilmesiyle olanaklıdır. Maddi koşulların hesaba katılmadığı her çözümleme süreci, kaçınılmaz olarak referanslarını bu dünyanın dışında arayacaktır. Tarihsel gelişim ve dönüşümün bu tek yanlı ve anti-diyalektik kavranışı bizi, tarihsel ve güncel olayları; ekonomik, toplumsal, siyasal ve kültürel yapının karşılıklı etkileşiminin bir sonucu olarak çözümlemek olanağından uzaklaştırdığı ölçüde, bir başka şeye, hayatın metafizik ve/veya kaba materyalist kavranışına yaklaştıracaktır. Bütün bu algılama ve çözümleme sürecindeki en tehlikeli yan, bu referans ve yöntemin, “yeni ve başka bir hayat” tasavvurumuza vurduğu darbede ve açtığı derin yarada gizlidir. Çünkü geçmişi ve bugünü algılama ve açıklama yöntemi, aynı zamanda “yarını kurma” yöntemidir. 

Hayatın açıklanmasında -tarihte ve bugün- en çok rağbet gören ve kullanılan kaynaklar, dinsel öğreti ve efsanelere dayananlardır. Kendisi de insanlık tarihinin bir parçası olan din, insanın yarattığı ve kendi hayatı üzerinde en büyük acıların yaşanmasına neden olan; ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel ve psikolojik bütünselliğe sahip bir üst yapı kurumdur. Üzerinde durulması gereken iki nokta var. Birinci nokta; dinsel öğreti ve inanışların asla ve sadece bir inanç sisteminin uygulanması olmayıp, bütün bir toplumsal yapıyı düzenlemeye dönük bir işlev yüklenmesi ve ikinci olarak -daima- siyasal bir içeriğe sahip olması ve egemenler tarafından güçlü bir yönetim aracı olarak kullanılmasıdır. Tarihte din; ne zaman, toplumsal-siyasal dönüşümün bir aracı olarak görünmüşse, bir sonraki evrede, daha güçlü bir şekilde, iktidar mekanizmasının içinde yer almıştır. Dolayısıyla tarih içinde bize din savaşları gibi görünen ya da sunulan her olay, kaynağı hiç de öteki dünyayla ilgili olmayan somut olgulara dayanır. Farklı çıkarlara sahip güçler arasındaki bu çatışmalarda din, yok edilmek istenen değil, tam tersine, sahip olunmak istenen toplumsal-siyasal bir kurumdur.

Din, Eğlence ve İktidar

Dinin, gündelik hayat üzerinde egemenlik kurma çabası, bu nedenle, aslında iktidarların egemenlik kurma arayışlarının bir yansımasından başka bir şey değildir. Örneğin Konstantinopolis’te, gündelik hayatın en popüler alanlarından birisinin hamamlar olduğu ve II. yüzyıldan VII. yüzyıla kadar birer sosyal ve siyasal tartışma mekânı olarak ön plana çıkan hamamlara karşı en büyük tepkinin de yine dönemin dini otoriteleri tarafından getirildiği kaydediliyor. Bu dini eleştirilerin nedenleri konusunda birçok şey söylenebilir ama bu mekânların ortaya çıkardığı gündelik hayatın renklerinden hareket edersek, sorunun -en azından- sadece bir papazın kişisel yargılarıyla ya da dinsel inançlarla sınırlı olmadığını söyleyebiliriz. Kuşkusuz her dönemde kimi uygulayıcılar “görevlerine” daha düşkün olabilmektedir… 

Buradaki önemli nokta hamamın, Konstantinopolis’te, dışa dönük yaşam tarzının bir ifadesi olması; hamam önemli bir toplumsal işlev üstlenirken, diğer bir toplumsal işlev yüklenici olan kiliseye, insanların, rutin ayinler için bile artık gitmek istememeleri ve bunun bir sonucu olarak -belki- kilisenin toplumsal ve siyasal rolünün azalmasıdır. Çünkü din, insanların, dünya nimetlerinden yararlanmasının aracı olan hamamların aksine, nimetin öteki yerde olduğu önermesiyle hareket eder. Bu hareket tarzı çok basit ve masumane görünmesine rağmen insanların, dünyevi nedenlerle çektikleri bütün acıların çözümü için suskunluğu ve bu acı ve mutsuzlukların nihai çözüm yeri olarak da öteki yeri göstermesinden dolayı inanılmaz etkin bir iktidar aracıdır. Bu nedenle Konstantinopolis’te hamamlar, ne sadece bir sefa ve eğlence mekânıdır, ne de dini otoriteler sadece uhrevi nedenlerle bu mekânlara, dolayısıyla bu yaşam tarzına eleştirel bir tutum almaktadır. Dolayısıyla sorun bir kez daha yüzeyde göründüğünden çok daha farklı ve daha derinde… 

Konstantinopolis’teki “bu hamam eksenli yaşantı, şehre bol miktarda su temin edilebildiği müddetçe süregelmiştir. Ancak Istranca’dan su taşıyan Valens kemerinin 626’da Avar akınları sırasında tahrip edilmesi ve 768 yılına kadar onarılamaması nedeniyle kentin su kaynaklarında şiddetli bir azalma olduğu görülür. Böylelikle hamamlar birer birer terk edilmeye yüz tutmuş, bir kısmı başka amaçlarla kullanılan yapılar haline dönüşmüş, kısacası yukarıda sözünü ettiğimiz yaşam tarzı sona ermiştir,”(1) açıklaması neden-sonuç ilişkisi içinde kuşkusuz bir gerçekliği ifade etmektedir: “Hamamların Bizans sosyal yaşamının bir parçası olma özelliğini kaybetmeleri… kentin su gereksinimiyle yakından ilişkili bir olaydır.”(2) Ama bu gerçekliğin sadece bir yanıdır. Kent suyunun gündelik yaşam üzerindeki bu etkisi, su kaynaklarının 768 yılında onarılmasından sonra yeniden oluşmamıştır, neden? Dolayısıyla suyun bol olduğu dönemde gündelik yaşama bu doğrudan etkisini, bizzat, Bizans’ın o dönemki toplumsal, siyasal ve kültürel yapısıyla ilişkilendirerek çözümlemek gerekir. Suyun iki ayrı dönemde iki ayrı işlev üstlenmiş olması bu durumun en önemli kanıtıdır. 

Toplumsal gelişim ve dönüşüm süreçlerinin, “sudan öte” bir anlamı olmasının diğer bir kanıtı ise VII. Yüzyıldan sonra, kilisenin, toplumsal hayat üzerinde ki artan etkisidir. Kilisenin toplumsal hayat üzerindeki egemenliğinin artmasına koşut olarak, Konstantinopolis’te “dışa dönüklük olgusunun” ortadan kalkması, sadece hamam sefalarının bitmesiyle sınırlı kalmamış, genel olarak eğlence hayatı da bitmiştir. Kilisenin ilk hedef olarak eğlenceyi hedef alması, anlamlıdır. Bunun nedeni, yüklendiği işlevler ne olursa olsun eğlencenin, her açıdan bu dünyaya ait bir yaşantı öneriyor olmasına rağmen dinin (ki her şeyiyle bu dünyaya aittir), öbür dünyayı öne çıkarmasıdır. Tiyatroların din egemenliğinde mezbahaya dönüştürülmesi, bu nedenle şaşırtıcı değildir: 

V. yüzyılda çoğunluğu pantomim ve mim gösterilerinin sahnelendiği en az dört ila yedi tiyatroya sahip olan kentte, Bizans kilisesinin bu tür gösterilere karşı geliştirdiği çeşitli engel ve yasaklamalar neticesinde, VII. yüzyılın sonlarına doğru tiyatrolardan hiçbir iz kalmadığı görülür. Kynegion isimli amfiteatr binası ise VIII. yüzyılda hâlâ ayakta durmakla birlikte, artık mahkûmların idam edildiği bir yer olarak kullanılmaktaydı.(3)

Tarihin her döneminde, iktidar sahiplerinin, egemenliklerini sürdürebilmek için değişik yol ve yöntemler kullandıklarını biliyoruz. Bilinen en eski ve en etkili yöntemlerden birisi de karşıtlarını kendi silahları ile vurmaktır. Bizans İmparatorluğu’nda olduğu gibi, Osmanlı İmparatorluğu’nda da, iktidar sahibi yöneticilerin, düzenledikleri çeşitli eğlence ve gösterilerle, tebaalarının huzurlarına çıkmaları ya da imparatorluğun değişik yerlerinde bu eğlence ve gösterilere icazet vermeleri bu nedenledir. İktidar sahibi her yönetici, halkın sadece öbür dünya ile yetinmeyeceğini bilir. Halkın, hayattan zevk almak, paylaşmak, kendini göstermek için değişik eğlencelere yönelmesi kaçınılmazdır. Bu yönelme ihtiyacını iktidarlar, kendi çıkarlarına uygun olarak yönlendirmek isterler; bu istek, eğlencenin toplumsallaştırma işlevinden kaynaklanır. 

Toplumsallaştırma süreci; aşırı uçların törpülendiği, çoğunluğun homojen bir karakter kazandığı ve kişisel enerjilerin deşarj edilerek kitlesel patlamalara yol açacak bir nitelik almasının engellendiği bir bütün olarak tanımlanabilir. Eğlence, her bireyi, yaşadığı toplumun ortak paydası altında birleştirme amacını taşır. Bu ortak payda, -farklılık gibi görünen ama gerçekte önemsiz olan yanları özgür bırakıp-; iktidarın, iktidarına yönelik tehdit oluşturabilecek tüm ideolojik, teorik ve politik değer ve fikirlere karşı oluşturulmuş bir bütünü temsil eder. Bu andan itibaren eğlence, iktidarın eğlencesi olarak yeni bir ideolojik-politik içerik kazanır. 

Zıtların Birliği

Hükümdarın halkına, halkın da hükümdarına yakın olması ve bu yolla büyük ve ulaşılmaz olanla sıradan olanın aynı ortam içinde ortak bir amaç için bir araya gelmesi, iktidar eğlencelerinin temel görüngülerinden biridir. Eğlencenin düzenlenme şekli, seyir düzeni var olan toplumsal eşitsizliğin bir tezahürü şeklindedir: 

Şenliğe katılan bazı arabalardaki sahnelere bakıldığında dükkân ve atölyelerdeki hiyerarşik yapı çok iyi görülmekte, ustalar çok daha zengin giysileriyle kalfa ve çıraklardan hemen ayrılmaktadır. Bu hiyerarşinin korunmasına gelince, görevli memurlarla loncalı ustalar arasında bu konuda herhalde bir çıkar birliği oluşmuş olmalıdır; alaylarda canlandırılan sahneler de bu uzlaşmanın ifade bulduğu izlenmektedir. Bazı alaylara esnaf ve zanaatkârlardan başka devletin çeşitli katlarından ulema da katılırdı. Bu durumda alay, yüksek devlet görevlileri tarafından yönlendirilen Osmanlı toplumunun bütününün canlandırıldığı bir gösteri haline dönüşmüş olurdu.(4) 

Osmanlı eğlencelerinin bu genel görünümü, bize, iktidarın, kitle eğlencelerine neden bu kadar önem verdiğini de gösteriyor. Osmanlı eğlenceleri ve genel olarak iktidar eğlenceleri, toplumsal rol ve konumların öğrenildiği bir toplumsal etkileşim okulu vazifesi yüklenmektedir. Bu nedenle, eğlencelerde kullanılan simgeler, renkler, kıyafetler egemen yönetim anlayışını pekiştiren araçlardır. 

Bu iktidar eğlenceleri teorik olarak “herkese” açık olmakla birlikte, belirli merkezlerde ve sınırlı bir alanda yapılması nedeniyle, sadece toplumsal statüleri uygun olanlara açıktır. Bizans İstanbul’unda, 

Hipodrom’un en belli başlı özelliği, gerek yarışlar, gerek bazı tören ve gösteriler vesilesiyle, kent halkının imparatorlarıyla yüz yüze gelebildikleri, istek ve şikâyetlerini veya siyasi tutumlarını imparatora direkt olarak aktarabildikleri tek yer olmasıydı.”(5) 

Aynı şekilde, 

Osmanlı İmparatorluğu döneminde… çeşitli vesilelerle yapılan şenlikler, her zaman için halka ve isteyen herkese açık olduğu için, Rönesans Avrupa’sında olduğu gibi yalnızca saray duvarları içinde kalmamış, halkın büyük çaptaki katkısıyla ortaya çıkarılmıştır.(6) 

Bu iki farklı döneme ve topluma ait örnek, iktidar eğlencelerinin içerik olarak çok da farklı olmadıklarını göstermektedir. İmparatorla yüz yüze gelebilme, istek ve şikâyetini ve hatta siyasi tutumunu bildirme fiilini ne kadar az sayıda insanın “becerebileceği” çok açık. Burada halk genellemesini herkes olarak anlamak için de bir neden yok. Diğer yandan eğlence ve gösterilerin, imparatorun görülebildiği “tek yer” olması, katılımcıların bu özel günlere çok büyük bir önem vermesine neden olmaktadır. Özel günler için özel hazırlıkların yapılması ise ancak varlıklıların, sosyal ve siyasal nüfuz sahibi grupların yapabileceği bir girişim olabilir.

Eğlencede Özne ve Nesne

Osmanlı İmparatorluğu’nda şenliklerin değişik gerekçeleri, amaçları, anlamları vardır. Halkın, en geniş şekilde kutladığı eğlencelerin başında bayram eğlenceleri gelir. Bunların dışında, “bir şehzadenin ya da sultanın doğumu, sünnet ve evlenme düğünleri, ordunun sefere çıkması, bir savaşın zaferle sonuçlanması, bir yenilginin unutturulması ya da herhangi bir ülkeye gözdağı verilmesi dolayısıyla”(7) eğlenceler düzenlenir. Osmanlı İmparatorluğu’nda yapılan bu eğlenceler, iktidar eğlencelerinin resmi niteliğinin de bir resmini sunmaktadır. İktidarın, eğlence düzenlemesinde iki temel neden görünüyor: Bir; imparatorluk ailesi, iki; ordu, savaş, dış ilişkiler. 

İktidar şenlikleri, resmi olanı kutsama ve tekrar ve tekrar onaylatma içeriğiyle toplumsal motivasyon ve sosyalizasyon işlevlerini gerçekleştirir. Halk bu eğlenceler kanalıyla imparatora ve imparatorluğa olan sadakat ve sevgilerini belirtir. Eğlencenin öznesi iktidar, nesnesi ise halktır. Eğlencede bir araya gelen kalabalık ne kadar yiyip-içip eğlense de orada bulunma gerekçesi, örneğin padişahın çocuğunun sünnet olmasıdır. Bu nedenle yediği her lokma, içtiği her yudum aslında kendi bağımlılığının bir göstergesidir. Çünkü eğlence halk için değil, imparator(luk) için yapılmaktadır.

Gündelik Hayatın Bir Yansıması Olarak Osmanlı’da Eğlence

Osmanlı İmparatorluğu’nda eğlenceler; kural, gelenek, töre, alışkanlık, anlayış gibi başlıklar altında sıralanabilecek bir kurguyla harmanlanarak düzenlenir; bu nedenle iktidarın eğlencesi, var olanın pekiştirilmesidir. 

Osmanlı şenliklerini izlemiş Avrupalı aristokratların ya da yüksek burjuvaların hepsi, halkın davranışlarındaki düzen ve disiplini övmüştür.(8) 

Halk iktidar karşısında bireydir, iktidar bireyin karşısında imparatorluk. Bu eşitsiz durum, eğlenceye katılan halkı bir onay mekanizmasının parçası haline getirir. İktidar eğlencesindeki abartı, halkın üzerine var olan toplumsal ve siyasal yapının içselleştirilmiş baskısı olarak yansır. Gösterilerdeki ana tema, oyunlar, danslar, yarışmalar resmi olanın içselleştirilmesini sağlarken, resmi olmayana yaşam alanı kalmaz ve eğlenceler ne kadar uzun sürerse, iktidarın gücü o derece yoğunlaşır. 

Törenleriyle, kurallarıyla, saygı töreleri ve anlayışıyla, programı, gösterişi ve parlaklığıyla, ziyafetleri, armağanlarıyla… halk bu şenliklere yalnızca seyretmek için gelmiyordu; esnaf meslek alanlarıyla ilgili çalışmalarını, yeteneklerini sergilerken şenliğin havasına uygun oyunlar çıkarıyor, yeniçeriler ve sipahiler hüner gösteriyorlar, tersane çavuşları, ‘çıplaklar’ bu hünerlere katılıyorlardı.(9)

Osmanlı İmparatorluğu’nda yapılan eğlenceler çok uzun günlere yayılmaktaydı. Eğlencenin yapılacağı yerde büyük hazırlıklar yapılır, yiyecek, içecek gibi tüketim maddelerinin bolluğu ve çeşitliliğinin yanı sıra padişah ve yardımcıları için de görkemli yapılar hazırlanırdı. Bu hazırlıklar imparatorluğun gücünü ve zenginliğini göstermek, düşmanlara gözdağı, dostlara güven vermek amacını taşırdı. Osman Gazi döneminden başlayarak bütün padişahlar döneminde büyük ya da küçük gerçekleştirilen bu eğlencelerde temel yapı değişmemiştir. 

Örneğin, Kanuni Sultan Süleyman’ın, doğum ve sünnet için düzenlediği şenlik, bu abartı ve güç gösterilerinden birisidir: 

1525 yılında şehzâde Mustafa’nın doğumuyla bir hafta süren küçük bir şenlikten sonra Kanuni dönemindeki en büyük şenlik 1530 yılında yapılmıştır. Kanuni’nin şehzâdeleri Mustafa, Mehmet ve Selim’in sünnet düğünleri dolayısıyla 19 Haziran 1530’da başlayan ve üç hafta süren şenlikte çeşitli geçit törenlerini ve gösterileri seyretmesi için padişaha, At Meydanı’nda Mehterhâne-i Hümayûn’da güzel bir köşk hazırlanmıştır. Vezirler ve devlet büyükleri için de yüksek otağlar, seraserden ve başka süslü kumaşlardan çardaklar kurulmuştur… İlk on yedi gün padişah, el öptürüp üst rütbelerden alt rütbelere kadar tebrikleri ve armağanları kabul etmiş… Şehzâdeler şenliğin 18. Günü sünnet edilmişler ve padişah seyirlik oyunları 20 gün seyretmeye başlamıştır.(10) 

Yine aynı şekilde, “Fatih Sultan Mehmed’in Dulkadiroğullarından Sitti Hatun’la evlenmesi dolayısıyla yapılan düğün töreni (1449) üç aydan daha fazla sürmüştür.”(11) 

Bu kurgu içinde özne, tartışmasız bir şekilde imparator ve ailesidir. Eğlencenin düzenlenme nedeni, düzenlenme şekli, hazırlıklar, hep bu yönde yapılmıştır. İktidarın eğlencesine davetli olan halk ayağını sürüyerek gelir. İmparator kendi gücünün ve zenginliğinin bir göstergesi olarak her şeyin musluğunu açar, bu nedenle;

…her birinden, her şeyden, insanların hep birlikte tüketebileceğinden çok daha fazlası bulunur ve bunları tüketebilmek için giderek daha çok insan kitleye akar. Bu insanların pay alabileceği bir şey olduğu sürece, şölen hiç bitmeyecekmiş gibi görünür… Hiçbir şey ve hiç kimse onları tehdit etmez, kaçacak bir şey de yoktur; bir süre için hayat ve haz güvenlik altına alınmıştır. Çoğu yasaklama ve kısıtlama geçici olarak kaldırılmıştır… Birey için bu ortam, deşarj değil gevşeme atmosferidir. İnsanların uğraşıp varmak isteyecekleri ortak bir hedef yoktur. Hedef şölenin ta kendisidir ve onlar oradadır. Yoğunluk son derece büyüktür, ama eşitlik büyük oranda yalnızca müsamaha eşitliğinden ibarettir.(12)

İktidar eğlencelerinin, iktidarın diğer uygulama ve politikalarından daha farklı bir niteliğe sahip olması düşünülemez. İmparatorluğun temel politik önermeleri, ekonomik ve siyasal hayatı belirlediği gibi gündelik hayatı da belirlemektedir. Şenliklerin uygulanma gerekçeleri gibi uygulanma yöntemleri de temel ideolojik-politik programın bir uzantısıdır. Osmanlı’da gündelik hayat ne kadar demokratik ve ne kadar eşitse, eğlenceler de o kadar demokratik ve eşittir. İki ayrı alanda, iki ayrı politikanın olması düşünülemez: 

Evliya Çelebi’nin anlattığına göre lonca gruplarının çoğunun başında sarayda görevli biri bulunurdu ve bu kişi aynı zamanda o lonca esnafının ürettiği mallarla sarayın ya da ordunun gereksinimini karşılamakla sorumluydu… Bu uygulamada, Osmanlı merkezi yönetiminin, İstanbul’daki askerlerle bağları olması nedeniyle potansiyel tehlike gözüyle baktığı, ekonomik açıdan pek kâr etmeyen esnafı, devlet yapısına katma çabası izlenmektedir.(13)

İktidarda Üslup Farklılıkları, Değişim Dinamikleri

Padişahların değişmesiyle devlet yönetiminde üslup farklılıkları olmuştur. Daha baskıcı yönetim anlayışını benimseyen padişahlar olduğu gibi daha liberal padişahlarda yönetime gelmiştir. Devlet yönetimi binlerce, on binlerce bürokrat ve yöneticinin oluşturduğu karmaşık bir yapının sonucunda işlemektedir. Bu nedenle padişah değişiklikleri üslup farklılıkları yaratmıştır ama temel politik önermelerin değişmesi çok daha radikal müdahale ve tutumlar sonucunda gerçekleşebilmiştir. 

Liberal padişahlara örnek olarak IV. Mehmet’i verebiliriz. IV. Mehmet diğer bazı padişahlara göre (örneğin kendinden önceki IV. Murat’a göre) daha ılımlı bir politika izlemiştir. Kendisi de “sanatı seven ve barışsever” bir kişi olduğu için bu tutumu, iktidarda kaldığı kırk yıl boyunca etkisini göstermiştir. IV. Mehmet döneminde, 1675 ‘de Hatice Sultan’ın evlenmesi ve şehzâdelerin sünnet düğünü dolayısıyla yapılan eğlenceler şu şekilde anlatılmaktadır: 

Bu şenlikte seyirlik gösteriler arasında müzik, çeşitli hüner gösterileri (canbaz, zorbaz, şemşirbaz, kûzebaz, gözbağacı, yılanbaz, hayvan oynatıcılar, gölge oyuncuları ve kuklacılar), sportif oyunlar ve yarışmalar (matrak oyunu, okçuluk, binicilik, koşular, cirit, güreş), donanma ve gece eğlenceleri (fişekler, kandillerle ışık gösterileri) vardı. Ayrıca, danslar (dinsel ve erotik danslar, savaş, hüner ve taklit dansları), komikler (curcunabazlar, tiryakiler, tulumcular) çok seyirci topluyordu. Ancak bu gösterilerin içinde en renklileri dramatik gösterilerdi. Çeşitli oyun kollarının temsil ettikleri konulu güldürüler çok seyirci buluyordu.(14) 

Görüldüğü gibi hem eğlence konuları genişlemiş hem de belirli bir liberal yaklaşım ağırlık kazanmıştır. Erotik dansların yapılması bunun göstergelerinden biridir. Diğer yandan eğlence esas olarak halkın çoğunluğunun katılımıyla olmamaktadır. Bir kısım hüner ve sanat sahibi kişilerin yaptıklarının sergilenmesinin seyredilmesi eğlenceye ağırlıklı katılım biçimini belirlemektedir. Bu ise bu dönem eğlencelerinin (ve genel olarak da) kolektif bir sürecin ürünü olmayıp, icracılar ve izleyiciler şeklinde ayrılmış iki grup tarafından oluştuğunu göstermektedir.

İktidarın Eğlencesinde Hoşgörünün Sınırı

Osmanlı İmparatorluğu’nda halkın büyük çoğunluğunun bu eğlencelere katıldığı, Avrupa’nın aksine Osmanlı eğlencelerinin sadece mutlu bir azınlıkla sınırlı olmadığı, büyük bir hoşgörü ve saygının bu eğlencelerin karakterini oluşturduğu konusunda yaklaşım ilgi çekicidir: 

Her şenlik, Avrupa’daki kral şenliklerinin tersine, yalnızca mutlu bir azınlık için değil, geniş halk yığınları il birlikte yapılmıştır. Bu tür şenliklerin halkın günlük yaşamı ile kaynaşmış olduklarını kolayca söyleyebiliriz. Çeşitli vesilelerle düzenlenen şenliklerde, yılın belirli dönemlerinde kutlanan bayramlarda ve esnaf loncalarının düğün, peştamal kuşanma gibi durumlarda yaptığı eğlencelerde yabancı gözlemcileri şaşırtan bir hoşgörünün varlığını da biliyoruz.(15) 

Bu yaklaşımda bazı noktaların altını çizmek gerekiyor. Eğlencelere halkın toplu olarak katılması, gündelik hayatın toplu olarak yaşanması anlamına gelmektedir. Örneğin, kadınların sosyal yaşam içinde yer alması, gündelik hayatın kolektif şekilde yaşandığının göstergelerinden birisidir. Osmanlı’da gündelik hayat bu şekilde bir toplumsal örgütlenmeye sahip değildir. Osmanlı eğlencelerini resmeden minyatürlere bakıldığında da icracı olarak kadınlar eğlencenin içinde gösterilirken (örneğin dans ederlerken), seyirci kitlesi içinde görülmemektedir. 

Dolayısıyla halkın büyük çoğunluğunun katılımıyla gerçekleşen eğlenceler ifadesi, var olan sosyal örgütlenmeyi temel almakta ve baştan, sosyal yaşam içindeki kalabalık üzerinden bir sonuca ulaşmaktadır. Yine aynı şekilde eğlencelerdeki hoşgörü ve anlayışı da gündelik hayatın dışında düşünmemek gerekir. Bu nedenle Avrupa’da eğlencelere sadece mutlu bir azınlığın katıldığı, Osmanlı’da ise herkesin katılabildiği, dolayısıyla Osmanlı’da eğlencelere katılan herkesin, -örneğin Avrupa’ya göre- mutlu bir çoğunluk oluşturduğu yaklaşımı oldukça eksik ve tek yanlı bir çözümleme gibi görünüyor. Kuşkusuz ilk soru, katılımcı sayısı ne kadar değil, katılma biçimi ve yöntemi nasıl, olmalıdır: 

Devlet aygıtının kendi varlığını tebaaya kabul ettirmede bu tür alayları nasıl kullandığı, küçük bir ayrıntıya bakıldığında açıkça görülür: Alayda marangozlar nahıllarla yan yanadırlar, çünkü alayın yolu üzerindeki evlerin nahılların geçmesini engelleyen cumbalarını hemen yıkarak yol açmakla görevlendirilmişlerdir. Tabii cumbaları yıkılan ev sahiplerinin ziyanları hemen tanzim edilmişti. Osmanlı Devleti’nin ezici ve bir ölçüde de korku verici gücünü ortaya koyduğu bu tür gösterilerde…(16) 

…evleri yıkılanlara hemen paralarının verilmesi, Osmanlı’nın “hoşgörülü ve saygılı” davranışı olarak ifade ediliyorsa sorun yok! Avrupa’da sadece mutlu bir azınlığın katılabildiği eğlencelere, Osmanlı’da halkın neden ve nasıl bu kadar geniş bir şekilde dâhil olduğu anlaşılıyor… 

Osmanlı’da Eğlencenin Toplumsal İşlevleri

İktidarın büyük miktarlarda para harcayarak, çeşitli nedenlerle yapmış olduğu bu eğlenceler birer toplumsal yatırımdır. Halkın sosyal örgütlenme içindeki unsurlarının en geniş bir şekilde katıldığı eğlencelerin düzenlenmiş olması, bir ilerilik ve medeniyet göstergesi olarak görülebileceği gibi iktidarın halk üzerideki denetim ve kontrol aygıtlarının bir yansıması olarak da değerlendirilebilir. Bu nedenle eğlence çözümlemelerini ve özellikle de iktidarın eğlencelerini; toplumsal, siyasal, ekonomik ve kültürel bir bütünlük içinde değerlendirmek gerekir. Yönetimin selameti için kardeşler ve çocuklar gerektiğinde öldürülebilir fetvasının geçerli olduğu bir toplumsal-siyasal sistemde, eğlencenin büyük bir hoşgörü ve iyi niyet içinde ve başkaca bir amaç olmaksızın gerçekleştiğini düşünmek için hiçbir geçerli sebep görünmüyor. Osmanlı hoşgörüsü sınırsızdır; sünnet olmuş şehzade alayının önüne cumbalar çıkmadığı sürece… 

Osmanlı’da eğlence, kuşkusuz, sadece imparatorluk ailesi ile sınırlı değildir. Çeşitli nedenlerle halk –bugün olduğu gibi- eğlenceler düzenlemektedir. Bu eğlencelerin, burada ele aldığımız iktidar eğlencelerinden en önemli farkı sınırlı bir alanda ve sınırlı sayıda kişinin katılımıyla yapılmalarıdır. Dolayısıyla bu eğlencelerin kitlesel şekilde düzenlenen eğlencelere göre etki ve yansımaları sınırlı olmaktadır. Diğer yandan, bu sınırlı ve/veya kapalı eğlencelerin bir kısmının belirli bir kültürel anlayışı devam ettirmek korumak amacıyla yapılmış olduğu söylenebilir. Osmanlı İmparatorluğu’nun çok sayıda kültürel, sosyal, siyasal etnik yapıyı içinde barındırması ve örneğin, bizzat imparatorluğun başkenti olan İstanbul’da, çok sayıda farklı kültürel grubun bulunması, bu tarz özel eğlencelerin varlığının bir kanıtı olarak kabul edilmelidir. Bu durumda iktidar eğlencelerinin farklı kültürel gruplar için bir tehdit olduğu söylenebilir. İmparatorluğun Müslüman kesimi için ise iktidar eğlenceleri, çarpıtılmış da olsa, “yabancısı olmadığı” bir kültürel dünyanın belirli bir nedenle ve belirli bir anda yoğunlaştırılmış sunumu olarak kabul görmektedir. 

Bu nedenle, “padişahın isteğiyle düzenlendiği halde yalnızca sarayın sınırları içinde kalmayıp bütün başkentte, hatta bazen de büyük taşra kentlerinde kutlanan büyük şenliklerin”(17) varlığı, demokratik bir dünya yansıması olarak değil, Osmanlı’da gündelik hayatın örgütlenmesine, iktidarın kendi siyasal ve kültürel anlayışı doğrultusunda müdahalesi olarak görülmelidir. Bu iki yaklaşım arasındaki temel fark; birinci yaklaşım, farklılıkları zenginlik olarak benimsediği için eğlenceler düzenlerken; ikincinin, farklılıkları belirli bir potada eritmek istediği için eğlenceler düzenlemesidir. İktidar, bu nedenle eğlenceler düzenlemekle kalmaz, olanaklar ölçüsünde yaygınlaştırır, en geniş katılımın sağlanmasını ister. Çünkü iktidar eğlencesinin kapısından giren her birey, var olan realitenin bir parçası olur, onu benimser. Bu benimseme süreci sadece katılımcılarla sınırlı değildir; katılan her kişi gündelik hayat içinde bu felsefi anlayışı, bu dünya görüşünü başkalarıyla etkileşerek yayar. 

İktidarın Eğlencesinden Eğlencenin İktidarına

İktidar eğlencesine katılanlar, kaptıkları bulaşıcı bir hastalığı taşır gibi, iktidarın, dünya görüşünü taşır ve bulaştırırlar: 

Doğu kültürü ile batı kültürü arasındaki etkileşim ve birbirinden ödünçleme alınıp sonra alanın hayatı ve kültürü içinde modifikasyonları yapanlar, İskender’in ordusuyla birlikte gelen nalbantlar, kumar oynatıcıları, şarkıcılar, masalcılar, seyyar satıcılar, hırsızlar, fahişeler, tüccarlar, tefeciler, büyücüler, muskacılar ile bunların karşısındaki ordularla birlikte toplanan, yürüyen, kaçışan, sonra tekrar orduların etrafında toplanan insanlar olmuştur. Bunlar, bir çeşit günümüzdeki medyadan halk arasına yayılan düşünce, değer ve davranış kalıplarının aktarımındaki kanaat önderleri ve kanaat yapıcıları gibi iş görerek, İskender ordusunun geçtiği ülkelerdeki şehirlerde, kasabalarda onlarca, yüzlerce yıl sürecek bir harmanlanmanın, değişimlerden geçirmenin, eklenmenin odakları olmuştur.(18) 

İskender’in, fetihlerin de sadece kılıç kullanmayıp, kılıçtan daha etkili ve kalıcı yöntemleri de benimsemesi ve bu yolla büyük başarılar elde etmesiyle; Osmanlı’nın çok uzun yıllar boyunca bir imparatorluk olarak yaşamasında, bilek gücünün dışında, düzenlediği şenliklerin de etkisinin olması arasında önemli bir benzerlik bulunmaktadır. Ünsal Oskay’ın deyimiyle; “kısacası, insanların düzayak aptallıkları, gerçeklikten kaçmalarına neden olan ödleklikleri değil; yalanı doğru diye gösteren axis mundi’lerin oluşumuna, kabullenimine neden olan reel politiktir; bu reel politiğin güç dengesidir. Evlilikte, aşklarda, futbolda, savaşlarda, dinlerde…”(19) bu reel politiğin oluşumuna kuşkusuz en çok iktidar eğlenceleriyle ulaşılmaktadır. 

İktidarın eğlencesi, eğlencenin iktidarına dönüşerek “ölümsüzleşirken”, Osmanlı’nın axis mundi’si de gündelik hayatın tüm renkleri üzerine gölgesini düşürerek, yaşamaya devam eder; ta ki “hep birlikte tüketilebilecek olan zenginlik”, imparatorluğun ellerinin arasından kayıp gidene ve Osmanlı’nın axis mundi’si parçalanana kadar…

Yoğunlaştırılmış Bir An Olarak Eğlence

Tüm şenliklerin ortak özelliği abartıdır. Eğlencenin yapılabilmesi için bir araya getirilen her şey, gündelik olarak var olduğu biçimden çok daha farklı ve çok daha abartılı bir şekilde düzenlenir. Giysiler her gün giyilen giysiler gibi değildir. Yiyecekler her zaman olandan daha fazla ve çeşitlidir. Gündelik yaşam alanları; evler, yollar, okullar, bahçeler süslenerek, her gün olduğundan daha farklı bir çehreye kavuşturulur. İlişkiler, diyaloglar, oyunlar gerçeküstü bir coşku ile yaşanır. Bütün bunlar eğlencenin; gündelik hayatın rutinlerine meydan okurcasına abartılarak, yoğunlaştırılmış bir an olarak yaşanmasına neden olur. Eğlence anı, bir dolma ve boşalma anıdır. Hayatın tekdüzeliğine, zorluğuna, acımasızlığına, adaletsizliğine karşı bir haykırış anıdır, eğlence. 

Her şeyin hazırlanması yıllar boyu sürebilir ve insanlar bu kısa süreli bolluğu yaşamak için uzun bir yokluğa katlanmak zorunda olabilirler. Ama onlar bu an için yaşarlar ve bu ana ulaşabilmek için durmaksızın çalışırlar.(20) 

Eğlenceye ulaşma duygusu, hayatın devindirici gücüdür ve iktidarlar, bu duygunun hesabını iyi yaparlar. Eğlenceye ulaşma duygusunun suiistimali, devlet yönetiminin temel politikalarından birini oluşturur.

Osmanlı eğlencelerinin düzenlenme şekline baktığımızda, bu abartma açık bir şekilde görülmektedir. 

Rönesans dönemi Avrupa şenliklerinde yapıldığı gibi, Osmanlıların kutlamalarında da tahtadan çadır bezine, değerli kumaşlardan kandillere kadar türlü malzemeler kullanılarak, her gün içinde yaşanan günlük mekânlardan şenliğe özgü ‘fantastik’ mekânlar yaratılırdı… Padişahlar seferden geri döndüklerinde yapılan geçit törenlerinde başkentin sokakları rengârenk değerli kumaşlar asılarak süslenirdi… Şenlik alayları için cami ve hamamdan başka kale maketleri de hazırlanırdı… Üç katlı kale maketinin alt katında tepesi dendanlı duvarların arkasında toplar ve askerler yer almakta, üstte geride görkemli bir burç yükselmektedir.(21) 

Görüldüğü gibi gündelik hayat, şenliklerde, abartılı bir şekilde tasvir edilmektedir. İktidar ya da toplum, eğlencede, kendisine en çok mutluluk veren yanlarını öne çıkarmakta, bu yanları olduğundan daha da fazla abartarak kendini yeniden üretmektedir. 

Özgürleşirken Köleleşmek

Eğlence, var olanın yeniden ve daha abartılı bir şekilde yansıtılarak üretilmesidir. Bu nedenle iktidar eğlenceleri sistemin yeniden üretildiği alanlar olmaktadır. Geçit alaylarında bulunan kale maketleri çevresinde, temsili olarak yapılan savaş, daha önce kazanılmış olan zaferin yarattığı coşkunun, bir kez daha yaşanmasını sağlar. Bu şekilde, bir zafer, birçok kere canlandırılarak yeniden üretilir ve her defasında ordu, sanki yeni bir zafer kazanmış gibi olur. Yaşanılmış olanın yeniden tasvir edilişi, ortak hafızayı hem oluşturur hem de canlılığını muhafaza etmesini sağlar. Bu sayede, sadece savaşa katılanlar değil, herkes, zaferin alınışına ortak olur. Hep birlikte kazanılan zafer duygusu, toplumsal bir ortak kimlik yaratır. Toplumu oluşturan bireyler, bu ortak payda altında bir araya gelirler. 

Eğlencenin bu birleştirici etkisinden dolayı, iktidarlar, denetimleri dışında gerçekleşen eğlencelere korku ve şüphe ile yaklaşmışlardır. Bu korku ve şüphe, bir yandan, halkın kendi başına düzenlediği eğlencelerin sayısını azaltmış, yapılabilenler üzerinde aşırı bir denetim kurulmasına neden olmuş; diğer yandan iktidar eğlencelerinin de kısmi bir “rahatlık” içinde yaşanmasına neden olmuştur. 

Örneğin padişahın düzenlettiği şenlikler sırasında İstanbullu erkeklerin, aralarında Müslüman olan var mı diye bakılmadan Galata meyhanelerinde eğlenmelerine göz yumulduğunu pek çok yazar anlatmaktadır.(22) 

Ama bu durum, iktidarın, kendi düzenlemediği eğlencelere karşı takındığı, kuşku ve korkunun bir yansımasından başka bir şey değildir. 

Sünni devlet görevlileri başka bayram kutlamalarına sapkınlık gözüyle bakar, kutlayanların bu görüşte olup olmamalarına aldırmadan yasaklardı.(23) 

Osmanlı’da halk eğlencelerinin az sayıda, padişahın düzenlettiği şenliklerin ise çok sayıda olması toplumsal çatışma dinamiklerinin bir göstergesidir. 

İktidar, kendisinin düzenlenmediği eğlenceleri genellikle yasaklamıştır; özellikle başkent ve yakın çevresinde bu eğlencelerin uygulanması katı bir şekilde engellenmiştir. Benzer eğlencelerin, merkezden daha uzak bölgelerde yapılması ise genellikle olanaklı olmuştur. Halk eğlencelerinin yasaklanma nedeni, genellikle devlet güvenliğidir. Eğlence için toplanan kalabalığın, hedef olarak kendisine yönelmesinden korkan iktidar, bu kuşku ve korkusuna uygun bir politika izlemiştir. Dinsel ve ahlaksal nedenlerle engellenen eğlencelerde vardır; örneğin, “en sevilen bayram eğlencelerinden biri olan salıncaklar halkın ahlakını koruma gerekçesiyle yasaklanmıştır.”(24) 

Osmanlı devlet yönetiminin, eğlence karşısındaki tutum ve politikaları, egemenler tarafından tarihin her döneminde benimsenmiştir. İktidarın eğlencesi, halka, devlet ideolojisinin aktarılmasının bir aracıdır. Bu aktarım süreci, eğlencenin toplumsal işlevlerini de belirler. Milyonlarca insanın oluşturduğu toplumsal yapı, gündelik hayatın belirli ortak paydalar altında birleştirilmesini gerektirir. Bu birleştirme eylemi, güncel ve tarihsel olayların harmanlanarak, eğlence anında yoğunlaştırılmasını; hem duygusal hem sosyal hem de ekonomik açıdan, gündelik hayatın; ahlaksal, dinsel, kurumsal, estetik değer ve davranışlar bağlamında abartılı bir şekilde aşılması anlamına gelir. Eğlencenin bu özgürleştirici doğası, iktidarın yönlendirmesi altında, var olanın kabulüne dönük bir işlev üstlenir. İktidar, eğlenceyi, resmi ideolojinin bir parçası haline getirerek; dünü istediği şekilde onaylatır, bugünü garanti altına alır ve aynı zamanda halkın zihninde, egemenliğini garanti altına alacak bir yarın modeli yaratır. 

Benzeri bütün iktidarlar gibi Osmanlı’nın da alâmeti fârikası bundan ibarettir… İktidarın eğlencesi, eğlencenin iktidarına dönüşerek “ölümsüzleşirken”, Osmanlı’nın axis mundi’si de gündelik hayatın tüm renkleri üzerine gölgesini düşürerek, yaşamaya devam eder; ta ki “hep birlikte tüketilebilecek olan zenginlik”, imparatorluğun ellerinin arasından kayıp gidene ve Osmanlı’nın axis mundi’si parçalanana kadar…

Kısacası iktidarın eğlencesi; özgürleştirirken köleleştiren, coştururken aynılaştıran, eğlendirirken öldüren eğlencenin iktidarını kurar; hiç kimsenin birbirine benzemediği ama herkesin aynı olduğu anda, eğlence olmayan eğlencenin üzerine kurulu, yeni bir dünyanın kapıları insanlığın önünde, sonuna kadar açılır. 

Şubat 2010

Dipnotlar:

1.) NECİPOĞLU, Nevra, Gündelik Hayatın Renkleri, “Bizans İstanbul’unda Gündelik Hayat”,Yayıma Hazırlayan: Mustafa Armağan, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayınları, İstanbul, 1997, c.3, s.61.

2.) Ibid., s.61.

3.) Ibid., s.61.

4.) FAROQHI, Suraiya; Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam -Ortaçağdan Yirminci Yüzyıla-, çev. Elif Kılıç, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1998, s.189.

5.) Ibid., s.61.

6.) NUTKU, Özdemir, Gündelik Hayatın Renkleri, “Eski Şenlikler”, Yayıma Hazırlayan: Mustafa Armağan, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayınları, İstanbul, 1997, c.3, s.97.

7.) Ibid., s.97.

8.) FAROQHI, Suraiya; agy, s.194.

9.) NUTKU, Özdemir, agy, c.3, s.97.

10.) Agy, s.105-106.

11.) FAROQHI, Suraiya; agy., s.185.

12.) CANETTI, Elias, Kitle ve İktidar, çev. Gülşat Aygen, Ayrıntı Yayınları, 1998, s.61-62.

13.) FAROQHI, Suraiya; agy, s.189.

14.) NUTKU, Özdemir, agy., c.3, s.121.

15.) Agy, s.138.

16.) FAROQHI, Suraiya; agy, s.190.

17.) FAROQHI, agy, s.185.

18.) OSKAY, Ünsal; Yalanı Doğru Yapan ne?, Yapı Kredi Yayınları, Güz 1998, sayı. 16, s.137.

19.) Agy, s.143.

20.) CANETTI, agy, s.62.

21.) Ibid., s.192-193.

22.) FAROQHI, Suraiya; Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam -Ortaçağdan Yirminci Yüzyıla-, çev. Elif Kılıç, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1998, s.197.

23.) Agy, s.198.

24.) Agy, s.199.