Lübnan’da kapitalist sömürü politikalarına ve mezhepçi rejime karşı 2019 yılının Ekim ayında kitlelerin ayaklanmasıyla başlayan devrimci süreç, COVİD-19 pandemisinin ülkedeki ekonomik krizi daha da derinleştirmesiyle birlikte sürüyor. Lübnanlı emekçilerin devrimci ayaklanması sonucu Saad Hariri hükümeti istifa etmiş, yerine 21 Ocak tarihinde eski Eğitim Bakanı Hasan Diyab önderliğinde yeni bir hükümet kurulmuştu.
Demokratik gericiliğin karakteri
Yeni hükümet “bağımsız” ve “teknokrat” sıfatlarının arkasına sığınarak bir prestij yakalamaya çalışsa da bunun bir maskeden ibaret olduğunun Lübnanlı emekçiler tarafından anlaşılması pek de uzun sürmedi. Bir yanda çıkarları neoliberal kapitalist sömürünün sürmesine endeksli olan ve bunun dayanağının da emperyalizm eliyle, ülkedeki iç savaş sonrasında inşa edilen, mezhepçi rejimin bekasında olduğunu bilen Lübnanlı kapitalistler. Öte yanda ise kapitalist sömürünün yarattığı işsizliğe, yoksulluğa karşı krizin faturasını ödememek için ayaklanan ve rejimin baskıcı politikalarını, mezhepçi kayırmacılığını ve yolsuzluklarını hedefine alan Lübnanlı emekçiler.
Teknokrat görünümlü rejim temsilcilerinden oluşan Diyab hükümeti iki ana görevle başa geldi. Rejimin ayakta tutulması ve sömürü düzeninin devamının sağlanması için kitlelerin kısmi demokratik taviz ya da söylemlerle yatıştırılması. Yeni hükümetin, ülkenin kritik bir dönemeçten geçtiği ve halkın rejimden duyduğu hoşnutsuzluk karşısında daha demokratik bir seçim yasasının hazırlanacağını söyleyerek kurulmuş olması tam da bu düzleme oturmakta.
Ancak gelir dağılımındaki adaletsizliğe, kamu kaynaklarına erişememeye, yolsuzluklara ve işsizliğe karşı isyan eden emekçi halk, Diab’ın bu ikiyüzlü söylemine aldanmayarak, yeni hükümete karşı yeni sloganıyla seferberliğini sürdürdü: “Hepsi gitsin!”
Pandemi ve derinleşen ekonomik kriz
Dünyayı etkisi altına alan COVİD-19 salgınından önce tarihinin en büyük ekonomik krizinin içerisinde olan Lübnan’da pandemiyle birlikte kriz daha da derinleşti. Ülke dış borç miktarının GSYH’nin yüzde 170’ine tekabül eden 92 milyar dolara yükselmesinin ardından hükümet, Mart ayında temerrüde düştüğünü ve IMF ile yeni borç yapılandırma planları için görüşmelere hazır olduğunu açıkladı.
Aynı zamanda, tüm kapitalist hükümetler gibi Diab hükümeti de salgın süresince emekçiler yararına, kamu sağlığını gözeten uygulamalara gitmek yerine patronların servet ve kârlarını muhafaza edebilmeleri için krizin faturasını emekçi halka yüklemeye çalıştı. Bunun sonucu ise ülkedeki toplumsal krizin daha da derinleşmesi ve iktidarın, halk sağlığını değil de temsil ettiği sınıfın bekasını gözeterek eylemleri sönümlendirmek için sokağa çıkma yasağına başvurması oldu.
Pandemi ile beraber derinleşen toplumsal çöküşün tablosu ise şu şekilde: ülkede genç işsizlik oranı yüzde 30’un üzerine çıkarken, toplam işsizlik oranı ise yüzde 55 bandına dayanmış durumda. Lübnan nüfusunun yaklaşık yüzde 60’ı ise yoksulluk sınırının altında bir yaşama mahkûm edilmiş vaziyette. Mart ayından bu yana yerel para birimindeki değer kaybı ise yüzde 150 oranına ulaşırken (1 dolar 1500 Lübnan lirası iken, şu an 4000 Lübnan lirası düzeyinde) artan enflasyonla birlikte emekçi halkın alım gücü de yerle bir olmuş durumda. Üretimden ziyade ihracata dayalı bir ekonomik modeli olan ülkede böylesi bir kriz ve pandemi ortamında buğday ve ilaç gibi temel maddelere erişimde de yaşanmakta olan sorunlar olası bir gıda ve sağlık krizinin alarmını çalmakta.
Böylesi bir atmosferde hükümet ise bir ekonomik plan oluşturarak IMF ile görüşmelere başlayacağını açıkladı. İçeriğinde emekçi halk yararına hiçbir düzenleme yer almayan planın temelini hidrokarbon gibi ülke doğal kaynaklarının özelleştirilmesi yoluyla yerli ve yabancı kapitalistlere yeni sömürü kaynaklarının açılması oluşturmakta. IMF ile yapılacak herhangi bir anlaşmanın da sonucunun daha fazla ekonomik kesinti planları vasıtasıyla krizin faturasının kendilerine yükleneceği olduğunun bilincinde olan Lübnanlı emekçiler, ekonomik ve toplumsal krize, yozlaşmış mezhepçi rejime ve onun temsilcisi Diab hükümetine, IMF ile yapılan görüşmelere karşı yeniden seferber oldular.
Kitle seferberlikleri ve olasılıklar
Salgın koşullarında sokağa dökülen kitlelerin mücadelesi, 27 Nisan’da polis ve ordu güçlerinin Tripoli’de 26 yaşındaki Fouad Samman’ı eylem sırasında vurarak öldürmesiyle ülkenin birçok şehrine yayıldı.
Lübnanlı ezilen ve sömürülenlerin 2019 yılının Ekim ayından bu yana sürmekte olan devrimci ayaklanmasının şekillendiren iki ana eksen bulunmakta. Kapitalist krizin faturasını ödememek ve yozlaşmış mezhepçi rejimden kurtulmak. Bugün bu mücadelenin hedefi ise bankalar haline gelmiş durumda. Mezhepçi rejimin liderlerinin önemli bir kısmının ülkedeki bankaların hissedarları olması ve bankaların bu süreçte emekçi halkın kendi parasına erişmesini engellemesi kitleler nezdinde bankaları ekonomik ve demokratik taleplerini kesiştiren bir mücadele hedefi haline getirmiş durumda.
Ancak dokuz aydır kendiliğinden bir şekilde ilerlemekte olan devrimci süreç içerisinde, kitlelerin ekonomik, sosyal ve demokratik taleplerini, kapitalizmden kopuş ve işçi-emekçi hükümeti perspektifiyle birleştiren bir alternatif henüz açığa çıkabilmiş değil. Bunun sonucunda ise düzen güçleri kitle hareketini bölmek/yenilgiye uğratmak ve rejimi ayakta tutmak adına sürekli bir arayış içerisindeler. Mezhepçi temellerde inşa edilen baskıcı bir rejimde de egemenlerin elinde bu yolda kullanmak için birçok araç bulunmakta: Ordu ve polis gücü, Diyab hükümeti benzeri demokratik gerici taktiklere başvurmak ve Hizbullah benzeri karşı devrimci, mezhepçi yapılanmalar eliyle kitleleri bölmeye çalışmak. Lübnanlı emekçiler şimdiye kadar rejimden gelen tüm bu tehditler karşısında birlik ve mücadele dirençlerini koruyabildiler. Ancak hem ekonomik ve toplumsal çöküşün, hem de pandeminin sonucunda emekçilerin ödemekte olduğu bedel ağırlaşırken, gelişmekte olan kitle seferberliğinin içerisinden rejimden ve kapitalizmden kopuş yolunda bir önderliğin inşası en acil ihtiyaç olarak karşımızda durmakta.