ABD’nin ekonomik önlem paketi emekçileri virüsten değil, kapitalizmi emekçilerden koruyor

Koronavirüsün dünya çapındaki etkisinin hız kazanmasıyla birlikte 12 Mart’ta Dünya Sağlık Örgütü virüs salgınını pandemi ilan etmiş, hemen arkasından da Trump, kamuoyuna hükümetinin virüsün yaratacağı etkilere karşı alınacak ekonomik ve sosyal önlemleri içeren ihtişamlı bir paket yasa hazırlığında olduğunu duyurmuştu. Tam adı Koronavirüs Yardım, Koruma ve Ekonomik Güvenlik Yasası olan ve CARES-ACT olarak bilinen 900 sayfalık yasa tasarısı, mart ayının son günlerinde Cumhuriyetçilerin kontrolündeki Senato’dan ve Demokratların kontrolündeki Temsilciler Meclisi’nden hızlıca geçirilip, Amerikan Kongre’sinin bu iki yasama organının da onayı ve Trump’ın imzasıyla 27 Mart’ta uygulamaya konulmuştu. 

2,1 trilyon dolarlık paket, Amerika’nın 2008 ekonomik krizini atlatmak adına uygulamaya koyduğu paketin (830 milyar dolar) yaklaşık üç katı. Ülkemizde miktarı nedeniyle “Trump bile elini taşın altına koydu” diye bahsedilen ve her Amerikan vatandaşına 1200 dolarlık tek seferlik nakit yardımı yapılmasını öngören maddesiyle övgü toplayan paket, içerdiği yasal boşluklar nedeniyle aslında tam bir “dev patronları ve bankaları kurtarma operasyonu.” Buna, paketin yasalaşmasından bu yana Trump’ın Kongre onayı gerektirmeyen yasama mekanizmalarını ve başkanlık koltuğunun kendisine verdiği yetkileri kullanarak aldığı pek çok kararı da eklersek, ortaya çıkan tablo oldukça vahim ve tanıdık. Gerici Trump hükümeti ve söz konusu kapitalist düzeni korumak olunca Trump düşmanlığını bir kalemde silip atan Demokrat Parti, krizi fırsata dönüştürerek faturayı Amerikalı işçi ve emekçilere kesiyor. 

Paketin gerçek yüzü

Pakette bulunan en yüksek miktardaki yardım 454 milyar dolarla bankalar üzerinden verilecek kredilerle dev çokuluslu şirketleri kurtarmaya ayrılmış durumda. Yani balık zaten baştan kokuyor, ama bu kurtarma operasyonu göründüğünden çok daha geniş çaplı. Kongre’nin Hazine Bakanlığı’na tahsis ettiği bu 454 milyar dolarlık kredilerin dağıtımı, Bakanlık garantisiyle Amerika Merkez Bankası’nın kontrolüne devredildi. Merkez Bankası, verilecek bu kredileri desteklemek için para basacak, ama bu kredilerin riskini almadan, çünkü Hazine bu paket kapsamında sunulan 454 milyar dolarlık kredi fonunu kayıplara karşı sigortaladı. Federal Rezerv Yasası tarafından belirlenen acil borç verme yetkililerine göre Merkez Bankası bir kere Hazine’nin garantisini aldıktan sonra, olağanüstü koşullarda sunduğu yardım programları için bire-bir desteğe ihtiyaç duymuyor, yani Hazine’nin belirlediği kredi miktarını yaklaşık 10 katına kadar arttırabiliyor. Bu, büyük şirketlere ayrılan 454 milyar dolarlık kredi fonunun aslında 4,5 trilyon dolarlık bir fon olduğu anlamına geliyor. Yaşanabilecek herhangi bir kayıp ve kredi borçların geri ödenememesi durumunda ise fon Hazine Bakanlığı’nın garantisi altında olduğundan, ödenmeyen borçlar kamu borcuna dönüşecek ve son tahlilde bu borçların faturası Amerikalı emekçilere kesilecek. İşçi ve emekçiler, 2008 sonrasında olduğu gibi bankaları ve çokuluslu şirketleri kurtarmak için kemer sıkma uygulamalarına, açlığa ve sefalete mahkûm edilmiş olacaklar. İş sadece bununla da kalmıyor. Faturanın çokuluslu şirketlere kesilmeyeceği garantisiyle rahatlayarak yükselişe geçen Amerikan borsaları sayesinde hisse senetleri değer kazanan milyarderler, servetlerine servet katmaya devam ediyorlar. Amerikan borsalarında işlem gören Amazon’un sahibi Jeff Bezos, Facebook’un sahibi Marc Zuckerbeg, Microsoft’un sahibi Bill Gates gibi çokuluslu şirket sahibi sadece 10 milyarderin geçtiğimiz hafta içi net servetleri toplam 51,3 milyar dolar arttı. Aynı hafta içerisinde yaklaşık 6,6 milyon Amerikalı işçi ise işsizlik fonuna başvurdu. 

Paketin 349 milyar dolarlık ikinci büyük ödeneği de çalışan sayısı 500’ü geçmeyen küçük işletmelere ve üreticilere ayrılmış gibi gözüküyor. Ancak burada da şeytan ayrıntılarda gizli. Pakette bırakılan yasal boşluk sayesinde serbest yatırım fonu şirketleri de çalışan sayılarının azlığı üzerinden bu fondan yararlanabiliyor. Milyar dolarlarla oynayan bu şirketler, başvuru süreci çok uzun ve karmaşık olan bu fona sahip oldukları avukatlar ve lobiler sayesinde hızlıca başvurarak fonu şimdiden neredeyse tükettiler bile. Bu şirketlerin küçük işletme fonunu gasp ettiğini işin içine katmaksızın bile Amerikalı ekonomistler bu fonun yeterli olmadığı ve bu süreçte ülke çapındaki küçük işletmelerin dörtte birinin kapanacağı uyarısını yapıyorlardı. Görünen o ki bu tahmin oldukça iyimser kalacak ve Amerikalı küçük işletmeler finans kapital tarafından katledilecekler.

Peki ya her Amerikan vatandaşına verileceği söylenen tek seferlik 1200 dolar tutarındaki nakit yardım? Öncelikle şunu belirtmek gerekiyor. Bu yardım, Amerikalıların her sene Ulusal Vergi İdaresi’ne yapmakla mükellef oldukları gelir bildirimi sisteminde belirttikleri banka hesaplarına yatacak şekilde düzenlendi. Bu, her şeyden önce Amerikan iş gücünün yaklaşık %17’sini oluşturan göçmen işçilerin ve kayıt dışı güvencesiz işlerde çalışan çoğunluğu siyahi işçilerin bu yardımdan yararlanamayacağı anlamına geliyor. Düzenlemenin ırkçı temelleri zaten en güvencesiz koşullarda çalışan işçileri kapsam dışı bırakırken, iki gün önce Hazine Bakanlığı tarafından bankaların bu paraya borç karşılığı el koyabileceği açıklaması yapıldı. Yani yardım kapsamına giren ve salgın döneminde işini kaybettiği için tüketici kredileriyle ayakta durmaya çalışan emekçilerin çoğu bu parayı hesaplarında göremeyecek bile! Bu da pakette tüketici yardımlarına ayrılan 301 milyar dolarının aslında bankalara peşkeş çekildiğini gösteriyor. 

Benzer bir şekilde işsizlik sigortasına ayrılan 250 milyar dolarlık fon da bu süreçte işsiz kalan 16,8 milyon Amerikalı işçinin cebine girmeyecek. Çünkü Trump’a bağlı Çalışma Bakanlığı yaklaşık 1 hafta önce yaptığı yasal düzenlemelerle işsizlik fonundan yararlanma hakkına pek çok kısıtlama getirdi. Düzenlemeler aynı zamanda sağlık emekçileri de dahil olmak üzere işçilerin ücretli hastalık izni kullanma haklarını da kısıtlarken aynı zamanda işverenlerin işyerlerindeki koronavirüs pozitif vakalarını da İş Güvenliği ve Sağlığı İdaresi’ne belirtme zorunluğunu da kaldırdı. Bu, işsiz kalanların kaderine terkedilmesi, vaka sayılarının her geçen gün arttığı açık işletmelerde de işçilerin hayatları pahasına üretime devam etmeleri anlamına geliyor.

Paketin sağlık hizmetlerine ve eyalet ödemelerine ayrılan 267 milyar dolarlık kısmının da nereye harcandığı bilinmiyor. Trump üç hafta önceki açıklamasında “hastanelerin tüm ihtiyaçları devlet tarafından karşılanacak” sözünü vermiş olsa da, özellikle Demokrat Parti yönetiminde olan eyaletler olmak üzere pek çok farklı eyalette bulunan sayısız hastaneden, sipariş verdikleri koruyucu ekipman ve maskelerin kendilerine ulaşmadığı, Federal Acil Durum İdaresi’nin siparişlerini iptal ettiği ya da el koyduğu haberleri geliyor. Zaten yetersiz olan ve salgınla birlikte çöken kamusal sağlık ve hizmet sistemi Trump’ın kontrolü altındaki Federal hükümetin bu hareketiyle neredeyse tamamen işlemez hale gelmiş durumda. Eyalet Valileri ise bu duruma karşılık Trump’ı eyaletlerin kontrolü altındaki Ulusal Muhafızları devreye sokmakla tehdit ediyorlar. Ordunun sokağa inmesi anlamına gelen bu tehdit Trump’a karşı yapılan bir misilleme olarak gözükse de aslında özgürlüklerin kısıtlanması ve halkın hoşnutsuzluğunun bastırılması yönünde atılan bir adım olacak. 

Tüm bunların yanı sıra, salgından etkilenenlerin sayısı ülkede katlanarak artmaya devam ederken “yaygın test” uygulamasının artık gerekli olmadığını söyleyen hükümet, testlere ayrılan fonu da askıya aldı. Bunun üzerine Dünya Sağlık Örgütü’nden gelen eleştiri ve yaygın test uygulamasının hayati olduğu açıklaması üzerine Trump, 14 Nisan günü Amerikan hükümetinin DSÖ’ye yaptığı bütün yardımları durdurduğunu açıkladı.   

Son olarak da yardım paketinin gözlem ve denetiminden sorumlu Salgın Müdahale Sorumluluk Komitesi Başkanı Glenn Fine’ın 7 Nisan’da görevden alınmasıyla pakete dair aktif yasal denetim süreci de lağvedilmiş oldu.

İşçi ve emekçilere yapılan saldırı paketle sınırlı değil

Durum gösteriyor ki aslında geçirilen bu devasa paket hiçbir denetime tabi olmadan işçi ve emekçilere sağ eliyle verdiğini sol eliyle misliyle alıyor. Paketin tek bir amacı var: Emperyalizmin kalbindeki kapitalist sömürü düzenini salgından en az hasarla çıkarmak, bununla da yetinmeyip krizi fırsata çevirmek. Ama gerici Trump hükümetinin söz konusu fırsatçılık olunca icraatları sadece bu paketle sınırlı değil. Koronavirüsün kamuoyunun gündemini meşgul etmesinden yararlanan Trump hükümeti ardı ardına pek çok gerici ve baskıcı adımlar atıyor.

Örneğin paketin yasal olarak uygulamaya konulduğu 27 Mart günü, Trump hükümeti uzun süredir göz diktiği Massachusetts eyaletinde bulunan Maspee Kızılderili Rezervasyonu’nun yerli toprakları statüsünü kaldırdı. Bu yerli halkın yerinden edilerek 121 bin dönüm toprağın özel imara açılması, Trump’a yakınlığıyla bilinen kumarhane sektörünün hizmetine sunulması ve doğal kaynakların yağmalanması demek. Trump’un çevre düşmanı politikaları bununla da sınırlı kalmadı. Koronavirüs nedeniyle üretimde ve kâr oranlarında yaşanan daralma bahane edilerek Çevre Koruma Yasası askıya alındı. Şu an Amerika genelinde üretime devam eden yüzlerce fabrika havaya ve suya serbestçe kimyasal atık karıştırarak salgın döneminde işçi ve emekçilerin zaten ipin ucunda olan sağlığını tehlikeye atıyorlar.

Bütün bunlar olurken ülkenin Meksika sınırındaki duvarın inşası da hız kesmeden devam ediyor. Trump hükümeti virüsü bahane ederek Amerika’ya yapılan tüm sığınmacı başvurularını da süresiz askıya aldı. Bu zaten kötü koşullardaki ICE kamplarında tutulan binlerce göçmen ve mültecinin, virüse yakalananlar da dahil olmak üzere, kamplardan çıkamaması ve hiçbir şekilde tedaviye ulaşamaması anlamına gelirken sınırın diğer tarafında Meksikalı yetkililer tarafından tutulan 60.000 kişi sığınmacı başvurusu bile yapamıyor. Ama buna karşılık özellikle Meksikalılardan oluşan mevsimlik tarım işçilerine verilen H-2B vize başvuru kotası tarımsal üretimde devamlılığın sağlanmasına yönelik önlemler çerçevesinde arttırıldı. Tabii hiçbir sosyal hak, güvence ve sağlık önlemi olmaksızın çalışan mevsimlik tarım işçilerine ödenen ve oldukça düşük olan ücretlerde Çalışma Bakanlığı’nın geçen hafta çıkardığı bir kararnameyle ek kesintiye gidilerek! 

Tüm bu gelişmeler karşısında işçilerin önündeki tek gerçek seçenek örgütlü mücadele yürütmek. Ancak sendikalar ve toplu iş sözleşmeleri düzenlemelerinden sorumlu olan ve Cumhuriyetçilerin çoğunlukta olduğu Ulusal Çalışma İlişkileri Kurulu (NLRB) işçilerin sendikalaşmasını pratikte imkânsız hale getiren ve işverenin işyerlerindeki sendikaları tasfiyesini kolaylaştıran yeni bir genelge hazırladı. Genelge 60 günlük itiraz süresinin ardından 31 Mayıs’ta yürürlüğe girecek. Demokrat Parti ve partiye kökten bağlı sınıf işbirlikçi sendikal konfederasyonların liderleri genelgeyi eleştiren üç beş twitter paylaşımı yapsalar da henüz genelgeye itiraz etmek yönünde hiçbir adım atmadılar. Salgının ortaya çıkardığı tablo karşısında tabandan yükselen işçi eylemlilikleri ve grevler karşısında işçi sınıfının örgütlü mücadelesinin önünü kesmek isteyen bu genelgeye tüm işçi örgütleri ve mücadeleci kesimler itiraz etmelidir. Krizin faturasını ödememenin yolu Trump karşıtı bir mücadele değil, kapitalist düzene karşı ve bu düzenin tüm organlarına karşı yürütülecek bir mücadeleden geçiyor. 

Demokrat Parti çözüm değil, problemin parçası! 

Bu noktada Demokrat Parti’nin tutumunu da ele almak gerekiyor. Trump hükümeti tarafından hazırlanan işçi düşmanı ekonomik önlem paketi sadece Cumhuriyetçilerin değil, Demokratların da desteği sayesinde uygulamaya konuldu. Yasanın oylanmasının yapıldığı Temsilciler Meclisi oturumunda tarihte bir ilk yaşandı ve Demokratlar ilk kez bir yasayı neredeyse oybirliği sayılabilecek bir oy çokluğuyla kabul ederek Meclis’ten geçirdiler (Basına sızan haberlere göre meclis üyesi 232 demokrattan 231’i paket için evet oyu kullandı). Ancak kasımda yapılması planlanan başkanlık seçimleri arifesinde, işçi ve emekçileri derin bir sefalete sürükleyeceği açık olan bu paketin yaratacağı yıkımın sorumluluğunu almak istemediklerinden, Meclis’e “pakete dair tartışmaların ve oylamanın kayıt altına alınmaması” önergesini sunup, önergenin kabul edilmesinden sonra! 

Şimdilerde Demokrat Parti’nin içindeki “muhalif” kanatlar geçirilen pakete eklenmesi talebiyle Kongre’ye bir dizi “işçi ve emekçi yanlısı” yasa tasarısı sunuyorlar. Tabii bu tasarıların hiçbirinin kabul edilmeyeceğini ve Cumhuriyetçilerin kontrolü altındaki Senato’nun onayına takılacağını bilerek. Demokratların bu çabasını yaptıkları yanlışı düzeltmek yolunda atılan adımlar olarak değil, Sanders’ın ön seçim kampanyasının sonlanmasıyla ihanete uğrayan yüzbinlerce işçi ve emekçinin kıymete binen oylarının, başkanlık seçimlerinde Demokrat Parti’nin hanesine yazılması yönünde yapılan göz boyamalar olarak okumak gerekiyor. Ancak başkanlık seçimlerinden hangi parti zaferle çıkarsa çıksın, seçimlerin tek bir galibi olacak, o da kapitalizm. Koronavirüs salgını ve Amerikan burjuva hükümetinin salgınla sözde mücadelesi, dünyanın her yerinde olduğu gibi Amerikan işçi sınıfının da kapitalizm ve yarattığı yıkıma karşı seferber olabilmek için politik ve örgütsel olarak bağımsız mücadele aygıtlarına olan ihtiyacını ortaya koyuyor.