Leninist partinin tarihsel ve ilkesel temelleri

Aşağıda okuyucularımızla, İşçi Demokrasisi Partisi’nin eğitim seminerleri kapsamında “Devrimci Parti” başlığı altında 5 Temmuz’da yapılan sunumu paylaşıyoruz.

***

Çoğalan toplumsal yoksunluk, ücretlere, emekli maaşlarına ve toplumsal kazanımlara yönelik aralıksız saldırılar, ırkçılık, salgın hastalıklar ve çevresel felaketler… Bütün bunlar aslında şiddetli sınıf mücadelelerinin habercisi.

Servet, hiç durmadan toplumun diğer bir ucunda birikiyor. Ayrıcalıklı bir güruh lüks içinde yaşıyor. Onların sahip olduğu lüksün ve savurganlığın sınırı yok.   Öyle ki 2013’de, Volkswagen’ın CEO’su Martin Winterkorn 17 milyon Avrodan fazla para kazanmış ki bu, aylık 1,5 milyon Avro ediyor.

Kapitalist sistem aynı zamanda korkunç bir sömürü, yıkım ve krizler rejimi… 

Her büyük kriz, onlarca yıldır biriken ve bastırılan çelişkileri ortaya çıkartıyor.

Yaşadığımız salgın, işte tam olarak böyle bir krizi açığa çıkartmış durumda. Sadece birkaç hafta içinde, var olan toplumsal, siyasi ve ekonomik düzeni milyonlarca insanın gözünden düşürdü. En büyük bankaların ve şirketlerin bulunduğu, en çok sayıda milyardere ev sahipliği yapan, dünyanın açık farkla en zengin ülkesi olan Amerika Birleşik Devletleri, bu salgına etkin bir müdahalede bulunmaktan aciz olduğunu kanıtlamış durumda.

Bu salgın, tetikleyici bir olay… Bu anlamda salgını, Arşidük Franz Ferdinand’ın Haziran 1914’te suikasta uğraması ile kıyaslayabiliriz. Bu suikast, hatırlayın, beş hafta sonra, Ağustos 1914’te I. Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla doruğa ulaşan bir olaylar zincirini harekete geçirmişti.

Uzun süredir varlığını sürdüren yanılsamalar, tıpkı I. Dünya Savaşı’nda olduğu gibi paramparça oluyor. Artık  geri dönüşü olmayan bir nokta bu.     

Bakın Marx bu konuda ne diyor:

“Toplumun üretici gelişimi ile günümüze kadarki mevcut üretim ilişkileri arasında artan uyumsuzluk, kendisini sert çelişkiler, krizler ve sancılarla ifade eder.”

Kapitalizm bir sürekli krizler rejimi olsa da, bu yine de kapitalizmin çürüyen bir beden gibi kendi ağırlığı altında çöküp gideceği anlamına gelmez.

Troçki doğuş, olgunlaşma ve yok oluş süreçleri içindeki kapitalizmi “insan organizmasının nefes alma süreçleriyle” kıyaslarken bize kapitalizmin insanların aksine “doğal” sebeplerden ölmediğini, sadece işçi sınıfının onu yıkmasıyla yok olacağını hatırlatmaktadır. 

Unutmayalım, burjuvazi kapitalizmin sonunu görmektense, dünyanın sonunu görmeyi tercih eder.  

Örgütlenmek

Kapitalist toplum yüksek düzeyde örgütlüdür ve örgütlülüğü kapitalist küreselleşmeyle artarak gelişir. Sömürü düzeni, iktidarını toplumsal faaliyetin her alanında uygulamak için siyasi kurumlar inşa etmiştir. Başlıca iktidar araçları olan ordu ve polisiyle, mahkemeleri, yasama organları ve en küçük kasabadaki en küçük devlet dairesine kadar her şeyiyle, devlet bunun yalnızca bir biçimidir.

İktidar kendini ideolojik olarak ortaya koyar; kültür, medya ve sanat aracılığıyla. Bunların her biri farklı incelik dereceleriyle bizi temel bir olguya iknaya çalışır;  “Yaşadığımız hayat, bütün olası toplumsal düzenlemelerin içinde en makulü ve iyisidir.” Bu aldatmaca, aynı zamanda aile, ataerki ve ırkçılık gibi baskıcı kurumlar yoluyla da kendini derinleştirir .

Devrimci bir durum olgunlaşana kadar – ve elbette her zaman olgunlaşır -, bütün enerjimizi onun için hazırlanmaya harcamalıyız. 

Peki neden?  Çünkü yalnızca bu yolla, seferberlikler bütün sokakları doldurup olaylar kontrolden çıktığında, insanlar hangi tarafta olduğunu ve ne yapılması gerektiğini bilecektir ve en önemlisi de biz yalnız bu yolla bu seferberlikleri sevk ve idare edebilme gücü ve yeteneği kazanabileceğiz.

İyi ya da kötü devrimci isyanların merkezi bir önderliğin yokluğunda da gerçekleştiğini tarih göstermiştir. Neticede bu, devrimlerin ana sorunudur: Kitleler sokakları alır, orduları yener, rejimi ve hükümetleri iktidardan uzaklaştırır fakat durumdan çıkış için bir yol bulamaz. Devrimci enerji tıpkı bir düdüklü tencerenin kapağından çıkan buhar gibi dağılır.

Devrimci liderlik ve örgütler devrimin varlığı için gerekli değil, fakat başarılı olması için gereklidir.  O halde önderliğin anlamı nedir? Önderlik, yolu gösteren, kuvvetleri organize eden ve savaşın hedeflerini inşa edendir. Muharebelerden sonra askerleri bir araya getiren ve her bir muharebeden sonra çıkarılan dersleri sunandır. Kitleler kazanmak için önderliğe ihtiyaç duyar.

Eğer örgütlenmez ve gücümüzü kolektif bir şekilde kullanamazsak bu denli örgütlü, gerici ve güçlü bir düşmanı mağlup etmeyi bekleyemeyiz.

Unutmayın, kapitalizm kendini ölümüne savunacaktır. Biz ise sert bir şekilde ve akıllıca dövüşmeliyiz. Yani konumumuzu savunabilecek ve nihai olarak düşmanı tüm cephelerde yenilgiye uğratabilecek güçlere, politik ve ideolojik bir araca ihtiyacımız var.

Örgüt fikrinin tarih öncesi

Uzun 19. yüzyılın tarihine modern sınıf mücadeleleri damgasını vurdu. 1848’de neredeyse tüm Avrupa’yı işçi ayaklanmaları ve devrim ateşi sarmıştı. Hemen tüm devrimlere savaşların eşlik ediyor oluşu ise dikkat çekicidir. 

Örneğin 1870-71 Fransız-Prusya çatışması Paris Komünü’ne yol açmış, 1905 Rus-Japon Savaşı da aynı yıl, Rusya’da gerçekleşen devrimin ateşleyicisi olmuştu.  Nitekim I. Dünya Savaşı da Kızıl Ekim için benzer bir işlevi görecekti. 

Burjuvazi 1789 Fransız Devrimi’nde ilerici/başat bir rol üstlendiyse de 1848 ve 1871 yıllarındaki sarsıcı deneyimlerinden hareketle artık açıkca karşıdevrimci bir güce dönüşmüştü. Zira yeni devrimler, burjuvazinin ayrıcalıklı konumunun sömürülen yığınlar tarafından tehdit edildiğini kavramasını sağlamıştı. 

Burjuvazinin “sınıf bilinci” açısından, işçi sınıfı başlıca tehdit halini almaktaydı. Zira işçi sınıfı, yalnızca sendikal ölçekte değil, ama aynı zamanda politik çerçevede örgütleniyor ve dahası Marksist sosyalizmde kendisine dönüştürücü bir özgürleşme stratejisi buluyordu. 

Barcelona, Manchester, Hamburg, New York, Viyana, Petersburg bu patlamalı yükselişin kaleleri durumundaydı.

19. yüzyılın sosyal demokrat partileri Marx ve Engels’in işçi sınıfının “tek partisi” anlayışı temelinde kurulmuşlardı. Bu, ne tüm ihtişamıyla işçi aristokrasisinin, ne de işçi hareketinin  kemikleşmiş büyük bürokrasilerinin henüz ortaya çıkmadığı bir zamana ait bir parti kavrayışıydı.

Oysa emperyalizmin ortaya çıkmasıyla beraber Avrupa ülkelerinde, aynı ülkedeki ve dünyanın geri kalanındaki sınıf kardeşlerinin yaşam düzeylerine göre daha yüksek bir yaşam düzeyine sahip, işçi sınıfının ayrıcalıklı bir kesimi olan işçi aristokrasisi de fazlasıyla gelişmekteydi.

Alman, Belçika, Fransız sosyal demokrat partilerinin en iyi örneklerini oluşturduğu bu parti anlayışı, zaman içinde geçirdiği evrimle temelde devrim yapmak yerine oy ve etki elde etmeye eğilim kazandı. 

Bu parti anlayışında emekçi kitlelerin edilgen bir rolleri vardı.  Bu partilerin sürekli büyüyen gücü ve artan nüfuzu teorik olarak, devletin giderek demokratikleşmesini, işçi sınıfının giderek bilinçlenmesini sağlayacaktı.

İşçi sınıfının toplumdaki sayısı ve bilinci hızla gelişirken, karşı konulmaz bir zorunlulukla işleyen toplumsal yasalar, kapitalizmi kaçınılmaz ve kendiliğinden bir çöküşe sürükleyecekti.

Gördüğünüz üzere II. Enternasyonal’de belirginleşen bu kitlesel reformist işçi partisi formu, sendikal ve parlamenter rekabete uygun ise de, iktidarın işçi sınıfı tarafından zaptı açısından kesinlikle yararsız ve dahası karşıdevrimci partilerin bir federasyonundan ibaret hale gelmeye başladı. Yüzyıl dönerken reformlar çağının da sonu gelmekteydi ve keskinleşen sınıf çelişkileri bazı devrimcileri ve partileri devrimci savaş yoluyla iktidarın zaptı noktasına itiyordu.

Şurası çok açık ki, genel anlamda reformculuk-devrimcilik, tartışması/mücadelesi kendini geride kalan l00 yıl içinde daimi ve esas olarak bir örgüt teorisi, program ve devrim stratejisi çatışması olarak sürekli açığa çıkaracaktı.

19. yüzyıl her anlamda hareketliydi. Göçler, grevler, isyanlar… 1870-90 yılları arasında dünya sanayi üretimi üç kat artmıştı. Proletaryanın yoğunluğu ve patlayıcı seferberlikleri de…

Uzun 19. yüzyılın son düzlüğünde dev tekeller büyümüş, sanayi, banka ve devlet sermayesi kaynaşmıştı. Kapitalizmin bu üst aşaması, korkunç bir sömürünün hükmünü sürdürdüğü ve milliyetçiliklerin rekabet ettiği tekinsiz, tehlikeli bir dünya manzarası yaratmıştı. 

Ama öte yandan, Rus yazar Nikolay Dobrolyubov’un ifadesiyle:

“Yeni dönemin ‘Yeni İnsanlara’ gereksinimi vardı ve bu insanlar ortaya çıkmaya başlamışlardı bile. İç sürtüşmelerle yıpranmış ve düşünceler üzerine kafa patlatmalarla eylemsiz duruma gelmiş, felç olmuş liberal idealistlerin yerini, sinirleri güçlü, düş güçleri sağlıklı, gerçek insanlar almaktaydı…” 

Bölünmenin tarihçesi

Marx’ın beklentilerinin aksine, ilk sosyalist devrim en gelişmiş emperyalist ülkelerde değil, işe bakın ki akla gelebilecek en geri kalmış ülkelerden birinde, nüfusunun büyük çoğunluğunu köylülerin oluşturduğu, hiçbir zaman burjuva demokrasisini yaşamamış, ancak dünyanın en yoğunlaşmış proletaryasına sahip Çarlık Rusyası’nda zafere ulaştı.

Rusya’daki işçi sınıfı hareketi, Şubat Devrimi’nden önceki otuz beş yıl boyunca, sosyalist örgütler ile yakın ve sürekli bir etkileşim geliştirmişti. Bu örgütler bildirileriyle, gazeteleriyle, seminerleriyle, okullarıyla ve yasal ya da yasadışı etkinlikleriyle işçi sınıfının toplumsal, kültürel ve düşünsel yaşamında devasa ve belirleyici bir rol oynadılar.

Nitekim Plehanov’dan, Akselrod’a ve Potresov’dan Lenin’e uzanan öncü tartışması boşuna değildi. Şubat 1917’de kitlelerin “kendiliğinden” biçimlendiği sanılan yüksek entelektüel ve siyasal bilinç düzeyini biçimlendirmiş ve beslemiş olan şey, tam da işçi sınıfının toplumsal deneyimi ile devrimci hareketin kadrolarının ısrarlı çabalarıyla birleşmiş Marksist teorinin on yıllar süren olağanüstü karşılıklı etkileşimiydi.

Rusya’da kitlesel bir devrimci partinin ilksel hazırlıkları, dağınık duran ve gevşek bölgesel birlikler olarak kurulan yerel işçi çevreleri üzerinden şekillendi. Ülke sathında dağınık durumdaki ilk devrimci Marksist çevreler, merkezî bir örgütlenmenin kolları olarak değil, ayrı ayrı, toplumsal mücadeleler içinde geliştiler. 

1883 yılında St. Petersburg’da Plehanov önderliğinde kurulan “Emeğin Kurtuluşu” grubundan, 1898 yılında bir araya gelen delegelerce kurulan bir çatı örgüt olacak Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’ne (RSDİP) ve bu parti içinden 1902 yılında farklı bir eğilim olarak belirginleşerek ayrışacak Bolşevizm’e doğrusal bir çizgi izlenmedi.

Ama bu ülkenin özgün koşullarının bir ürünü olarak çelişkili bir şekilde, yeni tipte bir parti ve önderlik anlayışı için için gelişmekteydi: Bolşevik parti. Bir devrimci savaş partisi…  Enternasyonalist devrimci bir önderlik…

Bu, Paris Komünü’nden, Avrupa işçi sınıfı hareketinin yaşadığı yeniden örgütlenme sürecine – II. Enternasyonal – ve hatta Rusya’da halkçı devrimcilerin Marksizm öncesi devrimci girişimlerine dek uzun bir deneyimdi . Ama bütün bu sürecin içersinde belirleyici olan, bu özgün önderliğin devrimlerden ve devrimci süreçlerden geçmiş olmasıydı. 

Polis baskısı nedeniyle önce Brüksel, sonra da Londra’da yapılan Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin 2. Kongresi’nde Lenin, basit gibi görünen bir konuda, parti üyeliğinin kriterlerine ilişkin tartışmada, kendini sosyal demokrat (bugünün deyişiyle komünist) addeden herkesin parti üyesi olabileceği yolundaki görüşe şiddetle karşı çıktı ve parti üyeliğine ancak işçi sınıfının en bilinçli unsurlarının kabul edilebileceğini, bu bilincin sadece parti programına ve tüzüğüne lafzi bağlılıkla değil, aynı zamanda devrimci önderliğin inşası doğrultusunda pratik militan faaliyete katılmakla belirlenebileceğini savundu. 

Rus devrimi tarihindeki ünlü Menşevik-Bolşevik ayrımıyla sonuçlanan bu tartışma, aynı zamanda Leninist parti anlayışının da özünü oluşturur: Komünist parti, bu anlayışa göre işçi sınıfının öncü devrimci partisiydi ve diğer reformist sosyalist ve sosyal demokrat kesimlerden dikkatle ayrıştırılmıştı.

Bu tarihsel kongrede, yeni partinin üyelik esasları ve tanımı üzerinden önemli bir ayrılma yaşanacak ve Rusya’daki devrimci hareketi derinden etkileyecekti. Aslında Vladimir İlyiç Ulyanov ya da takma adıyla Lenin, parti üyelerinin belirli kriterleri yerine getiren ve aktif bir çevreden oluşmasını, sadece ceplerinde parti kimliği taşıyan ve zaman zaman partiye uğrayanlardan, hatta hiç uğramayanlardan oluşmamasını savunuyordu.

Partinin faal üyeleri profesyonel devrimci kadrolar olarak Çarlık otokrasisine karşı işçi devrimi yapabilecek bir devrimci partinin yaratılabilmesi için zamanlarının çoğunu örgütlenme ve önderlik inşası faaliyetiyle geçireceklerdi. Bu modele göre sempatizanlar farklı bir düzlemde değerlendirilmekteydi. Partinin iç işleyişinde de demokratik merkeziyetçilik olarak adlandırılan bir işleyiş benimsenecekti. 

Lenin’in bu fikirlerine karşıt olarak ise yoldaşı Julius Martov partinin merkezinde profesyonel devrimcilerin olmasına onay verse de, parti üyeliğinin sempatizanlara, devrimci işçilere ve diğerlerine – yani bunu istediğini belirten herkese – açık olmasını savunuyordu

1917 yılı geldiğinde, diğer “devrimci” parti kavrayışları Rus çarlığı gibi bağımlı ve az gelişmiş baskıcı bir ülkede çok ciddi ve çok yönlü bir sınava tabi tutuldu. Anlaşıldı ki, Lenin’in parti kuramının ortaya koyduğu gibi sorun Rusya şartlarının Batı’daki devrim dramını oynamaya henüz elvermemesi değil, bu dramın zaten çok önce Batı’da oynanmış olması ve artık dünyanın başka bir yerinde yeniden o şekilde oynanamayacak olmasıydı. 

Rusya’da “devrim için şartların olgunlaşmasını” bekleyen Menşeviklerin/ aşamacıların ve sınıf uzlaşmacıların umutları tarihsel açıdan boşa çıkmaya mahkumdu.

Devrimci parti üzerine tezler

1.) 20. yüzyılın başında Lenin tarafından derinleştirilen devrimci parti kuramı, emperyalist çağda insanlığın ücretli köleliğin tüm türlerinden  kurtulabilmesinin yegâne yolunun, proleter devrimi ve sosyalizm olduğu temel anlayışına dayandırılmıştı. O halde devrimci parti, işçi sınıfının kendi yönetim organları aracılığı ile iktidara gelmesini sağlamanın aracıydı. Yani amacı, burjuvaziyi siyasi ve ekonomik olarak mülksüzleştirecek olan proletarya diktatörlüğünü kurmaktı.

Bu nedenle Leninist Parti, sınıf bilincine sahip Marksistlerden oluşturulmalıydı ve demokratik merkeziyetçilik ilkesine göre örgütlenen enternasyonalist bir işleyiş kazanmalıydı.

2.) Bolşevikler, Rusya’daki Çarlık rejimini kitlesel bir işçi devrimiyle devirmeyi amaçlayan disiplinli bir işçi partisini örgütlemeye kararlıydılar. Bu partinin iç işleyişi demokratik merkeziyetçilik ilkesiyle sıkı sıkıya ilişkiliydi. Lenin bu ilkeyi en iyi açıklayan deyişin “tartışmada özgürlük, eylem anı geldiğinde birlik” olduğunu söylüyordu. 

Demokratik merkeziyetçilik Lenin’in deyişi ile, parti içerisindeki “tartışma özgürlüğü ile iç içe geçmiş eylem birliği” ya da bir başka ifade ile “parti içinde ideolojik mücadelenin sıkı örgütsel birlikle” sürdürülmesiydi. Bunun anlamı, yine Lenin’in ifadesi ile “[parti içerisinde] bütün azınlıkların hakları ve bütün meşru muhalefet için garantiler, bütün parti yetkililerinin seçilmesi, hesap vermesi ve geri çağırılabilmesine uygun bir zemin” olarak tanımlanmıştı.

3.) Leninist öncü parti teorisi iki temel olgu üzerinde yükselir: İşçi sınıfının heterojen – çok katmanlı- yapısı ve sosyalizm hareketinin ayırt edici bilinçli ve müdahil karakteri. 

Proletaryanın ve ezilen halkın devrimcileşmesi genelde karmaşık, uzun sürelere yayılan ve çelişkili bir olaydır. Zira sınıflı toplum ve kapitalizm altında sömürülenler birçok şekilde katmanlaştırılır ve bölünürler, farklı koşullar altında yaşarlar ve aynı esnada ekonomik ve politik gelişimin bambaşka aşamalarında bulunurlar.

4.) “Devrimci parti, sınıf içinde ve kitle hareketi üzerinde hegemonyasını oluşturmak zorundadır. Bu, ancak kitlelerle birlikte çalışarak/onlara eşlik edilerek, kitleler için oluşturulan politikaların kitlelere maledilmesiyle başarılabilir. Büyük düşmanımız bürokrasi ve egemen ideolojik kurumlar, yalnızca bu yolla bozguna uğratılabilir ve yalnızca bu yolla parti kapitalizme karşı mücadele içinde işçi sınıfının öncüsü, devrimci parti olma hakkını tarihsel olarak kazanır.”

Bu parti, ancak kitle mücadeleleri içinde, tüm bürokratik ve küçükburjuva milliyetçi önderliklere karşı amansız bir savaş vererek inşa edilebilir.

5.) Öncü parti, devrimci eylemin gereksinimlerinin kavranmasına ve bunların hem ulusal, hem de uluslararası düzeylerde uygulanmasına proletaryanın bütününden önce girişen sınıf unsurları ve sözcüleri tarafından inşa edilmelidir.

James P. Cannon’a göre:

“Parti, proletaryanın öncüsünün emekçi yığınların parçalı mücadelelerini sermayenin ve burjuva devletin karşısında merkezileştirebilmesinin en önemli aracıdır; zira bu mücadelenin programı devrimci partide cisimleşir. Bu açıdan, kitle mücadeleleri içinde devrimci partinin inşası, devrimci Marksizm’in en önemli stratejisidir.”

Böylesine muazzam görevleri taşıma kapasitesi olan bir politik örgüt, takdir edersiniz ki, kendiliğinden ve rastgele bir biçimde var edilemez; o kesintisiz, kalıcı ve bilinçli bir biçimde inşa edilmelidir.

Leninist parti, iktidarın zaptına yönelen etkili eylem için kitleleri örgütleme maksadı olan bir savaş partisi olmalıdır. Bu partinin amacı eylem ve sistematik faaliyet için kararlara varmaktır.

Yine Cannon’a kulak verecek olursak:

“Parti, hazır durumda olan, istekli ve halkın bütün düşmanlarıyla karşılaşmaya ve onları yenilgiye uğratmaya ve kitlelere yeni dünyanın yolunu açmakta yardım etmeye hazır devrimci savaşçılardan oluşan bir orkestradır.”

6.) Ve nihayet Leninist parti kuramının son bir temel özelliğini vurgulayarak bitirelim: Proletaryanın devrimci partisi enternasyonal niteliklidir. Zira emperyalist çağda sınıf mücadeleleri dünya ölçeğinde bir boyut kazanmıştır; bu, somut olarak, tarihin bu devrimci döneminde, tüm olayları ve olguları dünya ölçeğindeki devrim ve karşıdevrim ilişkileri içinde kavramamız gerektiği anlamına gelir. 

Dahası, Leninist parti kuramı bize, bir dizi eşitsizlik içinde süregiden sınıf mücadelelerinin tek bir merkezî iktidar programı çerçevesinde toplanmasının zorunluluğunu gösterir. Ulusal parti bunu kendi etkinlik alanını oluşturan ülke sınırları içinde yaparken, Enternasyonal de dünya devrimci sürecini evrensel ölçekte birleştirmeye çalışır.

Leninist Parti kuramının ayırt edici özellikleri şunlardır:

  1. Proletaryanın devrimci partisi, sınıfın genel kitle partisi değil, onun en aktif ve bilinçli kesimlerinin savaş örgütüdür.
  2. İşçi sınıfı devrimci bilince kendiliğinden eylemi içinde değil, ancak devrimci partinin kitle mücadelelerine aktif müdahaleleri sonucunda ulaşabilir.
  3. Devrimci parti, devrimci Marksist kuramdan ve programdan hareketle inşa edilir; kendiliğinden ve aşağıdan yukarı biçimde ortaya çıkmaz.
  4. Devrimci parti, demokratik merkeziyetçilik ilkeleri temelinde inşa edilir ve işler.
  5. Devrimci parti, Devrimci Enternasyonal’in ayrılmaz bir parçası olarak inşa edilir.