Troçki’nin katli ve Hiroşima ile Nagazaki’nin bombalanması – (James P. Cannon)

Yazar: James P. Cannon

Çeviri: Kaan Gündeş

6 ve 9 Ağustos 2020 tarihleri, ABD emperyalizmi tarafından Japonya kentleri Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarının 75. yıldönümünü temsil ediyor. Bu ay aynı zamanda Ekim Devrimi’nin önderlerinden, Petrograd Sovyeti başkanı ve Dördüncü Enternasyonal’in kurucusu Lev Troçki’nin katlinin de 80. yıldönümü. Aşağıda okuyucularımızda paylaştığımız metin, bu iki tarihsel olayı birlikte ele alarak, devrimci Marksizm açısından ortaya eşsiz bir perspektif koyuyor. Amerikan komünizminin kurucularından James P. Cannon’ın 22 Ağustos 1945’te New York’taki bir Troçki anmasında gerçekleştirdiği bu konuşması, Japonya’ya iki adet atom bombasının atılmasından iki hafta sonra yapılmıştı. Daha sonra söz konusu konuşma, 22 Eylül 1945’te, Sosyalist İşçi Partisi’nin (ABD) yayın organı olan Militant’ta,  “Lev Troçki’nin mirası ve onun öğrencilerinin görevleri” başlığıyla yayımlandı. Metin Türkçe’ye ilk defa çevrilmiştir. 

James P. Cannon (1890-1974): Birleşik Devletler’de önce komünizmin, sonra da Troçkizm’in kurucularından, Sosyalist İşçi Partisi önderi. Sosyalist görüşleri benimsemiş İrlandalı göçmen bir işçi ailesinin çocuğu olarak doğdu. Babası Eugene Debs’in partisinde militandı. 12 yaşında bir konserve fabrikasında işçi olarak çalışmaya başladı. Fabrikada çalışırken lise eğitimini tamamladı. 1908’de Amerika Sosyalist Partisi’ne katıldı. 1911’de, o sıralarda ABD’deki en militan devrimci örgüt olan Dünya Sanayi İşçileri’ne (IWW) katıldı. IWW grev örgütlemek üzere şehirden şehire gönderilen profesyonel devrimcilerden oluşuyordu. 1912’de IWW’nin yayın organı Solidarity’de (Dayanışma) çalışmaya başladı. Cannon’un militanlık eğitimi bizzat IWW yöneticisi  “Big Bill” Haywood tarafından verilmiştir. 1913’te mezbaha işçileri arasında faaliyet yürütmesi için Chicago’ya gönderildi. Peoria grevindeki rolü dolayısıyla tutuklandı ve hapse atıldı. IWW yöneticileri Vincent Saint-John ve Frank Little’in en yakın çalışma arkadaşı oldu. I. Dünya Savaşı’na karşı çıktı. 1917 Ekim Devrimi Sosyalist Parti’de bir deprem yarattı ve partinin sol kanadının temsilcileri olan Louis Frainna ile John Reed partiden ihraç edildiler. Cannon, John Reed’i de safına kazanarak sol kanatla beraber parti içinde büyük bir mücadele örgütledi ve komünist partinin örgütlenmesini hazırladı. Sosyalist Parti’nin sol kanadının 1919’daki New York kongresinde Kansas delegesiydi. Bu kongre ABD Komünist Partisi’nin kurulmasıyla sonuçlandı ve Cannon Merkez Komite’ye seçildi. İlk önce Missouri’deki Saint-Louis’de, daha sonra da Illinois’da maden işçileri arasında çalıştı ve parti faaliyeti yürüttü. 1921’de illegal şartlarda toplanan ve iki komünist partinin birleşmesine hasredilmiş olan kongreyi yönetti ve bir delege olarak birleşmeyi savundu. Partinin Politbüro’suna seçildi. 1922, 1925, 1927 ve 1928 senelerinde SSCB’ye yolculuk etti. 1922’de 8 ay boyunca, Komintern Yürütme Komitesi’ndeki görevleri dolayısıyla Amerikan partisinin temsilcisi olarak SSCB’de yaşadı. Lev Troçki’yle burada tanıştı. ABD Komünist Partisi genel başkanlığına seçildi, Emeğin Uluslararası Savunuşu’nun (ILD) sekreterliğinde bulundu. Üçüncü Enternasyonal’in kongrelerinde beş defa delege olarak bulundu. Komintern’in 1928 yazındaki altıncı kongresinde, eline tesadüfen Troçki’nin kongre için hazırladığı Lenin’den Sonra Komünist Enternasyonal kitabı geçti. Troçki burada Stalinist tek ülkede sosyalizm adlı çarpıtmayı ve Komintern’in sınıf işbirlikçi çizgisini eleştiriyordu. Cannon, Troçki’nin tezlerine ikna oldu ve ABD’ye dönerken, illegal şartlar altında Troçki’nin eserini yurtdışına kaçırdı (parti yönetimi tarafından bu çalışmanın okunması ve dağıtılması yasaklanmıştı). Troçki’nin kitabını ABD Komünist Partisi’nin saflarında tanıttı. Bu, onun Ekim 1928’de, bizzat Kremlin’in müdahalesiyle partiden ihraç edilmesini beraberinde getirdi. Cannon’u partinin önderliğinin bir kısmı takip etti ve birlikte The Militant (Militan) gazetesini yayımlamaya başladılar. O sıralarda Amerikan işçi sınıfı tarafından kendisine “ordusuz general” denmeye başlanan Canon yeni bir partinin örgütlenmesi faaliyetine girdi. 1929 Mayıs’ında Amerika Komünist Birliği’ni kurdu. Yeni örgüt Stalinist partinin Minneapolis ve Boston yerellerindeki işçi kadrolarını safına kazanarak hızla büyüdü. 1934’te Minneapolis şehrini felç eden büyük işçi ayaklanmasını Cannon’un izindeki Troçkist örgüt yönetti. Cannon “komünist ajitatör” olma suçlamasıyla tutuklandı ve hapiste geçirdiği sürenin ardından Minneapolis’e bir daha girmesi yasaklanarak şehirden kovuldu. Minneapolis Ayaklanması’nın başarıyla yönetilmesinin prestijiyle örgüt 1934’te, Amerikan İşçileri Partisi’yle birleşti. Yeni parti (Birleşik Devletler İşçi Partisi) Ohio’daki otomobil işçilerinin grev dalgasını yönetti ve 1935 Ağustos’unda Dördüncü Enternasyonal hareketinin destekçisi olduğunu deklare etti. Parti 1935-1936 senelerinde Sosyalist Parti’ye entrizm uyguladı. Cannon hızlıca SP’nin sol kanadının ulusal önderi haline geldi. 1937 yazında SP bir kere daha kendi sol kanadını ihraç etti. Bu kararla birlikte Cannon entrizm taktiğinin sonunun geldiğini duyurdu ve örgüt partiden ayrıldı. Cannon’un entrizmi başarıyla yönetmesi neticesinde Troçkist nüve yüzlerce yeni militan kazanmıştı. 1938’de Chicago Kongresi’nde 1500 militanıyla Sosyalist İşçi Partisi (SWP) kuruldu. 1938’de İngiltere’ye gitti ve Britanya Troçkizminin birleşmesi için çaba gösterdi. Eylül 1938’de Fransa’ya geçti ve Dördüncü Enternasyonal’in kuruluş kongresini hazırladı. Yeni Enternasyonal’in 15 kişiden oluşan Yürütme Komitesi’ne seçildi. 1939’da dört ay boyunca Fransa seksiyonu için çalıştı. ABD’ye döndü. SWP II. Dünya Savaşı’na muhalif tek partiydi; Cannon ve onunla birlikte partinin 17 yöneticisi daha işçileri greve çıkarma suçlamasıyla tutuklandı. Mahkemede Cannon meşhur savunmasını yaptı ve bu savunma daha sonra Amerikan işçi sınıfı içinde yaygın olarak dağıtıldı. Ocak 1945’te serbest bırakıldı. Sağlık sorunları nedeniyle 1952’de Los Angeles’a taşındı ve Ulusal Sekreterlik pozisyonunu Farrell Dobbs’a teslim etti. 1953’te Pablocu revizyonizme karşı mücadeleyi ilk başlatan Cannon’du ve Uluslararası Komite’nin kuruluşuna öncülük etti. Ağustos 1974’teki ölümüne dek ağır sağlık sorunları nedeniyle politikayla bir zamanlar olduğu gibi ilgilenemese de politik üretimini daima sürdürdü ve bir Dördüncü Enternasyonal savaşçısı olarak öldü. 

***

Beş sene önce bugün dünya, emperyalist savaşın kışkırttığı gericiliğin derinliklerinde bulunurken, büyük önderimiz ve öğretmenimiz Yoldaş Troçki, Stalinist bir suikastçının ellerinde yok edildi. Onu o sırada, dünyaca henüz kabul edilmese de düşünceleri insanlığın geleceğini temsil eden birisi, büyük bir düşünce insanı olarak hafızamıza kazımıştık. Bugün, trajik ve oldukça zamansız ölümünün beşinci yılında, dünya tarihinin en büyük devrimci krizinin başlangıcında dururken, düşünceler ve sözler eyleme dökülmek zorundayken, bir eylem adamı olan Troçki’ye minnettarlık dolu saygımızı gösteriyoruz.

1938’de partimizin 10. yaşını kutlarken, büyük bir yıldönümü etkinliğinde Yoldaş Troçki de konuşmacılardan biriydi. New York’a gelemedi ama etkinlik için kaydetmiş olduğu bir gramofon kaydı üzerinden bizimle konuştu, onuncu yaş gününde partimizi selamladı. Hiç şüphe yok ki birçoğunuz o konuşmayı dinledi. Hatırlayacaksınız, o konuşmada ancak geleceğe bir hazırlık olarak geçmişteki başarıları kutlamaya zaman ayırma hakkımız olduğunu söylemişti. [1] Benzer bir şekilde diyebiliriz ki, bu akşam asil ve şanlı şehidimizi anarken, bunu ilk olarak, onun bize işaret etmiş olduğu hedef uğruna yaşayanların mücadelesini örgütlemenin ve buna hazırlanmanın bir aracı olarak yapıyoruz. 

Troçki’nin temel düşünceleri, onun uğruna yaşadığı ve öldüğü düşünceler oldukça basittir. O, toplumun büyük sorununu, doğası gereği toplumsal olarak büyük insan kitleleri tarafından işletilen modern sanayinin, halkın ihtiyaçları yerine özel mülkiyet ve özel kâr için işletilmesi yönündeki çağdışılıkla engellenmesinde ve kısıtlanmasında görüyordu. O, modern üretici güçlerin ulus devletlerin yapay sınırlarını oldukça fazlaca aştığını görüyordu. Bu iki devasa çelişki (üretim araçlarının özel mülkiyeti ve onların özel kâr için işletilmesi ile sanayinin ulus devletlerin gereğinden uzun yaşamış çerçevesinin içinde boğulması) modern toplumun büyük hastalıklarının kaynaklarıdır: Yoksulluk, işsizlik, faşizm ve savaş. 

Troçki insanlık için biricik kurtuluşun, vakti dolmuş kapitalizmin devrimci ilgasında yattığını gördü. Sanayi toplumsallaştırılmalı ve kâr değil kullanım odaklı bir plan temelinde işletilmeliydi. Ayrı kapitalist devletlerin ulusal antagonizmaları yerlerini uluslararası bir federasyona bırakmalıydı: Dünya Sosyalist Birleşik Devletleri. Toplumsallaştırılmış planlı bir ekonomi bütün halk için bolluk üretebilir ve tedarik edebilirdi, yalnızca bir ulusta değil ama bütün uluslarda. Birbirlerini sömürme ihtiyacı veya nedeni olmayan; pazarlar, etki alanları ve yatırım sahaları üzerinden birbirleriyle çatışmalara girişmeyen; herhangi bir sömürgeyi sömürme ve köleleştirme ihtiyacı olmayan ayrı sosyalist uluslar, emeğin dünya çapındaki bölüşümüne dayanarak zorunlu olarak barış ve işbirliği üzerinde birleşeceklerdi. Bir ulusun gücü, hepsinin gücü haline gelecek; birisindeki kıtlık, diğerlerinin bolluğuyla çözülecekti. İnsanlık, dünyanın dört bir köşesindeki bütün halklar için sanat ve bilimde gerçekleştirilen bütün fetihlerin ortaklaşa karşılıklı mübadelesini örgütleyecekti. 

Troçki yalnızca işçilerin bu dönüşümü sağlayabileceğini düşündü. Sadece bütün ezilenlerin ve yoksun bırakılanların ve sömürülenlerin ve köleleştirilenlerin başındaki işçi sınıfı, modern toplumun gerçekten tek ilerici ve devrimci olan bu sınıfı —sadece onlar toplumun bu büyük devrimci dönüşümden geçirilip yeniden örgütlenmesinde başarılı olabilirlerdi. İşçiler tek ilerici sınıftı ve sayılarının üstünlüğü ve toplumdaki stratejik konumlarını dolayısıyla da en güçlü sınıftı. İşçilerin ihtiyaç duyduğu tek şey tarihsel çıkarlarının ve güçlerinin bilincine varmak ve bu gücü etkili kılmak için örgütlenmekti. 

Troçki, artık tarihin gündeminde bulunan dünyanın bu devrimci dönüşümü mücadelesinin bir partinin önderliğine gereksinim duyduğunu düşündü. Yoldaş Troçki’nin de vurguladığı üzere bu parti, diğer partiler gibi bir parti değildi. Onun 10. yıldönümü etkinliğimizdeki mesajı buydu: “Diğer partiler gibi olmayan bir parti.” Yani gevşek, reformist, içinde gevezelik edilen ve uzlaşmacı bir parti değil ama esaslı bir devrimci parti, bir düşünce ve eylem partisi. Uzlaşmaz bir şekilde bütün cephelerden kapitalizme ve özel olarak da kapitalist savaşa karşı olan bir parti. Böylesine bir parti, dedi Troçki, zamanından fazla hayatta kalmış olan toplumsal sisteme karşı yürütülen büyük saldırıya önderlik etmesi için gereklidir. 

Dünyanın işçileri 1940’ta Troçki’nin fikirlerine ihtiyaç duymuştu. O zamandan beri toplumun kapitalizmden sosyalizme geçişinin maddi koşulları fazlasıyla olgunlaştı. Gecikmiş olan ise işçi kitlelerinin ve onların örgütlerinin bilinçleri ve anlayışları oldu. İşçi kitlelerin, ikinci emperyalist savaşın katliamına karşı, dünyadaki tek büyük ses olan Troçki’nin fikirlerine, Troçki buna dair konuştuğu sırada ihtiyaçları vardı. Ancak Troçki’nin fikirlerini anlamak ve bunlar üzerinden eyleme geçmek için henüz hazır değildiler, henüz buna uygun biçimde örgütlenmemişlerdi. 

İşçilerin büyük politik ve endüstriyel örgütlenmeleri, aslında işçilerin çıkarlarının temsilcileri olmayan ama burjuvazinin emek hareketinin içindeki ajanları olan insanların önderliği altına geçti. Sosyal demokrat partiler; komünizm ve proletarya karşısında hain bir rol üstlenen Komintern’in komünist partileri; ve büyük sendikalar —bunların hepsi Troçki’nin devrimci programını reddetti. Bunların hepsi kapitalist hükümetleri desteklediler ve hükümetler de halkı savaşın kanlı alanına taşıdılar. 

Bu akşam kürsümüzün üzerinde yazılı olduğu ve kendisinin de son mesajında söylediği üzere, Troçki Dördüncü Enternasyonal’in zaferinden emin bir şekilde öldü. Zafere güvenerek öldü, ancak onu yaşama ve ona dahil olma fırsatı olmadı. 

Savaş altı sene sürdü. İşçi sınıfının önderleri tarafından desteklenen bir savaş. Profesörler ve entelektüeller tarafından savunulan bir savaş. Kilise tarafından kutsanan bir savaş. Ve şimdi savaşın sonuçlarını saymaya başlayabiliriz. İnsanlığa fayda getireceği sözü verilen bu savaşın meyveleri neler oldu? Avrupa’ya bakın! Asya’ya bakın! Ya da evimizin daha yakınındaki kapanan fabrikalara ve işsizlik bürolarının önündeki uzun kuyruklara; açlığın giderek daha da belirginleştiği uzayan kuyruklara, savaştan dönen askerlerin çok yakında bitkin sıralarında yerlerini alacakları kuyruklara bir bakın — tabii bu askerler savaş alanından canlı çıkmış ve buraya dönebilmişlerse. 

Kapitalizm altında fabrikalar imha araçlarının üretimi için son hızla çalıştırıldı, ama sözde barış zamanlarında insan ihtiyaçlarının üretimi için açık tutulamıyorlar. Bütün bir Avrupa, oldukça kültürlü Avrupa’nın tamamı, bir açlık, çaresizlik, yıkım ve ölüm kıtası durumunda.

Potsdam’ın galipleri Avrupa’ya zaferin ve özgürleşmenin meyvelerini duyurdular. Avrupa kıtasındaki en güçlü ve üretken sanayi olan Alman sanayisinin yıkılmasına karar verdiler. Avrupa’nın fabrikası olan sanayileşmiş Almanya’nın yaşam standartlarının, mahvedilmiş geri tarım devletlerinin yaşam standartlarından daha yüksek olamayacağını duyurdular. En aşağıdakini en yüksektekinin seviyesine çıkarmak değil ama en yüksekteki ve en gelişmiş ve kültürlü olan ülkeleri en alttaki ve en az gelişmiş ülkelerin seviyesine indirmek —sözde barışın taraflarının apaçık programı işte budur. Avrupa’nın programı budur. 

Ve insanlar açısından bilanço nedir? Bugün New York Times’da Frankfurt’tan gelen bir telgraf okudum. Söz konusu bölgedeki duruma dair resmi bir rapora yapılan bir referansı alıntılayacağım; sıradan, olağan bir bilgilendirme haberi bu. “Verilerin gösterdiğine göre,” diyor Times muhabiri, “bölgedeki ortalama bir tüketici günde 1100 ile 1300 kalori alarak yaşıyor, ki bu ordunun karneye bağlanan 3600 kalorisiyle bir tezat oluşturuyor.” Almanya’nın Amerikan bölgesindeki “özgürleştirilmiş” halkına, ordu tarafından askerleri bir verimlilik seviyesinde tutabilmek için gerekli olduğu tahmin edilen gıda miktarının üçte birinden daha azı veriliyor. Hiç şüphe yok ki Avrupa halkı kendisini özgürleştirenlere büyük bir sevgi ve minnet duyacaktır. 

Kuşkusuz bin yıllık bir barış için temeller atılıyor… Can çekişen kapitalizm insanlığı bir uçuruma sürüklüyor. Kapitalizm her gün kendisini, sözde barışta olduğu gibi savaşta da halkın düşmanı olarak daha fazla gösteriyor. İnsanları ölümüne bombala! Kundak bombalarıyla onları yakarak öldür! Onların sanayilerini yık ve insanları açlığa mahkum et! Ve eğer bu yeterince korkunç değilse, onları atom bombalarıyla yeryüzü üzerinden sil! İşte özgürleştiren kapitalizmin programı budur. 

İnsanlığın sırtlandığı yüklerin rasyonel olarak çözümlenmesinde kullanılabilecek olan atom enerjisinin harikulade sırrının bilimsel fethinin ilk önce yarım milyon insanın toptan katledilmesi için kullanılması, çürüme çağındaki kapitalizmin gerçek doğasının ne güçlü bir ifadesidir. 

İlk hedef olan Hiroşima’nın nüfusu 340.000’di. İkinci hedef Nagazaki’nin nüfusu 253.000’di. İki şehrin toplamı yaklaşık olarak 600.000 kişi ediyor. Bu şehirler dayanıksız inşaatlardan oluşuyordu ve bir raporun da aktardığına göre evler birbirlerine bitişik inşa edilmişti. Kaç kişi öldürüldü? Atom enerjisinin sırrının keşfinin kutlamalarında kaç Japon yok edildi? Şu ana kadar edindiğimiz bütün göstergelerden, bütün raporlardan anladığımız kadarıyla, neredeyse hepsi ya öldürüldü ya da yaralandı. Neredeyse hepsi. 

Bugünkü Times’da Nagazaki üzerine Tokyo radyosundan bir rapor vardı. Bu rapora göre “bir zamanlar müreffeh olan şehrin merkezi göz alabildiğince moloz dışında hiçbir şey kalmadan büyük bir enkaza dönüşmüş” durumda. Japon gazetesi Mainichi’nin kapağında bombanın yol açtığı hasarın fotoğrafları vardı. Şöyle deniyor haberde: “Bu fotoğraflardan biri, havadan yapılan atom bombası saldırısından 16 kilometre ötedeki trajik bir sahneyi ortaya koyuyor,” ki söz konusu yerde çiftlik evleri ya yerle bir olmuş ya da çatıları parçalanmış. Radyo yayını, Yamaha Fotoğraf Enstitüsü’nde çalışan ve bomba patlar patlamaz hemen şehre koşan bir fotoğrafçıdan alıntı yapıyor: “Nagazaki artık ölü bir şehirdir, tüm bölgeler kelimenin gerçek anlamıyla yerle bir edilmiş durumda. Küllerin üzerinde dikkat çekici bir biçimde yükselen yalnızca birkaç bina kalmış durumda.” Fotoğrafçıya göre şehirdeki “nüfus oldukça fazlaydı ve hayatta kalmış olan birkaç kişi bile yaralanmaktan kurtulamadı.” Japon basını ise şu ana dek Hiroşima’dan yalnızca bir kişinin sağ çıktığını yazdı. 

Hesaplanmış iki darbeyle, iki atom bombasıyla, Amerikan emperyalizmi yarım milyon insanı öldürdü ve yaraladı. Gençler ve yaşlılar, beşikteki bebekler ve ihtiyarlar; sakatlar, yeni evlenmişler, sağlıklılar ve hastalar; erkekler, kadınlar  ve çocuklar —hepsi bu iki bombalama sonucunda, Wall Street emperyalistleri ile Japonya’daki benzer bir çetenin didişmesi yüzünden öldü. 

İşte Amerikan emperyalizmi doğuya bu yollarla medeniyet taşımaktadır. Ne akıl almaz bir gaddarlık! Bir zamanlar New York limanına dünyayı aydınlatan bir Özgürlük Heykeli diken Amerika için ne büyük bir utanç! Ve şimdi dünya onun ismini duyunca korkuyla irkiliyor. Savaşı kutsamış olan bazı vaizler bile bu katliamı protesto etmek zorunda kaldılar. Bunlardan biri bir röportajda şöyle diyor: “Amerika ahlaki üstünlüğünü kaybetmiştir.” Ahlaki üstünlüğü mü? Evet. Onu kesinlikle kaybetti. Bu doğru. Ve bombaları atan emperyalist canavarlar da bunun farkında. Ama bakın onlar bundan ne kazandı: Doğunun sınırsız zenginliğinin kontrolünü kazandılar. Uzakdoğu’daki yüz milyonlarca insanın sömürülmesini ve köleleştirilmesini sağlayacak bir güç kazandılar. Ve zaten bunun için savaşa girmişlerdi —ahlaki üstünlük için falan değil, kâr için. 

Basın bir vaizden daha alıntı yapıyor. Bu vaiz kendisine bir defasında İncil’de alçak gönüllü ve nazik İsa’yla ilgili bir şeyler okuduğunu hatırlatıyor ve bundan böyle Uzakdoğu’ya misyoner göndermenin anlamsız olacağını söylüyor. Bu, onların da tartışacaklarına emin olduğum oldukça ilginç bir sorunu gündeme getiriyor. Bir kimse, elbette sadece bir tesadüf eseri olarak aynı anda hem finansın ve kilisenin payandaları olan hem de çeşitli türlerdeki misyonerlik girişimlerinin destekçileri olan Rockefeller ile Morgan yapılarının içinde dönen ilginç tartışmaları tahmin edebilir. “Doğudaki kafirlerle ne yapacağız? Onlara Hristiyanlığın cennetine öncülük eden misyonerler mi göndermeliyiz, yoksa onları cehenneme göndermek için atom bombaları mı atmalıyız?” Ortada bir tartışma konusu var, ürkütücü bir tema üzerine tartışma. Ancak her halükarda şundan emin olabilirsiniz ki, Amerikan emperyalizminin müdahil olduğu her yerde, cehennem açık ara büyük bir farkla kendisine daha fazla müşteri çekecektir. 

Amerikan emperyalizmi, üzerine bütün dünyanın korkusunu ve nefretini çekti. Dünyanın her köşesinde bugün Amerikan emperyalizmi insanlığın düşmanı olarak görülüyor. Birinci Dünya Savaşı’nın bedeli 12 milyon ölüydü. İkinci Dünya Savaşı’nın bedeli çeyrek yüzyıl içinde 30 milyon ölü oldu; ve savaşın sonuçları kesinleşene kadar açlıktan ölecek olan en az 30 milyon kişi daha var. 

Kapitalizm dünyaya ne denli büyük bir ölüm hasadı getirdi! Eğer bütün kurbanların kafatasları bir araya getirilip bir piramit şeklinde dizilebilseydi, o piramit ne denli büyük bir dağ olurdu. Bu dağ kapitalizmin başarılarının ne denli anıtsal bir ifadesi olurdu ve bu ifade, kapitalist emperyalizmin gerçekte ne olduğunun çok uygun bir sembolü olurdu. İnanıyorum ki, bu denklemin tamamlanması için sadece bir eksik mevcut. O da kafataslarından piramidin üzerine asılacak olan ve Dört Özgürlük’ün [2] ironik sözlerini duyuran büyük bir ışıklı tabeladır. Ölüler en azından kayıtsız ve korkudan muaflar. Ama hayatta kalanlar açlık içinde ve geleceğin terörüyle yaşıyorlar. 

30 milyondan fazla hayata mal olan savaşı kim kazandı? Militant’daki [3] karikatüristimiz büyük bir sanatsal fazilet ve kavrayışla ve birkaç kalem darbesiyle, kapitalistleri ellerindeki para çuvallarıyla bir ayakları mezarlıklarda, diğer ayakları da yok edilmiş şehirlerde durur vaziyette dünyanın tepesinde ve “Tek Muzaffer” başlığıyla resmettiğinde, bunu açıklamıştı. Tek kazanan Amerikan emperyalizmi ve onun diğer ülkelerdeki uydularıdır. 

Onların perspektifleri nelerdir? Efendilerimiz altı yıllık savaşın bu büyük başarısının ardından geleceği nasıl resmetmektedirler? 

İnsan yaşamına ve insan kültürüne yönelik tüm dehşet ve yıkımıyla resmen sona eren İkinci Dünya Savaşı’ndan önce dahi, onlar üçüncü savaşı düşünüp planlıyorlardı. 

Bu delileri durdurup, onların ellerinden iktidarı almak zorunda değil miyiz? Bütün dünya halklarının bu delilerin daha ileriye gitmesini engellemeyi düşündüklerinden, durumu değiştirmenin bir yolu olması gerektiğini düşündüklerinden şüphe edebilir miyiz? Uzun zaman önce devrimci Marksistler insanlığın yüz yüze olduğu alternatifin sosyalizm ya da yeni bir barbarlık olduğunu söylemişti. Kapitalizmin enkaza doğru sürüklendiğini ve uygarlığı da beraberinde götürdüğünü söylemişlerdi. Ama mevcut savaşta geliştirilen ve geleceğe yansıtılanın ışığında düşünüyorum ki, artık alternatif çok daha belirgindir: İnsanlığın yüz yüze olduğu alternatif, sosyalizm ya da yok oluştur! Artık sorun, kapitalizmin mi hayatta kalmasına izin verileceği, yoksa bu gezegenin üzerinde insan türünün mü hayatta kalmaya devam edeceğidir. 

Biz inanıyoruz ki, dünya halkları bu korkunç alternatif karşısında uyanacaklar ve kendilerini kurtarmak için zamanında eyleme geçecekler. Biz inanıyoruz ki, dünyanın yeni efendisi Amerikan emperyalizmi kendini konsolide edemeden önce iki taraftan saldırıya uğrayacak ve yenilecek. Bir tarafta Wall Street’in sömürge kölelerine dönüşmüş olan dünya halkları, tıpkı işgal altındaki vilayetlerin emperyal Roma’ya karşı ayaklandığı gibi emperyalist efendiye karşı isyan edecek. Bu isyanla eşzamanlı olarak ve mücadelemizi onunla koordine ederek biz, Troçkist parti, Amerika’nın işçilerine ve avamlarına, bizim asıl düşmanımıza ve insanlığın asıl düşmanına karşı devrimci bir saldırıda önderlik edeceğiz, yani Birleşik Devletler’deki emperyalistlere karşı. 

Beş yıl önce bugün, bizim büyük bilgemiz Yoldaş Troçki’nin önce yasını tuttuk ve onu andık. Bugün devrimci eylem yüz milyonlarca insan için bir ölüm-kalım meselesi haline gelirken, biz düşüncelerden eyleme geçmeye ve fikirler tarafından rehberlik edilen eyleme hazırlanırken, Troçki’yi büyük bir eylem insanı olarak, işçilerin örgütçüsü olarak, devrimlerin önderi olarak anıyoruz. İşte biz bu ruhla bu akşam Yoldaş Troçki’yi anıyoruz. 

O bize, her şeyin ötesinde bir parti inşa etmemizi tembih etti. Ve bir kere daha onun ne dediğini tekrarlıyorum: “Diğer partiler gibi olmayan bir parti,” ama devrime önderlik etmeye uygun, amatörce işler yapmayan ve yolu yarıda terk etmeyerek sonuna kadar mücadele eden bir parti. 

Eğer ciddiyseniz; eğer faaliyet yürütmekte samimiyseniz, eğer kendinizin daha iyi bir hayat yaşaması ve insanlığın kurtuluşu kavgasının bir parçası olmak istiyorsanız, sizi partimize, bize katılmaya ve bu büyük mücadelenin bir parçası olmaya davet ediyorum.

Partimizde karamsar ve korkak insanların yeri yoktur; partimizde çıkarcıların, kariyeristlerin ve bürokratların yeri yoktur. Ancak partimizin kapısı, dünyayı değiştirmekte kararlı ve bu konuyla ilgilenmeye hazır yavuz işçilere sonuna kadar açıktır. 

Troçki bize muazzam bir miras bıraktı. O bize, programımızı inşa eden müthiş bir düşünce sistemi verdi. Ve bizim önümüze, insanlığın davası için yaşamış ve ölmüş olan, her şeyin ötesinde tarihin görmüş olduğu en muhteşem devrim sırasında teorinin eylem içinde nasıl uygulanacağını göstermiş olan örnek bir devrimcinin misalini koydu.

Bu miras sayesinde mücadele ve zafer için silahlı ve zırhlıyız. Troçki’nin öğrencileri olan hepimizin bu zafer için gereksinimini hissettiği, sadece bu düşünceleri berrak bir şekilde anlamak, bu düşünceleri kendi etimiz ve kemiğimizle özümsemek, onlara sadık kalmak ve hepsinin de üstünde, onları eylem içinde uygulamaktır. 

Eğer bunu yaparsak, dünya üzerindeki hiçbir gücün üstesinden gelemeyeceği bir parti inşa etmiş oluruz. Amerika’daki kitlelere önderlik etmeye uygun bir parti inşa edebiliriz. Dünya halklarına yönelik savaş yanlısı emperyalist programa, ülkenin içinde devrimle ve dünyada da halklarla barış yaparak cevap verecek olan bir parti. 

***

Dipnotlar:

[1] Cannon’un bahsettiği Troçki’nin uyarısı tam olarak şöyledir: “Bolşevik-Leninistler, uluslararası öncüler, dünyanın dört bir yanındaki yoldaşlarımız, gerçek Marksistler olarak devrimin yolunu, duygularında ve arzularında değil, olayların nesnel gelişiminin çözümlenmesi içinde aradılar. Her şeyden önce, başkalarını ya da kendimizi aldatmama kaygısı bizlere yol gösterdi. Ciddiyetle ve dürüstçe araştırdık. Ve bazı önemli şeyler keşfettik. Olaylar gerek çözümlememizi gerekse de öngörülerimizi doğruladı. Bunu kimse inkar edemez. Şimdi ise programımıza ve kendimize sadık kalmamız gerekiyor. Bunu yapmak kolay değil. Önümüzdeki görevler çok büyük, düşmanlar saymakla bitmez. Zamanımızı ve dikkatimizi bu kutlama törenine harcamaya, yalnızca kendimizi geçmişin derslerinden yola çıkarak gelecek için hazırlayabildiğimiz ölçüde hakkımız var.” (Lev Troçki, 18 Ekim 1938)

[2] “Dört Özgürlük”, 6 Ocak 1941’de ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt tarafından dile getirilen hedeflerdi. II. Dünya Savaşı’nda Amerikan mezbahasının kaptan kamarasında olan Roosevelt’e göre bu dört özgürlük ifade özgürlüğü, inanç özgürlüğü, yaşam standardı özgürlüğü ve korkudan kurtulma özgürlüğüydü. İşçiler ile komünistlerin bu dört sözde özgürlüğün hepsinden muaf tutulması Amerikan kapitalizminin kırmızı çizgisiydi. 

[3] Militant (“Militan”): Uzun bir süre boyunca Dördüncü Enternasyonal’in ABD seksiyonu olmuş olan Sosyalist İşçi Partisi’nin resmî yayın organı. Gazetenin tirajı İkinci Dünya Savaşı’nı kapsayan yıllar ve ertesinde haftalık 10.000’i geçmiş ve hatta savaş sırasında gazetenin dağıtımı İç İşleri Bakanlığı tarafından yasaklamıştı.