DEM Parti’nin siyasi çizgisinde değişim
DEM Parti, Mayıs 2023 seçimlerinden zayıflayarak çıkmıştı. DEM Parti’nin birçok kadrosu, bu zayıflamanın sebeplerinin politik bir açıklamasına yönelmek yerine, kolaycı bir açıklamaya başvurarak, partinin oy oranlarındaki gerilemenin nedeninin TİP’in varlığında yattığı şeklindeki yarı-komplocu suçlamaya başvurmuştu. Halbuki 40 yıllık devlet şiddetinin, siyasal baskıların, parti kapatmaların ve tarihsel asimilasyon politikalarının başaramadığını, yeni kurulmuş olan bir sosyalist partinin başardığını ileri sürmek, DEM Parti açısından, Mayıs 2023 seçim sonuçlarından olumlu bir bilanço çıkartılmasına izin vermez.
DEM Parti, Mayıs 2023 seçimlerinden önce politik çizgisinde değişikliğe gitmeye başlamıştı. Ortaya çıkmaya başlayan bu yeni çizgi, Selahattin Demirtaş’ın birtakım yazılarında ifade ettiği ve Türkiye solu ile bir ittifak kurulmasını önererek emekçilere gidilmesini öngören (ancak yine de kopuşçu değil, reformist bir karaktere sahip olan) hattan farklıydı. Kürt siyasal hareketi, Türkiye’nin genel sosyal, ekonomik ve politik sorunlarına dair giderek daha az politika üretmeye ve yalnızca kendi perspektifinden ulusal sorununun çeşitli yansımalarına odaklanmaya başladı. 2023 Mayıs seçimlerinden sonraki “özeleştiri” döneminde bu politik değişim mantıksal sonuçlarına ulaştı ve DEM Parti, siyasi mücadelesinin merkezine Abdullah Öcalan’ın tecridinin kaldırılması ve serbest bırakılması kampanyasını aldı.
Kürt siyasi hareketi için ulusal sorunun kendisine odaklanmak elbette politik olarak doğal ve meşru olabilir. Ancak bu odaklanmanın kendisi, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı ilkesini içermemekte, Kürt işçileri ve halkının ihtiyaçlarını merkeze almamakta, aygıtın ihtiyaçlarını önceleyen ve kısa erimli bir ufka dayanmaktaydı. Kürt siyasi hareketi açısından Mayıs 2023 seçim sonuçlarının bir nedeni de buydu. Öyle ki, bu seçimler, Kürt siyasi hareketinin uzun yıllardan sonra anadilinde eğitim hakkı gibi başlıca ulusal talepleri kullanmadığı veya öne çıkarmadığı ilk seçim oldu.
Kürt siyasal hareketi, siyasal faaliyetinin ve mücadelesinin merkezine Öcalan’ın serbest bırakılmasını almasının nedenini, kabaca şöyle özetlemekte: Türkiye’nin başlıca sorunu demokrasi sorunudur, demokrasi sorunu ise Kürt sorunu ve Kürt sorunu da Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü sorunudur. Kürt sorununun, Türkiye’deki demokrasi sorununun sorgulanamaz ve kritik bir bileşeni olduğu doğrudur. Ancak rejim sorunu (Kurucu Meclis’in kurulması), emperyalizmden bağımsızlık (dış borçların ödenmemesi ve NATO’dan çıkılması) ve toprak reformu da demokrasi sorununun diğer önemli parçaları olarak anılmalıdır. Bu demokratik sorunların devrimci çözümü, karşılıklı bir bağımlılık ilişkisine sahiptir: Yani Kürt sorununun çözümü ile rejim, emperyalizm ve toprak sorunlarının çözümü birbirlerine içkindirler. Dahası Türkiye’nin tek büyük sorunu, demokrasi sorunu değildir. Aynı zamanda bir ekonomi sorunu (üretim ile bölüşümün toplumsal karakteri sorunu) da mevcuttur. Peki ekonomi sorununun çözülmesi için (sosyalist devrim), öncelikle demokrasi sorununun mu çözülmesi (demokratik devrim) gerekmektedir? Veya önce ekonomi sorununun çözülmesi mi demokrasi sorununun çözümünün önünü açacaktır? Akımımız bu tarihsel soruya, siyasal ve ekonomik sorunların çözümlerinin, yani sosyalist politikalar ile demokratik görevlerin birbirleriyle kaynaşmış oldukları (sürekli devrim) cevabını vermektedir. Dolayısıyla Kürt sorunu aynı zamanda mülkiyet sorununa da içkindir: Kapitalist Türkiye’nin Kürt sorununu çözebilecek siyasal ve demokratik kapasitesi yoktur.
Bu bağlamda DEM Parti’nin, AKP’nin yenildiği Mart 2024 yerel seçimleri için açıkladığı siyasal programın 3 farklı noktasında Avrupa Birliği emperyalizmine yeşil ışık yakan pozisyonu (bkz. 2024 Yerel Seçimleri Bildirgesi: Yerel Demokrasi ile Özgür Kentlere, sırasıyla sayfa 10, 30, 54) ile 108 sayfalık programın ancak 79. sayfasında emek sorununa değinmesi ve emek sorunuyla ilgili bölümün programın en kısa bölümü olması, oldukça endişe yaratıcıdır.
DEM Parti’nin CHP’yle ittifakı: Düzen muhalefetiyle bayraklar karıştı
Türkiye solunun geneli, yerel seçim sonuçlarına dair değerlendirmelerinde, yalnızca rejim sorununu ve düzen muhalefetinin rejime yönelik işbirlikçi politikasını gündeme getirmemekle kalmadı, aynı zamanda DEM Parti’nin CHP’yle bu seçimlerde gerçekleştirdiği doğrudan doğruya örgütsel olan işbirliğini de hiçbir şekilde eleştirmeyerek, düzen muhalefetinin rejimle kurduğu işbirlikçi ilişkiye politik kapitülasyon tanınmasında yardımcı oldu.
DEM Parti, İstanbul’daki birçok ilçede belediye meclis üyelikleri ve bir tane de belediye başkanlığı için CHP’den aday oldu. Bu taktiğin daha sınırlı bir versiyonu, birtakım başka illerde de uygulandı. Bu hatalı taktiğin ilk sonucu, rejime muhalif ve rejime alternatif arayan hoşnutsuzluk ile öfkeden, bir düzen muhalefeti partisi olan CHP’nin faydalanması ve CHP’nin bu alternatif arayışını, kendi işbirlikçi çizgisinde hapsetmesi oldu. Kürt siyasal hareketi, zaten daha öncesinde de bünyesinde ve karar mercilerinde patronlara ve toprak sahiplerine yer verdiği için Halk Cepheci (sınıf işbirlikçi) bir niteliğe sahipken, bu taktikle beraber düzen muhalefetiyle bayrakların karıştırıldığı bir noktaya gelindi. Programı ve politik çizgiyi belirleyen CHP oldu. DEM Parti’nin İstanbul Büyükşehir Belediyesi için oldukça cılız ve zayıf bir seçim kampanyası yürütmüş olması da, bu durumu güçlendirdi.
Bu seçim sonuçlarının Kürt siyasi hareketi açısından kritik bir sonucu daha oldu. Kürt siyasi hareketinin tabanı, daima seçim sonuçlarını etkileyebilecek stratejik bir konuma ve öneme sahip olmuştu. Bu nedenle DEM Parti’nin ve öncülü olan diğer partilerin, iktidar partilerine veya muhalif partilere yakın durup durmaması, daima seçim sonuçları açısından belirleyici kabul edildi. Sık sık “Kürt seçmen” olarak anılan bu tabanın seçim tutumu, sonuçlar üzerinde karar verici bir bileşendi. Ancak bu durum, Kürt siyasal hareketinin hatalı politikalar ile taktikleri nedeniyle artık geçerli değil gibi gözüküyor. Öncelikle Mayıs 2023’teki cumhurbaşkanlığı seçimlerini Kılıçdaroğlu, Kürt siyasi hareketinin desteğine rağmen kaybetti. Ve bu seçimlerde de Ekrem İmamoğlu, DEM Parti’nin resmî bir destek açıklaması olmadan İstanbul’u kazandı. Mayıs 2023 ve Mart 2024 seçimlerinin ardından hem iktidar, hem de muhalefet şunu deneyimlemiş bulunuyorlar: Kürt siyasi hareketi olmadan veya onu tarafsızlaştırmadan da, dilenen seçim sonuçlarına ulaşmak mümkün.
Solun sınıf bağımsızlığından yoksun politikası cezalandırıldı
Türkiye solundan seçime katılan partiler (TİP, Sol Parti, TKP, TKH, EMEP) bu seçimlerde toplamda %1.17 oranında oy aldı. TİP %0.62 ile (262.009 oy), solun toplam oy oranının yarısından fazlasını temsil ediyor. Sol Parti, TKP, TKH ve EMEP’in aldıkları oy oranlarının toplamı ise %0.55 düzeyinde.
Bu partilerden TİP, Sol Parti ve EMEP İstanbul, Ankara ve İzmir gibi emekçilerin yoğunlukta yaşadıkları büyükşehirlerde doğrudan doğruya CHP’nin adaylarını desteklerken, TKP ve TKH ise birleşik bir mücadele ve kampanya örmeyi tercih etmeyerek, kendi aygıtlarının ihtiyaçlarına odaklanan sekter bir siyaset uygulamayı tercih ettiler. Yerel seçim sonuçları açıkça gösteriyor ki, hem rejime karşı mücadelenin büyük oranda düzen muhalefetine terk edilmesi hem de ayrı, yalıtık, ikameci ve sekter bir siyasetin izlenmesi, kitleler tarafından cezalandırılmıştır.
Bunu söylüyor olmamızın sebebi sol güçlerin aldıkları oy oranlarının düşüklüğü değildir; oy oranları yine de nicel olarak düşük olabilir ancak politik öneri ve mücadelelere öncülük noktalarında, sol nitel bir etkiye sahip olabilirdi. Ancak birtakım önemli politik hatalar neticesinde bu nitel etkiye ulaşılamadı ve böylece sol, yerel seçimlerin ardından ortaya çıkan yeni tablonun içinde belirleyici bir güç olarak şimdilik kendisini var edemedi. AKP’nin ağır bir yenilgi aldığı ve düzen muhalefetinin Mayıs 2023’ten sonra yaşadığı sarsıcı krizin ardından konsolide olduğu görünümünü verdiği bu tabloda, bir işçi-emekçi kutbunun sahici bir alternatif olarak yaratılamamış olmasının sonuçları ağır olacaktır.
Seçim sonuçlarının sol açısından gösterdiği bir diğer olgu da, kitleler açısından CHP’ye oy vermek ile sol partilere oy vermek arasında herhangi bir kategorik ve politik farkın olmadığıdır. Bunun nedeni solun, sınıf bağımsızlığını odağa alan rejime alternatif bir politik önerisinin olmamasıdır.Solun ezici çoğunluğunun yıllardır öne sürdüğü aşamacı “demokratik cumhuriyet” önermesi ile eski Millet İttifakı’nın “güçlendirilmiş parlamenter sistem” politikası arasında hiçbir nitelikli siyasal fark mevcut değildir. Bunlar bir ve aynı rejimin, farklı siyasi vurgularla ifade edilmiş halidir.
Bir diğer dikkat çekilmesi gereken nokta ise, seçim süreci boyunca sol partilerin, birleşik ve ortaklaşa bir şekilde patronlara ve patronların partilerine karşı mücadeleyi öne çıkarmak yerine, politik olmayan ve yüzeysel polemiklerle birbirlerini yıpratmış olmasıdır.
Sosyalist strateji ve devrimci bir seçeneğin inşası
1) Rejim sorununu merkeze yerleştirmeye ve bir Kurucu Meclis talep etmeye devam ediyoruz. Devlet Bahçeli’nin de kabullendiği üzere, başkanlık rejimi mevcut biçimiyle sürdürülebilir gözükmüyor; ancak bu sürdürülemezlik otomatik olarak bir demokratik reformlar silsilesini veya sistem içi liberal araçlarla eski yarı-parlementer sistemin kendisinin döneceğini garanti altına almıyor; başkanlık rejiminin, bütün demokratik mevzilerin saldırı altında olacağı bir projeyle çok daha katı bir biçimde inşa edilmesi de gündemdedir ve MHP’nin hazırlamış olduğu anayasa taslağı bu yönde bir ipucudur. Bu bakımdan Kurucu Meclis bugün mevcut rejimden kopuş yönünde kitleleri seferber edebilecek merkezi nitelikte bir slogandır. Gezi’de ortaya çıkmış olan “Hükümet istifa!” sloganı artık yetersizdir zira hükümetin istifası önemli bir devrimci kazanım olabilecek olsa da, rejimin karakteriyle ilgili herhangi bir değişikliği kendi içinde öngörmemektedir. Kamuoyu araştırmaları nüfusun %60’lık bir kesiminin başkanlık rejiminden çıkılması gerektiğini düşündüğünü gösteriyor (Rejimin muhafaza edilmesini gerektiğini düşünenler %35 civarında; dolayısıyla başkanlık rejiminden yana partilere verilen oyların bir kısmının da, başkanlık rejimi muhafaza edilsin diye verilmediğini görüyoruz). Bu oldukça önemli bir çoğunluk. Bu kesimlere, en yakıcı ihtiyaçlarıyla ilişkilendirerek ve mevcut bilinç durumları ekseninde Kurucu Meclis sloganını taşıyabilecek politik formülasyonlar, araçlar, yazılar, broşürler, afişler ve benzerlerini üretebilmek önümüzde duran bir görev.
2) Ekonomik krize karşı bugünün acil ihtiyaçları ile kapitalizmin ilgası arasında bir köprü oluşturan geçiş taleplerimizi sistematik bir şekilde kullanabilmeliyiz. Bugün bunlar, tam da yaşanmakta olan ekonomik krizden işçi sınıfı lehine çıkışın koşullarını yaratmak için, burjuvazinin programları ile önerilerinden bağımsız olan biricik önlemler dizisidir. Kısaca hatırlayacak olursak, bu talepleri şu şekilde özetleyebiliriz: I) Dış ticarette devlet tekeli; II) ekonomide işçi denetimi; III) merkezî ve planlı ekonomi; IV) dış borç ödemelerine son verilmesi; V) ücretlerde ve çalışma saatlerinde eşel mobil sistemi.
3) Hem burjuva düzen muhalefetine uyarlanan reformist anlayışlara, hem de kitlelerin değil aygıtların ihtiyaçlarına odaklanan ikameci ve sekter pozisyonlara karşı öne sürdüğümüz politikamız, burjuvaziden ve patron partilerinden bağımsız bir Emek İttifakı’dır. Biz bu Emek İttifakı’nın yalnızca seçimler için değil, ancak mücadeleler için de bir zorunluluk olduğu görüşündeyiz ve bu Emek İttifakı’nın siyasal partilerle sınırlı olmamasını, bütün sendikalar ile emek örgütlerine de açık olmasını savunuyoruz. Baskıcı başkanlık rejiminden ve kapitalist ekonomik enkazdan çıkışın yolunu, ancak ve ancak patronlar ile onların siyasi partilerinden politik ve örgütsel olarak bağımsız olan bir Emek İttifakı’nın kendisi ve vereceği mücadeleler açabilir.